www.fgks.org   »   [go: up one dir, main page]

27 - TARİHİ BİLMEYEN GELECEK KURAMAZ

Page 1

TARİHİ BİLMEYEN GELECEK KURAMAZ

2016 Temmuz - Ağustos Makale ve Analizleri


TA R İ H İ B İ L M E Y E N GELECEK KURAMAZ BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -27 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Temmuz - aĞUSTOS - 2016 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2016 1970-1985 arası üzerimize yıldırım düşmüş gibiydik. Stres geçti mi diye, soranlara cevabımız yoktu. Çünkü acımız anlatılır türden değildi. Ayrıca “Geçmiş olsun!” da uygun bir teselli değildi. Çünkü derin izler kaldı ve hiç bir şey unutulmadı. Tanımak zorundayız. Biz Bulgaristan devleti tarafından seri tuzaklara düşürüldük. “Başa gelen çekilir” özlü sözünü de yanlış algıladık. “Başa gelen tepilir!” anlamını açmamız gerekiyordu. Kimlik değiştirme trajedisinden sonra, bir de “Büyük Göçten” sonra Türklerin Türklerle kaynaşması serüveni yaşandı. 120 bin soydaşımızın geri dönüşü Türk bilincinde buluşma dalgasını kırdı. Neyse yılların geçmesiyle bu da aşıldı ve 1989 Ağustosunda “Kapıkule”den girenlerimizin toplam sayısı, Türkiye’de doğan çocuklar dışında 2015 yılı itibarı ile artık Türkiye’de 710 bin kişiye ulaşmış durumdayız. Biz çok büyük, örgütlü ve bilinçli bir güç haline dönüşeceğiz. En büyük özelliğimiz de ata toprağımızı, atalarımızın mezarlarını asla unutmamış olmamızdır. Bugünde bizim için ata vatanımızdaki en değerli taş, oradaki mezar taşlarımızdır. Biz Bulgaristan’da Bulgar çocukları ile aynı kitapları okuyarak aynı okulları bitirmiş olsak da zıt yetiştik, adına sosyalizm yani sözde insan kardeşliğine ve eşitliğe dayanan bir toplumsal düzende bu çelişkiler, ulus ile etnik azınlıklar arasındaki bağdaşmazlığa (antagonizme) kadar kızıştı. “Soya dönüş” yalanı, totalitarizm yıllarında bizi tamamen köreltebildiklerine inananların icadıydı. Türk iradesinin toplu tutuklamalarla, toplama kamplarında taş kırdırılarak, “Belene” ölüm kodeslerinde ve koğuşlarda kırılamayacağını, sulandırılıp eritilemeyeceğini çok geç anladılar. Biz bugün de yeni bir başlangıçtayız. “Bulgar Etnik Modeli”ni gömmeye, Rus ve Bulgar istihbarat ajanlarını politik yapılanmamızdan atmaya ve gerçek demokrasi ile adaletli topluma açılmaya çalışıyoruz.


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu özgürlükçü demokrasi ve Batı medeniyetinde buluşma yoludur. Yazılarımızda işlediğimiz konulardan biri de yeni asırda göçmen kimliğinden sıyrılıp Türk ulusal kimliğiyle kaynaşmadır. Saygılarımızla, Raziye ÇAKIR


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. Mehmet ÇAKIR BULTÜRK Kurucu Üye


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2016

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2016

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Toplumsal Arınmayı Destekliyoruz

Dr. Nedim Birinci-21.Temmuz.2016

Konu: Halkı doğru bilgilendirme ve aydınlatma zamanı BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı Rafet Ulutürk’ün Bulgaristan’da en çok izlenen “bTV” sabah yayınında yaptığı konuşma, Türkiye Cumhuriyeti’nde 15 Temmuz 2016 gecesinden beri olup bitenleri anlamakta ve algılamakta güçlük çekenler için yararlı oldu. Söyleşi çok geniş bir ilgi uyandırdı. Türkiye’deki başarısız darbeyi yorumlayan Bulgaristan Dış İstihbaratı eski Başkanı K. Kirov ile Filistinli gazeteci Algafarı’nin programı kesilerek canlı yayında sunulan Ulutürk’ün konuşması İstanbul - Bayrampaşa’dan canlı bağlantı olarak sunuldu. Türkiye’deki en gerçekçi ve sözü en fazla duyulan soydaş derneği Başkanı olarak konuşan Rafet Ulutürk, başarısız darbe gecesi Türkiye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın halka sokaklara ve meydanlara inme ve demokrasi ve barış nöbeti tutma çağrısının üzerinde önemle durdu. Bayrampaşa’da yaşayan 2 binden fazla soydaşın bu çağrıya uyduğunu, bayraklar dalgalanan barış nöbetlerini anlattı. Türkiye’yi parçalamak, bir iç savaşa sürüklemek, barış, özgürlük ve demokrasi edinimlerini baltalamak isteyenlerin püskürtüldüğünü, Büyük Türkiye atılımlarının devam edeceğini, Başkan Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde Türkiye’nin bütün bölgede - Başkanlarda, Kara Denizde ve Yakın Doğuda güçlü bir güvenlik faktörü olmaya devam edeceğini vurguladı. Dernek başkanı, demokrasi düşmanları Türkiye toplumundan, devlet yapısından sökülüp atılana kadar mücadele edileceğini ve Bulgaristanlı göçmenlerin bu asil davada AK Parti iktidarını desteklemeye devam edeceklerini duyurdu. *** Türkiye’de devam eden demokrasiyi ve savunma devrimi bir halk ayaklanması şeklinde gerçekleşiyor. Cumhuriyet tarihinde ilk kez, İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere, bütün il ve ilçe merkezlerinde sokak, kavşak ve meydanlara dolan ve darbecilere nefes aldırmayan halk yığınları, daha önce hiçbir yerde görülmemiş bir birlik, beraberlik, ulusal iradeye bağlılık ve vatana sadakat sergiliyor. Zafer ışıkları altında dalgalanan al bayraklarla gururlanan meydanlarda yapılan konuşmalarda, darbeyi önlerken tankların altına yatanlar, vücutlarıyla kurşunlara siper olanlar, ay yıldızlı bayrağa sarılarak darbecilere geçilmez kalkan oluşturanlar saygıyla anılırken, artık kesin olmakla US-Pensilvanya’dan yönetilen FETÖ çetesi paralelcileri lanetleniyor.


Makale ve Analizler - 2016

13

2016’nın 15 Temmuz gecesi patlayan darbeci çıbanbaşının 1950’lerden beri topladığı ortaya çıktı. 1952’de Türkiye’nin Kuzey Atlantik Paktı NATO’ya değil, NATO şemsiyesi altında uluslar arası tuzak merkezi GLADİO’nun Türkiye Cumhuriyetine girdiği ve yarım asırdan uzun bir zamandan beri silahlı kuvvetlerimiz, adliyemiz, savcılığımız, mahkemelerimiz, polisimiz, eğitim ve sağlık sistemimiz, jandarmamız vb bünyesinde tümörleştiği ortaya çıktı. Bu olumsuz tümörü büyüten kadrolar gerici-bağnaz güçler himayesinde dal budak saldı. 1960–70 ve 80askeri darbelerinin, çoğulcu demokrasimize indirilen darbelerin sola ve sağ yurtsever kesimin tamamen yok edilmesi zulmünün Gladio başta olmak üzere, dış güçler tarafından örgütlenip kışkırtıldığı defalarca yazılıp çizildi. 15 Temmuzda ejderhanın FETÖ kuklası ardına gizlenmiş olduğu ortaya çıktı. Türk halkı tarafından Anadolu’da defalarca hezimete uğratılan yabancı güçler, emperyalizm şahinleri, 1970’lerden sonra Türkiye’yi bitirip, Türk halkını alabildiğine sömürme ödevini bizim ortamımıza uygun bir biçim bularak tatbik ederken eğitim sistemimizden başladılar. Baş hedef olarak, Türk halkına Atatürk’ün bize emaneti olan düşünme yetimizi seçtiler. Bu amaçla “Hizmet” cemaati oluşturuldu. Anaokulu, ilk ve ortaokul çağında kız ve erken öğrencilerden başlayarak tüm gençlere yönelik çarpık bir İslam anlayışı aşılamaya ağırlık verildi. Pırıl pırıl gençlerimiz köfte gecelerinde aldatıldı. İfadem yerindeyse, içimize su gibi girdiler, taş gibi yerleştiler ve Türk zekâsını körelttikçe köreltmeyi vazifelerinin vazifesi haline getirip, değişik biçimlerde çok yoğun uygulamaya geçtiler. Ana yöntemleri, kene gibi yapışıp asla bırakmamaktı. 15 Temmuz katliamı başarılı olabildiklerine kanıttır. 400’den fazla ölü, binlerce yaralı var. Belki de 400 bin kişi olarak toplumdan sökülmelerinden sonra “yara savdırma” dönemi yaşayacağımız artık görünmeye başladı. Çemberinde al oya kızlarımızı, öcü haline getirip pansiyonlara, yerleşkelere toplayarak beyinlerini yıkadılar. Ellerinde bayraklarla gece nöbeti veren kadınlarımız, aslında işine düşürüldükleri kölelik tuzağından kurtulma ve özgür olma mücadelesi veriyorlar. Demokrasi gecelerinin bir anlamı da budur. Hele kızlarımızın fışkırıp kükremesine, tanklara siper olmasına başka bir anlam vermek imkansızdır. Emperyalist merkezlerce hazırlanıp finanse edilen FETÖ okul, dershane ve yerleşkelerinde uygulanan bu sözüm ona “eğitim sistemiyle” beyinleri uyuşturulmuş genç nesil yaratılmak istendi ve bir yere kadar da oluşturuldu. Bunun en iyi örneklerinden biri 2012’den beri Türkiye bürokrasisinin sekmesi ve toplumsal gelişmeyi frenlemesidir. Kafalarına saman çuvalına harman tozu doldurulur gibi 19 yüzyıl bilgileri tıkıştırılan kuşak, devlet makamlarına yerleştirilse de, 21.


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yüzyıla açılmaya çırpınan, bilimsel teknik öncülüğünde yerini arayan ve ekonomide dünya on altıncısı olmak isteyen Türkiye’yi taşıyıp yönlendirebilecek durumda değildir. 15 Temmuz darbe girişimi, toplumumuzu bir 50 yıl geriye atarak, “sakinleştirmek” ve “kıt kanat geçinerek mutluluk aramaya” zorlamayı amaçlamıştı. FETÖ - çetesine emir veren “üst akıl” Türkiye’nin sıçramalı gelişmesinden, Almanya’dan daha hızlı tempolarla istikrar aramasından, Avrupa Birliği’ni sollamasından rahatsızdı. Hatta 4 milyon sığınmacı ve savaş kaçağına sıkılmadan, rahatsız olmadan, hoşgörü ve güler yüzle çatı açmasından, 3 öğün yemek sunmasından, 720 bin sığınmacı evladını okullara toplamasından ve sonunda isteyen ve yasalara uygun olan sığınmacı ailelere T.C. vatandaşlığı sunmaya hazırlanmasından son derece rahatsızdı. Onları düş kırıklığına uğratansa, darbenin başarısızlığı oldu. Şimdi saçlarını yolanlar, nasıl oldu da Tunus, Libya, Mısır ve diğer İslam dünyası birimlerinde başarılı olduk da, en fazla para harcadığımız en uzun hazırlık gördüğümüz Türkiye’de toslamalarıdır. Olaylar, “üs akılın” Gelibolu, Çanakkale, Sakarya Savaşlarından gerekli dersi çıkarmadığını gösteriyor. Gücü gizeminde, bölünmez ve parçalanmaz beraberliğinde gizlenen Türk halkını tanımadığına şahit oluyoruz. Bugünkü iğrenç saldırıya yeltenenlerin -erbaştan generale, savcı ve yargıcabeyin yıkama okullardan çıkmış kadrolar olduğunu görebildik. Onların beyinlerinde FETÖ okullarında ölü merkezler yaratıldığı ortadadır. General, savcı, yargıç olmuşlar ama Türk halkının yenilmezliğini öğrenememişlerdir. Türk halkının cumhuriyete, demokrasiye ve Türkiye Başkanı Erdoğan’a ihanet etmeyen bir halk olduğunu görememişlerdir. Demokrasi ve barış geceleri bu gerçeği ifade ederken, toplumun arınması gereğini de dile getirdi. Türk toplumu, FETÖ tümörünü bundan böyle taşıyamaz, bu uğurla yaşayamaz, asla dönüşemez ve yenilenemez. İşte bu açıdan baktığımızda, 15 Temmuz darbe girişiminin ezilerek yok edilmesi yeterli olamaz, toplumun baştanbaşa ve son hücresine kadar arınması, temizlenmesi kaçınılmaz olmuştur. Bu süreç bir halk davasına dönüştürülmelidir. Küçük yaşta insan beynini yıkamanın birçok çeşidi vardır. Uygulanan yöntemle gözenekleri bilgiye aç beyinlerin pıhtılaştırılmıştır. FETÖ okullarından bir tek müzisyen, yüksek mimar, doktor, sporcu, satranççı vb çıkmaması kendiliğinden konuşan örneklerdir. Emperyalizmin halkları esir etme üstü aklı olan Gladio başka ülkelerde de genç nesle küçük yaşta el atarak taş kafa nesil yetiştirmeyi denemiştir. FETÖ çetesi, bilindiği üzere birçok Arta Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkesinde yerleşkeli “okullar” açtı. Bunlardan birkaçı, 70’li yıllarda Özbekistan’da açılmıştı. Lise bitiren ilk FETÖ Okulu mezunları arasından özel seçilenler Londra, Amerika vb merkezlere gönderilmişlerdi. İlk ders yılından sonra, Taşkent’e dönen öğrencilerle yapılan görüşmelerde, hepsinin İngiliz MI6, amerikan CIA ve


Makale ve Analizler - 2016

15

başka emperyalist casusluk merkezleri tarafından ele geçirildi, ajan olarak elinin kolunun bağlandığı ve ileri bir zamanda Özbek hükümetinde bakan makamı almaya hazırlandıkları ortaya çıkarıldı. O zaman, Cumhurbaşkanı İslam Kerimov, “bu okulların hepsi kapatılsın ve öğretmenlerine Özbekistan’a girmeleri yasaklansın,” demişti. Türk dünyasının bilim öncüsü olan Azerbaycan da aynı adımı attı. Bulgaristan Türklerinden taş kafa yetişmesi planını alkışlayan HÖH - DPS partisi bu uyarılara kulaklarını kapadı. HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan 18 yıl gençlerimizi FETÖ merkezlerine gönderdi. Memleketimizde Türkçe vızıldayan sinek uçması yasakken, FETÖ çetesinin “Bulgaristan Zaman” gazetesi, dergiler, Feytullah Gülen kitapları yayınlandı, zorla dağıtıldı. İmam hatip okullarımıza, İslam Enstitümüze ve camilerimize, cami encümenliklerimize T.C.den ve başka merkezlerden imam kılıklı FETÖ ajanları gönderildi. İnsanlarımızın huzurunun bozulmasına seyirci kalındı. Gerçekler konuşunca, lütfen susar mısınız! Bulgaristan Türklerinden, onlar üzerindeki Bulgar zulmü azmış gibi, bir de camici, itaatkâr, dalkavuk nesil yetiştirme çabaları hepimizi yıllarca üzdü. 1989’da Türkiye’ye giden, anavatan toprağını öpen ve kısa bir süre sonra 150 bin kişinin birden Bulgaristan’a geri dönmesi üzerinde düşünen olmadı. Bu, bir kültürel uyuşmazlığın doğurduğu ve ittiği dönüş dalgasıydı. Kültürel uyuşmazlık, FETÖ ordusunun Türkiye Cumhuriyeti manevi hayatını ele geçirenlerin çok güçlü olduğunu ve onlarla geleneklere dayanan bir çatışmanın o dönemde başarısız olacağına kanıttı. O yılla Özal yıllarıydı. Özal Türkiye’yi salhaneye yatırmış ve sanki emperyalizme kutsal kurban kesiyor, Türklüğü kurban ediyordu. O yılların acısını biz de pek çok kurban vererek tarih ettik. 1985 - 1989 dönemi Özal - General Evren zihniyetinin, Türkiye’nin egemenliği pahasına, Türk halkının kutsallığı pahasına, emperyalizme ve totalitarizme kölelik zihniyetinin bir ürünüdür. Bu zihniyetten oluşan en büyük zehirli ve ölümcül uğur FETÖ katil-darbeci çeteleridir. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisini gece bombalayan, halkın oylarıyla seçilmiş Cumhurbaşkanını gece öldürmek isteyen, İşişleri Bakanlığını, Gölbaşı’nda Bordo Bereliler Merkezini jetlerden bombalayan vb. zihniyettir. Buluşma yeri Taksim Meydanı, Buluşma saati her gece. Gelirken demokrasi ve barış bayraklarını getir!


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Farklı Bir Bakış Açısı

Rafet ULUTÜRK - 23.Temmuz.2016

Konu: Fakirler devletlerin denge unsuru olma hakkı yoktur, çünkü ezilirler. Biz göçmeniz. Beraber geldiğim kuşak eğitim ve öğrenimini Bulgaristan okullarında aldı. Orada kendi okullarımız olmadığından Bulgar ilk ve ortaokullarında, lise ve üniversitelerinde okuduk. Yüksek eğitim enstitülerine gidebilenlerimiz fazla değildir. Yüksek öğrenimli bir mühendisim. Bunun için sizi olaylara başka bir açıdan bakmaya davet ediyorum. Bulgaristan’daki yeni durumu okuyup çözmekte güçlük çekildiğini görebiliyorum. Oradan bakanların buradaki gelişmeleri farklı algıladığına ve ters yorumlayanlar olduğuna da inanıyorum. Çünkü hiçbir Avrupa ülkesinde son 6 yılda 15 başarısız darbe kalkışması olmamıştır. Cumhuriyet rejiminde, emperyalizme ve irtica güçlerine karşı ana kalkan olan Silahlı Kuvvetlerin, fonksiyon değişikliğini bu denli ağır yaşadığı izlenmemiştir. Üstelik T.C.’ye Halifelik esintisi taşıyan karanlık güçlerin silahlı kuvvetlerde, adliyede ve diğer devlet kurumlarında bu denli sinsi ve derin örgütlenmiş olduğunu beklemezdik, şaştık, desem azdır. Büyük Türkiye yolunu kesmek isteyenlerin milli irademize yerden ve gökten ateş açtıklarını, demokrasimizin en yüce erdemi olan TBMM’ni bombalamaları göz kamaştırdı. Kudurmuşluğun zirvesinde Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı öldürmek ve devleti yıkıp, halkı 50 yıl gerilere atmak olduğunu dünya şahit oldu. Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi’nin ilk yazarlarından biri olsam da karanlığı delip gerçeği açığa çıkaracak aydınlığa sahip olmadığımızı itiraf ediyorum. Son yıllarda, çok yazıp çizsek de, yeni intibahlarıma (uyanışıma) göre, söylenmemiş ama mutlaka söylenmesi gereken çok sözler, yapılmamış ama mutlaka yapılması gereken yeni analizler ve irdeleme yazıları var. Sızıntılardan sonuç çıkarmayı öğrenme zamanıdır. BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin son dönemde bu aydınlatıcı etkinlikleri toplantılara ve diğer dernek etkinliklerine taşıması çabalarını kutluyorum. Gelirken kör gelmiştik. Açmak istediğim konuda, Bulgaristan’dan kör gelmemizin sebebi de var. Biz komünist dönemde okuduk. Ders odalarında işlenen konularda, kütüphanelerdeki kitaplarda derin incelemeler yapılmadığından ilgimiz sönük kalmış ve hatta köreltilmişti. Gözlerimize ve kulaklarımıza inansak sanki dünya Komünist Partisi dolayında dönüyordu ve başka bir dünya yoktu. Zulmü bile do-


Makale ve Analizler - 2016

17

ğal ve yasal kabul etmek zorundaydık. Çünkü okuduğumuz eserlerde yargısız infaz yoktu. Kurşunlanan şair Nikola Vapsarov bile idam almıştı. Tarih ve sosyal olaylar komünistlikle başlıyor ve bitiyordu. Komünist ülkü kutsallığına konan sinek öldürülmeliydi. Bulgarların düşündüğü gibi düşünmeyen öldürülmeliydi. Başkaldıranınsa hesabı çoktan kesilmişti. Bu bakıma biz ister istemez kör ve cahil bırakılabilmişiz. Yalnız onların istediğini duyma hakkımız vardı. Bunun tarifi, tek yönlü eğitimdir. Türkiye’ye de gelsek, Bulgaristan’da da kalsak, düşünce derinliği bakımından kısırlaştırılmıştık. Bunun bir başka adı da bilginin karartılması, insan beyninde boşluklar yaratılmasıdır. İstanbul’da Bulgar TV kanallarını izliyorum. Bir defa birbiriyle çelişen ırkçı milliyetçi, demokrat ve Rusçu yayınlar var. Milli menfaatin doyurucu tarifi yok. Sanki Batının gölgesine girersek Batı iyi, Rus’un etki alanına düşersek Rus votkası iyi. Türk gölgesi ise, çınar gölgesi gibi, dallarının meyve yüklü olmasını istiyorlar. Bulgar politikacılar ise ülkemizi balina balığı arasında denge sağlayıcı gibi göstermek istiyorlar. 25 metre uzun ve 80 tona kadar çıkan bu deniz memelileri arasında denge unsuru olmak çok küçük bir ülke olan Bulgaristan’ın ne haddine! Fakat Türkiye olmasa, Balkanların en büyük ülkesiyiz diyorlar. Burada balina balığı dediğim ülkeler Türkiye, Rusya ve Batı devletleridir. Değişen jeopolitik ortamda onların rolleri de değişiyor. Son haftalarda Rusya ile Türkiye arasındaki buzların birden erimesi ve ilişkilerin normalleşmesi Bulgar basınında çok sık ve endişeli işlenen konulardan biri oldu. Yorumcular sanki bu iki dev anlaşırsa bize dengeleme tezgâhında ekmek kalmaz demek istediler. 15–16 Temmuz gecesinde Türk halkının askeri kalkışmanın belini kırmasından sonra, Bulgar gazeteci ordusu Türkiye’ye akın etti. Halkın “bu memlekette herkes istediğini yapamaz” tavrı, sokaklara dolan bayraklı kitlelerin Başkan Erdoğan ilke AK Parti saflarında birleşmesi sansasyon arayanlara dilini yutturdu. Totalitarizmde Sovyetlere bağlanmak istemiştik. Gençliğimizi, Bulgaristan’ın Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne (SSCB) -Rusya Federasyonu’nun eski adı- 16. cumhuriyet olarak katılma arzusunu bayraklaştırdığı yıllarda yaşadık. O dönem, bu işin yanlış olduğunu, adamların ağzı açlıktan kokmuş ne var onların arasında diyenlere ceza evlerinde hazır yer vardı. Birçok Bulgar milliyetçi hapsi boylamıştı. Bulgaristan, Varşova Paktı üyesi olduğu için Doğu dünyasına, Türkiye de NATO üyesi olduğu için, Batı dünyasına aitti. Cepheleşmiştik. Bunun anlamı şuydu. Türkiye’de olan her şey kötüydü. Arzulansa bile iyi bir şey olması mümkün değildi. Biz Türkiye düşmanı bir ülkeydik. Soğuk Savaş dönemiydi. İnsan hakları rafa kaldırılmıştı. Bulgaristan’da azınlık hakları diye


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bir şey yoktu. Baskı altındaydık. Demokrasi, hak, özgürlük ve adalet içi boşaltılmış kavramlardı. Hukukun üstünlüğü yoktu. Kimsenin fikir söyleyebilme hakkı yoktu. Hapishaneler Türk Müslüman doluydu. Türk gençler yol ve inşaatlarda parasız çalıştırılıyordu. Köylerde yaşıyorduk ve karın tokluğuna çalışıyorduk. 16. cumhuriyet olsaydık herhangi bir şeyin değişeceğine inanmıyordum. Bilgisiz olduğumuz için, Bulgaristan siyaseti okumakta zorlanıyoruz. İşte böyle bir ortamda yaşadığımızdan dolayı, Bulgaristanlı olmamıza rağmen, günümüz bugün de Bulgaristan siyasetini okumakta zorluk çekiyoruz. Algılayamadığımız konular var. Yeni konu açılınca “Boş ver!” diyenlerin kafaları almıyor. Son günlerde yeni bir konu açıldı. Başbakan Royko Borisov Ankara’ya geliyor. 24 Ağustos 2016’da Türkiye Başkanı R. Tayyip Erdoğan’la resmi görüşecek. Haberi yayıldı ve sorular baş kaldırdı: “Ne olacak? Neden geliyor? Ne isteyecek?” Ferdinant Bulgaristan’ın başına en fazla bela açan adamdı. Soranlar her zaman haklıdır. Çünkü Türkiye’ye gelen Bulgar devlet adamlarının hepsi Türkiye devletinden hep bir şeyler istemiştir. Avuç açma geleneği eskidir. İkili ilişkilerimizde Çar Saks Koburg Gotski ile başlar. O, Bulgaristan’da öykülendiği kitaplarda bir zavallı tilkiden aslan olandır. Hayat yolu bir onbaşının mareşale yükseliş yoludur. Tarihimize I. Ferdinant (1861 - 1948) olarak geçen bu kişi, bir Alman kontudur. Osmanlıdan kopan Bulgar siyaseti Rus yandaşlığından Alman taraftarlığına viraj yaparken, 7 Temmuz 1878’de Bulgar Prensliğine Prens atanmıştır. 1895’te Bulgar Generali apoletlerini takmış, 22 Eylül 1908’de Bulgar Çarı taç giymezden önce, İstanbul’a gidip Abdülhamid’in ayağını öpmüş ve Osmanlı Ordusu Mareşali rütbesiyle şereflendirilmiştir. Rusya Çarı II. Nikolay’ın desteğiyle 1912’den sonra Bulgaristan’ı Birinci ve İkinci Balkan Savaşlarına sürüklemiş ve yenilgi üstüne yenilgi alarak ülkeyi felakete itmiştir. Borisov’u Orgeneral yapan da biziz. Osmanlı Sultanı’nın Ferdinat’ı Mareşal yaptığı gibi, 1990’dan sonra başlayan demokrasi yıllarında Bulgar Cumhurbaşkanlarının dördü de Türk Müslümanların oylarıyla seçildi. Üstelik yeni dönem Bulgar tarihinde 1913 - 1918 başbakanı Vasil Radoslavov; 1919 - 1923 başbakanı Aleksandır Stanboliyski; 1991 - 1992’de Filip Dimitrov; 1992 - 1994’te Lüben Berov; 2001 - 2005’te II. Simiyon ve 2005 - 2009’da Sergey Stanişev hep Müslüman Türklerin oylarıyla hükümet kurdular. II. Simiyon hükümetinde İç İşleri Bakanlığı Sekreteri olan bugünkü GERB partisi lideri ve Başbakan Boyko Borisov, Hak ve Özgürlükler Hareketi yönetiminin özel ısrarıyla II. Simiyon elinden Orgeneral rütbesi aldı. Oysa meslekten itfaiyecidir.


Makale ve Analizler - 2016

19

Yeni Bulgar tarihini her işinde tuzumuz var desek yalan olmaz. Anlatmak istediğim, Bulgaristan tarihinde en önemli siyasi adamlar hedeflerine her zaman Türk Müslümanların oyları, yardımı ve desteği sayesinde ulaştılar. Onların arasında bize arka olanlar da oldu. Başbakan Vasil Radoslavov 1913’te Pomak Müslümanların isimlerini ve din özgürlüklerini iade etti. Aleksandır Stanboliyski 1920’lerde Müslüman Türklerin okullarına ve basın yayın hayatına devlet yardımı sağladı. Ne ki, bunlar kendiliğinde olmuş işler değildir. Kökleri çok derindir. Şöyle bir sayfa açıyorum: 1877-78 Savaşından sonra Bulgaristan zarına üç düştü. Bu, yeni Prenslikte yaşayan insanların bir bölümünün Osmanlıya, ikinci kısmının Rusya’ya ve üçüncü grubun da Batı Avrupa’ya baktığı anlamındaydı. Kuşkusuz şimdiye kadar bu konuyu işleyenler, Osmanlıya bakanları anlatırken onların 1878 sayımında nüfusun % 62’sini oluşturduğunu, fakat göçerek gitgide azaldıklarını yazdıklar. Aslında bu olayın içinde gizli kalmış büyük bir gerçek de var ki, bugünkü Bulgaristan siyasetini etkilemeye devam ediyor. Bakalım: Bulgarların ulusal kimlik bilinci Osmanlıda oluşup gelişti. Bu şuurun yayılmasında, o zamanlar İstanbul’da yaşayan 29 bin Bulgar esnaf ve üreten (manifaturacı) yani sanayi burjuvazisi vardı. Aba, kaytan, kemer, çarık, fes üretseler de, onların oluşan Bulgar milli maneviyatındaki rolü büyük ve önemliydi. Onlar, hem üretiyor hem de mallarını bütün imparatorluk pazarlarında engelsiz satıyordu. Belki de Bulgar sermayesinin o dönemki büyüklükte bir pazarı bir daha olmadı. Daha kesin bir ifadeyle üretim ve ticaret erbabı Bulgar zenginler Osmanlı’dan ayrılmak istemiyorlardı. Demek oluyor ki, Bulgarlar Osmanlıdan ayrıldıktan ve Prenslik sınırları içine kapandıktan sonra Osmanlıya bakan Bulgarlar da vardı ve bu bakış bugün de vardır. Çünkü aradan bir asırdan uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen, ne Alman ne de Rus sermayesi Bulgar egemenliğine o gururlu var oluşu bir daha yaşatmamıştır. Bugün de ülkede doğru dürüst çalışan ne bir Alman ne de bir Rus sanayi tesisi vardır. Bulgar din adamları, Osmanlı topraklarındaki kilise ve manastırlarında Rum Papazlardan arıtmak ve kiliselerinde Bulgar dilinde konuşmak, din kitaplarını Bulgarca basmak ve ayinlerini Bulgar dilinde yapmakta direnirken gizli emellerinde birde başkenti Petersburg olan bir Üniversal İslav İmparatorluğuna katılma gibi bir düş vardı. Onların gözlerinin sağ sola bakmasını önlemek için Osmanlı Sultanı 1872’de Doğu Ortodoks Patrikliği kurulmasını onayladı. İstanbul Fener’de Bulgar Baş Episkopluğu kuruldu. Yunan Papazları Ohri gölünden Karadeniz’e kadar tüm kilise ve manastırlardan kovuldu. 1876’da Osmanlı Anayasa kabul


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

etti. Etniklerin din, dil ve diğer özgün hakları yasallaştı. Buna rağmen, Bulgarlar aynı yılın Nisanı’nda başarısız ayaklandı. Rusya Çarı kışkırtmalarına alet oldu. Rusya’ya gidip gelen Bulgarların beynine Rusların İstanbul’u ele geçireceği gibi zehirler damlatılıyor ve kışkırtılıyorlardı. Bu boş emeller asla gerçekleşmese de, Bulgar hafızasında Osmanlıya ve daha sonra Türklere, Türklüğe, Osmanlı kalıtına ve İslam’a karşı bir hor görü ocağı tutuştu ve zaman zaman közleri hep alevlendi. Demokratikleşme yıllarında Ataka partisi ile güya “Yurtsever Cephe” partisinin tüm etkinlikleri bu düşmanlığın zehirli halkalarıdır. Bir de zehirli dikenleri 19. yüzyılın 2. yarısında sivrilen Bulgar milliyetçiliği var. Onun tohumları, Rusya ve Batı Avrupa ülkelerinden getirildi. Bir ideoloji olarak o, Bulgaristan ve Balkanların Osmanlı’dan koparılıp Batı Avrupa’ya bağlanmasını kışkırttı. Bulgar ulusal aydınları, Odesa gibi Rusya merkezlerinde eğitilmiş olsalar bile, hiç bir zaman Osmanlı’dan kopup Rus Ortaçağı köleliğine bağlanma taraftarı olmadılar. Batı Avrupa’ya egemen bir devlet olarak katılmayı hedeflediler. Komitacı başı Vasil Levski gibi öncülerin not defterlerinde hatta demokratik ilkelerden, azınlıkların hak eşitliğinden ve özgürlüklerden söz edilmiştir. Yerli Türklerin Bulgar komşularıyla anlaşması ise, sorunsuz yüzyıllar yaşandığını öyküler. Biz Bulgarların Batıyla kaynaşma özleminin, 100 yıl gecikmeyle de olsa, Bulgaristan Cumhuriyeti’nin 2004’te Kuzey Atlantik Pakti - NATO’ya üye olmasında ve 2007’de Avrupa Birliği’ne alınmasında hayat bulduğunu gördük. Bu süreci iyi okumak gerekir. Bulgaristan’ın NATO ve AB ülkeleri arasına alınması, dev balina balıkları arasında denge sağlayıcı unsur olsun diye olmamıştır. Tarihin bu sayfası okunurken satır aralarında T.C.’nin rol ve katkısı görülmeden asla anlaşılamaz. Hel hele Bulgaristan Müslümanlarının rolü mutlaka görülmeli ve asla unutulmamalıdır. Bir parantez açarsak, 1952’de NATO’ya giren ve bir de artık 35 yıldan beri Batı Avrupa ülkeleriyle açık kapılı, gümrükten serbest alış veriş yapan, çök yönlü işbirliği gerçekleştiren, Yakın Doğu’nun gözdesi, Batı ile Doğu arasında en güçlü köprü olan Türkiye’nin yardımları, meclis kararıyla Bulgaristan ve Romanya’nın NATO üyeliğine omuz vermesi ve bu işlerdeki özel girişimlerini unutmamalıyız. Dünya değişmiştir ama ırmakların, göllerin ve denizlerin etki alanları hep aynıdır. Bu tespiti imparatorlukların etki alanları için de söyleyebiliriz. Bugünkü AB’nin üç dayanağının eski Yunan Kültürü, Hıristiyan Dini ve Bizans Hukuku derken, bu üç nimetin üçünün de, bugünkü Türkiye topraklarında doğduğunu, geliştiğini ve uygarlık belirlediğini hafızamızdan atmayalım. Anadolu 33 medeniyetin eşiğidir. Ve işte bu nedenle Türk kültüründe, Türklerle iç içe yaşamış Bulgarların İstanbul’a, Anadolu’ya, Osmanlıya bakmasını anlamak hiç de zor olmamalı.


Makale ve Analizler - 2016

21

NATO Batı anlamına gelir. Şimdi, yazımızın başına dönüp, balina balıkları arasındaki minik balığın denge sağlama rolüne bakarsak, bugünün fakir Bulgaristan’ın kendine biçtiği özel role şaşmamak elde değil. Çünkü eğer biz bugün NATO, Batı anlamına gelir diyorsak, 60 yıl NATO’lu olmak Batı ile kaynaşmış anlamındadır, bilinci taşıyorsak, Türkiye’nin Bulgaristan’dan çok daha erken batılaştığını vurgulayabiliriz. Dünya değişmiş ve Türkiye NATO’nun en güçlü Avrupa ordusunu kurduğunda kendiliğinden batılaşmıştır. Bulgaristan’ın Batı Avrupa kapısı da Boğazlar üzerinden açılmıştır. Gerçekler bu iken, balinalar arasında denge sağlıyorum hevesiyle dolaşan küçük balığın, iletişim araçlarında bile, ara sıra da olsa, hiçbir sorumluluk taşımadan kendine istediğini konuşma hakkı tanıması, biraz tuhaftır. Gerçekler çok acıdır. Bulgar milli kimliğinin oluşurken, Bulgar esnaf, işveren ve tüccarlarının Osmanlı’dan ayrılmak istemeyişlerini Bulgaristan’da hiçbir kitapta okumadım. Şimdi artık sermayenin bir ulusun kökleri olduğuna inanıyorum. 1989 ‘da biz sel gibi akıp gelirken neden geri bakmadık, onu da yeni yeni kavramaya başladım. Çünkü bir orada “köle” durumundaymışız ve zincirlerini koparan köleler ancak kaçarlar. Osmanlının Bulgarlara tanıdığı hakları Bulgar bize tanımadı. Osmanlı Bulgar kiliselerinden arıttı ve Bulgarlara kilisede Bulgarca konuşabilirsiniz, dedi. Fakat Bulgar siyasi zihniyeti bugün camilerimizde ana dilimizde ibadet edip konuşmamızı bize çok görüyor. Bu utanç verici bir gerçektir. Tarihin silemediği çizgiler. Geçen yüzyıl Bulgar ulusal kimliğinin özündeki anlatmaya çalıştığım bu büyük gerçek, hem Alman faşizmi, hem de Rus totalitarizmi dönemlerinde boğulup çöpe atılmak istendi. Bulgaristan adeta sömürgeleştirildi. Büyük komşumuz Türkiye ile beraber olalım çizgisi silinmeye çalışıldı. Bugün de dengeleme rolünün sanki Rusya, Türkiye ve Batı arasında değil de yalnızca Moskova ile NATO arasında ve Türkiye’nin sözü edilmeden yürütülmek istenmesi tuhaftır. Bulgaristan iş ve dış siyasetinin belirlenmesinde Türkiye’nin rolü belirleyicidir. Türkiye olmasa Bulgaristan NATO’ya giremezdi yani 21. yüzyılda batının bir parçası olamazdı. Türkiye olmadan ne Bulgaristan ne de herhangi bir Balkan devleti yeni bir uygarlığa el atabilir. Şuna da işaret etmek istiyorum. Kasımda yapılması beklenen Bulgar Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Başbakan Borisov, GERB adayı için bizden oy isteyecektir. Biz dostluk, iyi komşuluk, batılılık ve iyi geçinme adına bu isteğe olumlu bakarız.


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizde, birisi kapıyı çaldığında “bir zoru olmasa gelmez” derler. Borisov’un zoru bir değildir. Türkiye tüm komşularıyla iyi komşuluk ve yakın dostluk ve işbirliği sayfasını açınca, yeniden akaryakıt borularının kesişme merkezi oldu. İrsal, İran, Azarbeycan, Türkmenistan ve Arap şirketleri doğal gazını Türkiye üzerinden akıtacak. Bulgaristan likit yakıt ihtiyaçlarını karşılarken sorunlar yaşıyor. Rusya’dan koparak egemenliğini araması, ancak T.C. üzerinden olabilir. Bu bakıma önemli ziyaretin ikinci konusu enerji kaynakları olabilir. Bu arada Bulgaristanlı Türklerin üretici kapasitesi de yeniden değerlendirilmelidir. Türkiye ile Bulgaristan yerli Müslüman Türklerin üretimleri özendirilerek kaynaşabilir. Bu işte başat rolü sivil toplum örgütleri üslenmeli ve işleri yönetmelidir. Bu bakıma Bulgaristan Türklerinin ve soydaşların Bulgar Türk ikili ilişkilerinde yeniden bir köprü olma konumu gündeme gelebilir. Bu rol bize düşer ve başka hiç kimsenin bu ilişkilerde denge unsuru olma hakkı yoktur ve olamaz. Bazı işlerin ancak bizim öncülüğümüzde olması gerektiği gerçeği de artık hayat hakkı istiyor.

Soydaşların Büyüklüğü

Musa Vatansever-23.Temmuz.2016

Seçmen oylarının önemi artıyor. Her oy için kavga olacak. Bu, Bulgaristan’da siyaseti belirleme kavgasıdır. Bir insanın büyüklüğü zor günlerde, tıkanma süreçlerinde, alınamayan dönemeçlerde belli olur. Bir tutan tuzuna muhtaç kaldık, sözü bu dönemlerden gelir. Halkımızın inancında “Tuz ekmek hakkını vermeyen, kör olur!” değimi vardır. Biz soydaşların Bulgaristan toprağında alın terimizin tuzu kaldı, yani ekmek ve cennet hakkımız kaldı. Bu gerçeğin daha derin anlamı şudur: İyiliğini gördüğün, ekmeğini yediğin kimseye karşı nankörlük, saygısızlık ve hainlik eden kişileri Tanrı cezalandırır. Bu cümlede, bize zulüm ve hainlik edenler aynı küptedir. Cezalandırma bazen bir günde, beş günde veya birkaç yılda olmaz da, daha uzun bir zaman içine yayılır. Bu işte bizim payımıza düşen, “Yiğit yarasına yiğit katlanır” oldu. 26 yıldan beri dayandık. Çektik çekiştirdik ama kimseden şikâyet etmedik. Çünkü bir defa kapımızı çalanın bir daha geleceğini biliyor-


Makale ve Analizler - 2016

23

duk. İşte o günler geldi. Bulgar medyaları Türkiye halkının demokratik iktidarına sahip çıkmasıyla değimler yumuşadı, azarlama kusan ağızlarda tatlanma başladı, hava yumuşuyor. Bulgar basınında çıkan haberlere göre, 24 Ağustos 2016 günü yani tam bir ay sonra Bulgaristan Cumhuriyeti Başbakanı Boyko Borisov Türkiye’ye resmi ziyarete geliyor. 15–16 Temmuz kanlı askeri darbe girişi, Türk milletinin Başkanı dolayında toplanması örneğinde ve Türkiye’nin demokrasiyi ve barışı savunma için halk inkılâbı konusunda Borisov izlenimlerini şöyle dile getirdi: “Bu konuda olağanüstü dikkatli konuşmamız gerekir, yalnız sınırımızın ortak olduğu için değil, bize Türkiye’den daha yakın olan bir yer yok, Türkiye’de çok büyük sayıda Bulgaristanlı göçmen var, Bulgaristan’da da büyük sayıda Müslüman yaşıyor.” O, aynı zamanda iktidar partisinin -Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşları- GERB partisinin Genel Başkanı ve ülkede en büyük otorite sahibi bir siyaset adamıdır. Birinci tur, bu yılın Ekim sonunda mı, yoksa Kasım ayının birinci pazarında mı yapılsın tartışması henüz bir meclis kararıyla noktalanmamış olsa da, Bulgaristan seçmeni yeni Cumhurbaşkanını seçmek için çok yakında seçme hakkını kullanmak için sandık başına gidecektir. Bu hak Türkiye’deki 39 sandıkta olduğu gibi Bulgaristan’a gelip kayıtlı olduğu yerde kullanılabilir. GERB partisinin adayı olan ve 2011’de Türk seçmenini de oylarıyla seçilen Rosen Plevneliev’in görev süresi Nisan sonunda doldu. O, Avrupa ve Atlantik değerlerine hep sahip çıktı. Avrupa Birliği ve NATO taraftarı bir devlet adamı tavrı sergiledi. Diğer partilerin de adaylarını henüz gösterememiş olsalar da, görülen köy kılavuz istemez, Cumhurbaşkanı adayı göstermede en fazla zorlanan parti hiç kuşkusuz iktidardaki GERB partisidir. Çünkü bir defa, kendi başına seçilebilir aday gösteremediği gibi, sağ kanat partileriyle ortay aday çıkarma görüşmelerini de hiçbir siyasi güçle başlatamıyor. Başbakan’ın 22 Temmuz 2016 sabahı “NOVA” TV ekranında itiraf ettiği üzere, Cumhurbaşkanı seçimini kaydettiğinde, GERB partisi iktidardan çekilecek ve erken seçime gidilecektir. Bilindiği üzere, Bulgaristanlı Müslüman - Türk seçmen 1990’da, 1997’de ve 2011’de orta sağ Cumhurbaşkanı olan Jelü Jelev, Petır Stoyanov ve Rosen Plevneliev’e oy verdi ve garantili seçilmelerini sağladı. Bu geleneğin devamı, ince hesaplar sonucu olmak üzere, ikinci turda GERB adayını destekleriz sözünü vermesiyle, tescil kararının önümüzdeki hafta çıkacağı müjdesini getirdi. Ortaya çıkan yeni sorum, soydaşlarımızın oylarını direk olarak orta sağdan yükseltilecek Avrupa ve Atlantikçi adaya direk olarak verme yolu mu, yoksa DOST ya da başka bir bağımsız aday üzerinden yönlendirme yapılmasına mı gidilecek


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

noktasında düğümlenmiş durumdadır. Burada sorun bir de ezilmeden, hiçlenmeden bilinçli ve seve seve oy vermemizdir. İşte bu konu önümüzdeki aylarda dernek ve federasyonlarımızda, basın yayın organlarımızda tvlerde tartışılacaktır. GERB partisinin Türk oyları Bulgar seçmeni ürkütür ve ortada kalırım çıtasını kendisi açmalıdır. 17 Aralık 2015’te HÖH fahri başkanı Ahmet Doğan’ın Rus yanlısı demeciyle Bulgar milli çıkarlarını Moskova’ya yeniden sımsıkı bağlama girişiminden sonra sol cephede Bulgaristan Sosyalist Partisi’ne ve ABV’ye bağlı kaldığını gizleyemiyor. Memlekette esen Rus rüzgârları havayı Moskofçulardan yana değiştirmeye çalışıyor. Ne yazık ki, şimdilik sol kanatta bir Vatan Cephesi oluşturma çabaları sonuç vermiyor. Yapılan anketlerde seçmenin % 68’i BSP, ABV ve Tatyana Donçeva’nın yönettiği “21. Yüzyıl” partisi arasında ortak aday etrafında birlik sağlanmasını isterken, ancak % 12’si bu ortak cepheye HÖH - DPS partisinin de katılmasını istiyor. Bu nedenle ana olan (BSP) ile yavruları olan (ABV) ve (21. yy.) partileri arasında ilk turda başarısız görüşmeler yapılmış olsa bile, HÖH lideri ile görüşmeler henüz başlamamıştır. Öte yandan, başka bir seçim önü anketi sonuçları ise, Tatyana Donçeva’nın solun ortak adayı olması sonucuna kilitlenmiştir. Dengeli ve geleneklere bağlı bir dış siyasetle Avrupa Birliği ve Kuzey Atlantik Paktı - NATO menfaatlerine uyan konumda kalan ve Rusya’ya karşı ambargo siyasetinden de sapmayan Sofya hükümeti gelişmeleri sabırla izliyor. Başbakan, Rus savaş uçaklarının her gece Karadeniz üzerinden Bulgaristan karasularına kadar geldiğini, NATO bağlantılarına uyarak Bulgaristan Askeri Hava Kuvvetlerinin onları gerektiğinde durdurup inmeye zorlamak için yine her gece iki jet uçağımızla karşıladığını bildirdi. Onun açıkladığına göre, bölgemizde dünya sanki yeni bir soğuk savaş yaşıyor. Böyle belirsiz bir durumda, GERB partisinin hükümet ortağı Reformcu Blok (RB) partisiyle arası iyice açılmış olduğundan seçilebilir bir aday gösterebilmesi çok zordur. GERB’i seçeneksiz durumdan ancak T.C’ deki soydaşlarımız ve memleketimizdeki Türk Müslüman seçmen kurtarabilir. Borisov’un 24 Ağustos T.C. ziyaretine bu açıdan değerlendiriyoruz. Kesin kanımıza göre, GERB partisinin Cumhurbaşkanı adayını açıklamazdan önce, Ankara ziyareti öncelikle yaklaşan seçimlerle direk ilintilidir. Bu seçimlerle ilgili olarak yapılan kanun değişikliklerinden sonra T.C.’de ancak 39 seçim bürosu açılabilecektir. Fakat Türkiye Cumhuriyeti’nde Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimlerine katılma hakkı olan, cebinde Bulgaristan kimliği taşıyan 710 bin Bulgaristan vatandaşı var. Onların 39 sandıkta oy verebilmesi imkânsızdır. Bu kişiler seçime katılmak istedikleri kesindir. Çünkü seçimlere art arda iki


Makale ve Analizler - 2016

25

defa katılmadıkları halde seçme ve seçilme haklarını kaybedecekler ve seçim listelerinden silineceklerdir, onların problemsiz bir şekilde Bulgaristan’a gidip oy vermeleri sağlanmalıdır. Bu işi ise ancak soydaş dernekleri örgütleyip gerçekleştirebilir. Soydaşların isimleri seçmen listelerinde kayıtlıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nde olduğu gibi, Bulgaristan’da da adresleri belinliyor. Kimliklerinde adres kaydı vardır. Seçim hakları yasaldır. 710 kişinin 39 sandıkta oy kullanması imkân dışı olduğundan, bu seçmenlerin Bulgaristan’a dönüp oy kullanmaları için gerekli işlemlerin zamanında yapılması gerekir. Bu ödev de yine seçimlere katılacak parti ve cephe adaylarının ve dernek ve federasyonların ortak yapacakları bir iştir. Seçime katılma hakkı, hiç bir makam ve kanunca engellenemez kutsal bir soydaş ve vatandaş haktır. GERB Başkanı ve Başbakanın bu hakkımıza sahip çıkması ve gölgelenmesine engel olması gerekir. Bulgaristan’da 2011 Cumhurbaşkanı seçimlerinde kullanılan “evet” ve “hayır” oylarının toplamı 3 milyon 200 bin Bugünkü sayımla T.C.’ de 710 bin göçmen oyumuz vardır. Memleketimizde yaşayan Müslüman Türk, Pomak ve Çingene kardeşlerimizin oyları da bu rakama dahil edildiğinde, seçim sonuçlarını kesin belirleyen bir rakam ortaya çıkıyor. Biz Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçiminde sonuç belirleyen duruma gelmişsek, kendi kaderimizi de belirlemeliyiz. Böyle bir bilinçle hareket etmek zorundayız. Gerçekçi açıdan bakıldığında, Borisov’un bizim oylarımıza direk ilgi gösterdiği gün ışığına çıkmış oluyor. Özlü sözle ifade ettiğimizde, GERB partisinin 700 bin çıvarında olan kendi oyu, Müslüman Türk seçmenin Türkiye’de ve Bulgaristan’da vereceği oy olmadan havada kalıyor ve hiçbir işe yaramıyor. GERB partisinin seçim zaferi ancak bir soydaşlar garantileyebiliriz. Bu açıdan analiz edildiğinde, bu ayın sonuna kadar Bulgaristan Cumhuriyeti Yüksek Temyiz Mahkemesi’nden (Vırhoven Kasasiyonen Sıd) Sorumluluk, Özgürlük ve Tolerans için Demokrasi DOST partisinin tescil kararının çıkması anlam kazanmış oluyor. Bu gerçeğin arakasında Lütfi Mestan’ın ikinci turda oyları GERB’ e verme kararı yatıyor. Son gelişmelerde, DOST partisinin kendi başına bir oyun kuran durumuna gelmeye çalışmaktansa, zorlanınca “koltuk değneği” rolü üslenmeye hazır olduğu gizlenemiyor. Bu karar, hem Cumhurbaşkanı seçmesini hem de GERB partisinin bir yıl daha iktidarda kalmasını garantilemiş olacaktır. Bu siyasi oyunun ortasında yine soydaşlarımız bulunuyor. Onların umut ve beklentilerini asla ateşe attırmamalıyız. Bu ödevde derneklerimize düşen ödev çok büyüktür. Lütfü Mestan, GERB partisiyle gizli sözleşmelerini hemen açıklamak zorundadır. Çünkü


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

seçimler yaklaşırken böyle perde ardı temaslarını sıklaştıran Makedon komitacılarının Türk düşmanı VMRO partisi örneğin, güya “Yurtsever Cephe” ortaklığından ayrılıp, Cumhurbaşkanı seçimlerinden sonra Borisov’tan bakanlık talep etmiştir. Soydaşlarımızın ve Bulgaristanlı Müslüman Türk oyları Bulgar iktidarını ayakta tutup yeni bir siyasi bunalıma yol vermeye biliyor. Bunun bedelini istemeliyiz. İşte böyle anlarda, bir etnik halk topluluğunun büyüklüğü ve iradesini kullanarak kendine yaşam hakkı arama, haklarını ve özgürlüklerini elde etme yolunu yeniden açabildiğini görüyoruz. Bu bir fırsattır memleketimizde yaşadığımız yörelere yatırım yapılmasın isteklerinde de birleşmeliyiz. Yeni dönemde bizim seçime yoğun katılmamız kolaylaştı. Muazzam bir birikim sahibiyiz. BULTÜRK tarihimizde ilk defa olmak üzere 2011 seçimlerinde Cumhurbaşkanı adayı çıkardı ve 50 bin oy alabildi. Başarılı bir kampanya yürüttü. Yeni dönemde öncelikli ilkelerimiz şunlardır: Bizim ilk seçimimiz Büyük ve Güçlü Türkiye’dir. Başkan Tayip Erdoğan iktidarını desteklemektir. Bakanlar Kurulu kararlarına uymaktır. Sınırdaş olduğumuz tüm devletler Büyük Türkiye etki alanına girdiğinden ve her hangi bir konuda karar alabilmek ya da içine düştükleri bataklıktan çıkabilmek için bir başkasını değil, güçlü Türkiye’yi arayacaklarına inanıyoruz. Bu durum soydaş olarak bizim oylarımızı kime vereceğimizi büyük ölçüde belirleyendir. Yeni dönemde, Bulgaristan seçimlerinde sonuç belirleyen göçmen soydaşlar olacaktır. Günümüz Bulgaristan siyasetinde denge belirleyen güç soydaşlardır. Onların oylarıdır. HÖH sayfası kapandı. Şimdi yeni bir kimlik etrafında birleşmeliyiz. Bulgaristan’da kalmış kardeşlerimizi içinde bulundukları ağır sosyal ve ekonomik durumdan, siyasi izolasyondan ve onları “seçim kölesi” yapmak isteyenlerin pençesinden kurtaracak olan yine biziz. Balkanlar’daki ana güç Büyük Türkiye’dir. Soydaşlarımız Türkiye’den siyasi, ekonomik ve manevi desteği aldıkça bu işler birer birer yoluna girecektir. Bu davada şu dönem bizim etrafında toplanabileceğimiz kendi siyasi partimiz olmadığından, derneklerimizin, sivil toplum örgütlerinin dolayında birleşmeliyiz. Siyasete hakim olan dengesiz ve karma karışık siyasi durumda soydaşlarımızın oy kullanmasına karşı olan Bulgar milliyetçi-ırkçılarının her gün biraz daha kudurduğunu işitiyoruz. Parlamentodan yeni faşist yasalar çıkarmak, oy


Makale ve Analizler - 2016

27

kullanmamızı kesinlikle yasaklamak, çifte vatandaşlığımıza el atmak istiyorlar. Azınlık olduğumuzdan her istediklerini yapabileceklerini hesaplıyorlar. Mesela, bütün gençleri 6 ay ile 12 ay arasında silâhaltına toplayıp sınır boylarına sürme yasa teklifleri meclis komisyonlarına takıldı. İsteseler de Anayasamızı açık açık çiğneyemiyorlar, her bir demokratik madersini rafa kaldıramıyorlar. Büyük gerçek ve gelecek bizden yanadır. 26 yıldan beri Cumhurbaşkanı bizim oylarımızla seçiliyorsa bu defa da bizim oylarımızla seçilecektir. Fakat biz birçok demokratik istek öne sürmeliyiz. Bir defa Bulgaristan vatandaşlığımızın dokunulmazlığı, kutsallığı ve ebediliği Anayasa maddesi olarak onaylanmalıdır. İki Bulgaristan’da kalan taşınmaz mülklerimizin dokunulmazlığı ve gasp edilenlerin mutlaka iade edilmesi özel bir yasayla halka duyurulmalıdır. Türkiye’de dünyaya gelen evlatlarımızın tüm Bulgar vatandaşlarıyla eşit haklı olduğu özel bir kararnameyle meşrulaştırılmalıdır. Faşizan, ırkçı ve milliyetçi partilerin Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımızın hak ve özgürlüklerini kısıtlamayı hedef alan yasa tasarısı sunmaları kesin yasaklanmalıdır. Faşist “Yurtsever Cephe” partisinin ibadet dilimizin Bulgarca olması, Türkiye’den gelen din hocalarımızın sınır dışı edilmesi ve Başmüftülüğümüzün gelir kaynaklarına el koymayı amaçlayan yasa tasarıları görüşülmemelidir. Bu faşist zihniyetliler partisi kapatılmalıdır. Camilerimizin, mescitlerimizin meşruluğu, camide ibadet dilimizin anadilimiz Türkçemiz olduğu yasallaştırılmalıdır. Anadilimize, dinimize, geleneklerimize, kültür ve uygarlığımıza yükseltilen tüm eller kırılmalıdır. Bu cumhurbaşkanı seçimlerinde bizden çok büyük oranda ihtiyaçları olduğu ortadadır. İsteklerimizi somut olarak ve kesin belirlemeliyiz. Okullarda anadilimiz zorunlu ders olarak okutulmalıdır. Kültür merkezlerimiz açılmalıdır. Radyo, TV paket programlarımız başlamalıdır. Gazete ve diğer isteklerimiz devlet ödeneklerinden yararlanmalıdır. Biz bugün önemi artan bir etnik grup ve soydaş topluluğuyuz. Durumun tamamen lehimize değişeceğine inanıyoruz. HÖH - DPS zincirlerini koparmayı artık başardık. Yeniden gruplaşarak bağımsız örgütlenmeliyiz. Bizim isteklerimizi karşılayıp garanti altına alan güçlere oy vermeliyiz.Modern siyaset sandıkta mayalanıyor ve sandıktan çıkıyor. Sandıktan çıkmayan demokrasi faşizmdir. Yeni gün rüzgârına kulak verelim. Yeni döneminde en büyük rol soydaş derneklerine düşecektir. Bu derneklerin başında, çalışmalarına İstanbul’da ağırlık veren BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğidir. Bir bilgilendirme merkezi


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olan, Bulgaristan Türkleri Stratejik Araştırma Merkezinde (BGSAM) etkinlikler devam ediyor. 21 Temmuz akşamı Bayrampaşa / Yıldız’daki merkez kulübünde düzenlenen “darbe girişimini ve ihanetçi FETÖ ve paralelcileri lanetleme, demokrasi ve barış davasına destek verme toplantısında, yürürlüğe giren OHAL kararına da destek ifade edildi.” Basına dağıtılan BULTÜRK bildirisinde, Türkiye ne kadar da güçlü bir devlet olursa biz soydaşlar o kadar daha huzurlu ve refah içinde yaşayacağımıza inanıyoruz. Bulgaristan’daki yakınlarımız da daha güvenli olacaklar. Bulgaristan’ın Büyük Türkiye’nin etki alanında kaldığına işaret edildi. Bildiri kamuoyunda büyük bir ilgi uyandırdı. Etkinliklerimiz devam edecektir. Vatan toprağımızda alın terimizden tuz var.

Amerika’da 50 Bulgar Okulu

Osman Bülbül-24.Temmuz.2016

yız.

Konu: Geçmişi iyi bilmek lazım! Biz, olacağı düşünerek ona göre karar verip hareket etmek zorunda-

İnsan yaşlanınca, hele şehirde kalmışsa, zamanının daha büyük kısmını TV başında ya da parkta geçirmeye başlıyor. Ben hala Viyana’dayım. Yaz, bizim oralara kıyasla, Yukarı Tuna boyuna bir ay gecikmeli gelir. Ihlamurların açıp solmasıyla son bahar kokuları da rüzgârlara teslim oldu. Artık burada da yaz. Gölgelerin koyusunu arıyoruz. İkinci Dünya Savaşı’nda ölümcül darbeler alan Orta Avrupa’nın çehre değiştirmesi yarım yüzyıl aldı. Burada değişiklikler içseldir. Memleketimde, kapı pencere boyasından, dış duvar sıvasından başlar. Sosyal değişiklikler, binaların boyundan ya da lokantaların lüks yıldızlarına yenisini eklemesinden önce, insanların yaşayışına işler. Sözlerim tren yollarının her köye uzanmasında, trenlerin ara ve son duraklara daha dakik erişmesinde, insana sunulan hizmetlerin zamanında, kusursuz ve aynı olmasında vs. ifade buldu. Sosyal güvence, sağlık ve eğitim kamunun sunduğu hizmetlerde olağanüstü yer alıyor. Bugün Orta Avrupa’ya akın edenler öncelikle şu sosyal sistem hizmetlerinden yararlanmak için buraya gelir. Sığınmacı sellerinin kuzeye akmasını da kendime böyle izah ediyorum.


Makale ve Analizler - 2016

29

Dolar sevgisi Vatan sevgisine yenik düşüyor. Viyana TV Birinci Kanalında 1990’dan sonra Amerika’ya göçen Bulgarlarla ilgili bir yayın vardı. Chicago (Şikago) Bulgar motosikletliler grubunu anlattılar. 150 Bulgar aile, değişik şehirlerden, garsondan inşaat mühendisine kadar farklı mesleklerden kişilerdi. Şikago’da hayata adapte olmuşlar ve aralarında bir “Rockery Group” olarak ünlü bir motosikletçiler grubunda birleşmişler. Çocuklarına Bulgar Okulu açmışlar, aile içinde yalnız anadillerinde konuşuyorlar. Çocuklarıyla yalnız Bulgarca temas ediyorlar, Bulgar kahvehandee ve mağazalarında alış veriş edip toplanıyorlar ve aralarında sıkı bir yardımlaşma ortamı yaratıp yeni imkan kaynağı nimetlerinden birlikte yararlanıyorlar. 15 - 20 senedir oradalar. US vatandaşı olmuş olsalar da, bir gün Bulgaristan’a kendi köy ya da kasabalarına dönme heyecanıyla yanıp tutuşuyorlar. Besbelli US Dolarlarına sevgi, Vatan sevgisi karşısında yenik düşmüş. “Biz burada çalıştığımız gibi Bulgaristan’da çalışsak, Bulgaristan Avrupa birincisi olur” diyorlar. 50 Bulgar Okulu kurmuşlar. Birimiz hepimiz için, hepimiz de birimiz için varız! diye yemin etmişler. Bir gün bir AVM kahvesinde, 3 - 5 Bulgar gençle karşılaştım ve tanıştık. Nikolay Minçev, bizim Kazanlığın Gül Vadisi köylerinden. Viyana Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi okumuş. İkinci görüşmemizde, Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un Politik Kişiliği üstüne yüksek yetki belgesi için tezi yazdığını paylaştı. Bir Bulgaristanlı Türk olarak olayları benim nasıl yorumladığıma önem verdiğini, her sözümün altın değerinde falan olduğunu söyleyince ben de ilgilendim. Tabii onun gözünde bu denli değerli görünmem gölümü biraz gıdıkladı ve teklifini kabul ettim. Bulgar halkının son dönem siyasi lider arama aşamaları: Nikolay, Bulgaristan 1990 sonrası tarihini ikiye bölüyor. 2000 senesi öncesi “demokrasiye” geçiş Birinci Bölüm. 21. yüzyıllın 16 yıllık ilk aşamasına da İkinci Bölüm, diyor. Birinci bölümde yalnız komünistlerle antikomünistler arası mücadele üzerinde duruyor. Bu savaşımda yenen ve yenilen olmadı, totaliter düzen sökülemedi demekle yetiniyor ve “o ilk bölüm benim konum dışıdır” ekini geciktirmeden söylüyor. İkinci aşamaya, 2000 yılından giriyor ve dünyada bu bölümün adı “elektronik aşamadır” derken, bizde biraz gecikmeli yerleşse de, böyle kabul etmeliyiz. Onun kesin görüşüne göre, birinci aşamada Cumhurbaşkanı için partili lider aranırken, ikinci aşamada kişinin partili olma özelliği buharlaşmış ve ona göre aranan kişi bağımsız ama sosyal kitle tarafından tanınan ve sevilen biri olabilir. Örnek olarak, Macaristan lideri Orban’a işaret ediyor.


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Bu fikirler Viyana Üniversitesi’nde yerleşmiş öyle mi?” diye soruyorum ve o şöyle devam ediyor. Yeni yüzyıla girerken Bulgar halkı da birden değişti. 1990 ile 2000 yılları arasında her gün biraz daha derinleşen bunalımlardan sanki kendi başına çıkamayacağını, kurtarıcı rolü ne Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ne de Demokratik Güçler Birliği (CDC) gibi iki ana partinin üslenip mutlu sona taşıyamadığını görünce, hemen değişti. Bir hayal kırıklığı yaşanırken, elektronik çağ başladı. Bilgisayarlar hayatımıza girerken. İnternet belirdi. Dünya değişti. Tanrı sanki herkese bedava nimet bahşediyordu. Birini veren ötekini de verir inancı yayıldı. Böyle bir beklenti ortamında Bulgaristan halkı Simiyon Saks Koburgotski kişiliğiyle kaynaştı. O beklenen adamdı. Millet yalanlarla büyülendikçe coştu. Yeni simayı kucakladı. Hiç düşünmeden bağışlayanı seçti. Beklenen mutlu gün 854 gün sonra doğacaktı. O dönemde II. Simiyon ata mirasına kondu, ormanları kesti ve dışarı sattı. Bağışlayıcı adam, talancı çıktı. “Siz, şu okuduğun üniversitede, 21. yüzyılı mucizeler bağışlayan yüzyıl olarak mı ele alıyorsunuz?” diye sormadan edemedim. “Evet öyle de, o dönem şimdi Bulgaristan’da da aşıldı. Biliyorsun II. Simyon’un partisi bile dağıldı. Şimdi o da bir şeyler geçiriyor aklından ama mevsim geçince bizim Güller Vadisi’nde de ne sürülür ne kazılır ne de ekilir... “Boyko ondan farklı mı?” diye soruyorum ve ikimiz birbirimizi hem tanıyor, hem burada çok sevilen, bizim de her defasında “Guut!” dediğimiz, o meşhur sütlü “Moca Caffe”den ufak ufak yumulmuyor ve önümüzdeki kekse uzanıyoruz. Çok dolu. Çok heyecanlı. Birikimi hemen masa üzerine akıveriyor. “Boyko, halkın tanımakta zorluk çekmediği bir figür. Onu üç aşamada görüyorum. Tezimin bu bölümünü hemen hemen yazdım.” diyor. Birinci Bölümde o bir “kurtarıcı” rolü üslendi. Polis şefliğinde kimin ne yaptığını biliyor ama müdahale etmiyordu. Sonra birden bire gerekçe ve delil de uydurarak hareketlendi. Birçok vurucu-kırıcı çeteyi çökertti. Kendilerini devletten güçlü tanıtanları topladı. İnsan kaçırıp kulak memesini kesen, karısına gönderip milyon isteyenleri ya memleketten kovaladı ya da yakaladı. Kendini halka böyle sevdirdi. Bu işin içinde karizmatik yani büyükleyici bir yan vardı. Bu heybetli adam, başkalarının yapamadığını yapıyor ve halka huzur sunuyordu. Bu birinci aşaması Borisov’un öyle mi? İkincisinde ne oldu? Cevabı hazırdı: İkinci aşamada Borisov, Başbakan olarak yalnız açılış şeridi kesti. Bir yerde bir tuvalet açılsa gidip şeridini kesen, Papazın hayır duası alan hep o oldu. Bu dönemde, kutsal bir parti olarak tanıtılan GERB partinin de başına Güçlü Adam olarak oturdu. Bu dönemin en büyük özelliği karizmatik


Makale ve Analizler - 2016

31

adamdan Bulgaristan kuracak şahıs yaratmaktı. Açılan yolların sürekli çökmesi, viraj açıları yanlış hesaplanmış dağ yollarındaki seri trafik kazaları, tuvalet kuyularını arıtacak sistem ve araçlar eksikliği vb. karizmasını gölgeledi ve etrafı kısa sürede kokuttu. “Demek öyle ha! İlginç. Nikolay bunları anlattığın gibi yazmamışsındır umarım! Bilirsin Almanlar hassastır.” dememe kalmadan genç bilim adamı üçüncü aşamaya daldı. Üçüncü aşama 2 sene önce başladı. Borisov, Bulgar ulusunun birleştiricisi olarak ön plana çıktı. HÖH - DPS partisini ötelemesi bu yüzdendir. Her şeyden ve herkesten ben sorumluyum, demeye kalktı. Müslüman Türkleri devlet bünyesinden söküp, sokağa atma tehdidi de buna dayanır. Ya benimle olursunuz, ya başınızın çaresine bakarsınız havası estirdi. Hatırlarsın, 2014 sonunda seçim öncesi Cebelde bir Pomak köyüne uğradı, bir spor tesisi falan açtı ve sanki etraftaki Türk köylerinde yaşayanlara ya benden yana geçersiniz size de aynısını yaparım, ya şu çalıkların arasında gir gide çürürsünüz, demek istedi. Bu üçüncü formül tutmadı. Artık Boyko Borisov simasının çözülerek küçüldüğünü ve kamuoyunun kendisinden uzaklaşmak istediğini izliyoruz. Biz, Nikolay ile etkileşme kapısını araladığımız gün, ona “Oğlum, benden aldığın bilgileri sen kendine göre yada biraz farklı yorumlasan, sorun çıkar! Biz Türkler olaylara farklı açıdan bakarız. Kendisinden bize iyilik gelenin boyuna postuna, yaladığı mürekkebe bakmayız. Bir de şu var, Türklerle Bulgarlar arasında tartışma kültürü yoktur. Ne olur sen bana her şeyi anlatıp soru sorma işine boş ver. Ben bildiklerimle kalayım, sen de öğrendiklerini yavaş yavaş bildiğin gibi yaz, ben buraların biraz da yabancısıyım!”, dedim. Hemen ısrar etti. “Bizim köyde çok Türk aile varmış. Dedem bana çok iyi komşumuz olduklarını anlattı. Göç etmişler. Türklerle sohbet etmek zevklidir, sözünü de dedemden duymuştum. Lütfen beni itme, senin farklı görüşün bana yararlı, seni hissediyorum.” dedi. Konuyu birlikte yaşama sanatı sayfasını açarak yeniden derinleştirdik. Ona, birlikte yaşamak ve tartışabilmek için kültür düzeyleri aynı olan, birbirini anlayabilecek tartışma kültürüne sahip bireylerin bir araya gelmeleri gerekir, bizim aramızda yarım asır yaş farkı var, dedim. Bulgarlarla Türkler sıkı dost olmalıdır. “Ben, küflü kalıp dogmalardan arınmış, daha doğrusu beynini dogmalarla doldurmamış bir gencim, sizi anlayabileceğimden eminim. Benim için Bulgaristanlı Türkler Bulgarların en yakın dostları olmalıdır, çünkü 500 sene aralarında kavga etmeden yaşamışlar, aslında şimdi de dıştan körüklenen ya


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

da politik hesaplarla kışkırtılan düşmanlık olmasa, aramızda sorun olmamalı, yoksa yanılıyor muyum?” diye sordu. Bu sözlerinden sonra, gence daha da ısınmaya başladım. “Şu dünyada seçimsiz demokrasi, sınırsız ülke vb. icat edilebilseydi, belki de dediğin gibi olurdu, ne yazık ki, gerçekler farklı,” dedim. “Harika! Evet, harika! Şu seçimsiz demokrasiyi kimden duydunuz, nerede okudunuz?” diye yapıştırdı. “Şu an aklıma geldi!” dedim. “Size kasla toplumsal olumsuzlukların, çelişki ve kavgaların, hatta savaşların temelinde seçim yalanları ve kavgaları mı var?” diye sorarken gözleri iyice ışıldadı. “Seçime kimseye propaganda yapılmadan, kimse kötülenmeden, kimse lanetlenmeden, oylar satın alınmadan, oy kullanmazdan önce içmeden ve kimse kimseden hesap sormadan gidilse, insanlar bir günde değil, yıl boyunca sonuç belirlese, oyu istedikleri zaman kullansalar!” diye anlatmaya başladım. Çok etkilendi ve ansızın: “Aslında olabilir, 21. yüzyılı eski dünyadan ayıran elektronik etkileşim değil mi, onu istediğimiz gibi kullanabiliriz. Bilgisayarı açıp oyumuzu internet üzerinden istediğiz an verebiliriz. Bu dünyayı seçim yükünden kurtarabilir. Tabii bunun bizim memlekette de yapılabilmesi için, her vatandaşın bilgisayar kullanması, her kişinin gizli kodu olması ve tam bağımsız kişilikler yaratmamız gerekir” derken sanki kendi kendine daha bir sürü şeyler söylüyordu. “Bunun için bilimselliğin kendini ideolojiye bırakmaması, partililiğin de bağımsızlık önünde boyun eğmesi gerekir değil mi?” dedim, kendime bir az daha önem kazandırarak ve onun seçtiği yüksek yetki belgesi konusunun önemli olduğuna işaret etmek için, “seni yazacağın konundan uzaklaştırmak gibi bir niyetim yok, istersen konuya dönelim” önerisinde bulundum. Çok farklı görüşler savundu: 1990’dan sonraki Bulgaristan’ı komünistlerle –antikomünistler arasında bir amansız mücadele arenası olarak açmaya çalışırken, totalitarizm sökülmedi, dedim ya, bunların nedenini bir de bizim küçük toplumumuzda Bulgarların birbiriyle “bacanak - çotanak ilişkisinde aramalıyız” dedi. 1990’da açılan Bulgar sınırlarından kaçanlar “soya dönüş” dönemi suçlularıdır, Amerika’da ve Kanada’da saklanıyorlar, diye ekledi. “Sen şimdi bana biz 20. yüzyılın çözülmüş ve çözülememiş tüm sorunlarını 21. asra taşıdık, ambarımız küflü tohumla dolu, ekmeye yeni tohum ge-


Makale ve Analizler - 2016

33

rek mi demek istiyorsun,” dedim ve “Başbakan Borisov da bu bulanık durumun bir ürünüdür mü demek istiyorsun,” diye sordum. “Ever! Tam öyle!” dedi ve şöyle devam etti: “Ben bir siyaset bilimi adamı olmak istiyorum. Başbakan ve Cumhurbaşkanlarının konuşmalarını, yazılarını yazmak istiyorum. Yani siyaset uzmanı! Gerçekleri korkmadan ifade edebilmeliyim. Siz Türklerin totalitarizm yıllarında ayağınıza ne dikenler battığını biliyorum, onların uçlarının bugün de kanadığını da biliyorum. Zulüm yarası kolay kapanmaz. Bu nedenle değerlendirmeleriniz benim için çok önemli.” Samimiydi. Olayları derinden kavramıştı. Kökte nem yoksa ağıcın yaprağının sararıp kuruyacağına inanmıştı. Yazacağı tezdeki gerçekleri, Bulgarlardan önce Avrupa bilim çevrelerine sunmak istiyordu. Avrupalılar inanmazlarsa, Bulgar’ın inanıp inanmamasının önemsiz olduğunun farkındaydı. İşlediği konuda yalnızdı. Bulgar kamuoyunun desteğini almadan arenaya çıkma hırsıyla dolup taşıyordu. Kanısına göre, 1989’da Türkler Bulgaristan’dan kovulmuştu. Türklerin kendilerinin kalkıp gittiği konusunda Bulgar Bulgar’a gizli iç propaganda yapılmış ve kamuoyunda sapkın bir görüş yerleştirilebilmişti. “Senden başka bir şey öğrenmek istesem, cevap verir misin Nikolay,” dedim. “Evet, sor!” dedi. “Bu, anlattığın Bulgar Bulgar’a propaganda yaptı meselesinde, Türklerin başına gelen her kötülük iyidir! Sonucuna vardınız, öyle mi?” diye sordum. “Var öyle bir şey ama tamamen tutarsız. Türklerin hepsinin Bulgaristan’dan tamamen gideceğine biz de inanmıyoruz. Çünkü siz Bulgaristan’ı vatan biliyorsunuz. 600 yılın adı var. 10 kuşak atalarınız bu toprakta yatıyor. Bu işler öyle kışkırtıya gelen milliyetçilerin istediği gibi olmaz. Türklerin ata kabirlerinin vatan simgesi olduğuna inandığını biliyoruz” diye ekledi. Bir süre durdu, Moca kadehine uzandı. Sanki derin bir ah çektikten sonra, “Görüyor musun konumuzdan hep yan kayıyoruz. Borisov’u daha etraflı konuşacaktık! Sırtımızda tarihin ağır yükü var. Önce onu indirmemiz gerek. Bilmem inanır mısınız. Tarih Gelecektir. Geçmişin çöpünü çakılını süpürmeden geleceğin yolu açılamaz.” Yerinden kalktı. “Zamanım sınırlı, yarın devam edelim! Kırma beni ben saat 15’te “Kahve vakti gelirim!” Buralarda ol!” deyip uzaklaşmaya başladı. Yaz gölgelerine basarak ilerleyen hemşerimin ardından bakarken, “Bulgaristanlı Türklerin doğru ve dürüstlüğünü, ahlaklı ve onurlu olduğunu araştırmak ve dünyaya duyurmak için gençlik yıllarını Viyana’da geçiren Nikolay’la içten içe gururlandım.”


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkler Özlemlerine Kavuşutor

Ertaş Çakır-25.Temmuz.2016

Konu: Demokratlar darbeci zihniyete karşı savaşıyor. Demokrasiyle buluşma günü. Edirne’den Karsa demokrasi nöbeti 10. günündedir. “Gevşemeden” ilerliyor. Halkımız demokrasiyle kucaklaşıyor. Dünya Türk gücünün topta tankta değil, eğilmez bileğinde ve yüce iradesinde olduğunu gördü. 1919’da Efeye Akdeniz’e dökülenler bir asır sonra Ankara’da teslim oldular. Büyük halk dirilişinde 21. yüzyıl ufku parladı. Bu şafakta tüm soydaşlar, Bulgaristanlı Türkler de katıldılar. Biz de, 79 milyonun içindeydik! Birimiz demokrasi nöbetlerinin gece tutulduğunu bilmezdik. Darbe gece geldi. Sabah olmadan yenildi. Kardeşlik, demokrasi ve barış nöbetleri gece boyu tutuluyor. Bir asır parçalanmaya çalışılan Türkiye’nin 81 ilde bir yumrukta birleştiğini görünce çıldırdı. Bu ilkti bu Türk tarihinde yeni bir ufuk göründü. Demokrasi nöbetlerinde birleşebilenler bayrakları şarkı söylüyor teröristlere karşı muzaffer savaşta. Birlik ve beraberliğimiz yakınmış Kötü gün dostlarıyız biz. 26 yıl önce anavatana gelirken Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünden asla kuşku etmiyorduk. Çok uzun ve çok karanlık bir geceden geldiğimize karşımızda yalnız aydınlık olduğuna inanıyorduk. 15’i - 16 Temmuz 2016 bağlayan gecesi bizim için bir hayat akademisi oldu. Yeniden uyandık anavatan toprağında. Türkiye’mizde ordumuzun bağrında yılan olduğu aklımızın ucundan geçmiyordu. Karanlık güçler, Türkiye’mizle birlikte Bulgaristan’daki kardeşlerimizin geleceğini de karartmak üzereymiş meğer. Yıllardan beri camilerimizde, mescitlerimizde, encümenliklerimizde yürütülen insanlarımızın kafasına mankurtluk külahı geçirme faaliyetleri iyi sonuçsuz kaldı. Onların köreltme etkinlikleri neticesinde Bulgaristanlı Müslüman Türkler halk Müslümanlığından git gide koparılmak istendi. İslam dininin sihri bir mıknatıs “levha” ve “F” ve “G” serisinden dolarlara, deterjan paketleri içindeki “mavi granüllere” kilitlendi. Bu İslam hikmetinden öyle bir kopmadır ki, imamlarımız FETÖ örgütü elemanlarının tesiri altına düştüklerinde, halkımıza din hizmeti sun-


Makale ve Analizler - 2016

35

maktan caydı. Ülkemizde şu an 431 cami imamsızdır. Fatiha okuyacak hocasız kalıyoruz. Bohçasını sıkan din adamları memleketten kaçıyor. FETÖ okullarından çıkan din eğitimli gençler paragöz! Almanya, Hollanda, İtalya ve diğer Batı Avrupa ülkelerine kaçıp oradaki camilerde hizmet veriyorlar. Bu karamsar tablonun içinde, 2016’da kapkara çizgiler var. Son açıklamalara göre, Mestanlı Şumen ve Ruse İmam Hatip Okulları 2016 - 2017 ders yılını “0” sıfır yıl ilan etti. Bu ders yılı için öğrenci kaydı yapılmıyor. Ders görülmeyecek, eğitim yapılmayacak. 1950’lerden sonra birer ikişer kapanan ilkokul ve okullarımızdan sonra, şimdi de sözde demokrasi ortamında üç imam hatip okulumuz birden kapı kapıyor. Bulgar milliyetçiler camilerde Bulgar dilinde ibadet edilecek diye baskı yapıyor. 20. yüzyılın kuduzluğu 21. yüzyıla taştı. Bu defa camilerimize ve irfan ocaklarımıza kibrit suyu döken FETÖ hainleri oldu. Dinimiz rafa kaldırılıyor? Osmanlı’nın İslam bahçesi olan Balkanlar’da, bu arada Bulgaristan’da daha 1990’ların başında dinimize mezar kazma çabaları başladı. Biz bu işi sizden iyi biliriz havasıyla ortaya çıkan “Zaman”cılar, “Ümitçiler”, İslam Enstitüsüne sızan kör hocalar, ilk onur belgesini ömründe abdes almamış ve camiye girmemiş olan, Bulgaristan Türkleri haini Ahmet Doğan’a verdiler. Ardından İslam düşmanı sözde bilim doktorları, doçent ve profesörler ödüllendirildi. Her toplantımıza hoşgörü ve papazlar da çağrılmaya başlandı. İftar yemeklerinde bir rakı içmedikleri kaldı. İslam’ın kutsallı üstüne tez yazanların hepsi “bilim adamı” oldu. Biz bu darbeyi yıllardık beklemiştik Olay Fetullah Gülen haininin İslâm Dünyasını Temsilen Papanın elini öpmesiyle başlamıştı. O, Roma’ya gidip Papa’nın elini bizim adımıza da öpmüştü ki, biz ona böyle bir vazife vermemiştik. Papa’dan aldığı ödevde, emperyalizmin ülkemizdeki menfaatlerini savunmak için de yerel işbirlikçiler bulmak ve onları halkımızın içine çakmaktı. FETÖ’cü misyonerler bu ödevi, Moskova ajanı, ihanetçi hain Ahmet Doğan’la gizli işbirliği yaparak gerçekleştirdiler. Onların sayesinde İslam camilerde bile yanlış anlaşılan bir din oldu. Ataka çetecileri Sofya “Banya Başı Cami”ne saldırdıklarında “Zaman” misyoncuları ağızlarını açmadılar. Köy ve kasabalarımızda hoşgörü maskesi takan bu özel görevli din kâfirleri, Bulgaristanlı Müslüman Türk etnik halk topluluğunu dinle aldatmaya çalıştılar. Biz memleketimizde dinler arası diyalog girişimlerini de onlardan duyduk ve Müslümanlığımızın geleceğinin hedef alındığını anlayana kadar yıllar geçti.


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

20 yılda bütün Bulgaristan’a yayıldılar. FETÖ ajan çetesinin Bulgaristan Müslümanlığına bu denli büyük bir darbe indirmesi bekleniyordu. “Komünist ajanı” dedikleri Başmüftüyü makamından atarken, onun yerine müftülüklere kendi kadrolarını yerleştirme hesaplarını çok ince yapmışlardı. İlgili makamlar defalarca uyarılmıştı. 1990’dan beri Bulgaristan’da Feytullah Gülen’in tüm eserleri hiç eksiksiz Türkçe ve Bulgarca basıldı. Köfte ziyafeti gecelerinde gençlerin kafalarına aşılandı. Bu eserlerinde sapkın bir dini anlayışı olduğu ve ana-vatanımızı bir askeri diktatörlüğe sürüklediği, memleketimizde de Türklük ocaklarını kurutmaya çalıştığı artık ortaya çıktı. Bu kitaplardaki en aydın sayfalarda bile bilim, modern dünya görüşü, demokratik anlayış, çağdaş insan hakları, farklı etniklerin ortak medeniyette buluşma kuramı ve elektronik çağ baştan başa karartıldı. Halkımız Gülen parasıyla bizde cami kurulmasına ışık yakmadı. O haram parayla dağıtılan “Bulgaristan Zaman” gazetesi yıllarca dünyamızı çarpıttı. Çocuklarımızın beynine yıllar yılı zehir damlatan “Ümit” dergisi, imam hatip okullarımızda “0” sıfır yıl ilan etmesiyle hedefine ulaşmış kabul edilebilir. Bu yayınlar Avrupalı düşüncesiyle mayalanmış dünya görüşümüzü her gün biraz daha köreltti. Moskova ve Washington misyonerleri bizde buluştu Bununla birlikte, FETÖ -ülkemizin anakentlerinde- Sofya ve Plovdiv (Filibe) - lise düzeyinde yatılı “Drujba” okulları açtı. Bu okullar bir defa, Bulgaristan Türkleri ve Çingeneleri arasında parası olanları parasızlardan ayırdı. Ancak milletvekili, büyük toprak sahipleri, tüccar ve bazı yüksek memurların çocuklarını paralı eğitime topladı. Sefil köylü aileleri evlatlarından hiç birine yüz göstermedi. Başka bir anlatımla Hak ve Özgürlük Hareketi yönetim elit grubu çocuklarını halktan koparıp özel mutfaklı eğitim ocağına topladı. Bulgaristan’a paralı eğitim uygulaması getiren bu hainler, HÖH omuzlamasıyla Avrupa Birliği fonlarımızdan da pay aldılar. Parası olmayana okul yok zihniyetini yerleştirirken, ahalimizi parçaladılar, ancak Bulgar Türk karma ailelerin çocuklarına ön verdiler, ayrıcalıklı grup oluşturdular ve onları emperyalizmin ajan yetiştirme, misyoner eğitme enstitülerine gönderdiler ve halkımızın baş düşmanı durumuna getirebildiler. Böylece Ahmet Doğan haininin “Bulgar Etnik Modeli”ni hayata geçirmiş oldular. Bulgaristan Türklerinin hayat hakkını ellerinden alma hedefinde Moskova ve Washington misyonerleri birleşebildi. Hedeflerinde uyanma, dirilme, okuma, bilgilenme azmimizi yok etmek vardı. Bu nedenle bu okullarda okuyan tüm öğrenciler çok iyi takip edilmelidir.


Makale ve Analizler - 2016

37

FETÖ okullarında öğrenciler polis olmak istiyor FETÖ misyonerleri halkımızın ufkunu kararttı. Okul adındaki bu kafa yıkama merkezinde eğitim İngilizce verildiği gibi, kız ve erkek öğrenciler ayrı yerleşkelerde kalıyor. Beyin yıkama yöntemleri de farklıdır. Son hedefte insan beynini betonlaştırmak ve taş kafa yetiştirmek için yazılmış olan bu özel kitaplar parasız dağıtılıyor. Dış ülkelerden getirilen özel hocalar derslerinde farklı sundukları bilgileri birbirine bağlayamayan düşüncesiz genç tipler yetiştiriyor. Yıllar içinde bizde de taş kafa yetiştirme yöntemleri uygulandığı ortaya çıktı. Bu “bilim” merkezlerinde yapılan anketlerden alınan sonuçlarda, öğrencilerin % 90’nının polis, kovuşturma görevlisi, sigorta şirketi memuru, gardiyan, savcı vb olmak istemesi öğrencilerin sistemli olarak tek taraflı yönlendirildiğine kanıttır. FETÖ örgütünün ülkemizdeki liselerinde din dersi okutulmuyor. Verilen tüm derslerde geliştirilmek istenen dünya görüşü sapık bir din anlayışına dayanıyor. Politika ile din birbirine kaynaştırılır iken değer sistemlerinde keşmekeş yaratılmış oluyor. FETÖ misyonerlerini her adımda görmeye alışmıştık FETÖ misyoncusu çarpık görüşlü din uzmanlarının imam hatip liselerimize girdiği, Ramazan’da camilerimize çöreklendiği, Kurban Bayramları’nda baş kasap rolüne soyunduğunu herkesçe bilinir. Bunlar bizde ekmeğini kazanmadan yiyen kişilerdir. Son 26 yılda ülkemizde yürüttükleri etkinlikler ahalimizin halk dini kültürüne darbe üstüne darbe indirdi. Dinimizi dilimizi bozdular. Anlaşılmaz duruma geldi. Din hizmetleri paraya bindi. Bu bakıma, 15 Temmuz’dan sonra destansı günler yaşayan Türkiye’de Bulgaristanlı soydaşlarımızın, sivil toplum örgütlerimizin sesi her zamankinden daha gür yükseliyorsa, bizim de FETÖ din ve eğitim tuzağından, yalancılardan, yılanlardan kurtulmak istediğimiz ifade buluyor demektir. Bu arada FETÖ - köfteci örgütünün Bulgaristan Üniversitelerinde ve Yüksek Enstitülerinde okuyan öğrencilerle etkin çalışmaları da kesin son verilmesi zamanı gelmiştir. Bu öğrenci grupları arasındaki çalışmalarla FETÖ ajan çetesi eğitimine ve terörist ağı kurulmasına kararlı bir şekilde son verilmesinde ısrarlıyız. 15 - 16 Temmuz gecesi, Türkiye’de demokrasi ve barış aleyhtarlarının kalkışması, başarısız bile olsa, bu darbe girişimi bizim de hayatımızı direk olarak etkiledi, gözümüzü açtı. Türkiye halkına kurşun çeken bu hainlerden bize fayda gelmez.


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

FETÖ örgütü bir terör örgütüdür. FETÖ ajan ağı Türkiye’de halkın kendi kendini yönetmesine silah çekip son vermeye çalıştığına göre, tam bir terör örgütüdür. Meclisin bombalanması kudurmuş terörcülerin eseridir. Amaçları uğruna kalkışmış, ayaklanmış, kan dökmüş, meclisi ve bakanlıkları bombalamış, sivilleri tanklarla ezmiş, medyaya el atmış ve köprüleri kapatmıştır. Yasal kendini, devletini, cumhuriyeti ve demokrasiyi savunma hakkını kullanan halkımız darbeci terörü ezmiş geçmiştir. Kalkışan kara güçleri halkımız durdurup bastırdı. Mikropları bize de sıçramışa benziyor. Geçen hafta Bulgaristan’ın Pazarcık şehrinde, Başsavcı Tzazarov, polis şefleri ve basın ve kamuoyu temsilcileri önünde, Bulgaristan’da “sapkın bir din anlayışına ortam oluşturduğunu” söyledi. Din kurslarında terörist eğitildiğini iddia etmek istemiyorum, fakat sapık eğitim çalışmalarının Bulgaristan Müslümanlarına adresli eleştirel ve sitemli söylemlerin hele son dönemde artmasına neden oldu. Yine son günlerde, Bulgaristan Türklerinin camilerinden imamların görev bırakıp Batı Avrupa ülkelerindeki camilerde iş bulması da dikkati çekti. Cin büyüsüyle yönetilmek istenen kitle. Totalitarizm döneminde olağanüstü şiddetli baskı, terör ve zulüm görmüş Bulgaristan Müslüman tabanının yönetilmesi için Fytullahcı imamların uyguladığı usullerden biri de camiye gidenleri arka odaysa alıp ya da özel ikili görüşmeye davet edip mıknatıslı bir cisim üzerinde yemin ettirmekti. Artık hayatta başına hiçbir kötülük gelmeyeceğine ilişkin cin büyüsü yapılıyordu. Zulümden yeni çıkan insanlarımız büyüde dermen aramaya yatkındı. Büyünün yapılmasıyla, insanımızın uyanıklılığını söndürdüğü gibi, geçmişi unutma ve başa gelen yeni belalara da tarafsız kalma gibi sapıklıklar aşılanıyordu. Mevlitlerde yapılan konuşmalarda “olan olmuş, olacaklar da belli” gibi saçmalıkların çok defa tekrarlanması, kitlemizin direşkenliğini törpülemek için yapılıyordu. Oruç ayında Bulgaristan Müslümanlarının düzenlediği iftarda, mevlit ve bayramlarda, hatta yağmur dualarında mutlaka Türkiye’den bir imama söz verilmesi geleneği dayatılırken işin özü çarpıtılıyordu. Sanki en önemli konuşmayı bizi tanımayan yabancı din adamının yapacağı, ancak onların gerçekleri söylediği havası, DOST partisi yönetiminde Başkan Yardımcısı görevine yükselen Şabanali Ahmet ve Hüseyin Hafızov’un konuşma ve etkinliklerinde de izleniyor. Özellikle, Şabanali Ahmet’in Büyük Göç’ün bu yılki yıldönümü anma törenlerinde Türkiye Trakya’sı köy ve kasaba halkının kır gezileri ve alan törenlerinde yaptıkları konuşmalarda sivrildi. Bizim gerçekliğimizle yakından uzaktan ilgisi olmayan bu konuşmaların, sapık bir din anlayışından kaynaklandığı geniş olarak yorumlandı. Siyasetle din birbirine karışırsa işin içinden çıkamayız deyenler oldu. Öne sürülen görüşler, büyülenmiş kişilerin doğal ve toplum yasalarından tamamen uzak


Makale ve Analizler - 2016

39

bir dünya görüşünden kaynaklandığı için özellikle gençler arasında geniş tepkilere neden oldu. Türkiye kamuoyunun Bulgaristan’da yaşayan Müslümanlarla ilgili esassız bir anlayışla etkilenmesi sonucunu doğdu. Aramızda gizli işler yapan kişiler var. 15 - 16 Temmuz gece olayları, Türk halkının darbeleri suya düşürme işinde de dünyaya örnek olduğunu gösterdi. Darbecilerin yakın ve uzak ülkelerdeki kol ve bacaklarının kesilip etkisiz hale getirilmesi gündeme çatılma meydanlarında geldi. Bulgaristanlı soydaşlar bu kavganın içindeydi. BULTÜRK kültür ve Hizmet Derneği Bayrampaşa ve Taksim demokrasi nöbetlerinin hepsine katıldı. Olaya bizim ülkemiz açısından bakıldığında, 40 yıl demokrasiye susamış, 40 yıl özgürlük ve doğal ve insan hakları uğruna çok ağır koşullarda savaşmış insanlarımız, 1989’de göçle parçalanırken dinimize susamıştı, Türkçemiz özlemiyle bağrı yanmıştı. FETÖ ajanları ülkemize, cami ve imam hatip okullarımıza, ananelerimize ve geleneksel kutlamalarımıza böylesi bilgiye, geleneklerimizle yaşamaya aç bir ortamda gelip su gibi aramıza girdiler. İnsanlarımız arasında kendilerine adam seçtiler. Kutsal bildiğimiz her şeyimizi etkilemeye çalıştılar. Gözlerimizi körletip bizim yenidünyayı görebilmemizi engellemeye çalıştılar. Bizimle uğraşırken misyoner kadroları arasında uyanma oldu. Bu halka sapkın din değil ana dilini öğretmek gerek, işin başı anadil ve öz kültürdür deyenler ortaya atıldı, fakat hemen görevden alındılar. Ne ki birçokları da aramızda yuva kurdu. Yerleşenler nüfus sahibi oldu. Şimdi ortaya çıktığına göre, bunların hepsi bir ajan ağı oluşturduğundan mağda, Pensilvanya’daki Gülen haini tarafından bir ahtapot gibi yönetilip yönlendiriliyor. Bu örgütün bir illegal örgüt olduğu ortaya çıktı. Biz, bu illegal oluşumlar yok edilmezse, bitirilmezse çalışmalarına arasız devam eder ve bizi bitirmek ister kanısındayız. Bulgar savcılığı bazı tespitlerde bulunsa da, başarılı çalışma yapacağına inanmıyoruz. Bir şey yapılsa bile daha önce olduğu gibi dinimize karşı, bize karşı olur ve ajanlar bu defa da sıyrılıp kaçar ve kayıplara karışır. Birçok kardeşimiz aldatıldı. Belki de tüm ihtimaller göz önünde bulundurulduğundan, son günlerde misyonerlerle ilgili “yılan” benzetmesi kullanılıyor, bir deliğe dalıp yeni fırsat belirince yüzlerce encekle yine saldırabileceğine işaret ediliyor. Biz devamlı T.C.’ye gidip geliyoruz. Bu bağlarda, FETÖ gizli örgüt ilişkilerine olup olmadığına da özellikle bakmak gerekir. Demokratlar darbeci zihniyete karşı savaşımına her yerde ve her an katılmaya hazırız. Biz kendi özlemlerimizle ve hür yaşamak istiyoruz.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Acımadı Yine

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-26.Temmuz.2016

Konu: Her işte oyun kurucu olmalıyız, Kaderime küstüm Acımadı yine Kaderime ... Kapkara gece Nerelere gittin Aşığım gel yine

*** Saçımdaki çiçekler Gözümde yeşiller Elimde çilekler Biri bana gülerdi ***

İstanbul renklenmiş, canlanmış, şıkır şıkır olmuş. Bu defa 20 yıl lanetlenen Çalga müziği “Kamanite Padat’ taççını “Acımadı Yine” kırmasına takmış ve İstanbul sokaklarına dökülmüş. 26 yıldan beri yeni bir şeyler çıkıyor gibi oluyordu. Kulağa gelen kalbe inmiyor. Gönül coşmuyordu. Bu defa “Kolektif İstanbul” topluluğu dereyi geçmiş ve İstanbul’u fethetmiş gibi... Yaratıcı olmak, her adımda inisiyatifi (önceliği) elde tutmayı gerektiriyor. Satrançta olduğu gibi! Oyun kurmayan, oyun kazanamaz. Bunu yapabilmek için bir defa oyun kurallarını iyi bilmeliyiz. İkincisi matta götüren yolu... Tüm taşlarla birlikte ve onları yöneterek yürümek...ustalık buradadır. Dünyada her gün sayısız oyun kuruluyor, yine o kadar da oyun bozuluyor. Bugün sizin için oyun kurma ustalığına adanmış ince bir öykü seçtim. Karının Hiddeti 60 yıl birlikte yaşamış bir çift. Kadının yatak odasında sakladığı ayakkabı kutusu hesaba katılmazsa, aralarında gizli kapaklı yokmuş. Daha yıllar önce bu kutuyla ilgili kadın kocasından hiçbir şey sormamasını rica etmiş. Beraber yaşadıkları yıllarda erkek eşine kotuyla ilgili hiç bir şey sormasa da, olacak ya, günlerden bir gün, karısı hasta yatağına düşmüş ve iyileşmesi için sanki şans yokmuş.


Makale ve Analizler - 2016

41

Eşi bu kuruyla ilgili sırrı öteki dünyaya götürmesin diye kutuyu eline alan erkek, hasta yatağına usulca yaklaşmış. Ona bakan karısına, artık bu kutuyu açma ve sırrı paylaşma zamanı gelmedi mi, demek istemiş ve kapağı açtığında kutunun içinde 2 adet örülmüş kukla ve 95 bin dolar bulmuş. Hemen “Vay bu da ne!” diye sormuş. - “Evlendiğimiz zaman, anneannem bana, mutlu evliliğin sırrı hiçbir zaman hiçbir şey çalmamakta gizlidir,” demişti. “Bana, eşine hiddetlendiğin zaman bir kukla ör ve bu kutunun içine at öğüdünde bulunmuştu.” Yaşlı adamın ağzı açık kalmış, ağlayacak gibi olmuş. Kutunun içinde yalnız 2 kukla varmış. Demek, o kadar uzun zaman beraber yaşamış olsalar da, kadın ona yalnız 2 defa hiddetlenmişti. Kutuyu elinde tutan erkek kendini çok mutlu hissetmiş. Hemen müdahale ederek. Kuklaları anladım da, paraları nasıl biriktirdin? Ördüğüm kuklaları sattım ve paralarını kutuda sakladım. İşte bu yaşlı bayan, anneannesinin öğüdüne uyarak kurduğu hayat oyununu ömür boyu uygulamış ve sonunda hayata gözlerini çok mutlu ve zengin yummuş. Eşini de mutlu etmiş. Biz hayatın her dalında devamlı oyun kurmalıyız. Türkiye’de, Bulgaristan’da nerede olursak olalım, evde sokakta ve işte her an yalnız biz değil, çocuklarımız da oyun kurmalıdır. Onları buna öğretmeliyiz. Uyanık davranıp, aklımızı çalıştırmazsak eziliriz. Türkiye Başkanımız Sayın Erdoğan’ın çağrısına uyarak sokak ve meydanlara dolmamız, PKK, FETÖ ve “paralelci” teröristlerin oyununu bozdu. Kazanan biz Türk Milleti olduk. Hayatın her dalında başarılı olma şansı her an bizimdir, kullanmasını bilmeliyiz. İşallah bu fırsatı çok amma çok iyi kullanırız. Saygılarımızla,


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İhanet

Raziye ÇAKIR-26.Temmuz.2016

Konu: Güzel şiirler zor günlerin eseridir. Yaratan renkleri yaratırken siyahı unutmuş. Nede olsa yaratığım diğer temel renkler birbirine karışacak ve yeni bin bir değişik renk doğacak, diye düşünmüş olabilir. Bizim oralarda ya da buralarda hangisi hangisine dolaşmış bilmem ama ihanetin rengi olarak siyah ortaya çıkmış. İnsanların birçokları hatta önce karayı kara diye ardından da adı güzel diye siyahı sevmişler. Çağlar değişirken, temel renkler bir uygarlıktan ötekine yuvarlanırken siyahı da beraberinde taşımışlar. Git gide gözü aşılan insanlar karanlığın içinden ihanet çıktığını, ihanetten hezimet doğduğunu ve hezimetten de bugünkü dilimizde Taşkafa dediğimiz modern tipler yaratılabildiğini ve yakın tarihe kadar onlara Mankurtlar dendiğini öğrenmişler. Öğrenmekle de kalmayıp birçok uyarı şiiri, lanet destanı ve uyandırıcı ve koruyucu öykü yazmışlar, okumuşlar ve sonunda insanın en büyük darbeyi en yakınında olandan aldığı sonucuna varabilmişler. Türkiye tarihinde yaşanan en acı, en kanlı ve karanlık İhanet olan 15 Temmuz gecesini 16 Temmuz ufkuna bağlayan destansı facianın tekrarlanmaması dileklerimle Mankurtlar şiirini seçtim. Mankurtlar Ölürler de milletini silmezler Burhanettin Akbaş Kölelerin ruhu toktur Colaman Bir deri deyip geçme Colaman Düşmanın verdiği sudan içme Colaman Ve tarih seyreyledi, seni yazdı Eşindeki ne kopuzdu, ne de sazdı Unutursun ananı atanı Başındaki yaralar günden güne azdı Unutursun Kutlu Dağ’da yatanı Sen ölürken öldürürsün Unutursan bayrağını, vatanı Vatanını böldürürsün Aman Colaman, içme yanarsın Düşmanları güldürürsün Colaman Aldanırsın, düşmanlara kanarsın Mankurtluğun sonu vahşi esaret Bozkırların efendisi Bozkurt ruhuna yakışırdı hürriyet O bozkurtlar köleliği bilmezler

Seni bizden kimler aldı Yüreğini kimler çaldı Ak bulaklı dağların gitti Salkım salkım bağların gitti


Makale ve Analizler - 2016 Ak pürçekli anan yandı narına Ne bakarsın Kutlu Dağ’ın karına Başta duran akıl gitti Colaman

43

Türk’e bakıp “benim ordum budur” diye buyursun Yine büyük millet olalım Gök gitsin, kızıl çıksın düşmana Bengü taşlar dikelim al bayraklı, gök bayraklı vatana.

Vatan için gerektir bozkurt yürekler İncelmeye gelmez ki güçlü bilekler Çağır Borkurt ruhunu, bu sesi Tanrı duysun Mankur kavramını dünya edebiyatına büyük Kırgız yaratıcı Çingiz Aytmatov taşımış. Çin giz Han’ın savaşlarda esir aldığı esirlerin saçını kazıtıp başına deveboynu derisi geçirerek Taşkafalı Hain yaratma işini büyük bir ustalıkla anlatır. Ne yazık ki, asırlar birbirini kovalarken develerin sayısı ve boyun derileri azaldığından olacak, yeni yeni taş kafa kişi, taş kafa ulus ve taş kafa halk yaratma yöntemleri zenginleştikçe zenginleşmiş. Günümüzün bu işlerin en büyük taşeronu Feytullah Gülen 15 Temmuz 2016 gecesi siyah cin boyasını salıverdi. 1952’lerden beri toplayan bir çıbanbaşı patladı ve akarken toplumu yok etmek istedi. Bugün geldiğimiz noktada, tarihin hiçbir devresinde olmadığı kadar millet yapımız çözülme, kademe kademe yok olma tehlikesiyle karşı karşıya getirilemişti. Çünkü Türk millet yapısı ve bunun siyasi, idari kurumu olan Türkiye Cumhuriyeti devlet kurumu, içerden ve dışarıdan, PKK, FETÖ’cu ve paralelci teröristlerden gizli ve iyi planlanmış, çok yönlü olarak kuvvetlendirilmiş, toplumun her hücresine sızmış projelerle bombardıman altına alınmıştı. 15 Temmuz gecesi tankları çıplak ellerle durduran halkımızın dünyaya verdiği örnek budur. Türk halkının yasal savunma hakkını kullanması kutsaldı. Darbeye geçit yok! Mankurtluğa geçit yok anlamındaydı. Büyüklüğümüzün bayrağı oldu. Hepimiz gördük ki, iç ve dış düşmanlar - imamlar, kimi yüzbaşılar, olası albaylar ve bazı generaller Türkiye’yi Mankurtlaştırılmış köleler ülkesi haline getirmek amacıyla son derece modern, şeytanca, akıllıca çalışmalar yürütmüştü. Türk milli yapısını, Türk devlet kurumunu, cumhuriyetimizi koruyacak, ayakta tutacak hatta geliştirerek devam ettirecek dinamikler, kurumlar, değerler, kişi ve topluluklar gittikçe zayıflatılmış, halkın yenilmez iradesi dışında neredeyse her şey pes edilmişti.


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O bakıma, Türk milleti, 79 milyonumuz omuz omuza verdi. Al bayrağımız altında toplandı. İhanetçileri lanetliyor. Ruhsuzlara idam cezası istiyor. Var olma mücadelesine taze kan topluyor. Bu direnişlerin içinde biz Bulgaristanlı, Balkanlı soydaşlar da varız. Üzülerek yazıyorum, olayın özünü yeni yeni kavrayabiliyoruz. Koyulaşan karanlığı yeni yeni duyarlıyız. Göçmenliği sırtımızdan atarken birçok şeyi fark edememişiz. Oysa, Türk milli varlığını yok etme süreci daha annemiz bizi beşikte sallarken başlamış! Derinlerden ve sessizce, hissettirilmeden, yavaş yavaş karartıldığı için dünyamız, biz soydaşlarda dahil, büyük kitle farkına varamamışız, hatta derneklerimiz ve yurtsever siyasetçilerimizden gelen ciddi uyarılarla bir yere kadar hep alaya almışız, onları küçümsemişiz, hiç bir şey olmaz diyerek ince alaya almışız. Artık tuzakların derinliği ve karanlığın koyuluğu ortaya çıktı. Gafil avlandık. Karşımıza çıkanlar mankurt imam, mankurt aydın tipi, mankurt pilot, mankurt subaylar, mankurt savcı ve yargıçlar ordusudur. Hainler devlet tepesine tırmanırken zaman zaman soluklanabilirler, istedikleri an duraklayabilirlerdi, fakat artık yokuştan yuvarlandılar ve hiç birine durak yok ve olamaz! Sanki her an aramızda değillerdi! Mavi gökten inip dünyamızı karanlıklarda boğmak istediler. Ama boğmadılar. Biz, karanlığın düşmanlarıyız ve nöbet başındayız, her akşam dimdik ayaktayız. Cumhurumuz yeter tamam diyene kadar buralardayız.

Aklımızı Kullanalım

Dr. Mustafa Kahraman-27.Temmuz.2016

Konu: İnsan en kötü şartlarda bile oyun kurabilir. Kurulan her oyun başarılı olacak diye bir şey yoktur.Bir oyun zor şartlarda alındığı için başarısız olur diye bir kural da yoktur. 1989 Mayıs Ayaklanmamızın kararı aydınlarımız arasında sürgünde aldılar ve başarılı oldu.


Makale ve Analizler - 2016

45

Türkiye iktidarını devirme oyunu Amerikan’ın en lüks ortamlarında alınmış olsa da, 15 Temmuz gecesi tosladı. US istihbarat servisi CIA maşası Feto ve adamları (İngilizler) dünyaya rezil oldu. Halkın ihanete tepkisi ise planlanması ihtimal dışı olan bir şeydir ama gerçek oldu. Demokrasimizi tarih çöplüğüne atıp yerine saltanatlık kurma hesapları boşa çıkarıldı. Çok uzaklarda, ta Pensilvanya’da kurulan birçok gizli hain oyun suya düştü. Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısını duyanlar meydanlara koştu. İşte bu hesapta yoktu, fakat darbecileri bu çağırı yendi. Sinsi oyunu hazırlamak için yıllar harcanmıştı. Deneme, bir yıkma ve yok etme oyunu olarak ele alındığında, son 6 yılda 15 darbe denemesi yapıldığını görüyoruz. Yapboz, boz yap gibi bir şey. Ne zaman tutarsa! Bir ay önce Kayseri üzerinde jetlerin alçak uçmuştu. Bu bir darbe provasıymış. Ankara üzerinde de alçak uçtular ya, halkın vereceği tepki o zaman Kayseri’de denenmiş. “Balyoz” ve “Ergenekon” da Türkiye Silahlı Kuvvetlerini çökertme hesaplarından halkalarmış. Karşı tarafı yıpratma, oyalama, uyanıklığını söndürme son adı darbe girişimi olan bu hain oyundan adımlarmış. Bana öyle geliyor ki, hayatta sanki hep tanımadığımız birtakım oyun kurucuların karşısındayız. Hainler ordusuna ait olduklarını ellerindeki “F” serisinden US Dolarlarla kanıtlıyorlarmış. Yakın Doğu’da en güçlü devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin parçalayıp iç savaşa sürükleyerek yok etmek amacıyla kurulan oyun 20 - 30 yıldan beri hazırlanmış. Türkiye’yi devirmeden Arap Dünyası üzerinde, Müslüman aleminde egemen olamayacağını kavrayan emperyalizm gece gündüz uyumamış sinsi oyunların hep yenilerini hazırlamış. Ben artık PKK saldırılarının, hendek oyununun, açık ortamda, insanların toplandığı merkezlerde, uçak alanında vb yerlerde canlı bomba olaylarının da hep aynı sindirme, korkutma, yıldırma tuzaklarından olduğuna inanıyorum. FETÖ ve paralelciler bu işe alet olmuş, çıraklık ettiler. Bu amaçla binden fazla okul ve yerleşke çalıştırıldığını düşündükçe aklım almıyor. Kendi deyimleriyle halkımıza ölümcül saldırıda bulunmak için boş yere kurban olmaya hazır “altın nesil” yetiştirmişler. Askeri okullara, akademilere, üniversitelere sızmışlar. Silahlı Kuvvetlerimizi, Adalet kurumlarımızı, polis ve jandarmamızı halka karşı saldırıya itecek duruma gelmişler. Bu iğrenç oyun için kaç milyar harcandığını hesaplamak bile imkânsız.


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Size anlatmak istediğim, en büyük kötülükleri yapanların da oyun kurup gerçekleştirmekle uğraşmasıdır. Yeni olan, büyük ve kıymetli değerlerle kurulan oyunlarla yaratılır. Aynı zamanda yıkıp yok etmek de kurulan planların ürünüdür. Hayatın her dalından olduğu gibi, 15 - 16 Temmuz gecesinden de büyük bir bilgelik doğdu: Halkın çıplak ellerle tankları durdurup darbeyi boşa çıkarabildiği görüldü. Tarihte böyle bir örnek yoktur. Türkiyeyi işgal gecesinde, Tank ancak tankla topla durdurulur deyimlerinin alt üst olduğunu gördüler. Bu bir halk hikmeti oldu, çıplak ellerle de bu topların durduğunu dünya gördü. Türk Milleti dünyaya demokrasi dersi verdi. Darbenin başarısına el açıp dua edenler için büyük bir çöküntü yaratan olay, Yakın Doğu ve Balkan ülkelerinin hepsini etkileyecek ve bölgemizde hatta dünyada çok büyük değişikliklere kapı açacak beklenmedik iyilik alameti olarak görülmeye başlandı. Darbeye geçit yok! Savaşa geçit yok! Anlayışı hareketlendikçe hayat yeniden açar. Tarihte benzer öyküler vardır. Bunlardan birini Naza retli yazar Avad’ın kitabında buluyoruz. Yardım Etmenin Yolu Her Zaman Bulunur Bir ihtiyar tek başına yaşıyormuş. Patates ekmek için bahçesini kazmak istese de, bu iş ona artık çok ağır geldiğinden dolayı, çapaya el uzatamıyormuş. Bahçe işlerinde ona yardım edecek durumda olan biricik oğlu ise, hapisteymiş. Son umut kapısı olarak, oğluna mektup yazıp, acıklı durumu anlatmış. Sevgili oğlum, Kendimi çok kötü hissediyorum, çünkü bu gidişle ben bu sene patates ekemeyeceğim. Çok yaşlandım, bahçeyi kendi gücümle kazabilecek durumda değilim artık. Sen yanımda olsaydın, canımı sıkan bu gibi dertlerim olmazdı. Bahçemizi kazacağına inandığım için, canım sıkılmazdı. Sağ ol! Baban. Birkaç gün sonra mektuba cevap gelmiş. Sevgili babacığım, Allah aşkına bahçeyi kazma! Ben silahları oraya sakladım. Sevgiyle. Oğlun. Ertesi sabah saat dörtte, polis amirliğinden görevliler kapıya gelmiş ve hiç bir şey demeden bahçeyi baştanbaşa kazmışlar. Silah bulamamışlar. İhtiyardan özür dileyip ayrılmışlar. Kısa bir süre sonra yaşlı adam oğlundan yeni bir mektup almış.


Makale ve Analizler - 2016

47

Sevgili babacığım, Şimdi patateslerini istediğin gibi ekebilirsin. Senin için hapishaneden yapabileceklerimin en iyisini yaptım. Sevgiyle, Oğlun. Oğlanın mahpushaneden kurduğu oyun, yaşlı babasını mutlu etmiş ve açlıktan kurtarmıştır. Bu başarıyla sonuçlanan bir oyun kuruculuğu-dur. Feto haininin Pensilvanya’da kurduğu oyunsa tutmamış ve başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Türk Milleti artık ayağı kalkmalıdır. Çanakkale savaşından sonra ilk defa başarısız oluyor İngiliz - Amerika işbirlikçileri. İşte bu gün bize düşen önce Türkiye’de birlik olmak ve ayağı kaldırmak, daha sonra Türk-İslam Birliğini ayağı kaldırmaktır. Aklımızı iyi kullanalım. Saygılarımla.

Bulgaristan Türk Şiiri Nöbette

Muhammet Ulutürk-27.Temmuz.2016

Konu: Halkın hayatını, hürriyetlerini ve demokrasiyi koruma hakkı meşrudur Akortsuz Gece - 15.07.2016 O gece Tanrı bizimle değildi. Karabulutlardan çıkan şimşekler Bombaları havada soğutacak sel Yeri göğe katan bir rüzgâr vermedi. Gökkuşağı da yoktu havada Aldatıcı büyüleyen renklerle Devlete hep saldırılmıştı da, Halkı hedef alma öncesizdi.


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) İstenen gökyüzünün en üst katı Çoluk çocuk ve anaları, Konu komşu cümle alem Meydanlara koştu Türk halkı Aklanmak istiyordu karanlığı seçenler Ardında öfke biriken bent patladı 35 uçak, 37 helikopter,74 tank ve 3 gemi Ateş açtı halka, cumhuriyete ve hürriyette Olan çok iğrenç ve çok kanlı bir deneme, Sokakta asker elbisesi taşıdı terörist FETÖ Bin 651 süngülü er/erbaş yürürkenüstümüze, Bin 214’ü aldatılmış askeri öğrenciydi. Bir zillet ve rezaletti yaşananlar Kullandıkları silah ve araç kendi halkınadı Şaşkınların karşısına çıkanlar Anaları babaları, sevgili çocuklarıydı. Ansızın saldıran birdenbire yenildi. Tankları tanklar değil, çıplak eller gemledi Köprübaşı tutanlar suda serinledi Demokrasiye sevdalı güneş gecikmedi. M. Ulutürk - 27.07.2016 / İstanbul


Makale ve Analizler - 2016 Mustafa Kemal’e Yeni Çağrı Yüce gazi, bu kez duy bu feryadı, Rezil olduk, darda kaldık nerdesin? Şanlı bayrak hicabından kızardı Utanç ateşinde yandık, nerdesin? Düşman sardı kurtardığın ülkeyi Kışla yaptı zafiyeyi tekkeyi... Bomba bomba yağdırdı da öfkeyi Can evinden yaralandık, nerdesin? Yedi deniz ötesinde birisi Vampir yüzlü deccal’ın ta kendisi Zerre zerre ufalandık, nerdesin? Öz kardeşler birbirini vurdular, Kışlalar, okullar, köprüler, yollar Cehenneme dönüp ceset doldular Ölümüne hırpalandık, nerdesin? Senin kan düşmanın çirkef yobazlar Ve onlara biat eden kurnazlar, Belli ki kolayca ıslah olmazlar, Biz bu kez de bir ders aldık, nerdesin? Bu kumpasçı, bu ümmetçi illeti Silmek için tümden cumhuriyeti Aydınlığı ortaçağa hapsetti. Yetsin gayri bu alçaklık, nerdesin? Meydanlara akın ettik sel gibi Demek için “biz mülkün sahibi” Hesapları görme zamanı şimdi, Besbelli ki biraz aydık, nerdesin?

49


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Gel, ölen ateşi diriltmek için, Dağılmış ordunu bir etmek için, Düşmana dünyayı dar etmek için, Hızır gibi yetiş artık, nerdesin? 24.Temmuz.2016 / Ahmet Emin ATASOY

Türkiye İşgal Edilemez

BG-SAM-28.Temmuz.2016

Konu: Türkiye’nintavrı büyük devlete yakışır bir tavırdı. Size, 200 - 300 yıldan beri uyutulduğumuzu söylediğimde, lütfen üzülmeyiniz. Çünkü hiç kimse bu dünyada kendinden önce olmuş bitmiş olan üstüne sorumlu tutulamaz. Bunu böyle yazarken, atalarım adına kendimin de pek huzurlu olduğumu söyleyemem. Osmanlıdan sonra biz Türkler dünya yönetiminden uzaklaştırılmıştırk. Bizler de, düğünde, dernekte toplanan yaşlılar hep “Osmanlı neden çökmüş acaba” sorusuna cevap arıyordu. Fazla düşünmeden buluşma noktaları hep “parçalayıp parçalayıp kaymaklı kahve ile içmişler” olurdu. Bilinçli olarak parçalandığımızı artık kabul etmiş durumdayız. Osmanlıdan koparılan toprak parçalarından asırlarca sürüldüğümüz ortadadır. Arkamızda kalan topraklardaki tek enser üzerinde Türk, İslam, Müslüman izi bırakmamaya çalıştılar. İlginçtir, kimliğimizi perçinleştiren tek çivi çaktırmamak için bugün de ellerinden geleni arkalarına bırakmıyorlar. Tarihçilerin atası Halil İnalcık geçen hafta vefat etmeseydi, “15 - 16 Temmuz 2016’da Türkiye’nin kara sayfası şükür kapandı” yazacaktı. Allah rah-


Makale ve Analizler - 2016

51

met eylesin, yattı yer nur olsun! O gece çok büyük bir olay oldu. Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı öldürüp, meclisi de yerle bir ederek, silahlı kuvvetlerimiz içinde ele geçirdikleri hainler ile devletimizi esir edip parçalara bölerek işgal etmek istedikleri kabak çiçeği gibi açtı. Türkiye’mizi küresel emperyalist güçlere ve yerli hain “imamlara” hibe etmek isteyenlerin kalkışması halkımız tarafından çökertildi. Bu işin başı geçinen kör-cahil Feto aslında bir semboldü. Eline silah alıp kan akıtan FETO markasıydı. O, kan akıtanlara beyaz eldiven oldu. Türkiye’de şeriat düzeni kurmak istiyor suçundan aranan bu sözde din adamını CIA yıllar önce ele geçirip ABD’ye götürdü. Küresel casusluk ve hainlik merkezinin karşısında bir eve yerleştirdi. Türkiye’yi parçalayıp Türkleri katletme planı için 20 - 25 milyar Dolar avans da verdi. O bu paranın bir kısmını “F” serisinden 1 US Dolara bozdurup ülkemizde ajan şebekesi ve hainler sürüsü oluşturdu. Adı hainlik olan virüsü damarımıza, ciğerimize yerleştirip birlik oldular ve 15 Temmuz 2016 rezilliğini sergilediler. Planları: FETÖ çetesi 1997’ye kadar Türkiye’de Gladyo’nun “A” planına katıldı. Amaç anavatanımızı içinden oymaktı, bilincimizi öldürüp hepimizden ruhsuz taş kafalar yaratmaktı. Bugün kapatılan 1700 okul ve yerleşke bunun için kuruldu. Okullar, camiler, medreseler ruhsuz hainler yetiştirdi. Silahlı kuvvetlere, polis ve jandarmaya, adliyeye sızdılar. Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “tümör”, Genel Kurmay Başkanı Akar’ın “zehirli yılan” sözüyle ifade ettikleri budur. Demokrasi mitingleri ölüm saçan bu virüslerden arınmamız, ruh yenilememiz, kendi toprağımızda birlikte kanatlanıp yüceldikçe yücelmemiz için yapılıyor. 2001’den sonra “B” planına geçtiler. AK Parti’nin yolunu kesmeye çalıştılar. Darbe ardına darbe girişiminde bulundular. Biz toparlandıkça onlar kudurdular. Türkler gibi yaşamak isteyerek ayaklanan Müslümanların “Arap Baharı”ndan uzak tutulduk. Gazeli kardeşlerimize su bile gönderemez olduk. Suriye’de taş üstünde taş bırakmayanlar hep bizi suçladı. Eğittikleri DEAŞ çetecileri cami bombalama ve Müslüman katillerinden düşüldü. Bize gözdağı vermek için şehirlerimizde gün aşırı bomba patlattılar. Güney Doğuyu ateşe verdiler. Amaçları Türklerden ruhsuz millet yaratmaktı. Ezilmiş halklara model olarak kullanılacaktık. 15 Temmuz gecesinin hedefinde ruhsuz Türk ve işgal edilmiş Türkiye yaratmaktı. “Ezel” filminde ünlü aktör Tuncel Kurti’nin “Tarih tekerrürden ibaret!” deyişi hep aklımdadır. Öyle bir söylemişti ki... Başkomutanımız Erdoğan’ın “Demokrasiye inanan tüm halkımı meydanlara davet ediyorum!” çağrısına Türkiye’de sağ-sol hepimiz hemen uyduk. O


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

an, o karanlık gece aydınlanmaya başladı. Dernekçi arkadaşlarımla birlikte ufuk ağarana kadar Bayrampaşa Belediye Meydanı’nda kaldık. O gece, Çanakkale Savunmasına katılmış, bizim Karamatlar köyünden (Slivarka) Kamil Dede gibileri hep aklımdaydı. Çocuk yaşta etrafına toplandığımızda dua eder gibi “Allah kimseye bir daha göstermesin” diyordu. Biz o zaman çok küçüktük ve neyi görmememiz gerektiğini anlayamıyorduk. 1985’te “soya dönüş” zulmü başladığında Kamil Dede artık Allahın rahmetine kavuşmuştu. Belki de ima ettiği o karanlığı görmedi. Beraberce göçseydik, haftalarca arabaların lastikleri arasında aç susuz yatsaydık, eminim yine “Allah kimseye bir daha göstermesin” diyecekti. Fakat biz artık çeyrek yüzyıl buradayız. Anavatan evladı olduk. Göç etmek aklımızdan geçmezdi. Kovuldukta geldik. Başa gelen çekilir, demek istedim. Kamil Dede sağ olsaydı şu duruma, TBMM’nin jetlerle bombalanmasına, tankların çocuk ve kadınları ezmesine, Türk silahının sokakta yürüyen vatandaşa çekilmesine, Cumhurbaşkanımızı öldürüp anavatanımızı Türk halkının TSK silahlarıyla, Türk vicdanına, vatana ihanet etmişler tarafından işgal edilmek istenmesine ne derdi? “Şimdi başa gelen o zamankinden çok daha kötü” demez miydi! 1919’da Churchill “Anadolu’yu Türklere bırakmayacağız!” demişti. Su uyur düşman uyumaz diyenler haklı. 100 yıl sonra yetiştirdikleri hainler bizim jetlerimizle Türklüğün kalbi Ankara’mızı bombaladı. Çok acı bir gerçek. 100 yıl önce ve 100 yıl sonra düşman hep aynı, hedef hep yok edilmemiz ve Anadolu’muzun, Trakya’mızın, Ağırı Dağımızın işgal edilmesi. Bu düşmanların her lokmamızda gözleri var... Oyunlarını, “ismi var cismi yok” dediğimiz Gladio ve CİA ile birlikte ören ruhsuz FETÖ’cü, paralelci hainler Türk Halkına ve Türk Devletine ölümcül ateş açtı. Silah eden Türk askeri değil, asker kılığında FETÖ hainleriydi. Katiller, birmilyonluk silahlı kuvvetimizin ancak binde biriydi. Eşleri ömür boyu hainlik karşılığı alınan US Dolar sayan 1684 ordusu TSK’den atıldı. Çıldırınca başkaldıran 30 jet ve 3 gemiydi. Yapılmak istenen bir askeri darbe değildi. Türkiye Cumhuriyeti‘ni biz idare edeceğiz, bizim dediğimiz olacak hırsına kapılmışlardı. Anavatanımızı işgal edilmek istediler. Hepimizi küresel sermayenin ve bölge taşeronu olan FETÖ / PDY / PKK çetesinin kölesi etmeyi denediler. Başkomutana uyan halkımız küresel sermayeye kölelik planlarını çökertti. Artık korkacak bir şey yok! Anavatanımızı işgal edemediler. Direndik. Dik durduk. Kazandık. 15 Temmuz gecesi devasa kahramanlıklar gecesiydi. Şehitlerimizin Çanakkale şehitlerinden hiçbir farkı yoktur! Yüz yıl önce ve şimdi par-


Makale ve Analizler - 2016

53

çalanıp yok edilmek, birbirimize düşürülerek, ezilip köleleştirilmek istendik. Bu defa da yapamadılar, yenildiler, pes ettiler, hesap verecekler. Sözde dostlarımız, “insan hakları”, aman “idam etmeyin” feryadına düştüler. Bu terörist örgüt ve üyelerine gereken cevabı; yine kahraman ordumuzun şerefli ve onurlu mensupları kahraman emniyet mensuplarımız ile omuz omuza kucak kucağa olmak üzere canları pahasına bu kahramanların sahibi Büyük Türk Milletiyle beraber 265 şehit ve 2 500 e yakın gazilerimizin bulunduğu büyük halk direnişiyle verilmiştir. İstikbal, istiklal ve vatan söz konusu olduğunda en aziz varlıkları, canları dâhil, her türlü kıymetlerini inançları uğuruna seve seve karşılıksız olarak veren büyük Türk milleti tüm dünyaya, dostlarına güven ve gıpta düşmanlarına ise panik ve korku verecek bir kahramanlık göstermiştir. Bu dünyada en büyük adalet cana kıyanın, masumları pusudan katledenlerin idamıdır. Tek taraflı adalet olmaz. Adil olan bilinçli öldürenin ölümü kabul etmesi ve seyir edenlerin ders almasıdır. İtiraf etmek zorundayız. Gerçek çok acı... Türkiye’miz kendi omurgası olan silahlı kuvvetlerin içine sızan terörist virüs tarafından ölümcül bir saldırıya maruz kaldı. Halkın % 52’nin oyuyla seçilen Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan katledilmek istendi. Saldırıyı gerçekleştiren terör çetesi imam, general, albay, pilot, savcı, yargıç kılıklıydı. 10 yıldan beri sürekli maske değişirdiler. Akıl hocalarının emirlerine uydular, ölüm saçtılar ama yenildiler. Büyük depremde yıkılmayan Türk Milleti sarsıntılarla da bir şey olmaz. Zaman virüsün toplum hücrelerinin her birinden söküp imha etme zamanıdır. Tür devleti geri adım atmamış ve atmayacaktır, bunları iğinlerinden tek tek çıkaracak ve gerçek adaleti tüm dünyaya göstereceklerdir. Türkiye’yineden istemiyorlar! Hiç düşündünüz mü? Bizden korkuyorlar! Şu Yakın Doğu ve Balkan ülkelerinde, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde, 56 devletli İslam dünyasında, Arap Baharı yıkımından geçen Akdeniz kıyı komşularımızda bir Türkiye ile gururlanma yaşanıyor. Bu rüzgar 2002’den beri estikçe ferahladı. Avrupa bunalımlarından sıyrılamazken Türkiye’nin dirilişi hepsini içini burdu. Bağdat, Şam, Beyrut, Tripoli yerle bir edildi ama dünya çapında hesaplar yapanların planları hep boşa çıktı. Öldürmek istedikleri İslam uygarlığı öldürülemedi. İslamsız bir dünya kurma hayalleri kursaklarında kaldı.


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Arada Büyük Türkiye olduğu için yarım asır hazırladıkları Medeniyetler Çatışması da soldu. Dünya bahçesini istedikleri gibi ama sadece kendi çiçeklerinin olduğu bir bahçe tasarımlamak istediler. Dünyanın en büyük hava limanı Türkiye’de kuruluyor, hızlı trenler Anadolu’yu baştanbaşa dolaşıyor, Boğaz’ı alttan üstten geçiliyor haberlerini onları kudurttu. Ve bu öyle bir kudurma ki, olabilir ya emperyalizm çağına mezar kazma devrini başlattı. Yüz yıl önce mazlum halkların milli kurtuluş mücadelesi çağı da Anadolu’da başlamıştı. O zaman önder Büyük Atatürk’tü. Şimdi Türkiye Başkanı Erdoğan! Dünya halklarına örnek olmak ne güzel... Küresel sermaye Türkiye’yi elden kaçırmak istemiyor. İçimize yuvalanan virüs anavatanımızın Yakın Doğu ve Balkanların en büyük ve en güçlü devleti olmasını istemiyor. Türkiye’nin medeni birikimi çok zengin ve birbirine kenetlenmiş bir halkı var. Bu gerçek onları rahatsız ediyor.15 Temmuz gecesi halkımızın Cumhuriyet ilkelerinden, demokrasiden ve özgürlüklerimizden bir kıymık ödün vermek istemediğini bir daha kanıtladı. Karanlık gecede Türkiye baştanbaşa Çanakkale oldu. Biz Bulgaristanlı Müslüman Türkler de Kamil Dedelerimizin ruhuyla yürüdük meydanlara ve bizim de Büyük Milletin ruhundan ve bedeninden bir parça olduğumuzu herkese gördü. Şöyle bir gerçek daha var. Vatan savunma savaşında parti ve ideolojik ayrılık olmaz. İki haftadan beri meydanlar hepimizin. Hepimiz vatanseveriz! Hepimiz Erdoğancıyız! Hepimiz Türk milliyetçisiyiz. Hepimiz Atatürkçüyüz. Hepimiz antiFETÖ. Hepimiz anti-emperyalistiz. Hep birlikte “Ne mutlu Türküm diyene!” diyoruz. Bu halkın vatanı için her an ve her yerde şehit olmaya hazır olduğunu görmeyen kalmadı. Artık bilinçlendikse bilinçlendik. Biz Bulgaristan’dan kaçarken, bizi ata vatanımızdan kovanlar, “şükür kurtulduk” demişlerdi. Ne var ki, o gün bu gün, hiçbir an rahata kavuşamadılar. Öldürmek isteyenin önce kendisini öldürdüğünü geç fark ettiler. Artık her an ölmekte ve yok olmakta olduklarının farkındalar. Ardımızdan yüzüstü düştüler ve bir daha dikilip dirilemediler. Ne NATO ne de Avrupa Birliği içinde hayal ettiklerini bulamadılar. Hiç birinin ruhu sakinleşmedi. Birbirlerinin evlerini yakmaya, çocuklarını kaçırmaya, çingenelerle mahalle kavgalarına devam ediyorlar.


Makale ve Analizler - 2016

55

Türkiye vücuduna giren virüsü söküyor. Bu durumdan da çok daha güçlü çıkmalıyız. Yaşanan trajik olay büyük bir çelişkinin ürünüdür. Karşılarında ayağa kalkmış, dirilen bir Türkiye gördükçe hazmedemediler. “Meydanları asla boş bırakmayacağız.” Bu virüs bir bit olsa bin sirke bırakır. Kehle olsa kansız yaşar. Kene olsa kanımızı emer. Ödev: virüsü yok edinceye kadar durmadan savaşmaktır. Savaşırken savaşmaya alışmamak. Amansız ve acımasız olmaktır. Merhametsiz olmaya alışmalıyız. Yok, edebildiğimize asla acımamalıyız. Onlar bize acımadılar. Hepimizi yok etmek ve anavatanımızı işgal edip, bizi vatansız bırakmak istediler. Türklüğün şanlı tarihi benzer ibret dersleriyle doludur. Hiçbiri unutulmamalıdır. Hele yakın tarihimiz... Bizi yüreklendiren başkomutan emridir. Biz, BULTÜRK olarak bu gecede Bayrampaşa’da her gece olduğu gibi nöbetteyiz. Düşman bu saldırıda hiçbir meydanı, sokağı, kavşağı, mahalleyi, kasaba ve büyük şehri ele geçiremedi. Türk halkının ruhunu kıramadı, arzuladığı kargaşayı yaratamadı. Şimdi daha büyük vazifemiz var Bu meydanlarda aralarımızı sıklaştırmalıyız Türk-Kürt, Alevi-Sunni ayırmalarına izin vermemeliyiz. Büyük Türk halkı meydan nöbetlerinde ülkenin egemeni olduğunu bütün dünyaya gösterdi. Her türlü darbe ve işgal kalkışmalarını bastırıp ezebileceğimizi kanıtladık. Aynı ateşte, aynı gururla yanıp yanıp yüceliyoruz. Bugün ne Avrupa’da ne de Asya’da Başkomutan çağrısına uyarak meydanları dolduracak 80 milyonluk başka bir halk yoktur. 2 hafta meydanlarda gece nöbeti tutan bir halkız. Hiçbir halk bir anda 100 milyon bayrakla sokağa çıkmamıştır. Dünyada biz gibi birbirine kenetlenmiş başka bir halk yoktur. Düşman FETÖ / PDY veya PKK çeteleri her türlü kılığa girebilirler, fakat Türkiye halkını hiçbir zaman yenemezler, asla yenemeyeceklerdir. 15 Temmuz gecesi, “üst akılın” son 50 yılda hazırlayabildiği en tehlikeli en zalim katliamı yaşadık. Terör örgütü FETÖ- ihanet çetesi bir uygulayıcı olarak yenildi. TV’leri, gazete ve dergileri kapatıldı, borsa şifleri alındı, subayları TSK’den atıldı, yargıç ve savcıları tutuklandı, okulları kapatıldı. Bizim soluduğumuz havayı soluma, baktığımız yöne bakma, bizimle selamlaşıp bayramlaşma hakkını yitirdiler. Ruh ve bedenlerinin daha çocuk yaşta çarpıtılıp köreltilmiş olduğunu görebildik. Onlar bu toplumda görev alamaz, asla hüküm edemez. Anavatanımızı fiziki işgale kalkıştılar. Türkiye’nin üretmesinden, büyümesinden, bilimde ilerlemesinden, Yakın Doğu ve Balkanların son söze sahip devlet olmasından korktular. Büyüklüğümüzü paraya değiştiler. Zehirlenmeyi ve zehirlemeyi kabul et-


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tiler. Taş kafalarınca Türkiye’yi emperyalizme ezdirip “yola sokmak” istediler. Anavatanımızı işgal edip bizi köle etmek istediler. Emperyalizmin içimize aşıladığı ölümcül virüsle arık yüzleştik. Ejderhayı gördük.Kan kaybettik Şehitlerimiz, 2 binden fazla yaralımız var. Bombalanan bölgelerde büyük maddi kayıplarımız oldu. Fakat asla korkmadık. Korkutulamadık. Bilenlerin bilmeyenlere anlatması gereken bazı özellikler var: TSK içinde ele geçirilmiş, devşirilmiş, ruhlarını satmış olanlar ülkemizin imkânlarını kullanarak devletimize saldırdı, Türkiye liderini, devlet başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı katletmek, öldürmek istediler. Bize saldıranlar akıllarını kaybetmiş ruh hastalarıydı. 15 Temmuz gecesi iyice çılgınlaştılar. Esir düşüp köleleştirilseydik, hepimiz vatansız ve anavatansız kalacaktık! Yakın ve uzak düşmanlarımız bayram edecekti. Bulgaristan’daki kardeşlerimiz de iyi gün göremezdi. Türkiye devletinin yenik düşmesi ne kadar kötü bir şey bir düşünsene... Olay bu kadar ciddidir. Bizi ata-vatanımızdan atan, Bulgarlarla birlikte totalitarizmin-emperyalizmin “üst akılıdır”. Biz Türkler, 1699 Karlovça anlaşmasından beri, 1878 Plevne Savaşından beri, öz topraklarımızdan kovuluyoruz. Kendi ellerimizle yarattığımız 2 bin camili vatanımız fiziki olarak işgal edildi. Büyük bir kovulma ve tutunma dönemi yaşadık. Çok kırıldık. Çok ezildik. Çok çektik. Dilimizi, dinimizi yasakladılar, askere gittik dövüldük. Hapse düştük dövüldük... Tarihsel var olabilme ve hayata yaşama hakkı kazandırma savaşımında Türkiye Cumhuriyeti devlet kimliği, meclisimiz bombalanarak devlet olarak yok edilmek istenmemiz, ancak 20 Temmuz 1402 tarihinde yaşanan hepimize Ankara Savaşını trajedisini hatırlatır. Olası sonuçları açısından olay o kadar vahimdir. Devlet olarak likide edilmemiz istendi. Çok acı bir gerçek. Buradan Devlet Başkanımıza seslenmek isterim bu olay tüm ders kitaplarının birinci sayfasında işlenmelidir. Bakanlar Kurulu kararıyla İstanbul’un en yüksek tepesine kurulacak Şehitler Anıtı 20 milyonluk ana-kentimizin hatta dünyanın en büyük anıtı olmalı! İngiltere’den Pasifik Okyanusu ötesinden kafasını kaldıran bileği bükülmez halkımın elinde dalgalanan ay yıldızlı bayrağımızı görmelidir. Yük olmaktan sıyrılmak aya sahte bayrak dikmek değildir.


Makale ve Analizler - 2016

57

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın öldürülmek istendi. Acımasız niyetlerinde ilk adım gibiydi. O kadar alçak, o kadar amansız, o kadar vahşi ve o kadar gaddardılar.Abdülhamit han hazretlerinin dediği gibi; “Biz Devlet Sshipleriyiz; Hak isteyen olursa hakkını vermemiz lazım. Amma Başkaldıran olursa başlarını almamız lazım bu uygulama bir an önce başlanmalıdır. Bunlar İslamsız ve Müslümansız bir dünya hayal etmişlerdi. Hedefinde Büyük Türkiye olduğunu görmeyen kalmadı. Çanakkale acısını unutamadıkları her hallerinde belliydi. Türkün yenilmez olduğunu unutmamışlardı. Bu defa FETÖ terör çetesiyle denediler. Ölümle yüzleştik Birlik olmak, kenetlenmek ve el ele tutunmuş ilerlemek zorundayız. Meydanlar ve bayraklar ebediyen bizimdir!Dünya güzeli bu vatan, bu memleket bizimdir. Başka Türkiye yok başka anavatan yok. Tüm dünyada yaşayan Türkler ve tüm mazlum halkların vatanı Türkiye’dir. Büyük Türkiye bunların hepsini kucaklayacaktır!

Kalk Ayağa Türk Oğlu

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-29.Temmuz.2016

Konu: Türk kimliğinin birleştirilmesine inananlar uyanıyor. İnsanlık, tarihi boyunca şarkılarla uyandı. Bizim şarkılarımız dereye tepeye dağ bayıra bakarak doğmadı. Göz göze bakanların ateşinden alev aldı. Bayrak gibi dalgalanan şarkılarımızı söylerken, kuyruklu piyanolar, örklerin en heybetlileri eşlik etse de, doyurmaz hiç birimizi. Olacaksa davullu zurnalı olacak, kasnak sesi de olacak nakşında.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz yüreği alınsa “ah” demeyecek kadar cesur insanlarız. Yoktur bu dünyada bize benze başka bir millet. Az değil, büyük dünyanın büyük yarısıyız biz. Solarsak, öteki yarısı da solar, solar dünya ateşi – Güneş. Hep inandık geciken baharın mutlaka geleceğine. Ne güzel söylemiş: Çırpınır Karadeniz Türkün bayrağına, derken şair. Ve Büyük Nazım’ı gelir akla, “Bir Orman ve bir ağaç gibi”, deyişiyle. Büyük uyanışlardan önce büyük şairler, bestekârlar, tüm kalpleri titreten sanatçılar doğmuş ve yaşamıştır. Her mevsimin kendi rüzgârı olduğu gibi, her uyanışın ve dirilişin de kendi atmosferi vardır. Bu atmosfer önce şiirleşir, destanlaşır. Bizim için yürek ateşinin Balkanlar’da, Azerbaycan’da Kırgızistan’da, Doğu Çin’de yanması önemli değil, Tüm Türk Dünyasını alevleriyle sarmasındadır. Şehitlere Amin! Şarkısını seslendiren ünlü Azeri sanatçı Azerin, tüm Türk Dünyasının tüylerini diken diken eden ve yürekleri titreten eseriyle sahnelerdedir. Bu şiirin ve bir başka adı da “Bize uzanan eller kırılsın!” Kalk Ayağa Türk Oğlu Ey Türkoğlu! Ey Türk kızı! Uyan, uyan Geçmişe bak, Kendine dön. Daha güçlü olmak için Daha büyük olmak için Uyan! Uyan! Tarih yazan babaların evlatlarıyız Büyük Turan kurmak için Uyan! Uyan! Türk oğlan Uyan Ey Turanım! Biz seninle geleceğe gideceğiz. Biz seninle yenidünyalara gideceğiz Türkün şanlı tarihine Çok zaferler katacağız!

Ey Turanım! Ben seni paramparça gördüm, Herkes sana bir at koydu. Ey Turanım! Ben seni paramparça gördüm, Hey Turanım! Herkes sana bir ad koydu. Etrafına tuzaklar kurup, İçerden oydu oydu. Diz üstüne düşürmek için Üzerinde hile dolu oyun kurdu. Etrafına tuzaklar kurup, İçerden oydu oydu. Diz üstüne düşürmek için Üzerinde hile dolu oyun kurdu Kazak, Kırgız, Türkmen deyip


Makale ve Analizler - 2016 Uygur, Özbek, Tatar deyip Daha neler neler deyip Türkten korkupUlu dağı Parça parça bölenlerin Birbirine düşman edip Milletimi sökenlerin Kabususun! Kabususun! Sen ölmezsin! Sen yaşarsın! Ey Turanım! Onların kabususun! Ey Turanım! Yıkılmadın. Şahlanansın Ey Turanım. Milyonlarca Türk oğlanın, Türk kızının Yüreğinde çırpınan bir yüreksin Ey Turanım. Ey Turanım! Yıkılmadın Güçlenen yücelen Ey Turanım! Milyonlarca Türk oğlanın, Türk kızının sinesinde Sen çırpınan bir yüreksin Ey Turan’ım!

59

Denizlerden Denizlere Altaylardan Kafkaslara Sen Türklerin Yurdusun Büyük Turan Vatanımsın! Büyük Turan Vatanımsın! Ey Turanım, Biz seninle geleceğe gideceğiz. Biz seninle geçmişimize gideceğiz. Türkün şanlı tarihinde Çok zaferler göreceğiz. Çok renkli dünyam var, Çinli Asyalı Kafkaslı Dinimizdir İslam Turanlıdır Türk dünyam Ulu Tanrı olacak Türkün arka dayağı Kalk ayağa Türk oğlan Dalgalan Türkün bayrağı Sana hayat püsküren Sönmeyen volkanın var Cesaret püsküren kalbin Kılıcında ateş var. Damarında Atatürk Ulu Ruhlu kanın var Kalk ayağa Türkoğlu Kalksın Türkün bayrağı Dön gel ey Atatürk Ulu Ruhlu kanın var Kalk ayağa Türkoğlu


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kalksın Türkün bayrağı

Zamanın sert sınavı

Sana hayat püsküren Sönmeyen volkanın var Kalk ayağa Türkoğlu Kalksın Türkün bayrağı

Kalk Ayağı Türk oğlan Kalksın Türkün bayrağı Kalk Ayağı Türk oğlan Kalksın Türkün bayrağı!

Memleketler titreten Atillan Oğuzun var Emirler Şahlar susturan Temriz kızın var.

Dön gel ey Atatürk Ulu Ruhlu kanın var Kalk ayağa Türkoğlu Kalksın Türkün bayrağı

Bir elinde kılıcın Bir elinde sazın var Kahramanlar kıralı Kalksın Türk bayrağı

Sana hayat püsküren Sönmeyen volkanın var Kalk ayağa Türkoğlu Kalksın Türkün bayrağı Bu şiir, çıplak ellerle darbecileri yendiğimiz 15 Temmuz 2016 gecesinden çok önce yazılmıştır. Fakat aynı karanlığın içinden çıkan bir ışıktır. Kendi edebiyat ve sanatımızın Türk dünyasının aydınlanmasına yaptığı etkiyi, dünyanın tüm atom elektrik santrallerinin enerjisini toplasanız elde edemezsiniz.

Gel Köroğlu nerdesin Gel de biz de soralım. Bir elinde kılıcın Bir elinde sazın var Türkoğlu şehit olur Vatana ihanet etmez Sındırmaz Türk Oğlunu

Bizim birlik ve beraberliğimizden doğan enerji olacak, dünyayı değiştiren yeni büyük Müjde!


Makale ve Analizler - 2016

61

Tehlike Bitmedi, Sadece Yatıştı, Şimdi Tedbir Zamanı

Alptekin Cevherli-29.Temmuz.2016

Geçtiğimiz hafta, 15 Temmuz gecesi ülkemiz başarısız olmuş bir darbe veya isyan girişimi ile karşılaştı. Milletimizin, canını hiçe sayarak vatan, millet ve devlet uğruna sokaklara hâkim olması ve başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere iktidarı ve muhalefeti ile Türk Milleti’nin bir bütün olarak ‘darbeye hayır’ demesi Batı kaynaklı bu girişimi başarısızlığa uğratmış, sonuçta Türkiye kazanmıştır. Ancak şu da bir gerçektir ki, Hükümetimizin, halkımızın ve muhalefetimizin bu başarısında en büyük pay, canını hiçe sayarak kendi ülkesini ve halkını bombalayan uçak, tank ve helikopterlerle mücadele ederken şehit olanlarındır. Peki, tehlike geçmiş midir? Ne yazık ki, elbette hayır! Halkımızın günlerdir meydanlarda nöbet tutması, darbeci asker, polis, yargı mensubu, gazeteci, öğretmen vd. tutuklanması ya da görevden el çektirilmesi olumlu mudur? Elbette... Peki, yeterli midir? Hayır! (Belki öğretmenler hususunda, evet) Yıllardır eğitim, çevre, yabancı dil öğretimi vb. herkesin üzerinde kolaylıkla ittifak edebileceği konularda şiddet karşıtı, barışçıl görüntü çizen bir ekibin aslında gizli bir maksadının olduğunu anlamak için yüzlerce şehit, binlerce yaralı vermememiz gerekiyor muydu? Çünkü Müslüman’ın feraseti vardır. Fakat artık şu anda geçmişe ah, vah etmek yerine; gelecek için ne yapılmasının gerektiğini konuşmak sanırım daha faydalı olacaktır. Terör Örgütü ele başının TSK içinde yuvalanmaları için kendilerine fırsat verilmediği dönemde söylediği; “Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı sırtımızı Amerika’ya dönmeliyiz” sözü dikkate alınması gereken ciddi bir maksat ifşasıdır. Düşünün ki kendi ülkesinin ordusuna karşı yabancı bir ülkenin, hem de farklı dinden bir ülkenin ordusuna güven duyan bir din adamı olabilir mi? Bu nedenle düşman gördüğü TSK’ya karşı Batı’nın da desteği ile sızma harekâtı düzenlemesi kaçınılmaz olacaktır. Ve geçen onlarca yılda bunu bir güzel becerebildikleri 15 Temmuz 2016 gecesi ortaya çıkmıştır.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Peki, bu adı cemaat, yapılanma tipi tarikat, faaliyet şekli ihanet olan yapı ile nasıl mücadele edilir? Türkiye Cumhuriyeti tarihi göstermiştir ki; polisiye tedbirler kısa sürede başarı sağlamakta, ancak uzun vadede rakibin daha güçlü gelmesine engel olamamaktadır. 27 Mayıs sonrası AP, 12 Eylül sonrası DYP ve SHP, 28 Şubat sonrası AK Parti’nin başarıları bunun en açık örneğidir. Dolayısıyla bundan 15 - 20 yıl sonra bu zihniyetin yine milletin başına bela olmamaları için farklı bir mücadele plânı uygulamak gerekir, gereklidir! Bu örgüt, gençleri ve çocukları dini kullanarak kendisine bağladığına göre; bunlarla mücadelede de başlangıç noktası dini değerler üzerinden yürüttükleri yalan - yanlış bilgilerin düzeltilmesi ve itikadî ve imanî anlamda fahiş yanlışlarının açığa vurularak halkımızın bunların aslında klasik İslâm anlayışı yerine Batı tarafından geliştirilen ve maksada ulaşmak için her yolun mubah görüldüğü Protestan bir İslâm anlayışını yerleştirmek istedikleri delilleriyle ispatlanmalıdır! Nedir bu Protestan İslâm anlayışı? 1- Dinler Arası Diyalog masalıdır. 2- Kutlu Doğum Haftasıdır. 3- Cevşen modasıdır. 4- Salya - sümük dindar profilidir. 5- Namazını kıl, orucunu tut, bir de cemaate bağış yap, senden iyi Müslüman yok anlayışıdır. 6- Beklenen İsa hayalidir. Bu 6 ana yanlış üzerinden kurgulanan bu terör yapısı ile mücadelede Diyanet İşleri Başkanlığı’mıza büyük görevler düşmektedir. 1 - 2 dini grup veya fikirsel yapı hariç neredeyse bütün “kendini Müslüman olarak tanımlayan” kesimleri etkileyen ya da en azından karşısında olmaktan alıkoyan bu güruha karşı yapılacak en mantıklı hareket; ellerindeki ‘dindar insan’ kozunu almaktır. 1- Dinler arası diyalog masalının bir Vatikan Projesi olduğu, 3’üncü bin yılda Asya Kıtası’nın Hıristiyanlaştırılması için üretildiği gerçeği halka açık açık anlatılmalıdır. Kur’an-ı Kerim’deki “Kâfirleri dost edinmeyin” mealindeki ayet başta olmak üzere “Allah indinde tek din İslâm’dır” hükümleri başta Cuma hutbeleri olmak üzere tekrar tekrar anlatılmalı ve izah edilmelidir. 2- Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in doğum günü kutlaması Hicri takvime göre Mevlid Kandilleri’nde gerçekleşmektedir. Ancak 1989 yılından beri Mümtazer Türköne’nin de öncülüğü doğrultusunda Miladi takvime


Makale ve Analizler - 2016

63

göre de kutlu doğum haftası adı altında kutlanmaktadır. Hatta ilk kutlamalar Fethullah Gülen’in doğum tarihi olan 27 Nisan’da yapılmaya başlanmış, ancak tepki çekince hafta olarak 20 Nisan’a çekilmiştir. Sonuç olarak yüzyıllardır süregelen Mevlid kandilinde yapılmayan kutlama, panel ve etkinlikler Kutlu Doğum Haftası adı altında yapılmakta, Peygamberimizin doğumu Hıristiyan takvimi ile güya kutlanmaktadır. 3- Cevşen, Şii ve Sünni hadis kaynaklarında asla olmamasına rağmen Peygamber Efendimiz (sav)’e atfedilerek yazılan bir takım dua ve Esma’ül Hüsna olduğu varsayılan isimlerin yazılması sonucu kişiyi koruduğu kabul edilen bir muskadır. Şah İsmail’in askerlerine kurşun işlemesin diye zorla cevşen taktırdığı ancak Yavuz Sultan Selim’in ordusu karşısında ağır mağlubiyetler aldığı bilinmektedir. Bu bidat anlatılmalıdır. 4- Salya - sümük Müslüman olmaz. Müslüman onurlu ve örnek insandır. Feraset sahibidir. Biz neyiz, biz kimiz ki gibi Allah’ın kendisine verdiklerine karşı nankörlük yapmayan insandır. Bir lokma, bir hırka anlayışını Müslümanlar arasında yayıp geri kalmasını plânlayanlara karşı, Hz. Peygamber (sav)’in vakur, onurlu ve örnek davranışları anlatılmalıdır. 5- Batı Avrupa’nın dini şekilciliğe indirgediği ve “Protestan ahlakı” olarak da tanımlanan şekil şartlarını yerine getir, bol para kazan; öz önemli değil anlayışının getirdiği nokta ile ferasetsiz İslâm’ın geldiği nokta açıkça gözler önüne serilmelidir. Her namaz kılanın Müslüman zannedildiği Protestan İslâm modelinin sonunda Müslümanların arasına sızan misyonerlerin ve yıkıcı tiplerin anlaşılamaması sonucu Müslüman Türk halkına savaş uçağı ile ateş eden ‘sözde’ beş vakit namazında niyazında cemaat tipleri ortaya çıkmıştır. 6- Kur’an-ı Kerim’de de sabit bir şekilde anlatıldığı gibi son peygamber Hz. Muhammed (sav)’dir. Başka peygamber gelmesini beklemek, Hz. İsa (as)’yı Hıristiyanlar gibi beklemek veya gelsin de bizleri kurtarsın demek beyhude bir bekleyiş olup, her şeyin sahibi olarak yaratılmış insana yakışmayan eşya sıfatını yansıtmaktadır. Son peygamber zaten 1400 yıl önce gelmiştir. Velhasıl kelâm 15 - 20 yıl sonra tekrar bu ihanet ile karşılaşmak istemiyorsak, bu 6 mühim konu üzerinde derhal çalışılması gerekmektedir. Aksi takdirde çocuklarımızın, gelecekte hem bu güzel ülkemizi, hem de ahiretlerini kaybetme ihtimali yüksektir.


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Parçalanmamızdan Faydalanma Hesapları

BG-SAM-30.Temmuz.2016

Konu: Çözülüyorlar... Sosyalist Enternasyonal üyesi olan ve memleketimizde orta sol direk rolü gören Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) seçimler yaklaştıkça, ekonomik bunalım derinleştikçe ve belki son hadde yaşlandığından dolayı olacak çöktükçe çöküyor. Yatalak adama hastabakıcı tayin ettikleri gibi, BSP son yönetim forumu 122 yaşındaki kıdemli atalar partisine bir hasta bakıcı BSP kadın başkan seçti. Yeni başkan Korneliya Ninova, ideolojisi sosyalist demokrasi olan ama 1945 1989 arasında uygulamada totaliter rejime dönüşen ve özellikle de demokratik güçlere ve azınlıklara zulüm uygulayan bu partinin, Bulgaristan Komünist Partisinin devamı olduğunu bile bile bu görevi üstlendi. Yeni çok ince planlar yapılıyor. Avrupa Birliği insansız, daha doğrusu gençsiz kalan bir ülkeye yatırım yapmam derken, bizi kastediyor. Gençsiz kalan bir memlekette yaşamak oldukça zor! 250 bin üyesi genelde köylere çekilmiş ve umutla umutsuzluk kavgasında yenik düşmüş BSP zor günler yaşıyor. Partide düşünebilen adam kalmadığı dikkati çekiyor. 14 ay Başkan olan içkicilerin başı Minkov, fırsat buldukça içmekle vedalaştı ama partiye çeki düzen veremedi. Birçoklarının komşularına dahi doğru dürüst söyleyecek sözü olmayan, eski tüfek Bulgar komünistler, gönüllerince olsa da olmasa da, 2004’te NATO ve 2007’de Avrupa Birliği üyeliğinden, ülkeye birkaç Amerika üssü tesis edilmesinden sonra “su akar yatağını bulur” atasözüne inanmaz oldular. Onlardan biri olan şimdiki Başbakan Boyko Borisov, Putinci siyasetin Bulgaristan’a basmadan Balkanlara girip hakim olamayacağını bildiğinden naz yapıyor. Karadeniz’de Türkiye, Romanya, Ukrayna, Bulgaristan anti-Rus askeri deniz ortaklığına “girmem” demeye başladı. Halk bu “nazın” kaç hafta süreceğini öğrenmek istiyor. Yoksa bu nazlı davranış GERB’in kuyusunu kazabilir mi? İlk Bulgar Sosyal Demokratı, Petersburg ekolünden gelen ve Bulgaristan sosyalist hareketine bilimsel ideleri saçan üstat Dimitır Blagoev’in başını çektiği hareketin “dar sosyalistler” (komünistler) ve “geniş sosyalistler” - (sosyal demokratlar) olarak ikiye bölünüşü. Birinci Dünya Savaşı öncesine rastlar. İki büyük savaş arasında Bulgaristan İşçi Partisi adıyla ayakta kalan bu parti, ikinci Büyük Savaştan sonra Stalinci tıp komünist partisi oldu.


Makale ve Analizler - 2016

65

Ektiğini biçen ve biçemediğini de ateşe veren Bulgar komünistler, 1989’un 10 Kasımında iktidardan yıkılırken “bizden sonrası tufan” inancıyla tarımda kooperatifçiliğini yok etti. Endüstride de bizden size bir şey kalmaz, dediler. 45 yıllık emeğin ürünlerini hurdaya çıkarıp yok ettiler. Hangi ismi aldığı, Komünist Enternasyonale mi yoksa sosyalist Enternasyonale mi katıldığı tamamen önemsiz olan, bu partinin güncel Bulgaristan yaşamında ve tarihinde yeri olmadığını her seçimde küçülmesi kanıtlıyor. Bulgaristan Müslüman Türkleri ve totalitarizmde isimleri değiştirilmiş, dinlerine saldırılmış, ana dilleri, ahlak ve kültürleri, geleneksel medeniyet çizgileri değiştirilmiş olan etnik azınlıklar 1990’dan sonra BSP’ye üye olmadılar, oy vermediler, inanmadılar, inanmıyorlar. Ne yazık ki, tarihle hesaplaşmada, Bulgaristan Müslümanlarını temsil etme hakkıyla kumar oynayan Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) ve bu parti Müslümanların öz davasına ihanet eden lideri Ahmet Doğan, tüm soydaş ve kardeşlerimizi son 26 yılda defalarca kullanmayı başarmıştır. Bulgaristan Türklerini, BSP’nin yok olmasını, erimesini engelleme siyasetine alet eden Doğan, 2002 yılına kadar parti örgütlenme sekreteri görevinde bulunan Osman Oktay’ın da itiraf ettiği üzere, Hak ve Özgürlükler Partisi Bulgar siyasi polisinin bir tasarısıdır. Partiyle ilgili Moskova’nın dış casusluk servisinin (KGB) onayı alınarak, Bulgar gizli polis DS ajanlarının eliyle gerçekleştirilmiştir. Bu ajanların başını çekense, özel eğitim almış olan Ahmet Doğan’dır. Partinin 4 Ocak 1990’da Varna’da kurulması bir siyasi projedir. Bu hamlenin özünde olan, Bulgaristanlı Müslüman Türk seçmen kitlesinin Bulgar anti-totaliter demokratik muhalefetiyle ve özellikle Demokratik Güçler Birliği (CDC) hareketiyle birleşip kaynaşarak BSP partisini ezme planını durdurma ve sımsıkı gemleme hesapları vardır. 1990’lı yıllarda bu plan başarıyla uygulandığı gibi, 1991 - 1992’de Filip Dimitrov’un; 1995 - 1997’de Jan Videnov’un; 2001 - 2005’te Simeon Sakskobourggotski’nin; 2005 - 2009 yılları arasında Sergey Stanışev’in ve 2013’te Plamen Oreşarski’nin başbakan koltuğuna oturabilmesinde “koltuk değneği” rolü oynamış ve kullanılmış olmasıdır. 1945 - 1989’da totalitarizmle nitelenen dönemin devamı olan şu iktidarlar sosyalist partiye nefes aldırmış, güç toplama çabalarını yenilemesine olanak vermiş, hatta defalarca iktidar olmaya fırsat bulmuştur. Bu çabaları çeyrek yüzyılda yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de defalarca yaşadık. 1990’dan beri Bulgar Cumhurbaşkanlarının hepsi Müslüman Türklerin ve azınlık toplulukların oylarıyla hep 2. turda seçilebilmiştir.


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1990 - 1997 yılları arasında Demokratik Güçler Birliğinden Cumhurbaşkanı olan Jelyü Jelev; 1997 - 2002 yılları arasında Demokratik Güçler Birliği’nden Cumhurbaşkanı olan Petır Stoyanov; 2002 - 2012 yılları arasında Bulgaristan Sosyalist Partisi’nden iki dönem Cumhurbaşkanı olan Georgi Parvanov ve 2012’de bugüne kadar tek dönem Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşları (GERB) Cumhurbaşkanı olan ve Avrupa ve Atlantik yanlısı bir siyaset izleyen Rosen Plevneliev de ikinci turda soydaşlarımızın ve Türk seçmen kitlesinin oylarıyla göreve başlayabilmiştir. 6 Kasım’da Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı seçimi yapılacak. Henüz ciddi bir aday soyunup sahneye çıkmadı. Sanki tüm iç olaylar dış faktörlerin etkisi altında. Bugün İngiltere’de “AB’de kalalım mı, yoksa çıkalım mı?” halk oylaması yapılıyor. İngilizlerin alacakları karar ne olursa olsun, bugün Bulgar Cumhurbaşkanı Plevneliev “AB parçalanırsa savaş olur!” deyince, tüylerin diken diken oldu. Bu sözler, Bulgaristan ve birçok başka AB ülkesinde totalitarizmin can olduğuna işaret eden, yeraltından gelen bir uğultudan gelen sedadır. Orta noktayı bulmak son derece zor! Yaklaşan seçimler için Cumhurbaşkanı adayı gösterilememesinin nedeni de budur. “Seçim yasasında değişiklikler yapılmasının” nedeni de budur. Müslüman Türklerin yeni bir cesaretle dirilmesinden korkuyorlar. Burada dikkati çeken özellik (Cumhurbaşkanlarından Jelev, Stoyanov, Plervneliev) örneklerinde sağ; (Avrupa Birliği, NATO ve Birleşik Amerika’dan yana) hem de (Parvanov) kişiliğinde Moskovcu sol siyaset çizgisinde olsa da, her defasında HÖH seçmenin kitlesinin oylarının kullanılmış olması çok acı veriyor. Bir insan kaç defa aldatılabilir? Biz daha ne kadar aldatılacağız? Bizi hatırlayanlar aldatılan kuşak olarak mı anımsayacak? İşte bu durumda, Doğan’ın, Sofya “sarayında” kardeşlerimizin ve soydaşlarımızın ardından bir tek kendi çıkarlarını gözeterek bizim adımıza defalarca oy pazarlığını yaptı, kendisi için koparabildiğini kopardı. “Tzankov Kamak” baraj inşaatından ceplediği 1 milyon 250 bin leva. Karadeniz kıyısına kondurulan lüks köşkler. Avrupa Birliği para fonlarının dağıtımında son söz sahibi olmayı elde etmek ve zavallı insanlarımızın lokmasından koparabildiği kadar koparmak, işte bu biz seçmenlerden Türkiye’de ve Bulgaristan’da HÖH isteğine uyarak verdiğimiz oyların getirdiği büyük nimetler arasında yer aldı. Bunların hepsi güzel de, bu “lider” bizim temsil ederken hep kendini ve beslemelerini düşünmesine son verme zamanı geldi. Şunu yazarken utanıyorum. Halkımızın ektiği tütün küflenmeden alınmazken, kimseyle sözleşme imzalanmak istenmezden, binlerce


Makale ve Analizler - 2016

67

dönüm tütün diktirip toplatın yüksek fiyattan satan büyük ölçekli sömürgeciler belirdi, insanımızın damarına kene gibi yapıştı ve emdikçe ediyorlar. Bu eziyetlerin eziyetinin son şeklidir. Türkiye’deki ve özellikle de Bursa’daki soydaşlarımızı temsil eden dernekçilerin kafasını iyice çelerek 26 yıldan beri göçün sürüp gitmesine, (toplam 710 bin kişi göç etti) ata topraklarımızın boşalmasına ne deyelim? Böyle bir körlük ne tavukta ne de koyunda var.... HÖH liderleri, ihanete dayanan siyaseti aydınlarımızı baba ocağımızdan kovabilmek için durdurmadı. Hak ve özgürlüklerin özünü, anlamını çarpıtarak bize karşı kullandılar. Vatanı terk etme zorunda bırakılanların yurtlarından kaçmak zorunda kalmaları özgürlük ve insan hakkı olarak idrak edildi. Bütün bu yıllar içinde tarihsel geçmişimize, gördüğümüz zulme, verdiğimiz kurbanlara, bir türlü savmayan ve unutulmayan çilemize rağmen, oyumuzu BSP’li Başbakan Sergey Stanışev ve BSP’li Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov vermek zorunda bırakıldık. Bize zulmedenlere, terör rejiminin devamcılarına, adaletten yana tavır almanın ne olduğunu bilmeyenlere, Müslüman Türklerin insan haklarını bile tanımak istemeyenlere vermek zorunda bırakıldık. Bu kargaşalığın, aldatmacanın zirvesi ise, şimdiki DOST Genel Başkanı, eski HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın BSP Genel Başkanı S. Stanişev’le “Kartal Köprü”de öpüşmesi oldu. Asla unutulamayacak anılar, beklemediğimiz olaylar oldu. Biz yeni kötülüklerin gelmemesi için çaba göstermeye devam ediyoruz. Gelelim bugünkü gelişmelere: Biz, Müslüman Türkler, T.C’deki soydaşlarımız bir daha BSP çıkarları için kurban edilmek isteniyoruz. Bu defa, olay çok uzaktan planlandı. HÖH partisinin 17 Aralık 2016 “sarayda” düzenlenen kalabalık yılbaşı kutlamasında kundaklandı. Parti Genel Başkanı ve arkadaşları partiden atıldı. HÖH “bilmem kaçıncı defa” parçalandı. 26 yılda toplam 400 bin kişi partiden uzaklaştı. Her uzaklaşma bir tövbe oldu. Cehennemden karış gibi bir şey oldu. HÖH’ ten ayrılma süreci hızlanarak ve yoğunlaşarak devam ediyor. Bu, Bulgaristan Müslüman Türklerinin hak, özgürlük, adalet ve demokrasi davasına yüz çevirdiği anlamına gelmiyor. Unutulmamalıdır. Partiden bir defa çıkan bir daha geri dönmedi. Dönmek istemiyor. Dönmeyecektir de... Bu hainler bizi her şeyden ve her yerden kaçmaya alıştırdılar, evimizden kaçıyoruz, vatanımızdan kovulunca kaçıyoruz, yönü belli olmayan bir yöne kovuluyoruz. 800 yıllık bir çınarı yıkmayı başardılar. Dallarını kıyım kıyım kıyıyorlar. Birlik olup direnmeliyiz. Biz Bursa’da, Kemallerde, İzmir’de, Ak Kadınlar’da, İstanbul’da Cebel’de, Koşu Kavakta, Mestanlı’da, Kırcaali’de ve daha her köy ve kasabada beraber olup karar aldığımız bizim adayımıza oy vermeliyiz. Unutmayın Ahmet Doğan’ın emrettiği satılmış kişilere değil, Mustafa Karadayı’nın ağzından gevelediği kişilere


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

değil, kendimizin, derneklerimizin, federasyonlarımızın ortaklaşarak gösterdikleri adaya oy vereceğiz, oy vermeliyiz. Halkımız Ahmet Doğan sözünü işitmek istemiyor. Yeni bir nitelik, kimliğimizi sergilememizin yolu budur. Ve esef ederek yazıyorum, başka bir yol yok. Biz aldatıldık ve aldatılmış olduğumuzu yenerek, mutlaka yeni bir yol izlemeliyiz. Bugün bu direncin yapılacağı bir tek yer var, sandık başıdır. Bu hassas bir konudur. DOST’un BSP’yi kurtarmak için ortaya sürüldüğü görüldüğüne göre, birlikte düşünelim, ortak karar alalım. Hiçbir kapana düşemeyiz! Lütfi Mestan HÖH’ten neden mi atıldı. Partimiz parçalanınca Bulgar parlamentosuna giremeyecek. Bu gidişle baraj altı gelecek. Bir taşla iki kuş vurmak istiyorlar. Hem HÖH hem de DOST meclis dışı, yani politika dışı kalmış olacak. Bulgaristan Müslüman Türkleri siyaset dışına itilecek, “siyasi köle” yapılmak istiyorlar. Ancak başkalarının gösterdiklerini, başkalarına hizmet edenleri, bizden olmayanları ve bizim menfaatlerimize hizmette bulunmak akıllarının ucundan bile geçmeyenleri seçmeye zorlanacağız. Yeni bir yalan dolan sayfası açılacak ve asla kapanmayacak. Ve bir daha biz, milyonlarca kişi olmamıza rağmen, siyasette bir renk, bir fırça darbesi bile olamayacağız. 1989 Mayıs ayaklanmasından sonra Bulgaristan Türk Müslümanları ruhu ezilecek, göçle parçalanıp güçsüzleştirilmelerinden sonra, sonrasız olarak vatansız bırakılabilmiş olacaklar ve Ahmet Doğan stratejik planının bir halkası daha gerçekleştirilmiş olacaktır. Bugünkü koşullarda bu planın ana hedefinde, BSP’nin meclisteki ikinci yerini korumak var. HÖH parçalanmamış olsaydı, Bulgar parlamentosunda 2. parti ve ana muhalefet durumuna yükselecekti. İşte bu yapılırken bu defa Lütfi Mestan ve arkadaşları kurban edildiler. Olay bu kadar basit! Şimdi DOST partisi mahkemede tescil edilmiyor. Oyunlar dönüyor. Belki de DOST partisinin mahkemeye sunduğu evraklarda işlediği siyasi hedefleri ele alırken Bulgaristan’da “böyle siyasi problem yok” deyip tescil işini çok uzak belirsiz bir tarihe erteleyebilir. Bu gidiş o gidiştir. Sonuçta, HÖH meclis dışına itilecek, DOST siyasi hayata katılamayacak, umudu burnunda sokakta kalacak ve sonunda BSP mecliste 2. parti kalacak ve yok olma tarihini biraz erteleyebilecektir. Böylece hem HÖH hem de DOST meclis dışı kalacak. Bulgaristan Türklerinin siyasi hayatın dışında kalacaktır. Göçmen soydaşlarımız da pek tabii... Bütün bu olaylar, çizilen iğrenç planlar, zorlamalı uygulamaların hepsi bir yılan deliği olan “saray” dan gelen kokular, ssısmalar, tehditler ve hesaplaşma


Makale ve Analizler - 2016

69

kurgularıdır. Bizimle 138 yıldan beri hesaplaş ılıyor. Başa çıkamadılar. Çıkamayacaklar. Ahmet Doğan hainliği 26 yılda çökertildi. Başınızı kaldırın!

Ders Almayız!

Hamiyet Yıldırım Çakır-31.Temmuz.2016

Konu: Çocukluğumdan aklımda kalan bir masaldan esinlenerek yazdım bu yazımı. Cumartesi akşam, toplanmışız Memetali Erbil’in “Çarkı Felek” programı dönüyor duvarda, yarışmacı oğlanın Varna’da okudum sözleri, kulak perdemi açtı. Başımı çevirdim, Ersin isminde bir genç, sesli ve sesiz harfler arasında ayrım yapamıyordu. Sunucu, “Nerede okudun?” sorusunu yineledi. “Bulgaristan’da, Varna’da!” cevabını alan Erbil, kendi usulünce “Dobrovski” sayfasına geçti, bildiklerini döktükten sonra, “Sen Bulgarca biliyor musun?” sorusunu sormaktan kendini alamadı. “Balgarski razbiram.” (Bulgarca biliyorum) yanıtını alınca, o dalgasını geçerken, Bulgar dilini bilen cümle alem, 5 sene Varna’da okuyan Ersin’in Bulgarca bilmediğini hemen anladı. Çünkü Bulgar dilinde söz dizimi dilimize göre terstir ve onun “Az razbiram Bılgarski” yani (Ben biliyorum Bulgarca) demesi gerekiyordu. Olabilir ya bu inceliğin de farkına varan zeki sunucu hemen yapıştırdı: “Sen liseden sonra mı gittin Varna’da yüksek eğitim almaya?” Gelen şimşek cevapsa herkesi pes etti: “Ben lise okumadım!” dedi Ersin. Kasnak vuruşları hep belden aşağı olan usta sunucu “anlaşılmayan bir şey kalmamıştır” anlamında kaş göz işaretleriyle olayı müzik ve alkış tufanına boğdu, ama ben gibi seyirciler donup kaldık. *** İstanbul’a geldiğimiz yıllarda lise çağındaydım. Otobüsten Beyazıt’ta indiğimizde annemi elinden çeker, ne yapar yapar “Çemberlitaş”taki Türk Kültür Merkezi’nin yanından geçirken duvarlara asılmış afişleri okurdum. Bir defasında bu afişlerin birinde lise diploması olmayan gençlerin de Bulgaristan Yüksek


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Enstitülerinde ve Üniversitelerinde okuyabileceğini okumuştum. Afişte yıllık ödenekler vardı. O zamanlar cebimiz boş olduğundan Dolar üzerinden fiyatlar aklımda kalmamış. *** Mehmet Erbil’in kamuoyuna tanıttığı Ersin siması, ana ve ilkokulunu özel okulda okumuş, FETÖ kayığına atlayıp gençliğini Varna’da yaşamış, askerden kaçmış, vatan sevgisi üstüne yalnız dalgalarla konuşmuş ve sonunda sesli ve sessizleri birbirinden ayıramayan, dış ülkeden yüksek lisanlı bir parlak Türk genci olmuş. *** Hangi düğmeye bastığıma bakmadan kanaldan kanala zıplarken Türkiye Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın aynı saatte “ATV ve a haber”e konuştuğunu görünce durdum. “Bize bu FETÖ işini 20 sene önce anlattıklarında kulak asmadık” diyordu. “Virüsten tümör olduğunu, metastaz ettiğini, kim o-tedavi ve radyo-tedavi yapacağız,” diye içine düşülen bir çaresizlikten söz ediyordu. *** Ersin takıldı aklıma. Ayın on dördünde bir oğlan. Parlak bir kader yaşıyor. Türk milletinin istikbali için dudağında, gözünde, kulağında, kalbinde olan o tedavisiz tümörün Türk halkının istikbali için ölümcül olduğunun farkında bile değil. Hatta o bu parlaklıyla gururlanıyor. Sessizlerle seslileri birbirinden ayırt edememesi onun için hiç de önemli olmamış ve bugün değil. Yüzde yüz Varna’da derse girmeden, Bulgar dilini öğrenmeden, hatta hocalarının ismini bile öğrenmeden satın aldığı diplomasını YÖK’te onaylatmış ve Ankara’da Bakanlıklardan birinde Müsteşar yardımcılığına başvuru yapmıştır. Bu olay kalbimi cızlattı. Yaktı demiyorum. Kucaklamak istediğimiz gerçeklerin kalbimi sıkması çok acıtıyor. 1600’lerde hiç kimsenin hatırını kırmamak ve amansız eleştirdiği insanların hep dostu kalmak için olayları hayvan ve haşarat hikâyeleri ile anlatan unutulmaz La Fontaine’yi ve onun “Kırlangıç ve Küçük Kuşlar” eserini hatırladım. Ders verici yanı yürekler yakıyor. *** Kırlangıç ve Küçük Kuşlar Akılı oluşuyla ünlü bir kırlangıç varmış. Bir gün bu kırlangıç, köylünün birinin tarlasına kenevir tohumu ektiğini görmüş. Kırlangıç, küçük kuşları çağırıp “bakın bu adam sizin kuyunuzu kazıyor, size tuzak hazırlıyor” demiş. “Bu ada-


Makale ve Analizler - 2016

71

mın başınıza ektiği tohumlar başınıza çorap örecek. Bunlardan yapışkan macun yapılacak, ip, sicim, kafes yapılacak ve bunlarla sizi birer birer avlayacak. Kiminiz kafese, kiminiz tencereye girecek. Sizin sonunuzu hazırlayacak olan şu kenevir tohumları bitmeden, büyümeden, daha nazikken yiyin” demiş. Ama küçük kuşlar, bilge kırlangıcı dinlememişler. Kenevirler büyümeye başlamış. Kırlangıç küçük kuşları gene uyarmış. “İş işten geçmeden, başınıza bela gelmeden şu körpe kenevir yapraklarını yeyin bitirin, tehlikenin önünü alın” demiş. Bilge kırlangıcın sözünü tutacaklarına ona kızmışlar. “Ne şom ağızlısın” demişler. Bu arada kenevirler büyümüş. Kırlangıç kuşları bir kez daha uyarmış. Demiş ki, “Kötü tohum yurdumuzda aldı yürüdü. Bugüne kadar bana inanmadınız. Kötü insanlar bizi avlamak için dağda bayırda ağlarını kurmuş. Yuvanızdan hiç çıkmayın, ya da başka yere göç edin. Ama siz küçüksünüz, çölleri denizleri geçemezsiniz. Yeni dünyalar aramak size göre değil. Yapabileceğiniz tek şey, duvar deliklerine saklanmak.” Kuşlar kırlangıcı dinlemekten yorulmuş, cıvıl cıvıl ötüşüp durmaya başlamışlar. Sonunda kafesler kuşlarla dolmuş. La Fontaine, 500 sene önce sanki bugünkü halimizi anlatmış. İsterseniz şimdi, yüreğiniz varırsa, bunu günümüz Türkiye ve Bulgar toplumlarına, hâlimize uyarlayalım. *** “Hayırla Hayır yaktı beni cayır cayır!!” diyor sevilen şairimiz Naim Bakov Tuna boylarından. Ve haklı. Bizden istenen hep hayırdı. Biz de bir defa gittik kapılarına ve bize: “Sen bana ne vereceksin? Ben senden ne alacağım?” dendi. Bu soruların ikisine de cevap veremedim, çünkü benim hayırdan başka verebileceğim hiç bir şeyim yoktu. *** Akıllı oluşuyla ünlü kırlangıç ayarını toprak ve havanın kokusuna göre yapan Türk halkıdır. Biz bu kokunun bozulduğuna şahit oluyoruz. Tarih boyu aldanmamış, aldatılamamış halkımız artık aldatılabilir duruma, uyutulabilir duruma geldi, hayallerin hamalı olmaya başladı. Milletimizi tehlikelere karşı uyaran, olumsuz kötü gidişatı önceden haber veren ve tedbir alınmasını isteyen, milletimizin vicdanı olan Aydınlarımız, millete örnek olan, önder, kılavuz, yol ve yön gösterici olan bilge tabaka dikkate alınmaz, sesi duyulmaz oldu. Memleket FETÖ’cü doldu, cepleri camilerde doldu, yol kesen çetesi oluştu, güneşi balçıkla sıvamaya kalktılar. Gazete-


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ler, dergiler, kitaplar, TV’ler, radyolar ve daha neler neler hep onların oldu ve masalar köfte doldu. Onlar sözde bedava dağıttıkları “Zaman Bulgaristan” gazetesinin parasını pastacılara yaşlıların emekli maaşlarından kestirecek kadar ileri gittiler. Şükür çok şükür çok kalabalıktık ve bizi bitiremediler. Vatan bildiğimiz, terimizle suladığımız ata toprağımıza hizmet ettik bilmem ne dediler. Bize kül atarken kendi çirkefliklerini gizlediler. Toplumun çöplüğünü karıştırdılar ve halkımızın gözünü oyacak kadrolar yetiştirdiler. Mutluyuz. Başkaldırdılar ve yenildiler. Hainlerin vatanı olmaz. Çok kalabalaştılar artık Hainler Mezarlığı var. Vatana, bayrağına, Türkçemize, Türk kültürümüze, İslam dininin asil özüne, tarihimize, Ata türkümüze, şiirimize, edebiyatımıza, ozanlarımıza, örf ve adetlerimize laf ettiler, halk dinimiz değerlerine, özgün kültürümüze, ordumuza peşkeş çektiler ve tümümüzü yabancılara yem ettiler. Türk kimliğimizin yağmalanmasına yol açtılar. Anadilimize, ata toprağımıza, Türk kimliğimize sahip çıkamayan yalakalar Türk aydını olamazlar, Hemen daha şimdi sahneyi, camileri, okulları, dernekleri ve dergâhları boşaltmalıdırlar. Onlarla birlikte secdeye duran artık bizden olamaz. Fe Fontaine eserinde köylünün tarlarına kenevir tohumu ekmesinin karşılığı da özellikle Türk tarlasına, ata-vatanımıza, kadim Türk vatanına, hele de 1878’den sonra Türk milletini avlayacak fitne fesat, kötülük, ayrılıkçılık, sahte din bilgisi, yalan dolanı taç eden,, gâvura tapanlar, gâvurun aklıyla hareket etme, onun vaatlerine inanma, parasına tapma, yalanlarına kanma, misyonerlik tohumları ekilmesidir. 138 yıldan beri onlar bizi avlayıp kıskıvrak yakalayıp yok edecek tuzak tohumları saçtılar. 6 defa paketlenip sınır dışı edilmedik mi? Büyük Göç bir tuzak değil midi? Dışarıdan Ruslar, yeri geldikçe İngilizler, Fransızlar, Almanlar hep bizi vatanımızdan kovmak isteyenlerin değirmenine su taşımadılar mı? Ve bugün de Hak ve Özgürlükler hainlerini ve diğer yalayıcıların eliyle tarlalarımıza (vicdanımıza) Türk kimliğimizi, Dini Kimliğimizi, Avrupalı kimliğimizi, geçmişimizi ve geleceğimizi yok edecek kenevir tohumları ekiliyor. Camilerde Türkçe konuşulmayacak isteğine kulak verin. Mikrofon kullanamazsınız. Hoparlörde ezan okuyamazsınız isteklerine şaşmayın, bunlar hep kenevir tohumlarıdır. Bizde 26 yıldan beri ekilen kenevir tohumlarını sıralayalım: Sahte demokrasi! Sahte pazar ekonomisi! Totalitarizmi ve komünizmi sökme konusuna değinmemek; “soya dönüş” zulmünden suçluları tutuklayıp yargılamamak. Önemli konularda susmak! Meclisi polis ajanlarıyla işgal etmek! Demokrasiyi felce uğ-


Makale ve Analizler - 2016

73

ratmak! Ne olduğu belli olamayan zamanını yaşamış liberalizmi aşılamaya çalışmak! Dinsizlik ve dinler arası diyalog telkin etmek! İftar sofralarımızda papazları baş tacı etmek! Gerçek Müslümanlara karşı düşmanlık püskürmek! Halk geleneklerimizi değiştirmek! Türk kimliği düşmanlığı yaymak! Ötekileştirme siyasetine katılmak! Türkleri devlet bünyesinden sökme siyaseti izlemek. “Bulgar Etnik Modeli” Müslümanları “seçim kölesi” haline getirmek! Sorosçuluk, NATO’culuk, ne olduğu belli olmayan batıcılık, Putincilik, “fil” ve “fob” furyası. Türk ve Türkiye düşmanlığı; genellikle baştan sona bütün etnik siyaset, dil yasağı, din yasağı, etnik kültür yasağı, mitinglerde ana dilde konuşma yasağı, camilerde Türkçe ibadet etme yasağı, Türkçe gazete kitap yasağı vb. Bu tuzağa düşürülen insanlarımızı taş kafa durumuna getirip, Türklüğümüzü ve Türk kimliğimizi unutturma; insanımızdan Türk ve Türklük, Müslümanlık ve İslam düşmanı kadrolar yetiştirme; insanımızı öz kimliğine, bir çok yerde ana ve babasına düşman etme siyasetini özendirme; kuşaklarımızı birbirine düşürme; Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimizi Türkiye’ye göç eden yakınlarına düşman etme propagandasına alet olma; hepimizde sonsuz bir kaynak olan Türk kimliği ruhu varken, “liberal”, “enternasyonal”, “global”, “halklara özgürlükçü demokrat” falan gibi anlamsız, ucube kavramlarla tanımlanmayı kabul etmeye zorlanmamız unutulmamıştır. Küçük kuşların kırlangıcı dinlememesinin sebebi nedir. Türk aydınlarını dinlememekte ısrar edenler var. Şunun şurasında BG-SAM Bulgaristan Stratejik Araştırma merkezi ekibi her gün araştırma yapıyor, her olayın kabını soyup içindeki taneleri birer birer ele alıyor, değer yargılarına yeni çz kazandırmaya çalışıyor, her an ve her yerde halkın yanında olmaya çalışıyor, kaç kişi kalkıp da iyi yapıyorsunuz, dedi? DOST partisi Başkan Yardımcısı halk toplulukları karşısına çıkıp “Büyük Göç”ün Peygamber öncülüğünde Mekke’den Medine’ye göçle mukayese ediyor, tamamen saçma yorumları şişirip şişirip balon gibi salıyor. Dezenformasyon adıyla yaygın olan yanlış haber yaymak suçtur. Türk düşmanı etnik siyasetçilerin değirmenine su taşıyoruz. Gerçek Türk aydınlar mikrofon başına davet edilmiyor. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin ruhu oyuluyor, medeniyeti ellerinden alınıyor. Razgrad Merkez Camisi yıllardan beri onarılamıyor. Bir kolundan UNESCO tutmuş, bir bacağından Kültür Bakan Vejdi Raşidov çekiştiriyorlar ve yıkılmasını bekliyorlar. Sofya “Banya Başı Camii” onarımı henüz bitmedi. İskeleler kaldırılmadı. Pencere altı ana taşların kayıp düşmüş, dikkati çekiyor. Bilemiyorum, paralar mı yanlış sayılıyor, aydınlarımız her işten uzak mı tutuluyor,


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

her işimizi FETÖ’cülere vermek mecburiyeti mi var....anlamak güç, ortada rezillik diz boyu. Bizim kendi aramızda dürüstlük kapışması var... Bu gidişle kültürü, dili, dini, maddi nimetleri, ruhu, her şeyi elinden alınmış bir halk topluluğu olma tehlikesiyle yüz yüce geleceğiz. Birisine bir şey söylüyorsun kötü oluyorsun. Birkaç yıl önce Sofya Başmüftülük Binası onarıldı. O şehrin yerlilerinden Hikmet Efendi her sabah herkes uyurken “Bratya Miladinov ile Pirotska” sokağı kavşağına gelip uzun uzun binaya bakıyordu. Sonra telefona sarılıp Baş Mühendis Tuğrul Beyi çağırıyor, burası yıkılsın, şurası sökülsün diye sitem ediyordu. Aynı işi kimse anlamadan üç defa yaptırdığını anımsıyorum. Şimdi, artık Hikmet Efendi’ye Başmüftülük binasına girmeyi yasaklamışlar. Gerekçe: müftülükte Türkçe konuşuyormuş... Şimdi artık dinleyenler iyice azaldı. Küçük kuşların kırlangıca “Ne şom ağızlı bir adamsın” dedikleri gibi, artık iyice taş kafalaşmış bir kesim, Türk aydınlarına “sen paranoyaksın, korkular üretiyorsun” alay etmeye kalkıyorlar. Ahmet Doğan korku makinesine elektrik veriyor ama telin içinde cereyanı görebilen yok... Türklüğümüzü oluşturan her unsuru budamaya hazırlanan milliyetçi ırkçı kesimin tarladaki darılar gibi büyüdüğünü, örgütlendiğini, birleştiğini, Cumhurbaşkanlığına uzandığını, son aşamada analarımızın başörtülerine el atmaya çalıştığını, yarın keşkek pişirmeyeceksiniz, kurban kaynatmayacaksınız diye kazanlarımızı toplatmaya hazırlandıklarını görmeyenlerin gözlerini, vinçle açmak mümkün olmayacak. Akıllarında varsa yoksa Umre, Hacılık.. Yakında Suudi Arabistan’a gidip Kral’la konuşmak ve umre ve hacılık için halka yardımı dokunmayan, Tümlüğünü satan, Müslümanlığa ihanet edenlere “vize” verilmemesini rica etmek istiyorum. Hac işi para kazanmak için bir iş olmamalıdır! Biz Bulgaristan Türkleri “oh her şey ne güzel, her şey çok iyiyte gidiyor, her şey gittikçe gelişiyor, ilerliyor, ekonomi artıyor, şu oluyor, bu oluyor” sözlerine tokuz. Bu sözlerin ardında, yöneticilerin vur çatlasın, vur oynasın, ye iç eğlen, gez toz havası gizlendiğini biliyoruz. Bu sözler, çürüyüp yok olmanın kılıfıdır. Cahillik tohumları ülkemizin dört bir yanını sardı. 50 bin Türkiyeli genç şu memlekette sözde okudu, yüksek yetki belgesi aldı da, halkın durumunu değerlendirip, şunu söyle yapalım deyen beş kişi çıkmadı. Yanar mısın ağlar mısın! Avrupa Birliği baskısıyla milli ekonomimiz; misyoner FETÖ faaliyetleriyle dinimiz; basın yayın, sinema, müzik yoluyla özgün Türk kültürümüz, eğitim programlarıyla anadilimiz, Türkçe dışında değişik dil eğitimleri dayatmasıyla anadili-


Makale ve Analizler - 2016

75

miz üzerinde irili ufaklı, saplı sapsız kafesler örülmüştür. Bulgar, Rus ve emperyalizm bizi Türklüksüz bırakmak için dağda bayırda, her yerde, hatta evimizin içinde tuzak kurmuştur. Türkiye’ye göç edenlerimiz bu tuzaklardan kolunu kanadını kurtarabilen kardeşlerimizdir. Nedense her birimizin kapağa sıkıştırılmış ve tuzağa hapsedilmiş olduğumuzu anlamamız zaman aldı. Yeni durumda, Türk olan Türk ya evinden hiç çıkmayacak, damına gömülecek ya da başka yere göç edecektir. Ya da genç Ersin gibi Varna’da Yüksek Üniversite diplomasıyla bom baş taş kafayla dönecek ve Türkiye’nin içinden oyacaktır. En keskin oyma aleti cahilliktir. Oyuk yarası ne yazık ki kapanmaz... Çok üzgünüm, devam edemeyeceğim. Sağlıcakla kalınız!

Bulgaristan 6 Kasım’da Sandık Başına

Levent Rasimov-31.Temmuz.2016

Cumhurbaşkanı seçim tekerleği döndü. Büyükler henüz karar veremedi Milliyetçiler birleşti Son söz Müslüman ve yoksul seçmende Sofya parlamentosu olağan genel Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı seçiminin 6 Kasım 2016 Pazar günü yapılmasını onayladı. Seçimler bütün Bulgaristan’da ve Türkiye Cumhuriyetinde 39 seçim sandığında, Bulgaristan vatandaşlarının kaldığı Avrupa Birliği ülkelerinde, Birleşim Amerika, Kanada, Avustralya’da ve tüm devletlerdeki Bulgar Konsolosluklarında ve açık denizlerdeki gemilerde yapılacak. Birisinin gitme yenisinin gelme zamanı: 2011’de seçilen ve 22 Ocak 2012’de göreve başlayan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in görev süresi 2016’da doldu. O, Bulgaristanlı Türk Müslümanların ve soydaşların da oylarıyla seçilmişti. Son 5 yılda iş reformcu siyasetten yana tutum aldı. Sivil toplum örgütlerinin totaliter - komünist kalıtın sökülmesi, adalet, sağlık ve eğitim başta olmak üzere sosyal yaşamda derin dönüşüm istek-


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lerini destekledi. İşsizlere el uzatan ve sosyal yoksulluğu hafifletmeyi amaçlayan siyaset çizgisinde taraf oldu. O, onun döneminde Bulgaristan’da kabaran ve sağ ve sol cephede örgütlenip meclise ve siyasete giren milliyetçiliği kınadı. Etnik azınlıklardan, onların dil, din ve özgün kültür haklarının verilmesinden, devlet imkânlarından daha geniş desteklenmelerinden yana tavır aldı. Sol kanattan Moskofçu Ataka ile sağ siyasi kanata yerleşen sözde Yurtsever Cephe (PF) ve Makedon İç Devrim Hareketi (VMRO) partilerinin Türkiye’deki soydaşlarımızın genel seçimlere karılmasın kısıtlama getiren yasa değişikliklerine karşı çıktı, veto hakkını kullandı. Plevneliev, kendini aratabilir: Dış siyasette o, Avrupa ve Atlantikçi siyaset çizgisini destekledi. Bulgaristan’ın yerinin Batı Blok’unda olduğunu savundu. Rusya Federasyonu’nun Kırım’ı ilhak etmesini ve Doğu Ukrayna’yı işgalini defalarca kınarken, Karadeniz üzerinden Bulgaristan’a karşı süren gece uçak akınlarının ve siber saldırıların durdurulmasını istedi. Başkomutanlığı süresinde NATO ile bağlarımız güçlendi. Birleşik Amerika bizde birkaç talim merkezi, uçak alanı ve savunma üssü kurdu. O, Balkanlarda daha koordineli bir Avrupa ve Atlantik siyasetinden yana çıkarken, Türkiye ile sığınmacılar konusu da dahil, daha sıkı ve karşılıklı yararlı işbirliğinden yana tutum aldı. 6 Kasımda Bulgaristan’ın Batı’dan yana kararlı, Rusya ile dengeli ve diğer komşu ülkelerle barışçı, işbirlikçi, güvenlik ve refah sağlayacak, huzurlu bir siyaset için oy vermeye gideceğiz. Bulgaristan’da 1913’ten başlayarak hiçbir önemli siyaset ve devlet yöneticisi Müslüman Türk seçmen oyunu alamadan seçilemedi. 6 Kasım 2016 günü ve ikinci tura (balotaja) gidilirse yine bizim oylarımızın belirleyici olması en samimi dileğimizdir. Henüz halka sunulan bir program yok: Seçime 3 ay var. Biz, Deliormanlı seçmenler öncelikle adayların 5 yıllık programlarını görmek, görüşmeler düzenleyerek tartışmak, istediğimiz adayları bölgemize davet edip meydan mitinglerinde kendilerini dinlemek istiyoruz. Dünya değişiyor. Avrupa derin ekonomik ve mali bunalıma paralel parçalanıyor. İngiltere AB’den koptu. Daha önce görülmemiş bir savaş kaçakları ve sığınmacı seli beraberinde terör olaylarını tırmandırdı. Yakın Doğu ve Kuzey Afrika’dan akan sığınmacıların sorunları çözüm beklerken, 20. yüzyılın ortalarında emperyalizmin sömürge sisteminden çözülmesiyle Batı Avrupa’ya yerleşen mültecilerin sisteme adapte olamadığı da ortaya çıktı. Terör faillerinin onlar olduğu gün gibi ortadadır. Fransa’daki kanlı olayların 20 - 30 yıllık geçmişi var. Öçken sosyal sisteme, insan hakları ihlallerine tepkiler artıyor. Bütün bunlar arpa buğday orağını tamamlayan, karpuz işlerine geçen Deliorman’dan Batı Avrupa ülkele-


Makale ve Analizler - 2016

77

rine işe giden kardeşlerimizin boş elle geri gelmesine neden oluyor. Sığınmacılar iş seçmeden boğaz tokluğuna çalışmaya razı olduklarından, bizimkilere sigortalı iş bulup çalışmak imkânsız oldu. Bu bakıma fazla iş gücünün istihdamı açısından bizim için AB üyeliği anlamsızlaştı. Türkiye’de çalışanlarımız giderek artıyor. Seçimlerden beklediğimiz, ekonomik ve sosyal sorunları çözecek, daha iyi bir hayat ortamı yaratma davasına öncülük edecek birini etmektir. Bizde Cumhurbaşkanının her işe karışma ve her konuda son imzayı atma gibi bir işlevi de yok. Hiçbir şey yapılmıyor diyemem. Köyler arası ve köy kent arası bazı yollar asfaltlandı. Japonya’dan gelip bizde sanayi tesisi kuran yatırımcılar aramıza girdiler. Türkiye’den gelen ve sayıları artık 100 bini bulan iş adamı da bize istihdam sağlamaya çalışıyor. Ekonomi Bakanı Lukarski, verdiği son demeçte, Türk sermayesinin Bulgaristan kapısını giderek daha güçlü çaldığını belirtti. Trakya’da dünyanın en büyük hava limanın kurulması, Marmara ile Karadeniz’i birbirine bağlayacak kanalın açılması, İstanbul ile Edirne arasında mesafeyi kısaltan hızlı trenlerin mekik dokuması gibi olaylardan direk etkileniyoruz. Yaşanan 15 Temmuz olayları Türk halkının Büyük Türkiye sevdasından asla caymayacağını doğruladı. Biz, Deliormanlı Bulgaristan Türkleri etkisi çemberinde bulunduğumuz Büyük Türkiye atılımıyla çok sıkı bir işbirliği dönemine girileceğine inanıyoruz. Etnik milliyetçilik yapmayan Türkiye devleti kültürel zenginliğiyle Balkan halklarına gönül ferahlığı veriyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi işte böyle bir ortamda yapılacak. Bizde ardında güçlü bir siyasi parti olmayan hiçbir aday şimdiye kadar seçim kazanamamıştır. İki, şu dönemde Bulgaristan toplumu çok parçalanmış, yakında birleşebilecek durumda değildir. Bölünme sağ ve sol kanat olup, bir de cepheler içi ufalanma var. Siyasi arenadaki 400 partiden sekizi meclistedir. Üç, ne sol ne de sağ kanatta Cumhurbaşkanlığı seçimlerini tek başına kazanabilecek siyasi kişilik yoktur. İlave edeyim, sol cephe oluşturmak isteyen ama yerinde sayan Sosyalist Parti (BSP), ABV ve “21. Yüzyıl” partileri ile anlaşabilirse 15 Ağustosta ortak aday açıklayacaklarını duyurdu. İktidar partisi -Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşlar (GERB) adayını 1 Eylül’den önce açıklamak istemiyor. Seçmenin farklı bir sima arıyor: 29 Temmuzda meclis seçim gününü oylarken yerli sosyolojik ajanslar “Kim Cumhurbaşkanı Olsun!” anket sonuçlarını açıklandı. Başbakan Boyko Borisov’a seçmenin % 35’i “evet” derken % 52’si “hayır” dedi.


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sosyalist Parti lideri Bayan K. Ninova ise % 18 “evet”, % 65’de “hayır” oy aldı. Daha önce yapılan bir ankette ise, “21. Yüzyıl” partisi Başkanı Bayan T. Donçeva Borisov’tan sonra ikinci sırada yer aldı. Seçime giderken siyasi gelişmelerde STK’ların rolü arttı. 20 yıldan beri TV’de Şovmen olan Slavi Trifonov bu seçimlerle birlikte bir de referandum yapılması için 700 bin imza toplamıştı. O, şimdiki Cumhurbaşkanı seçimi ile birlikte yapılacak olan bu halk oylamasına 6 konu getirdi. Bunların üçünü Anayasa’ya aykırı bulan Plevneliev, Yüksek Temyiz Mahkemesine (YTM) başvurdu. Üç soru için oy verilmesine hayır diyen mahkeme, üçüne de olumlu yanıt verdi. Halkın istediği, fakat YTM’nin onaylamadığı 3 soru şudur: Milletvekili sayısının 240’tan 120’te indirilmesi; Seçimlerin elektronik yapılması; İç İşleri Bakanlığı il müdürleri ile İç İşleri Bakanlığı İş Amirliklerine bağlı Belediye komiserlerinin majoriter seçimle oyların çoğunu alarak 2 turda seçilmeleri. 700 bin imza atan vatandaşlar bu isteklerin ülkenin demokratikleşmesi, totaliter sistemin sökülmesi yolunda önemli adımlar olacağı görüşünü savundu. 6 Kasımda, Cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte yapılacak seçimde şu 3 soruya cevap aranacaktır: 1) Milletvekillerinin yalnız majoriter seçim sistemine göre yani 2 turda oyların çoğunu alan seçilir usulüyle seçilmesini destekliyor musunuz? Bu isteğin anlamı seçimlerde parti listesi olmamasıdır. Halkın yukarıdan dayatılan adaylara oy vermeye zorlanmasına son verilmesidir. 2) Seçim ve referandumlarda oy kullanmanın zorunlu olması isteğini destekliyor musunuz? 3) Politik parti ve koalisyonlara devlet yardımlarının alınan oya karşı 1 (bir) leva olmasını destekliyor musunuz? Bu isteklerin onaylanması için Slavi Trifonov ve arkadaşlarının seçimden önce Sofya’da “Kartal Köprü” kavşağında 1 milyon vatandaşın katılacağı bir miting düzenleyeceği duyuruldu. Bulgaristan’da 20 yıldan beri meclise çöreklenmiş totaliter kalıtların işgal ettikleri sandalyelerden kovulması yolunun açılmasında çok önemli bir adım olan STK çalışmaları büyük baskı altında güç topluyor. Bu isteklerin encümenlikle-


Makale ve Analizler - 2016

79

rimiz, öğretmen ve sanat derneklerimiz, kooperatiflerimiz ve Türkiye Cumhuriyeti de soydaş STK örgütleri tarafından desteklenmesi zamanı gelmiştir. Bu işin içindeki kavgada ve şu yazımı yazarken, aklı meşgul eden bir dörtlük var: Alçaklara kar yağıyor Üşümedin mi? Sen bu işin sonunu Düşünmedin mi? Bulgaristan’da şu dönem verdiğimiz mücadele olağanüstü sert şartlarda yol alıyor. Milliyetçi, ırkçı kesim anti-İslam temelinde birleşti. Seçim günü açıklanır açıklanmaz Milliyetçi ırkçı grup ile Reformcu Grup acele edip adaylarını ilan etti. Milliyetçi Irkçı Grupta aşırı soldan (Ataka) partisi ile aralarında eski seçim ortaklığı da olan Makedon İç Devrim Örgütü (VMRO) ve güya Yurtsever Cephe (PF) ırkçı sağ oluşum olarak bir seçim cephesi kurdu. Kimse anlaşabileceklerini düşünmemişti. 5 Yıldan beri aralarında kıyasıya kavga vardı. Cumhurbaşkanı adayı olarak açıklanan isim, VMRO Başkanı Krasimir Karakaçanov - totaliter komünist sivil polisin Komünist Partisi ve gizli servis DS arasındaki kaynaşma köprüsü olan “Altıncı Şube” adlı faşizan oluşumun ajanı olduğu açıklandı. Karakaçanov Bulgar milliyetçiliğin sivri uçlarından biridir. Türk ve İslam düşmanlığında sınır tanımaz. Bu noktada yürürlükteki Anayasa totaliter-komünist rejimin kanlı cinayetlerine katılmış hain ve ajanların devlet görevlerine yükselmesine izin vermemelidir. Fakat Karakaçanov bugün de meclis başkan yardımcısıdır. O, Bulgaristan’da aşırı milliyetçiliğin, ırkçı kesimin teorisyeni ve başıdır. Yıllardan beri, camilerimize ve dini geleneklerimize karşı arasız saldırı siyaseti kışkırtandır. Anadilimizin devlet okullarında zorunlu dil olarak okutulmasına, özgün kültürümüzün gelişmesinin engellenmesine, seçim kampanyalarında Türkçe yasağı ve para cezası getirilmesine önayak olan kişidir. Şimdi camilerimizde mikrofon ve hoparlör kullanılmasını, camide Türkçe konuşulmasını yasak getirme isteyendir. O, aynı zamanda genel seçimlere serbestçe katılmamızı engelleyen, Türkiye Cumhuriyeti’de sandık sayısının 136’dan 39’a indiren yasayı hazırlayan ve iki defa seçime katılmayanların vatandaşlıktan atılmasını isteyen ve ellerinden Bulgar kimlik ve pasaportlarının alınmasını ve emekli maaşlarının kesilmesinde direnendir. Seçilmesi hayatımızı karartabilir. Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan sınırına gerilen 3 metre yüksek, beş katlı tel örgünün 10’ar metre arayla 3 kat olmasında direnen, bu iş için Avrupa


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Birliğinden ödenek talep eden de odur. Bulgaristan’a sığınmacılara, savaş kaçağı girmesini yasaklamaya çalışırken, İslam düşmanlığı körükleyen milliyetçi da kendisidir. Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak ise, Ataka partisi şefi Volen Siderov holiganlıktan yargılanırken savunmasını yapan av. Yavor Nonev’i aday gösterildi. 26 yıldan beri sis perdesi ardına gizlenen Bulgar milliyetçileri artık sahneye çıktı ve iktidar katlarına uzanıyorlar. Dikkat edelim. İsimlerimizi değiştiren toplumsal damar budur. Reformcu Blok’ta durum henüz kesinleşmedi: Merkez sağda 5 siyasi parti ve hareketin birleşmesinden oluşan Reformcu Blok (RB) Cumhurbaşkanı seçimine merkez sağcı kendi adayı ile girmeye karar verdi. Olayı yakından izlemek isteyenler için, 5 partinin çıkardığı ön liste şudur: Vatandaş Komitesi, GEERB partisinin eski Enerji Bakanı Trayço Traykov’u Cumhurbaşkanı adayı, Grozdan Karacov’u da Başkan Yardımcılığına adayı gösterdi; Yeni Bulgar Demokrasisi, Simeon partisinden eski meclis başkanı Prof. Ognyan Gercikov’u Cumhurbaşkanı adayı, istihbarat örgütü DS eski şefi Dimo Gyavurov’u da Başkan Yardımcılığına adayı gösterdi; Bulgaristan Vatandaşları, bir grup entelektüelin adayı olan Prof. Velislav Minekov’u desteklediğini açıkladı. Bulgaristan Çiftçi Halk Birliği (BZNS) Bulgaristan’ın NATO temsilcisi olan Gen. Sıbi Sıbev’e “evet” Özgürlük ve Demokrasi adıyla bilinen Kasım Dal Partisi de, Başkan Korman İsmailov’u aday gösterdi. Bu adayların hiç biri kesin değildir, çünkü Refomcu Blok tek aday üzerinde anlaşma sürecinde tartışmalara devam ediyor. Anlaşılan bu defa Kasım Dal partisi cumhurbaşkanı seçimine kendi adayı ile katılmayacaktır. Müslüman Türkler karar vermek üzere: Yüne 29 Temmuz günü Bulgaristan Yüksek Temyiz Mahkemesi Sorumluluk, Özgürlük ve Tolerans İçin Demokrasi kısa adı DOST partisine Anayasa ve yasalara uygun bir Bulgar partisi dedi. Kayıt yaptırma hakkı tanıdı. Böylece, 17 Aralık 2015’te başlayan siyası gerginlik aşıldı. Sofya Şehir Mahkemesinin ihtimaller sayıklayarak verdiği kararı Yüksek Mahkeme asılsız ve gerekçesiz buldu ve kabul etmedi. Şimdi önümüze, daha önce meydana gelip önümüze dikilmemiş bir durum “ben buyum” deyip geldi dikildi. 710 binimiz Türkiye Cumhuriyeti’de, bü-


Makale ve Analizler - 2016

81

yük bölümümüz Almanya, İspanya, İngiltere, Hollanda, Birleşik, Amerika, Kanada ve Avustralya’ya dağılmışız. Bu yetmezmiş gibi, bir de memlekette, hem de sözde aynı dava uğrunda olup, Doğancı, Mestancı, Kormancı diye üçe ayrılmış bulunuyoruz. Konmancılardan yani Kasım Dalcılar’dan başlayarak açarsak bohçayı, onların koalisyon ortağı ve en yakın dostları olan Güçlü Bulgaristan Partisi Başkanı Radan Kınev’in 16 Temmuz 2016 sabahı “Türkiye’de askeri darbe oldu, soydaşların seçime katılması yasaklanmalı, meclisi hemen toplayalım” dediğini unutmamak gerekir. Şahsen bana sorarsanız, Hak ve Özgürlükler Partisinden (HÖH - DPS) “dosyacıların yanında işimiz olmaz” gerekçesiyle ayrılan bu iki siyasetçi, aslında Türk topluluğu arasında inandırıcı tavır alamadı. Kiminle konuşsak, “ajan olmayan adama Bulgaristan’da parti kurdurmazlar” diyor ve kestirip atıyor. Bir de son izlenimlere bakıldığında, bu sene “iftar sofrası açamayan”, “yağmur duasına” katılmayan, camiye girip çıkmayan, fitre vermeyen, meclise yan gelmiş susarken, Türkçe konuşanı cezalandıran kanun teklifine bile isyan etmeyen bu parti suyunu tamamen çekti gibi. Bilirsiniz, bir fidan dikilirken bir kofa su dökülür. Bu köklen suyudur. Anlaşılan suyun döküldüğü yerde boşluk ve çukur varmış ki, işe yaramadı. Kasım “Opel Jeep”le hava atarken, Korman doğru dürüst bir araca bile binemedi. Türkiye halkının, sivil toplum örgütleri ve tüm göçmen ordusuyla birlikte Başkomutan çağrısına uyarak karşı darbeyi suya düşürdüğü o tarih yazan geceden sonra Bulgar BTV davet edilen Kasım Dal, “Biz, Lütfü Mestanla yani DOST partisiyle seçim ortaklığı yapmayız, o bir ajan” sözlerini kullandı ki, karşımızda yıllardır selamlaşmayan azılı ırkçıların bize karşı kurduğu cephe gözünü çıkaracak. Seçim koalisyonunda buluşamayan siyasetçiler 21. yüzyılda siyaset yapamaz... DOST partisine gelince siyasi pozisyon bekliyoruz. Önce şu iyi bilinmeli ki, oylar HÖH - DPS’den DOST partisine kendiliğinden akmayacaktır. HÖH yönetiminin yerli örgütlerdeki 260 görevli ajanı gece gündüz savaşım veriyor. Köy köy sarıca arı gibi dolaşıyorlar. Her oy için mücadele sanki başladı. Halk onlardan yüz çevirmiş olsa da, yüzlerine yeni maske takmışlar yağlı ballı konuşuyor, kimseye kahve çay ödetmiyorlar.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Karma bölgelerde HÖH’ün saçtığı tohumların hepsi çürüdü demek zor. Türkiye’deki soydaşlarımızın, hele 15 Temmuz uyanışından, hele Bursa’daki FETÖ’cü HÖH’çü tabakanın temizlenmesinden sonra durum değişmelidir. Bulgaristanlı Türklerin FETÖ baskısından kurtulmasını bekliyoruz. Ahmet Doğancı bir siyasi tavır savunan “Bulgaristan Zaman” yayınlarının 6 Kasıma kadar kapatılmasını ve yerine daha objektif bir tavır alan yayınları bekliyoruz. HÖH artık Türkiye’den oy alamaz diyenler burada da çok kalabalık. Yeni Başkan Mustafa Karadayı Türklük bayrağı dalgalandırabilecek bir lider vasıfları taşımıyor. Türk halkı kendine tepeden bakan kimseye oy vermez. Türklerle bir iki yemek yemek Türk kültürüne sahip olmak için yeterli olamaz. Şu da var. DOST partisinde en özlü, en derin düşünceli ve siyasi olgunluk sergileyen kişilik olarak Başkan Yardımcısı Prof. Mariyana Georgieva’yı görebiliyoruz. Başkan Yardımcılığına soyunmuş olan Şabanali Ahmet gibi “siyasetçilerin” - havanda su dövdüğü ortada. Bu tiplerin, Ahmet Doğan sürüsünden geldiği için, havada yağmur yakacak yüreklilikle halk alevini büyük ateşte toplayabileceğine inanmıyoruz. Çöküşümüzü, HÖH idesini, “Bulgar Etnik Modelini” hainler mezarlığına gömecek çok güçlü kişiliklerin halk karşısına çıkması gerek. Kürsüden, yeri göğü inleten gerçek sel halinde akmalıdır. Üç koyun güttüm, masalını anlatanlardan aç, susamış ve suskun halkımızı yönlendirecek, yönetecek çoban çıkmaz. Bulgaristan Türk aydınları arasından, halk davamız, kimlik davamız, var olma atılımlarımız uğruna can vermeye hazır genç lider adayları görmek istiyoruz. Tüm aydınlar seferber edilmelidir! Düne kadar hain başı Ahmet Doğan’a çanak açanlara hiçbir kimse inanmaz. Bu durumun aşılabilmesi için güçlü bir otoriteye gerek var. Parti kurmak bir şey değil. Üç beş verirsin, bir iki el öpersin, biraz da vaatte bulununca olur biter. Önemli olan kurulan partiyi siyasi mücadele arenasına taşımak. Particilik kör sofra başında sohbet edip uyumak değildir. Zaferden zafere koşmak! Beklenen budur. Türkiye’deki çalışmalara gelince: Son dönemde Bursa’da işitilen şudur: “Üflediler söndük, üflediler parladık!” FETÖ’cü ve HÖH’çü siyaset çizgisinden kopamayanlar tavsiye edilmeli ve kitle yeni motorla takviye edilip harekete geçirilmelidir. Biz, bugüne kadar Bursa’da işlerin neden girmediğini biliyorduk. Bursa çok küçük hesaplar peşindeydi. İnsanlarımıza kırıntı toplattı. Osmanlı zamanında topladığı vergileri götürüp hazineye teslim etmeyen ve sonra göç edip çok zengin olanlar değildi mi, 1989’dan sonra gidenlere tütün ek-


Makale ve Analizler - 2016

83

tirip parasını ödemeyenler!? Ahmet Doğanla birlik olup “Philp Morris”ten “Cebel Basma Türün” paralarını İsviçre Bankalarına faize yatıran ve sonra çözmeyelim faizinden zarar ederiz kafasıyla insanlarımızı aç bırakan, hamile gelinlerin kara asfalt üzerinde yatarak grev yapmasına neden olan onlar değimlidir. Uzatmayalım. Gökyüzü en kara bulutlarla kaplı olduğunda bile, güneş bir gün değil her gün doğdu. Bulgaristan dolayında, yorgun ve yoksul insanlarımız etrafında dönen tüm dolapları biliyoruz. İşler yoluna girmez ve Bursalı kardeşlerimiz şekerlemeden uyanamazsa, öyle bir patırtı kopacak ki, 15 Temmuz gecesi gibi hepsi birer birer sokağa fırlayacaktır. Bulgaristan Türklüğü ateşinin kendiliğinden alevlenme zamanı çoktan gelmiştir. Bu önce Bursalılar için de geçerlidir... İstanbul’da BULTÜRK Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği meydanlardadır. Halk etkinliklerinde gece gündüz İstanbul’da başı çekiyor. Gerçekleri halka aşılamak için toplantıdan toplantıya koşuyor. Sağ olsun Başkanımız Rafet Ulutürk’ün bayrak elinden düşmüyor. BGSAM Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi de Bulgaristan’daki seçmenle Türkiye Cumhuriyetindeki soydaş seçmeni bir sandıkta buluşturma çalışmalarına yoğunluk kazandırıyor. Bursa’daki yeni durumda HÖH partisinden tamamen kopma çalışmaları yeni bir aşamaya taşınmalıdır. Bulgaristan’da hak ve özgürlüklerimiz için tek yürek oluşturmalıyız. Cumhurbaşkanlığı seçimleri bir provadır, en az 600 bin oyla milliyetçi cepheyi ve solcuları daha ilk turda sollamak zorundayız. Sözlerimiz Ankara, İzmir ve İzmit için de geçerlidir. Türkiye’deki 710 bin seçmenden en az 400 bin oy alındığı halde biz ikinci Turda Cumhurbaşkanı Yardımcısı görevine talep olabiliriz. En az 1000 (bin) otobüsle Kapıkule’ye yığılıp gücümüzü yalnız Sofiya makamlarına değil, tüm AP yönetimine göstermeli ve haklarımızı fitil fitil söküp almalıyız. Ahmet Doğan yönetimini çöp sandığına atmak için biz Slavi Trifonov’un majoriter seçim sistemi halk oylamasına da oy verelim. Bu seçimde hayatımızı değiştirecek oyun kurmalıyız. Birlikte olmalıyız. Bir yandan Lütfü Mestan geniş kapsamlı ve aydınları kucaklayacak seçim ekibi hazırlarken, köy ve kentlerde yeni bir meşale yakmak zorundayız. Biz birleşmeden, buluşmadan, kenetlenmeden, Çingeneler ve Pomaklar peşimizden gelmez. 6 Kasımda kesin kararlı sandık başına! Kalın sağlıcakla, Devam edeceğiz.


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ağustos Ayı Yazıları Direnme Hakkı Doğal Bir Haktır

Hamiyet ÇAKIR-02.Ağustos.2016

Konu: Azınlıktan bir vatandaşın evini yıkmak ırkçılıktır. Ağustos sıcağında yer gök kaynarken Plovdiv (Filibe)’in Stoliponovo (Yeni Mahalle)’da fokur fokur. Sosyal gerginlik yaşanıyor. Çingenelere “Evlerinizden çıkın, yıkacağız!” diyorlar. Stolipenevo’da 80 Bin kişi yaşıyor. Onlar; Romen - Müslüman Çingene! Ev, yer, yol, su, çeşme kavgaları hiç bitmiyor. 2007’den sonra bir kısmı Orta Avrupa’ya kaydı. Fakat yakında 100 Bin olmayı hedeflemişler. Durmadan plan kovalıyorlar. 11 çocuklu aileler var. Çingenenin en büyük zenginliği evlatları... Bizde bir değiş vardır. “Türk’ün karısına, Bulgar’ın parasına. Çingenenin de çocuğuna ilişme...” Yıllar önce mahallede elektrik çalma maceraları yaşanıyordu. ÇEZ - dağıtım şirketi, varını yoğunu cereyan tablosuna kilitledi, iletkenleri duvarsala sakladı, sayaçları uzaktan kumandalı yaptı. Prizlere dokunanlar birkaç kez “şok” geçirince ve ceza faturaları yağmaya başlayınca su yolunu buldu asayiş sağlandı. ÇEZ pireyi gözünden vurdu. Faturaya itiraz edenlere, belediye temizlik, kazım gibi iş bahaneleri gösteriyor ve para elektrik şirketine ödeniyor. Mahallede ev ve kulübelerin kurulduğu alanın mülkiyeti ya Osmanlı’dan kalma Müftülük malı, vakıf yerleri, eski Müslüman mezarlığı ya da boş alanların bir kısmına belediye “benim” diyor. Hasan Aliev, 20 asma çubuğu dikmiş, yolunu bulmuş tapu çıkartmış ve dozerler kapısına dayanıp kazacağız deyince dava açmış, kaybetmiş ve Strazburg İnsan Hakları Mahkemesi’nde hak arıyor. Kenar köşede eskiden sebze bahçesi olan Bulgarlar da mülkiyet hakkı iddia ediyor ama ellerinde tapu yok. Yaşadıkları kulübeleri savunmak onların doğal hakkı, dünyaya geldiklerinde hepsine soluma hakkı tanıyan Tanrı, mülk edinme hakkı da tanımış ama bir türlü gerçekleştirememişler... Belediye “mahallenin temizlenmesini”, Çingenelerin şehrin muhtelif yerlerine dağılmasını istiyor. Encümenlik planlar çizmiş yol geçirecek, park yapa-


Makale ve Analizler - 2016

85

cak, apartmanlar dikecek fakat önce “sarıca arı kovanı” dedikleri şu Çingene Mahallesini dağıtacaklar, ardından da mali kaynakları bulup işe başlayacaklar. Meriç boyunca uzanan bu kadim şehirde 1878 Osmanlı - Rus Savaşı’nda minareleri göklere uzanan 32 cami, 100’den fazla vakıf mülkü, dükkân, bedesten, medrese ve hamamlar vardı. “Çifte Hamam” bugün de ayakta ve hiçbir Müslüman Çingene evinde hamam olmasa da, kapısında kafa kadar büyük kilit sallanıyor. UNESCO, “Çifte Hamam”ın göbek taşlarını çok beğenmiş ve “benimdir” demiş. 32 camiden 2’si ayakta kalabilmiş. Osmanlı kültür simgesi olan bu eserler, Birinci ve İkinci Murat zamanında dikilmiştir. 1360 yıllarında inşa ettirilmiş “Cuma Camii” bugün de şehrin incisidir. “Muradiye Camii” ise 1425’te inşa edilmiş ve 2008’de İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından onarılmıştır. Trakya düzlüğünün en gözde yöresi olan Filibe ovasında yaşayan 300 bin Müslüman Türk, Rus - Türk Savaşı’nda gelecek kültürel kıyımı sezerek 15 bin kişi kalmış. Göç etmişler, mezarlıkların üzerine bile apartmanlar oturtulmuş. Tüm kötülüklere rağmen, bugün de buram buram Türklük kokuyor bu kadim şehir... Nöbet Tepeye tırmanıp, Filibe Beylerbeyinin konağında bir kahve içerken tüm tarih perde perde canlanıveriyor. Yeni Mahalle’den tarihe kaymamın nedeni, 80 Bin kişinin yaşadığı bu semtte büyük bir camili alış veriş merkezi, manav, balıkçı, terzi, kuru temizlikçi, kadın ve erkek hamamı olan, içinde kahveler barındıran, dondurmacısı olan, pastahanesi ve düğün salonu olan bir tesis kurmayı düşünmeyen şehir yönetiminin saldırıları, ateşe benzin atmak değil de nedir, dersiniz? Belediyeciler sanki değişen dünyayı okumak istemiyor. 2007’de Bulgaristan AB’ye girerken, tüm Romenler, Müslüman ve Hristiyan Çingeneler de AB vatandaşı oldu. Anlaşma maddelerinde kimsenin vatan değiştirme ya da kendine yeni bir yaşam ortamı seçme şartı yoktu. Bu bakıma, her vatandaşın vatan bildiği bir karış toprağı bile savunması, uğruna direnmesi kutsal hakkıdır. Demokratik bir ülkede sorunların dozer gücüyle çözülmesi demokratik değildir. Güney Afrika zencilerinin evsizliğini anlatırken “bandüstan” dediğimiz teneke kulübeden mahallelere biz “getto” diyoruz. Filibe’nin yerlileri olan bu insanlar bugün sıkışıklıktan, bitleşmişlikten, hijyensizlikten, yaşanmazlıktan, cahillikten, kültürsüzlükten kaçma yolu arıyor. Bazı aileler soluğu Almanya’da aldı. 6 - 8 - 10 çocuklu ailelere çok sevinen Almanlar sosyal program kapsamında onlara kirasız konaklama, analara analık maaşı, çocuklara çocuk parası öderken, babalara da iş gösterdi. Hepsinin eline birer süpürge verdi. Alan memnun veren memnun! Şimdi bizim Yeni Mahalleli kardeşlerimiz de, oradaki o sosyal haklar bize de tanınsın, neden tanınmıyor? Diye soruyorlar. Belediyenin inşaat ve yol


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

programları bizi ilgilendirmez, önce bize daire göstersin, biz de o zaman düşünürüz, diyorlar. 1990’lı yılların ortasında, Filibe’nin eski Çingene mahallesi olan “Şeker Mahalle” başına Kral Kuşu kondu. İngiliz veliaht Charles ve sevgilisi Kamile ziyaretlerine geldi. “Olmaz bu derece sefillik” dedi. Ben Avrupa’da “bandüstanlık” olduğunu bilmiyordum diyen Charles, “hadi hayrım olsun” demesin mi! Elini hayır torbasına attı ve kökten yenilenmiş “Şeker Mahale” projesi çıkardı. Kesesini de açarak, mağdur kardeşlerimizin yüzünü güldürdü. Siz de bilirsiniz, Mesih denilen kurtarıcı 100 yılda bir inermiş. 2000’de yeni yıl başladı. Yeni Mesih’in Filibe’de Yeni Mahalleye uğrayıp uğramayacağı pek bilinmiyor. O zaman “Şeker Mahalle”liler genel seçimde oylarını % 95 Hak ve Özgürlükler Hareketi’ne vermişti. Son seçim’de HÖH partisi Yeni Mahalle’den % 8 oy aldı. Oyları “elektrik sorununu çözen” GERB partisi topladı. Burada geçerli olan siyasi formül şudur: “Çöz sorunlarımızı al oyumuzu!” Türklerin Bulgaristan’dan kovulmasında en önemli etken, onların mal mülk, toprak, otlak, koru ve orman, ev bark sahibi olmaları oldu. Trakya’da bir Eski Zara (Stara Zagora) ayaklanmasından söz edilir. Önderi, baş komitacı Vasil Levski’nin yeğenini boğarak öldürdüğü için yakalanıp yargılanmasından sonra, tutuk evinde başını duvar taşına vurarak hayatına son vermesinden sonra komita işlerini üstlenen Stefan Stambolov’un notlarından ve tarih konusunda uzun hikâyeci An. Straşemirov’un o ayaklanmaya katılanlarla yaptığı söyleşilerden, zengin Türklerin çiftliklerine konmak için baş kaldırdıkları ortaya çıkıyor. Bulgarcada adına “çorbacı” denen etnik Bulgar köy zenginleri, Osmanlıya ve yerli Türk Müslümanlara karşı başkaldırılarda önemli rol oynamıştır. Türkleri göçe zorlayarak topraklarını ele geçirme işleri 1878’de Bulgar Prensliği’nin kurulmasından sonra devam etmiştir. Hatta Başbakan Stefan Stembolov “Osmanlı Bankası’ndan” kredi alarak, Prenslik dışındaki Burgas yöresinden Türk toprakları satın almıştır. Yani o zamanlar kavga toprak kavgasıydı. Şimdi ise tapusuz toprak üçerinde çatılan kulübe kavgasıdır. Çingeneler Osmanlı’da da taşınmaz sahibi olmadıklarından, ayrıca onları topraklandırma süreci gelişmemiştir. 1948’den sonra toprakları kooperatifleştirip milleti mal-mülk sevdasından soğutma siyaseti izlendi. Bu süreç, Çingeneleri direkt olarak etkilemezken, onlara Türklerin mülkleri üzerinde rant ödemeden çalışma ve kazanma olanakları getirmişti. Bu açıdan bakıldığında Bulgaristan’da Çingenelerin arsa alıp üzerine ev dikme, dairelerin en güzeline yerleşme gibi sevdası yoktur. Bizimkiler günü gününe yaşamaya sevdalıdır. Direndikleri noktalar; dağılmadan, ayrılmadan, parçalanmadan, ayakları toprağa basarak yaşama ve dilenme hakkıdır. Almanya’da dilenme yasak olduğundan, oraya yerleşip sos-


Makale ve Analizler - 2016

87

yal sisteme dahil olanlardan pazarcılığa sevdalananlar artmış. Çalıp çırpanları ise geri gönderiyorlar. Bulgaristan’ın Hristiyan Çingeneleri 1990’dan sonra yapılanma adımları attı. Parası olanlar, Viyana’ya gidip, Çingene Yüksek Meşeresi (Yüksek Mahkeme) Çar, Kral, Baron, Kont ve başka unvanlar satın aldı. Ne var ki Çingene Çarları arasında büyük soy başı Kiro, yıllar içinde vergi kaçakçılığı, dolandırıcılık, uyuşturucu ağı kurma, rüşvetçilik, zor kullanarak para toplama, baskı çeteleri kurma vb. suçlardan gün geldi içeri düştü. Dikey yapılanmalar Çingenelerin geleneksel yaşayış biçimini değiştirmedi. Zenginleşenlerin arabaları değişti, boyunlarındaki gerdanlar daha kalın oldu ve taşı daha gösterişli yüzükler taktılar. Bugün Yeni Mahalle’de yaşayanlardan % 90’ında yazıp çizme ve hesap yok. Doğru dürüst Bulgarca konuşamıyorlar. 26 yıl sosyalleşme ve demokratikleşme sonuçlarımız cıvır cıvır kokuyor. AB’ye gönderilen raporlarda Çingene nüfus yüzde yüz okula gidiyor. Okul defterlerinde öyle! İşin içinde iş var. AB sosyalleşme ve eğitim fonları çocukları okula giden yoksul ve işsiz ailelere parasal yardım öngörüyor. Çingene çocukların hepsinin okul kaydı var ama okula giden yok. Kaydı olan para alıyor. Bu tablo ülkenin dört bir yanında kabak çiçekleri gibi açmıştır. Kimi aldatıyoruz? Temmuz ayında Kuzey Bulgaristandaki Roman kentinde Çingene Bulgar kapışması yaşandı. Romen ve Bulgar gençler şehirde egemenlik kavgası verdi. Bu kavga yalnız sosyal değil, bir de siyasi yönlüydü. Kaba kuvvet kullanıldı. Bu çatışmalarda Bulgar motorize “rocker” grupları toplandı ve saldırılarda bulundu. Motorize grupları etnik çatışmalarda itfaiye rolü görüyor. Plovdiv ve Karlovo camileri için mücadelemizde “rockerler” kaba kuvvet göstermişti. Onları yine evleri yıkılan ve sokakta kalan 700’ün üstünde Batı Rodoplu Gırmen şehri Çingenesinin de karşısında, polisin yanında görmüştük. Bu defa toplumun etnik damardan çatlamasını izliyoruz. Karşımıza motorize bir milliyetçilik dikildiği gözleniyor. Bu örneklerle Bulgaristan’da etnik sorunların sosyal ve ekonomik alanlara yayıldığını, ulusallaştığını ve şiddetlendiğini izlerken bazı özellikler de var. Yeni Mahalle sakinlerinin temsilcisi olan Hayri Murat şiddetlenen saldırı selini durdurmada güçlük çekildiğini itiraf ediyor. Makamların ve milliyetçi kesimin hedefinde “virüs” ocaklarının (Çingen Mahallelerinin) şerhlerden temizlenmesi yer alıyor. Etnik azınlıkların yaşam muhitleri “virüs” (kangren ocağı) olarak tarif edilmeye başlandı. Bulgaristan’da Türksüzleştirilen ilk il Tuna boyu incisi olan Pazvantoğulu kale, cami ve kül yatının ayakta kaldığı Vidin ilidir. Plevne ve Vraça illeri onu izlemiştir. Şimdi Koca Balkan ve Orta Balkan arasındaki vaadinin arıtılmasına


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

özen gösteriliyor. Karlovo “Kurşun Cami” Başmüftülüğe geri verilmedi. Stara Zagora’da aynı yaralar kanıyor. Razgrat merkezindeki Pargalı İbrahim Paşa Cami onarımına yıllardan beri izin alınamıyor. Bu planlı ve para destekli düşmanca tutumun bir amacı da Müslüman Çingeneleri İslam dininden uzak tutmaktır. Onları sürekli baskılarla sindirmektir. Bu gelişmeleri en yakın bir biçimde Pazarcık “Abu Bekir” cami cemaatine baskılarda, tutuklamalarda, yargılamada ve “radikal İslam” masallarında takip ediyoruz. Bu sorunların parça buçuk çözümle hallolmayacağına artık hepimiz inandık. Kanımızca Bulgaristan topraklarındaki Osmanlı ve İslam din ve yüksek mimar eserlerinin korunması konusu Moskova’da 15 Ağustos tarihinde yapılacak resmi görüşmelerine de usulünce taşınması zamanı gelmiş bulunuyor. Putin - Erdoğan anlaşmasının en büyük eseri Moskova’daki Büyük Cami kuruculuğu ve açılmasıdır. Viladimir Putin’in büyük bir grup Rusya din adamıyla birlikte umreye gitmesi de, onun İslam dini eserlerine yüksek değer verdiğine yeni kanıtlardan biridir. 1878’de Rusya’nın da imzası olan Berlin Anlaşmasından sonra Bulgaristan’da kalan din ve yüksek mimar eserlerinin, Müslüman taşınmazlarının acınası kaderi ortadadır. Tarih hiç kimseyi esir alamaz. Tarih, kimilerine hapis, diğerlerine cennet olamaz. Tarih, kimsenin başkasının malına mülküne sorumsuzca ve keyfi niyetle el atmasına hak tanımaz. Her medeniyetin kendi yasaları ve ahlakı vardır. Demokrasilerde tüm vatandaşların eşit vatandaşlığı kutsal bir yasallıktır. Eşit vatandaşlıksa; ötekileştirmeyi, yasa dışı yollardan baskı uygulamayı, zorlamayı ve yasa dışı baskıların tümünü, kasıtlı önlem alınmasını, yargısız infazı tamamen dışlayan bir toplum düzenidir. Etnik kimliğine bakılmaksızın her vatandaşın malını mülkünü, kültürünü, sosyal haklarını koruması doğal ve yasal hakkıdır. Adalet uğruna direnme doğal bir haktır ve asla sınırlanamaz. Kesin kanımıza göre, bizim doğup büyüdüğümüz köy ve kentlerde, il merkezlerinde 138 seneden beri durmadan kanayan yukarıda işaret ettiğim şu yaraların geri dönüşsüz bir biçimde sarılması ve savması zamanı gelmiştir. Bulgaristan’da Müslümanlığı bir barışçı din ve evrensel kültür olarak daha yakından kucaklayacak bir kültürel ve eğitimsel atılıma ihtiyaç olduğu ortadadır. Kültür Bakanının Türk olması bu bakıma anlam taşımıyor. HÖH partisi Genel Başkanı’nın Rodoplar’da bir Türk köyünde doğmuş olması da anlamsızdır. Bu işlerin özünde, Müslüman Türklüğümüzü bir dünya görüşü ve yaşam tarzı olarak benimseyen ödünsüz savunma zihniyeti yer almalıdır. Hele şimdi FETÖ illeti kadrolarının cami ve mescitlerimizden çıkarılması zamanı gelmişken, artık biz “diyalogculardan”, “zamancılardan”, “ılımlı İslamcılardan”, “köftecilerden” ve “torbacılardan” kurtulalım, kendi sorunlarımıza kesin ve köklü çözümler getirelim, di-


Makale ve Analizler - 2016

89

yoruz. Biz Türkler, diğer etnik azınlıklarımıza öncülük etmeliyiz. İki sakattan bir adam olmaz. Biz kendi sorunlarımızı kendi güçlerimizle çözme yolu bulmalıyız. Zaman üstünlüğümüzü sağlayacak oyun kuruculuğu zamanıdır. Son olaylara, son gelişmelere, insanlarımızın sosyal ve ekonomik sorunlarla birlikte kültürel, dil ve din sorunlarına da gerçekçi bir çözüm beklediğini unutmayalım. Sıkıştırılan yoksul ahalimizin Türkiye’ye ve Batı Avrupa ülkelerine göçe zorlanması çok değişik yöntemlerle uygulanıyor. Filibe’de izlenen sıkıştırma örnekleri bunu kanıtlıyor. Edinimlerimizi savunmalıyız. Bu bizim yasal hakkımızdır. Onlar, Müslüman Türklük düğümünü her gün biraz daha çözmek, bizi birbirimize bağlayan ipleri kesmek, bizi birbirimize karşı kışkırtmak peşindedirler. Uyanık olalım ve direnelim. İyi günler.

Düşünüyorum da!

Osman Bülbül-02.Ağustos.2016

Konu: Her başlangıçta bir hayır vardır. Çiviyi çakanı mutlaka bilmeliyiz! Viyanada’yım. Tuna’nın suyu çekiliyor. Serinlik arayan balıklar dibe toplandı. Benim gibi yaşını almışlar için, balıkların dibe toplanmasının anlamı hatıralarla yaşamak gibi bir şey. Dibe çöken hatıralar tortulaşır. Çok sevdiğim sanatçılardan Soner Olgun, “Gül Harmanı” şarkısını söylerken beni Kazanlık Ovası’na atıyor. Dip anılarımı eziyor, presliyor, süzüyor. Gül Harmanı yoktur dilimizde, çünkü çiçekler hemen kazanlara dolar ve gülyağı işlemi başlar. Gül Kokusu Türk Kokusudur. İlk kökleri atalarımız getirdiği için, adetlerimizdendir kızlarımızın çeyizleri gül kokar. Misafire ikram edilen tatlı Gül Reçeli’dir. Son ayrılıkta ferahlatıcı kolonya Gül Suyu’dur. Hayatımız Gül Kültürü üzerine kurulmuştur. Tatlılarımız gül gibi açılır, kızlarımızın adı ya Akgül ya Morgül’dür. Gelinlerin yemenileri, mendiller, entari yakaları sümbül, menekşe değilse hep gül oyadır. Bizde sık anlatılan hikâyede, Fatih’in İstanbul’a girdiğinde “Ayasofya”yı Kazanlık’tan Gül Suyu ile yık katıktan sonra yeni başkente ilk namazını orada kıldığı rivayet edilir.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Saçın yüzüne perde Yüreğim düştü derde Ayaküstü duramam Seni gördüğüm yerde Ancak bizim Rumeli yüreğinde dile gelir bu denli etkileyici değişler.

Burada Almanların kültürü “kiraz yanaklı”, “al dudaklı” felsefesi üzerine

kurulmuştur. Avusturya’da güller bizdekiler gibi kokmaz, kokmadıkları bir yana, yağ da vermezler, ancak bizde var o uçsuz bucaksız gül bahçeleri, içinde gül toplayan kız sürüleri, Gül Bayramı bekleyen sevdalı yürekler... Dün Nikolayla görüştük. “Mocca caffe” ile birlikte sunulan “Strudel” pastasının üzerindeki eriklerin Bulgaristan’ın Troyan bölgesi eriklerinden olduğunu, ekşimsi tadın burada sevildiğini anlattı. Bizim ev kültürümüzde pasta işlerinde “erik tatlısı” olayı olmadığından pek dikkat etmemiştim fakat tekrarlanan ikramdan her gün bir dilimi kenarından azar azar koparıyorum. Sevimli genç misafirim bana bir fıkra anlattı: Duvarla Çivi Duvar onu delip içine giren çiviye seslenmiş, “Hey sen! Neden o kadar çok canımı acıtıyorsun? Sana ne yaptım ki?” “Benim suçum yok. Kabahat beni itende! Bu soruyu çekice sormalısın.” diye cevap vermiş çivi. Düşündüm kaldım. O ise, “Benim Viyana Üniversitesi’ndeki ilk tezim bu fıkra üzerineydi.” Dedi ve devam etti: O yazımda, sosyalizm yıllarında elimizin kolumuzun bağlı oluşunu ve her şeyin Kremlin’den gelen emirlere uygun şekilde yapıldığını kanıtladım. “Duvar” Bulgaristan’dı, “çivi” de Bulgaristan’dı. “İten” ise elindeki çekiç, keser, tokmak ve balyozla hep Moskova’ydı. Biz tamamen esir düşmüş ve ezilmiş bir durumdaydık. Yazdıklarım üstüne konuşan Profesörlerim “büyük bir gerçeğin iki satır bir fıkra üzerindeki yansıması ancak bu olabilir” demişlerdi, dedi. Nikolay biraz övünerek anlatadursun, ben çiçeği burnunda DOST partisini düşünmeye başladım. Bu hafta D. Arda’da röportajlarının birinde bir video geldi. Daha parti mahkemece tescil edilmeden ama Sofya Kurucu Meclis toplantı ve kararlarından sonra Kırcaali’nin “Yedi Kızlar Camii” mevlidinden sonra çekilmiş. Anadili çözülmüş yeni başkan Lütfü Mestan’ı Türkçe dinledim. Fikir-


Makale ve Analizler - 2016

91

lerim size farklı ve çelişkili gelebilir. Çünkü ben Bulgarca, Almanca ve Rusça bilen biri olarak, kafamın içinde ana düşünme dilim Türkçemle öteki üç dilin devamlı aralarında yarış, kavga ve rekabet içinde olduklarını hissediyorum. Mesela Türkçe hazineme güzel ve anlamlı bir değim düşse, öteki diller sanki kıskanarak canlanıyor, hafıza tortumdan başkaldırım “aman fazla uğraşma, anlamını çıkaramıyorsan, bendeki şu” gibi suflörlük başlıyor. Benden kopya alsana diye el atıyorlar. Benim okuduğum kitapların birinde “bir insan anadilini ne kadar bilirse, diğer dilleri de o kadar bilebilir” yazıyordu. Bu nedenle, önce ana dilimizi geliştirip, sonra diğerleri üzerinde ek çalışmalar yapmalıyız. Bir de, bir insanın dil zenginliği kültür zenginliğinin aynasıdır. Mestan Türkçe konuştu. 18 yıl mecliste kaldıktan ve çok uzun zaman HÖH - DPS meclis grup başkanlığı ve HÖH Partisinin birkaç yıl Genel Başkanı olduktan sonra ilk kez “kimlik”, “etnik kimlik” ve “Türk kimliği” gibi kavramlar kullandı. Olabilir ya, belki de, bu değerler onun hep onun dilinin altındaydı, fakat ilk kez hayati önem taşıyan inciler olarak önümüze kondu. Şimdilik, o birbirini tamamlayıcı bu üç terimin içerini doldurmadı. Özü açmadı fakat ne de olsa ilk kez ağzına aldı. Bu çekiş olmadan duvara çivi çakılamayacak kadar yüksek bir bilinçlenmedir. Bizim Türk kimliğimiz Bulgar toplumu içine çakmak istediğimiz çividir. Ve bu konuşmasında “Büyük hedefimiz Bulgaristan’da yaşayan Türklerde Türk kimliği oluşturmaktır!” dedi. Aslında o konuştuğu salon baştanbaşa Türk kimlikli vatandaşlarla doluydu. Onu dinleyenler Bulgaristan Türkleri Müslüman Türk kimliğinin taşıyıcısıdır. Türk kimliği onların atan kalbinde yaşayandır. Damarlarında dolaşan kandadır. Sorumuza dönersek. Önümüzdeki tabloda, Mestan bizim Bulgaristan Müslüman Türklüğü duvarımıza çakılmış bir çiviydi. Çünkü biz değişmedik. Bu memlekette Türklük ve Müslümanlık kalesi olarak asırlardan beri dimdik ayaktayız. O, yine bizim duvardan çekip çıkarılmış ve yeni bizim duvara çakılmak için çırpınan bir çividir. Eskiden HÖH milletvekili ve parti Genel Başkanı görevlerindeyken, onun duvarımıza çakılmış bir çivi olarak gördüğü rolde o, Türk kimliğimizin önüne gerilen Bulgar kimlik perdesini tutuyordu. O zaman onu kalbimize ve ruhumuza çivileyen çekiç, Bulgar siyasi polisi DS, çöpe atılma zamanı çoktan gelmiş komünist-totaliter düzenin ayakta kalmış devlet görevlileri ve bu işte emeği geçen Rus otoritesi KGB idi. 6 ay önce onu duvarımızdan söküp atan yine aynı güçler oldu. Perde ile birlikte düşünce, o perdenin sakladığı duvarın Bulgaristan Müslüman Türk kimliği olduğunu görebildi gibi yeni bir durum ortaya çıkmış bulunuyor bugün...


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aslında çivi iki şeyi birbirine tutturmak için çakılır. İlk rolünde Mestan, Türk Müslüman kimliğimizin eriyip bittiği yalanını gizleten “Bulgar Etnik Modeli” perdesine askı olmuştu. Onun fonksiyonu (işlevi) Türk Müslüman geçmişimizle Türk Müslüman geleceğimizi birbirine tutturmaktı. O ise Türk Müslüman geçmişimizle öncesiz olan Bulgar kimliğimizi birbirine yamamaya çalışıyordu. Bu onun paralı özel göreviydi. Ve geçmişle geleceği birbirine bağlama gözlerimiz önünde her gün oynanan bir sahte oyundu. Geçmişi bilmeyen onu geleceğe taşıyamaz, ikisini birbirine bağlayamaz. Bu parayla pulla yapılacak bir iş değildir. Bir atasözümüz “Çivi çıkar ama deliği kalır” der. Edebiyatımızda ise bu “Gönül yarası kapanır ama unutulmaz” şeklindedir. Bazı yazarlarımız, bir çivi ilk çakıldığı yerde kötü bir işlev görmüşse, çivi çiviyi söker der de, şu da var, bir kötülük aynı cinsten bir kötülükle yok edilemez. Ama burada önemli olan çivinin kendisinden fazla, onu bizim duvarımıza, şu yeni durumda Bulgaristan Müslüman Türk kitle kimliğine iten (çakan) kimdir? Bugün, çekiç, keser, tokmak ve balyoz kavramları sosyal yaşamda hangi perde arkası gücü simgeliyor? Şahsen ben, DOST partisi tescil edilmezden önce Lütfü Mestan’ın sık sık camiye uğradığı ve hatta Bayram Namazı kıldığı izlenimiyle kaldım. Müslümanlıkta, işin kuram tarafı biraz yana bırakıldığında, yapılmış yanlışlar, işlenmiş günahlar için tövbe etmek, yenilerinin işlenmeyeceği anlamına gelmez. Tövbe etmek acıyla sınanmak da değildir. Burada üzerinde durulması gereken nokta, Lütfü Mestan’ın 18 - 20 yıl önce Bulgaristanlı Müslüman Türklük duvarına çakılmayı neden kabul ettiği ve onu duvarımıza çakanların henüz kendisi tarafından açıklanmamış olmasıdır. Bu olayda, sınanmadığımız bir acı üzerine yazmak her zaman kolaydır, sözleri bizim için geçerli değildir. Unutmayalım, vaktiyle Ahmet Doğan’ı aramıza sıkıştıranlar, bugün Mestan’ı elinden tutup aramıza sokan aynı kişi ve kurumlardır. Kısa da olsa, Mestan’ın bu konuşması “dudak ısırttı.” Dumanı üstünde bu konuşmasıyla o durdu durdu, turnayı gözünden vurdu. O bir avcıdır. Yazımı avcı hikâyelerine dayandırmak istemiyorum fakat her için bir başlangıcı vardır. Şahsen ben, Lütfü Mestan’ın DOST partisi kurma fikrinin 17 Aralık 2016 gecesi aklına estiğine de inanmak istemiyorum. Çünkü onun 18 sene hararetle savunduğu “Bulgar Etnik Modeli”inden birden bire Bulgaristanlı Müslüman Türk Kimliğine sıçraması bir ırmağın iki yakasında, bir savaş hattının birbiriyle ölesiye savaşan iki cephesinde olmak gibi bir şeydir. Burada açıklanıp açıklanacak çok şey var. Bu açıdan bakıldığında Sofya Yüksek Mahkemesinin DOST hakkında aldığı kararın hiç önemi yoktur. Önemli olan bugünkü ideolojik, siyasi ve kimlik konumumuzu belirlemiş olmamızdır.


Makale ve Analizler - 2016

93

Benim yazıp yazıp da söyleyemediklerimi, bakın şair Naim Bakov, benden bin mil uzakta yine Tuna kıyısında daha 4.12.2014’te nasıl anlatmış: Selam alıp, halini sormaktır mutluluk O an omzundan tüm yükler sıyrılıverir! Eriyen buzlar insana bir ısı verir Selam alıp, halini sormaktır mutluluk! Yürek kapıların açılır sonuna kadar Hissedersin doğada kalmadığını tek Meziyetlerin var da seviliyorsun demek Selam alıp, halini sormaktır mutluluk! Evet, 18 yıl sonra Lütfü Mestan bize selam vermiştir. Şimdiye kadar siyah “Mercedes” içinde yıldırım gibi gelip geçiyordu yanımızdan. Artık durdu. Soru: Neden durdu? Neden selam verdi bize?! Kendisine yüzde yüz inanmamız için lütfen “Ruhum da Türk Bedenim de Türk” kitabını yazsın, biz de okuyup kanalım... Bulgaristan Müslüman Türk kimliği oluşturmak, 26 yıldan beri verdiğimiz siyasi mücadelede düğüm noktasıdır. Kısacası, “Bulgar Etnik Modeli”ni çöpe atıp, kendimize dönüşümüz Türk olarak yaşamamız anlamına gelir. Bu bir kırmızıçizgidir. Hak ve Özgürlükler Partisi ile DOST arasına yalnızca bu ayrım çizgisi çekilse yeter de artar. Ardından her şey kendiliğinden gelir. Biz selam alıp selam veremez duruma getirilmişiz... Bulgaristan Müslüman Türk kimliği oluşturma davası, anayasa değişikliğinden başlar ve tüm Bulgar yasalarının değiştirilmesiyle de kalmaz, diğer etniklere de örnek olacağı için, toplumsal düzende ve toplumsal yapıda köklü değişikliklere gidilmesini zorunlu kılar. Bizim öz kimliğimizde Müslümanlığımızın tanınması tüm dini hak, özgürlük ve edinimlerimizin tanınması anlamına gelir. Etnik Türklüğümüzün tanınması ise, anadilimizin, özgün kültürümüzün ve geleneklere dayalı yaşamamamızın resmen tanınması anlamına gelir ki, bu da son derece büyük bir kazanım ve dönüşüm demektir. Bulgar toplumu ancak azınlıkların öz hak ve özgürlüklerini tanıyarak adalet kapısını açabilir, sorumluluk ve tolerans üzerinden hürriyetleri sağlayarak demokratik yapılanmaya adım atabilir. Demokratik toplum kurmak, yabancı turistlere Karadeniz kumsalında, suya basarak ya da ayaklarını ıslatmadan yürüme hakkı tanımak değildir. Şahsen ben, videoda izlediğim konuşmayı birkaç defa geri sardım. Kısacası küçük dilimi yuttum, başka bir değişle donakaldım. Şimdi önemli olan baltayı taşa vurmadan, bu yola devam etmektir.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ne de olsa, beni düşündüren “çekiç”, “keser”, “tokmak” ve “balyozun” kim olduğudur. İtenin kim olduğudur. Bu davada çivinin duvara ne kadar derin kakılacağı, yani beklenen dönüşümlerin ne kadar derin, anlamlı, etraflı, özlü yapılacağı, her şeyden önemli olandır. Bu da topluma çakılacak olan yeni çivinin büyüklüğüne ve kalınlığına da bağlıdır. Nikola ile fikir alış verişi görüşmelerimizde, bu işlerin Avrupalı Vatandaşlık İçin GERB partisi Başkanı ve Başbakan Boyko Borisov’la Halk ve Özgürlükler Hareketi (DPS) eski Genel Başkanı Lütfü Mestan arasında Kırcaali’de Türk Kahvesi sohbetinde başladığı görüşünde ısrar ediyor. Orta sol konumlu HÖH partisi seçmen kitlesinin merkez sağ konumlu DOST’a kaydırılmasının öyle kolay bir iş olmayacağı ortadadır. İnsanlarımız bazen hatır için iş yapar, ama evinin güneye açılan kapısını kapatıp kuzeye kapı açmaz. Başka bir örnek verirsek, Jelü Jelev, P. Stoyanov ve Rosen Plevneliev gibi sağ siyaset adaylarına oy verdik, fakat son 26 yılda hiçbir sağ parti hükümetine katılamadık. Sağ kanat bizi kabul etmedi. Bu 1990’da olabilirdi, ama o zaman oyun kuranlar bizi hem Sosyalist Parti’den, hem de Demokratik Güçler Birliği’nden (CDC) aynı mesafede uzak bir noktada durdurabildiler. Yani çivimiz yarıya kadar çakılmıştı. Yani bir kaderimizi kendimiz belirleyemedik. Çekiç başkasının elindeydi. Siz de iyi bilirsiniz, çam ağaçları gövdeye kakılan çiviyi yıllar içinde çıkartıp atar ve ondan kurtulurlar. Lütfü Mestan çivisinin Bulgaristan Müslüman Türklük bünyesinden, HÖH - DPS Genel Başkanı olarak yıllar içinde doğal etki sonucu sökülerek dışlanması çok anlamlıdır. Doğallığını korumak isteyen hiçbir bünye, yeni yapılanmada yaralı, dışlanmış ve olumsuzlanmış olanı kabul etmez. O bakıma önümüzdeki ayların, yılların, seçimlerin ve DOST partisinin seçmenle kaynaşmasının olağanüstü anlamlı olacağı görüşündeyim. Biz, gerek 04 Ocak 1990’da Ahmet Doğan’ın Varna’da kurucu kurultayda Hak ve Özgürlükler Partisi Genel Başkanlığını ele geçirmesine, gerekse daha sonraki yıllardaki tüm etkinlikleri için onu iten gücün, hep komünist partisi kalıtı, gizli polis DS, Rusya’nın ülkemizdeki casusluk örgütü KGB ve daha sonra da Rus mali oligarşi menfaatleri olduğunu tekrarlayarak vurguladık. Ne de olsa, 17 Aralık 2016 parti içi darbe olayının ardında bir Rus uçağının düşürülmesi olayının bulunduğuna henüz inanamadık. Burada üzerinde özellikle durulması gereken önemli gerçek şudur. Duvara çakılan çivi kendisi kendini sökemez. Onu çakıldığı yerden birilerin çıkarması, sökmesi gerekir. 17 Aralık 2015 gecesi Ahmet Doğan’ın Lütfü Mestan ve arkadaşlarını bir hamlede partiden, meclis grubundan, Genel Başkanlıktan vb attığı gibi.


Makale ve Analizler - 2016

95

Olay üzerinde beyin fırtınasına siz de katılın lütfen... Sağlıcakla kalınız.

Oyun Kurmadan Seçim Zaferi Olmaz!

İbrahim Soytürk-03.Ağustos.2016

Konu: Bok Böceği olalım! 6 Kasında yapılacak Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimlerine giderken şimdiye kadar kurulan seçim oyunları birer birer sıralanıyor akıllarda. Seçmenin azında, seçtik seçtik de ne oldu? “Bok böceği kadar olamadık işte!” sözleri dolaşmaya başladı. Bok böceğinin yumurtalarını o yuvarladığı topun içine sakladığını herkes bilse de, bok böceğinin asıl hünerini pek bilip anlatan ve önemseyen yoktu. Şunu hatırlatayım, Büyük Ramzes, en büyük askeri seferine giderken önüne topunu yuvarlayan bir bok böceği çıktığında ordularını durmuş, yol vermiş ve böcek geçtikten sonra seferine devam etmiştir. Onun bildikleri belki anlatmak istediğim masalda gizlidir. Neyse bir gün, o zamanlar Devnya Çimento Fabrikası’nda çalışan Hasan aga köye dönmüştü ve kuyu başına oturmuş eski pirincin taşını yeniden ayıklayanlara “Kartalla Bok Böceği” masalını anlatmıştı: Kartal tavşanı yakalamaya çalışıyormuş, derken sigarasını sarmayı tamamlayan Hasan aga, kibrit çaktı ve ilk çekimden sonra, ağzına bakanlara dönerek devam etti: Saldırılardan iyice şaşıran ve sağ sola sıçrayan tavşan yardım isteyecek başka birini bulamayınca bok böceğinden yardım istemiş. Bok böceği bir yandan tavşana cesaret verirken, diğer yandan da yaklaşan kartala tavşana kötülük etmemesi için yalvarmış. Küçük bok böceğinin söylediklerini umursamayan kartal, tavşanı yakaladığı gibi anında ağzına atıp yemiş. Bok böceği bunu hiç unutmamış ve kartalın yuvasını gözlemiş. O günden sonra kartal hep yumurtladığında bok böceği yuvasına uçup yumurtalarını iterek yere atmaya başlamış.


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu duruma çare bulamayan kartal savaş tanrısı Zeus’a gitmiş ve yumurtalarını koruyabileceği güvenli bir yer göstermesini rica etmiş. Ona acıyan Zeus kendi kucağında yumurtlamasına izin vermiş. Onları gören bok böceği tezekten bir top yaparak Zeus’un bulunduğu yere kadar uçmuş ve topu üstüne fırlatmış. Rahatsız olan Zeus silkinince kartalın yumurtaları yine yere düşmüş. O günden beri kartalın bok böceğinden kaçındığı söylenir. Bu masalı Bulgaristan’daki seçime 3 ay kala gündeme getirmemizin sebebi, siyasi işlerde kimsenin kimseyi küçümsememesi gerektiğini vurgulamak içindir. En güçsüz sayılan varlığın bile küçümsendiği zaman ne kadar tehlikeli olabileceğini tahmin etmek imkânsızdır. 1 Ağustos 1990’dan 22 Ocak 1997’ye kadar Bulgaristan Cumhurbaşkanı olan Jelyü Jelev’in hayat yolunun Şumnu’nun Veselinovo köyünde 3 Mart 1935’te başladığı dikkate alındığında, insanın aklına olmayacak bir şeyin olabildiği geliyor önce. Sofya Üniversitesi’nin Felsefe Bölümünden 1958 yılında mezun olduktan sonra akademik kariyer yapan Jelev, Lenin’in madde tanımını eksik bulup eleştirdiği için komünist partisinden atıldı. Köyüne sürgün edildi. Tabir yerindeyse 11 yıl soğan kazmak zorunda bırakıldı. 1982 yılında “Faşizm” adlı kitabını yazdı. Toplumda o kadar tecrit edilmiş ve yalnızdı ki, eserini bir Türk aydından aldığı daktilo ile yazmıştı. Bu eserinde, Bulgar devlet yapısının Nazi Faşizm’inin devlet bünyesine göre kurulduğunu ve 1944’ten sonra sosyalist toplum koşullarında sökülüp değiştirilmeden ayakta kaldığını açıkladı. Biz, BGSAM olarak, tüm yazılarımızda, 1970’ten sonra kemikleşerek totaliter baskı ve terör bünyesi haline gelen bu oluşumun, 1990’dan sonra yıkılamadığını, 2000 yılından sonra da bu totaliter-komünist kalıt yaşamak ve var olmak için çırpınırken toplumun demokratikleşmesini baltaladığını anlatmaya çalıştık. Ve belki de geçen sene hayata gözlerini yummayaydı Jelev’in de söyleyeceği birçok gerçeği aynı ruhta halka duyurmaya çalıştık. Jelev, komünizm döneminde Bulgaristan sağduyulu ve muhalif aydınlarını demokratikleşme mücadelesinde örgütlemeyi becerdi. O, Müslüman Türklere karşı uygulanan baskılara ve teröre, zulme ve asimilasyon siyasetine kararlı bir şekilde karşı çıktı. 1988’de Açlık ve Yeniden Yapılanma Kulübünü kurdu. 1989’da yeni kurulan Demokratik Güçler Birliği (CDC) halk örgütünün lideri oldu. Komünist rejimin sona ermesinin ardından demokratik yollarla seçilen ilk cumhurbaşkanı oldu. Ben eminim ki, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Bürosu (BKP MK PB) ve şahsen halk düşmanı Genel Sekreter Todor Jivkov’un 37 yıl pıhtılaşan, polisi, orduyu, tüm kurumları, yargı, yürütme ve yönetimi sımsıkı kayıtsız şartsız elinde tutan, uçak kuşu yakalatıp kodese atan bir zulüm re-


Makale ve Analizler - 2016

97

jiminin dış görünüşte bir halk adamı, biçimsi bir köylü olan ama kalemi ateş püsküren, yüreği göğsüne sığmayan bir kişiliğe yenik düşeceğini hiç kimse düşünememişti. Burada önemli olan onun halkın kin ve öfke dalgasının yükseldiğini görebilmesi ve değişiklik rüzgârına açık yelkenlere dolmayı başarması ve uyanan kitlelere yön vermiş olmasıdır. 1990 Mayısında Sofya “Kartal Köprü” kavşağında yapılan ve 1 milyon 200 bin kişinin katıldığı mitinge toplananların Bulgaristan’da devrimci dönüşümü başlaması için silahlanmalarına gerek yoktu. 15 Temmuzu 16 Temmuza bağlayan gecede İstanbul’un, Türk halkının bir askeri darbe denemesini çıplak ellerle durdurup kırması ve çöpe atması örneğine benzer bir kalkışma yaşanmıştı. Dr. Jelü Jelev hakkında “fes”, “poturlu”, “soğan kazıcı”, “köse”, “beceriksiz”, “hımbıl” ve daha neler neler dediklerini kulaklarımla duymuşum. Fakat bu kişi, bir lider olabilmiş ve halk kitlelerinin gönlünde bir önder olarak dalgalanmayı başarmıştı. Tüm azınlıklarımızın, Türkleri, Pomakların ve Çingene seçmen kardeşlerimizin oylarını da alarak, 1992’de Cumhurbaşkanı seçilmişti. Demek oluyor ki, düşmanlarının ona karşı kurduğu tüm planları, gizli tuzakları, yakın ve uzak vadeli yok etme oyunlarını fark edip çözmüş ve suya düşürmeyi becermişti. Yukarıda “Kartal ve Bok Böceği” masalında anlatılan budur. İşin içine değil kartal, savaş Tanrısı Zeus bile girse, her şeyin üstünde olan bilgeliktir, insan vasıflarıdır, en ilkel hakların korunması gibi sağlam temellere dayanan asil bir davranışla hareket etmektir. Bu misalde, oyun kurmak için bir kişinin vicdanlı hareket etmesi, acele etmemesi, çök yönlü düşünmesi, ısrarlı olması, alınan karara bağlı kalması ve en kısa ve en doğru yolu seçmeyi bilmesi ön mevzilere çekilmiştir. Biz de seçime gidiyoruz. 1990’a kıyasla nesil değişimi zamanıdır. Gençlerimiz arasında lider vasıflarına sahip olanları bulup siyasi arenaya çekmemiz güncel ödev haline geldi. Etrafımızda bu yolu bizimle birlikte yürümek istemeyenler olduğunu görüyoruz. Evden işe işten eve al maaşı, gel keyfim gel, her şeyi şansa bağlamak varken, mücadele edip de ne olacak diyenlerimiz var. 15 Temmuz gecesi ve 2 haftadan beri devam eden “demokrasi nöbetleri” bize, hiç bir şeyi şansa bırakmamamız gerektiğini gösterdi. Hiçbir kuşağın ata mirasını elden çıkarmaya, elden bırakmaya, kaçıp gitmeye hakkı yoktur. Kutsal olan, kutsal olan için direnirken ölmektir. İşte 264 kardeşimiz can verdi. 2 binimiz yaralandı. Suriye ve Irak sınırında Vatan mücadelemiz bütün şiddetiyle devam ediyor. Bulgaristan’da olduğu gibi burada da aramıza sızmış hain düşman bizi vatansız, devletsiz, özgürlüksüz ve demokrasisiz bırakmaya çalıştı. Kudurmuş gibi saldırdı. Bir bok böceğinin kartalın geleceğini kararttığı gibi, biz de onun her anını karartıp yok etmek zorundayız. Bu Bulgaristan için de geçerlidir. FETÖ hain ajanlarının birçokları-


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nın sınırımızdan geçip bizlerde sığındığı artık ortaya çıktı. Onlara hayat hakkı tanımamak baş ödevimizdir. “Bulgaristan Zaman” gibi, onların da okulları, köftecileri, dönercileri yıkılmalı ya da kapatılmalıdır. Bu dava ortak davadır.

Akılla Çözülecek Olanı Ayakla Çözemezsin!

Ertaş Çakır-02.Ağustos.2016

Konu: Köstebek hangi yumrunun altında? Geçen yüzyılın başlarında, Batı ve Doğu ağız birliği yapmış Osmanlıya “hasta adam” derken, Alman Başbakanı Bismark’ın II. Abdülhamit hakkında söylediği şu sözler ilginçtir. “100 gram aklın 90 gramı Abdülhamit Han’da, 5 gramı bende, 5 gramı da diğer siyasilerdedir.” Alman İmparatoru İkinci Wilhelm de: “Ben politikayı Abdülhamit’ten öğrendim.” demiştir. Bugün Türkiye’de en fazla tartışılan konu “istihbarat zaafı” paketine sığdırılmak isteniyor. Abdülhamit’in kurduğu Yıldız İstihbarat Teşkilatı, o dönemin iki büyük istihbarat teşkilatı olan, İngilizlerin “İntelligence Service” ve Rusların “Ohrana”sını her zaman dize getirmiştir. O zaman Ruslar gönderdikleri ajanlarla papazları, öğretmenleri ele geçirmişler, macera düşkünü Ermenileri silahlandırıp Osmanlı Devleti aleyhinde kışkırtmışlardı. Günümüzde FETÖ hainlerinin yaver, yüzbaşı, binbaşı, general, yargıç ve savcı kılığına girip devletimizi ve cumhuriyetimizi devirmek ve demokratların hepsini giyotine götürmeyi planladıkları gibi, o zaman da Ermeni asiler, köy basarak kendilerine yardım etmek istemeyen soydaşlarını öldürüp, sonra “Siz Sultan’a karşı birlik olmazsanız, Türkler sizi böyle keserler!” diyorlardı. 1876’da Bulgar’ı Osmanlıda yaşayan ama Sultan’dan memnun olmayan bir halk topluluğu olarak dünyaya duyuran Nisan Ayaklanması’nda asiler Bulgar köylerini yakmış ve “Türkler Bulgar köylerini yakıyor” yaygarası koparmayı başarmıştır.


Makale ve Analizler - 2016

99

Ankara “Mithat Paşa”da bir berbere girdim saçımı kestiriyorum. Berberin makas tutması dikkatimi çekti. “Sen askerliğini nerede yaptın kardeş?” diye sordum ve “Tank şoförüyüm” cevabını aldım. İki haftadan beri ben de çıkıyorum meydanlara ve elimde bayrak, sırtımdaki termosta ılık çayımla canla başla katılıyorum “Türk Halkının Demokrasi Festivaline”. Ne kadar susamışız birlikte olmaya ve ne kadar susamışız hep bir ağızdan şarkı, türkü söylemeye... Meydandan meydana yürürken, “E-5” ve “Vatan Caddesi” kenarında soluğu kesilen ve olduğu yere saplanan tankları gördüğümde saçımı kesen tank şoförü berber sık sık gözlerimin önüne geldi. Gelmeyebilirdi, fakat ben “şoför” sözüne takıldım, çünkü sanki o gece o “katil” tankların “frenleri” tutmuyordu. Ben bir doktorum. Her gün muayene ediyorum, ilgileniyorum, kimlerin sağlığına kavuşmasına yardım etmedim? Fakat bizim toplumumuzda, eline halkın tankının dümeni, ayağına da freni emanet edilmiş bu denli çılgın, zihin düzensizliği bu denli bozuk olan gençler olduğunu bilmiyordum. Onlara vaat edilen neydi? Dünya dışında bir katmanda, en güzel kadınlarla en şirin yazlıklarda ebedi hayat mıydı! Bu ancak benim fikrimdir. Günümüzde Türkiye’de hakim olan ruh hali dışında bir müstakil ruhsal duruma kendini teslim etmiş gruplaşmalar gördük. Bu, bizim hepimizin “beni sokmayan yılan bin yaşasın” mantığına teslim olduğumuzun kanıtıdır. Bu, sözde uyurken büyümüş tümörün okullarımız, dershanelerimiz, ordumuz, polisimiz, jandarmamız, bakanlıklarımız ve hatta Cumhurbaşkanlığı Sarayı içinde en lüks ortamda beslendiğini ve düşmanımızın istediği anda ölüme uzanan bir harekette bulunmaya hazır bir ahtapottan söz ederken, düştüğümüz duruma inanmak bile istemiyorum. Şunu unutmayalım. Türk halkı böyle bir durumu tarihinde bir kez yaşamıştı. Yine Abdülhamit’te dönüyorum: 1877 - 1878 Osmanlı - Rus Savaşı başlayınca Sadrazam (Başbakan) Mithat Paşa ve Serasker (Genel Kurmay Başkanı) Redif Paşa, 200 bin askerin silâhaltında olduğunu ve düşmandan gelecek her saldırıyı karşılayacak güçte olduklarını II. Abdülhamit’e rapor etmişlerdi. Bu bilgiler karşısında rahatlayan Sultan, Gazi Ahmet Muhtar Paşa’dan aldığı bir telgrafla hayal kırıklığına uğramıştı. Gazi Ahmet Muhtar Paşa, kumandasındaki askerin 30 bin olduğunu bildiriyor ve bu kadar küçük bir kuvvetle ve düşmanın saldırısına dayanamayacağını haber ediyordu. Hemen Sadrazamı ve Seraskeri Saraya çağıran ve kendilerine telgrafı gösteren II. Abdülhamit, emrindeki askerin sayısını bilmeyen bir Sadrazamla çalıştığını şöyle açıklar: “Sadrazam ordu mevcudunu bilmeyeceğini söyleyerek işin içinden çıktı. Serasker kem küm ediyordu. Bu kadar sorumsuz ve kolayca suçu başkasının sırtına yükleyebilecek kişilerle bir savaşa gitmenin deklilik olacağına inandım.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Fakat halk Mithat Paşaya bağlanmıştı ve kendisinden bir mucize beklemekteydi. Onu uzaklaştırmak bir devlet hatası olacaktı.” Su satırlar Sultan II. Abdülhamit’in hatıratından alınmıştı. Sadrazam Mithat Paşa hakkında “Tam İslam İlmihal” eserinde “onun bir mason olup İskoç Mason Locasına bağlı olduğu, ajanlık ettiği, onların emirlerini uygularken Türk milletine asla af edilmez kötülükler yaptığı” yazılıdır. FETÖ haini örneğinde, tekrar eden bu gerçeklerden, hele de Türkiye devletini yıkmak, Cumhurbaşkanı ve başbakanı öldürmek, halkımızı birbirine düşürmek, bir iç savaş ateşi yakarak anavatanımızı parçalayıp emperyalist itlerin önüne yem olarak atmak isteyenlerin yeniden karşımıza dikilmesinden söz ediyorum. Bu durumda ben, 4 kuşak benim sülalemi göç yollarında süründüren mason Sadrazam Mithat Paşa ile hain hoca Fetullah Gülen arasında fark göremiyorum. Birisi Osmanlı devletine mezar kazmış, 100 yıl sonra şimdi de FETÖ başı Türkiye Cumhuriyeti’ne mezar taşı yontuyor. Bizim için ha Plevne’de ezilmişiz, ha Ankara’da ikisi de aynı şeydir. En üzücü olansa, hayallerindeki başbakan bozuntusunun, biz gibi göçmen sürüsünden olan Batı Trakyalı Prof. Meral Akşener olmasıdır. Bu gerçek, Bulgaristanlı Müslüman Türkler için olağanüstü acı ve üzücü oldu. Ve burada biz yanlışların 100 yıl sonra da tekrar ettiğine tanık oluyoruz. Abdülhamit, ordu mevcudunda haberi olmadığı halde Osmanlı Devleti’ni savaşa sokan yani bile bile yok olmasını isteyen Sadrazamı ve Genel Kurmay Başkanı’nı affedebilecek kadar hoşgörülü ve demokratik bir idareciydi. Ceplerine para koyup sürgüne göndermekle yetindi. Çünkü Batı Osmanlıdaki “despotizme” ve “demokratları” savunmak için ayağa kalkmıştı. Bugün de, Genel Kurmay Başkanımızın boğazına tasma takanların, Cumhurbaşkanımızı ve Başbakanımızı 15 Temmuz gecesi katletmek isteyenlerin kendi adamları olduğunu artık gizleyemiyorlar. Suçluların salıverilmesi için Birleşik Amerika ve “demokrasi kalesi” Avrupa ayyuka çıkmıştır. Kofa da değişse bu kuyudan başka su çıkmaz. 40 yıldan beri üzerinde çalıştıkları ve 100 milyar US Dolar harcadıkları Türkiye’yi dize getirme planı suya düştü. Bu depremin ardılı olur, tehlike savmamıştır. Doktor terimleriyle anlatırsam, tümör alınsa bile 40 yıllık bir metastaz ortadadır. Devlet katlarında çalışanların parayla pulla körleştirilmiş olması, güvenlik sistemi duyarlılığının körleştirilmesi, olabilir ya, beklide Türkiye’de var olan teknolojilerden bir 10 yıl ileri teknolojiler kullanılmış olması ve darbe denemesine birçok dış gücün birden destek sağlayarak katılması bizi uzun bir müddet zorlayabilir.


Makale ve Analizler - 2016

101

Kanımca en önemli olan, bizim taş kafa tank şoförlerinden kurtulmamızdır. Ne de olsa, birinci dünya savaşı eşek ve kakır gücüyle, ikinci dünya savaşı ise tanklarla yapılmıştı. O zamandan bu yana 70 yıl geçti. En kaliteli çeliğin kalite ömrü 25 yıldır. Bizim tankların ve taş kafalıların hepsinin yarım asır önce hurdaya çıkarılıp, kesilerek potalarda eritilmesi gerekiyordu. Bu yapılsaydı ve Atatürk’ümüzün Türk halkına en yüce emaneti olan, özgür düşünme nimetini, Kuran dışı ve modern dünyaya ait olan kavramlarla besleyebilseydik, bu acınası duruma düşmezdik. Dogmacılık durgunluk demektir. Durgunluksa küflenmeye ve yok olmaya eşdeğerdir. Yeni yazımda yine beraber olalım. Bizim ruhumuzun derinliklerinde hissettiğimiz büyük bir gerçek var.

Daha Derin Düşünmek Zorundayız

Musa Vatansever-03.Ağustos.2016

Konu: Ne ekersen onu biçersin. 15 Temmuz 2016 darbeci katliamı gecesinden bu yana kötülük ağacının kaç seneden yetiştiğini düşünüyorum. Bu defa zehirli meyveler Birleşik Amerika “Pensilvanya”dan geldi. Müslüman alemi ele geçirmeden, boğazını sıkıp, suyunu çıkarıp kurutmadan, dünya egemenliği kuramayacağını anlayanlar, bu işi kendi ellerini kana bulamadan yapmaya sıvandılar. Kullandıkları güçlü silahsa saptırılıp çarptırılan Müslümanlık, İslam Dini oldu. Adolf Hitler’in Nazi iktidarı kurarken “gau” adıyla bilinen ve faşist toplumun temel taşları olarak tasarlayan “onbaşı” çeteleri gibi, bizi hedef alanlar da “imam” ihanet çeteleri oluşturmayı başarmışlar. Hitlerin ana hedefinde, önce Almanların yaşadığı toprak parçalarını birleştirmek vardı. Bizim “faşist imamların” ana hedefinde ise anavatanımızı parçalamak ve bir iç savaşta yurttaşlarımızı birbirine kırdırmak ve Anadolu muzu ve Trakya’mızı küresel sermayeye hibe etmek vardı. Yapamadılar. Halkımıza yenik düştüler, fakat tehlike savmamıştır, çünkü tekme yiyen it ne kadar uzağa kaçarsa kaçsın, aynı yere yine döner. Bu yakın zamanda olur, uzayabilir ama tıpış tıpış gelip bir tekme daha hak


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

edene kadar mutlaka sümsükleşir. Onlar 15 Temmuz gecesi paylaşmak istedikleri gömüyü 40 yıl evvel gömmüşlerdi. Çıkaramadılar. Bu gömünün adı Türkiye devletidir. Dimdik yerinde duruyor! Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı öldürmek istediler, öldüremediler o da dimdik Ankara’da ve memleketimizi ve halkımızı yönetiyor. Türkiye halkının vicdanını oyup ruhunu köreltmek istediler. Onu da yapamadılar! Hepimiz meydanlardayız. Daha büyük, daha kararlı ve daha güçlüyüz. Kötülük ağacının Pensilvanya’da emperyalizmin bahçesinde dolarlarla sulanarak yetiştiği ortadadır. İslam, dış ülkelere dünyayı daha barışçı, daha yaşanası, halklar ve devletlerarasında daha iyi anlaşma ve uzlaşma yolları açmak için taşınmıştır. Bugün Müslümanlara ve İslam dünyasına kötülükler saçan, Pensilvanya FETÖ İslam Merkezi, İslam’la ilgili tüm gerçekleri çarptırma kurumu haline getirilmiştir. Birleşik Amerika’da ilk camiyi kuran ve ilk ezanı okutan Müslüman kimdir? Osmanlı devleti, Amerika’nın kuruluşunun 100. yılında yani 1876’da tertip edilen bir fuara II. Abdülhamit’in desteğiyle katılmış, bu fuarda Kuranı Kerim de dahil, değişik değerli değişik İslam eserleri sergilemiştir. Abdülhamit’in ikili ilişkileri geliştirme girişimleri karşılık görmüş, 1882 1885 yılları arasında Birleşik Amerika Cumhurbaşkanı olan General Grat, II. Abdülhamit zamanında Türkiye’yi ziyaret etmiştir. General Grant, anavatanımıza gelmiş ilk Amerika Cumhurbaşkanı’dır. İkili ilişkilerin kültürel alanda da boy atmasına katkıda bulunmuştur. Amerika’nın keşfinin 400. yıldönümü münasebetiyle 1893’te Newyork’ta düzenlenen fuara, Osmanlı’nın son Sultanlarından Abdülhamit, içerisi çok kıymetli halılarla döşenmiş bir cami yaptırarak katılma fırsatını iyi değerlendirmiştir. O, yedi deniz ötesinde ilk defa ezan okunmasını sağlamış, namaz kılınmış, din dersleri verilmiş ve böylece İslamiyet’in bu çalışmaları Müslümanlara cesaret vermiş, yeni cami ve mescitlerin açılmasına, Müslümanların ibadetlerini rahatça yapabilmesine ve İslam kültür ve biliminin yayılmasına vesile olmuştur. Amerikalıların İslam’a olan ilgisinin giderek büyüdüğünü gören Osmanlı 1904’te, yine Abdülhamit zamanında Saint Louis’te düzenlenen uluslararası fuara binlerce kitapla katılmış, fuardan sonra bu eserleri oradaki kütüphanelere hediye etmiştir. İslam, bilim, kültür ve dünya görüşünün Birleşik Amerika’ya daha geniş boyutlu yayılması ise, Amerikalı yazar Brad Gooch’un, bin yıl düşünürü Celaleddin Muhammed Rumi’nin hayatını kaleme almasından, Tanrı ile Peygam-


Makale ve Analizler - 2016

103

bere adadığı 3 bin şiir, 2 bin rubai ve 6 ciltlik Mesnevî eserinin tercüme edilip okyanus ötesinden yayımlanmasıyla yeni sayfalar açmıştır. Böylece geçen yüzyıl Abdülhamit’in Amerika’da üst üste koyduğu taşlar üzerinde emsalsiz bir külliyat oluşmuştur. Amerikan istihbarat servisi CIA işte bu esastan çıkarak, İslam’ı kendi sinsi çıkarlarına alet etmek, onun özünü çarpıtıp dünyaya “Ilımlı İslam” adı altında, Hakikatin barışsever ve hayırsever özü oyularak, saptırılmış bir dünya görüşü yaymak için, paraya para dememiş, paralı ajan rolü üslenen Fetullah Gülen tayfası işe koşulmuştur. Rüzgâr eken fırtına biçer. Mevlana’nın “içe yönelen göz” kıstasını kendine atfeden Gülen, kendi kendini bir “kurtarıcı Mesih” ilan ederek, “kurtardıklarını emperyalizm kölesi yapmak” amacıyla dualar ve büyülerle üfürükçülüğe soyunmuştur. Rumi felsefesindeki mekân (yer), zaman ve kültürleri aşan bir duygu içinde hayatta olmanın güzelliğinin sergilerken, o her şeyi kendi sahte ve niteliksiz kimliğine dahil etmeye çalışmıştır. F. Gülen adına yayınlanan eserlerin her hangi birinde (Bulgaristan’da da “Bulgaristan Zaman” ekibi tarafından Bulgar dilinde bastırılıp dağıtılmıştır) en ufak bir ufuk ışığı yoktur. Gülen’in bu çabaları günümüzden 800 yıl öteden gelen bir ışık demetini gasp edip kendine mal ederek, “ben bir Mesih’im” diyecek kadar aptalca saçmalamıştır. 26 bin beyitli Mesnevi’nin ve emsalsiz şiirin günlük yaşamın idamesinde ne kadar büyük bir yeri olduğundan çıkan F. Gülen, Türkiye genç neslinin beynini oymak ve onu Türk kimliği ve vatan sevgisi bakımından hissizleştirmek amacıyla bu sonsuz ilham kaynağı yapıtları çarpıta çarpıta kullanmıştır. Biz, bunu faşizm örneklerinde görüyoruz. 1918’den sonra Alman Klasik düşünürlerinin fikirlerini kırparak çarpıtan ve edebiyat meşalelerini birer ikişer söndürerek “Kavgam” eserini yaratan Adolf Hitler giderek 25 milyon insan öldüren bir katil durumuna gelmiştir. FETÖ kalkışması benzer bir örnektir. Başarılı olsalardı hepimiz giyotine sürüklenecektik 234 kahramanımızın hayatına mal olurken, hastanelerimiz bugün de yaralı doludur. Alman halkı 1934’te Nazilere teslim olmuştu. Türkiye halkı, 15 Temmuz 2016’da teslim olmamanın kahramanlık destanını yazdı. Gülen, dünyaya ışık veren İslam alimlerinin hepsini karanlıklar zindanına itmeye çalıştı. Türkiye askeri okullarındaki öğrencilerin % 95’ine kanca takarak, onları ömür boyu kullanmak üzere daha ortaokulda fişletip bir casusluk merkezi olan CIA eline teslim ederek tarihin en büyük hainliklerinden birini işledi. Aynısını Hitler de yapmıştı. İkinci Dünya Savaşı cephelerinde 14 yaşında 100 bin Alman çocuk ölmüştür. Hainliğin ölçüsü ve boyutu olmaz. Benzerini aramaya gerek tok, başımıza gelen yüzyılın eşsiz iğrençliğidir. Maske olarak hain


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“imam” sürüsü oluşturulmuş, İslam dini itibarsızlaştırılmış, askeri darbeye kalkışması iğrençliğin püskülü olmuştur. Bu hainlik unutulmaz! Bu yalnız bugünkü Türkiye’mize, anavatanımıza karşı işlenmiş bir hainlik olmakla kalmıyor, İslam dinini en iyi niyetlerle Amerika’ya taşıyan şanlı tarihimize, Mevlana gibi dünya düşünürlerimize, asil ve saf, baştan sona iyi niyetli kimliğimize, dinimize karşı işlenmiş eşsiz bir hainliktir. Emperyalizmin ana hedeflerinden biri yalnız Çağdaş Büyük Türkiye atılımlarımızı durdurup gemlemek ve yok etmek değil, aynı zamanda şanlı tarihimizi, emsalsiz kültü hazinemizi, dünya uygarlığına olan sonuç belirleyen katkılarımızı da yok etmektir. 15 Temmuz hortlamasının başka türlü anlaşılması mümkün değildir. Katliam operasyonunun FETÖ idam çetesinin Adana “İncirlik” Amerikan askeri üssündeki CIA istasyon şefleri tarafından yönlendirilip yönetilmesi her şeyin çok açık anlaşılması için yeter de artar. US feracesi karanlığına gizlenen büyücü FETÖ, postu Pensilvanya’ya sereli ülkemizdeki emperyalist oyunları defalarca artmış, hiç kimsenin akıl erdiremeyeceği sırt paketlerine bohçalanmış ve şekerpare gibi pudralanarak halkımıza ikram edilmiştir. Bu meyvelerin Kötülük Ağacı dallarından olduğunu artık hepimiz görebildik. Meydanlarda bayraklı kardeşliğimiz dünyamızı değiştiriyor. Göz göze gelebiliyoruz. Birbirimizi incitmeden, suçlamadan, kahretmeden, lanetler savurmadan sohbete girebiliyoruz. İki cümleden sonra yine Atatürk’e dönüyoruz. Rumeli’den olan ve Başbakanlığa hazırladıkları Prof. Meral Akşener’in adını ağza almak istemeyenler artıyor. Cumhuriyet Halk Partisi’ne kurulan tuzaklar, Baykal’ın eritilmesi dudak ısırtıyor. “İmam” kılıklılardan % 90’ının memleketten kaçması, bazılarının Bulgaristan’a sığınmış olduğu haberleri hepimizi düşündürüyor. Aramızda uyuyanlar azalsa da, gözlerini açmak istemeyenleri görüyoruz. Güzellikle olmadığı yerde, vinç kiralayıp göç kapağı açma zamanı geldi, diyen gençler var. İyi oldu da boş bulunmadık. Başkomutanın bizi ölüm kalım savaşına çağırdığına inandık. Daha derin düşünmek, daha isabetli kararlar almak zorundayız. İtiraz etmeden kabul edelim, biz biraz şımartılmış bir toplumda yaşıyoruz. Kardeşlerimiz göçmen olduğumuzu, hangi şartlar altında yetiştiğimizi unutuyorlar. Çocuklarımız ekseriye fena muamele görmeden yetiştiler. Biz oyun kurmayı sevmesek de, bize karşı kurulan oyunların kurbanı olduk. Hem de 3 kuşak art arda bu acı gerçeği yaşadık. Bizi göçe zırlayanlar hep üstün geldi. Arkamızdan bayram ettiler. Bugün de etrafımızda bizi esir etmek isteyen güçler var. Her gün varlığımıza ve zaten çok kısıtlı olan haklarımıza saldırıyorlar. Kimliğimizi muhafaza edebilmek için kurbanlar ver-


Makale ve Analizler - 2016

105

dik. Biz bundan sonra hileyle karşı hile kullanmayı öğrenmeliyiz. Milli kimliğimizi koruyup güçlendirme kavgamızın özü olmalıdır. Sağlıcakla kalınız. Not: İmamlar arasındaki düğümleri de vatandaşın kimlik numaralarına, adres, yaş, ana ismi ve pasaport ismine ayarlı “1 US Dolar” düzeneğine düğümlemişler. Düşünebiliyor musunuz 700 bin Türkiye vatandaşının kimlik verileri Pensilvanya’da toplanmış, bu yurttaşlar uzaktan güdümlü hale getirilmiş. Anavatanımızdaki kötülük ağacının en Büyük Meyvesi olarak, Rumelili soydaşlarımızdan Prof. Meral Akşener’e işaret edilmesi ise, “Atatürkçülüğü yanlış anlıyorsunuz!” dediklerimize karşı ne kadar asil, dik duruşlu ve şerefli olduğumuza yeniz bir kanıt oldu. Çünkü Türkün inandığı din adamın içindeki vicdanıdır, imanıdır,

Neo - Liberal Tiyatro Oyunu

Şakir Aralantaş-06.Ağustos2016

Konu: Bir yaşlının gün boyu birbiriyle oynaşıp boğuşan, biri beyaz, öteki siyah 2 köpeği ve onları seyreden bir torunu varmış. Bir gün torun dedesine sormuş. “Dede, bunların hangisi üstün gelir?” Dedesi cevap vermiş: “Ben hangisini daha iyi beslersem!” Bizde, ikisinin de ideolojisi neo-liberalizm olan, solda HÖH, sağda DOST, 2 siyasi Türk partisi var. Okurlarıma soruyorum: “6 Kasım 2016 seçimlerinde hangisi üstün gelir?!” The Guardian - çeviridir. Eski Sovyetler Birliği’nde yaşayanların komünizm sözünü hiç duymadığını hayal ediniz. Çoğumuz için bugünkü hayatı denetleyen ideolojinin adı yok. Sohbetlerinizden birinde adını geçirin ve karşınızdakilerin omuz silktiğini göreceksiniz. Konuştuklarınız Neo-liberalizmi bir terim olarak daha önce duymuş olsalar bile, tanımlarken zorlanacaklar.


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Siz, Neo-liberalizmin ne olduğunu biliyor musunuz? Not: (Bu konuyu seçmemizin nedeni hem HÖH partisinin hem de alt mahkemeden tescili henüz çıkmamış olan (04.08.2016) DOST partisinin kendilerine ideoloji olarak Neoliberalizmi seçmesidir.) Neo-liberalizmin anonim (isminin bilinmemesi) olması, onun egemen durumuna hem imge (belirti) hem de nedendir. O, 2007–2008 mali çöküşünde; zenginliklerin ve iktidarın sınır dışına taşınmasında (açıklanan Panama dosyaları buna üstten üsten de olsa bir bilgi sundu); sağlık ve eğitim-öğretim sistemlerinin yavaş yavaş ama devamlı iflas etmesinde; hakimiyet kurmaya başlayan çocuk sefaletinde; yalnız epidemisinde; ekolojik (çevreyle ilgili) sistemlerin çözülmesinde; Donald Trump’un yükselmesinde ve benzer bunalımlarda üzerinde durulması gereken rol oynadı. Biz, bu bunalımlara, sanki onlar birbirinden etkilenmeden, izole bir durumda belirmiş gibi ve sanki bu adı olan ya da evvelden adı olmuş olan ama aynı ısrarı ve sürekliliği gösteren bir felsefenin hep katalizörü veya tepkimesini hızlandıran ve şiddetlendiren olduğunu bilmezmişiz gibi davranıyoruz. Neo-liberalizm, hayatın her yerine öyle nüfuz etmiş ki, biz onun bir ideoloji olduğunu çok seyrek görebiliyoruz. Onun, bir hayali ve hale inancı gibi bağımsız bir gücü temsil ettiğine; Darvin’in Evrim Teorisi gibi bir biyolojik yasa olduğuna ilişkin konumu kabullenmişiz gibi bir hava oluştu. Ne ki, bu felsefenin yeniden baş kaldırışı, insan hayatının değiştirilmesi ve iktidar merkezinin yer değiştirmesi için tamamen bilinçli bir deneme yapılmaya çaba harcandığını gün ışığına çıkarıyor. Neo-liberalizm, insan ilişkilerinin niteliğinde belirleyici olarak rekabeti görüyor. O, insanları, demokratik seçim ve kararları alıp satma sürecinde en iyi bir şekilde hayat anlamı bulan - üstün hizmeti ödüllendiren ve verimsizliği cezalandıran tüketiciler olarak görüyor. Bu ideoloji, “piyasanın”, planlamak suretiyle erişilebilmesiin asla olası olmayan alanlar açtığını savunuyor. Rekabetin sınırlandırılması denemeleri özgürlük için tehlike olarak değerlendiriliyor. Vergiler ve düzenlemeler asgariye indirilirken, kamu hizmetleri de özelleştirilmelidir. İşlerin örgütlenmesi ve sendikaların toplu iş sözleşmesi imzalaması ise, doğal olarak


Makale ve Analizler - 2016

107

kazanan ve kaybedenler hiyerarşisi oluşturan, piyasa çarpıklığı olarak ele alınıyor. Eşitsizliğe fazilet (cömertlik) olarak bakılıyor: herkesi daha zengin yapmak için yukarıdan aşağı süzülürken refah alan seçme ve faydalı olanı ödüllendirme bir cömertlik olarak ele alınıyor. Daha adil bir toplum yaratma çabaları verimli olmadığı kadar, moral olarak da aşındırıcıdır. Her kişinin hak ettiğini elde etmesini sağlayan piyasadır.Neo-liberalizm inancını özümseyen ve yeniden üreten biziz. Varlıklı olanlar biriktirdikleri zenginliğin ancak sundukları hizmetlerin ürünü olduğuna inanıyorlar. Ve genelde, gönençli duruma varmalarında onlara yardım etmiş olan, eğitim, miras ve sosyal sınıf gibi öncelikleri ellerinin tersiyle kenara itiyorlar. Yoksullar ise, içine düştükleri durumdan çıkmak için ellerinde bir şeyler gelmediği durumlarda bile, boğazlarına kadar battıkları safilikten ancak kendilerini suçlamaya başlıyorlar. Strüktürel düzeyde işsizlik önemsizleştiriliyor: Herhangi biri işsiz kalmışsa, bu onun girişimci olmaması sonucudur. Bir daire için ödenen devasa paralar da pek önemli değildir: kredi kartınızda sınır tükenmişse, bu sizin sorumsuz ve savurgan harcamalarınız sonucudur. Okullarda çocuklarınızın oyun alanı, top sahası olmaması da önemli değildir: Kilo aldılarsa, şişmanlıktan hareketsizleştilerse sorumlu olan hep sizsiniz. Rekabet kurallarına göre var olan bir dünyada, yetişemeyenler, kaybedenler kendi halinde olan insanlardır. “Bana ne?” kitabında, İngiltere’de uygulanan neo-liberalizmin sonuçları anlatan yazar Pol Vırheyg, insanların kendilerini yaralamasının bir salgın haline geldiğini, gıda zehirlenmelerinin yaygınlaştığını, insanların kendilerini gereği gibi sunamama korkusu yaşadıklarından ve sosyal dehşetten söz ediyor. Neo-liberal ideolojinin bütün ayrıntılarıyla ve büyük bir titizlikle uygulandığı Büyük Britanya’nın günümüz Avrupa sının yalnız insanların başkenti olduğunu belirtmek yerinde olur. Bugün hepimiz neo-liberaliz. Neo-liberalizm terimi 1938’de Paris’te yapılan bir görüşmede doğmuştur. Görüşmeye katılan iki delege -Ludvig von Mizes ile Fridrich Hayekneo-liberal ideolojiye tanım getirmiştir. O zaman Paris’te yaşayan iki Avusturyalı mülteci olan bu aydınlar Amerikan Başkanı Franklin D. Roosevelt’in yeni siyasi rotasını kabul ettiler. Başkan Roosevelt, Büyük çöküşle başa çıkabilmek için bir dizi reform yapılmasını öngörmüştü. O, nazizm ve komünizm gibi bir yönelime açılan kolektifçilik doğrultusunda, Britanya sosyal devletini de git gide geliştirmeyi amaçlamıştı. 1944 yılında yayınladığı “Köleliğin Yolu” kitabında Fridrich Hayek, fertçiliği özendirdiğinde, hükümet planlaması topyekûn kontrole götürecektir, diye yazmıştı. Mizes’in “Bürokrasi” eseri gibi, bu kitap da çok okunanlar arasına girdi. Birçok çok zengin bu eserde, devlet tarafından yönlendirilmeden


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve vergi ödemekten kurtulma ışığı yakan bir felsefe görüyor. Neo-liberalizm doktrinini yaymak için Hayek ilk cemiyet olarak 1947’de “Mon Pelerin”i kurduğunda, milyonerler ve fonların vakıfları tarafından mali desteklendi. Daha sonra Daiel Stedman Jones’in “Küremizin Efendileri” kitabında “Neo-liberal enternasyonal” olarak anlattığını Hayek destekleyicilerinin yardımıyla oluşturmaya başladı. Bu bir trans Atlantik akademisyen, iş adamı, gazeteci ve militan oluşumuydu. Bu ideolojiyi daha öte geliştirerek kusursuzlaştıran bilim merkezleri hep zenginler tarafından finanse edilmiştir. Bu beyin tröstlerinden bazıları şunlardır: Amerikan Girişimciler Enstitüsü; “Heritage”Vakfı; “Katon” Enstitüsü; Ekonomik Sorunlar Enstitüsü; Büyük Britanya Politik Araştırmalar Merkezi ve “Adam Smidt” Enstitüsü. Chicago ve Virginia üniversitelerinde akademik merkezler ve bölümlere de parasal yardımlarda bulunulmuştur. Gelişip yerleşirken neo-liberalizm giderek daha sert tavır almaya koyuldu. Hayek’in tekeler oluşmasın diye hükümetlerin rekabeti denetlemesi gerektiğine ilişkin tutumu, bir tekelin gücü üretkenliğine ödül olarak görülmelidir görüşüne karşısında gerilemek zorunda kaldı. Bu gelişmeler içinde başka değişiklikler de oldu: Hareket adını yitirdi. 1951’de kürsüye çıkan Amerikalı iktisatçı Milton Friedman kendini neo-liberal ilan etti. Fakat kısa bir süre sonra neo-liberal terimi buharlaşmaya başladı. Üstelik, ideoloji daha şeffaf ve sürekli olmuş olsa da, adında herhangi bir değişiklik olmuyor. Yoğun finans olanakları kullansa da, neo-liberalizm siyasi hayatın biraz kenarında kalıyor. İkinci Dünya Savaşından sonra taraflar arasında daha önce benzerine rastlanmayan bir uzlaşma ortamı meydana gelmişti: John Maynard Keynes’in öngörüleri neredeyse tamamıyla uygulanıyor. Birleşik Amerika ve Batı Avrupa’nın daha büyük kesiminin temel hedefleri arasında herkesin çalıştığı bir toplum ve yoksulluğun aşılması var. Vergiler yüksek. Hükümetlerse yeni yeni sosyal hizmetler sunarken, sosyal güvence önlemleri geliştirdi. Ne ki, geçen asrın 1970’li yıllarında Keynes teorisi güçsüz kalıp çözülürken, Atlantik Okyanusu’nun her iki tarafında da ekonomik bunalım alevlendiğinde, neo-liberal fikirler sosyal arenaya hızla girmeye ve yayılmaya başlıyor. Milton Friedman şunlara işaret ediyor: “Dönüşüm zamanı gelip çattığında... Uygulamaya hazır seçenek vardı.” Amerika’da Jimmy Carter makamları ve Büyük Britanya’da Jim Callahan hükümeti öncellikle bu teorinin ekonomide belirleyici olanın dolaşımdaki para miktarı olduğuna ilişkin neo-liberal unsurlarını bazı gazeteci ve siyaset danışmaların aracılığıyla kabul ettiler.


Makale ve Analizler - 2016

109

İktidar yönetimine Margaret Thatcher ve Ronald Reagan’ın gelmesinden sonra ise neo-liberalizmin şu oluşturucu öğeleri de uygulandı: zenginleri vergilendirmeyi sınırlama; sendikaları git gide ezme; devlet düzenlemelerini kaldırma; özelleştirme; kamu sektöründe işleri taşeronlara devretme ve rekabeti gemleme vb. Neo-liberal siyaset dünyanın büyükçe bir kısmına ise, gerekli uyulmamaya başvurmadan, Uluslar arası Para Fonu (İMF), Dünya Bankası, Maastricht Anlaşması ve Dünya Ticaret Örgütünü aracılıyla direk olarak dayatıldı. Burada insanı hayrete düşüren büyük özellik ise, neo-liberal siyasetin o zamana kadar kendilerini sol parti olarak tanıtan partiler tarafından da benimsenmesi oldu. Örneğin: İngiliz İşçi Partisi ve Birleşik Amerika Demokrat Partisi neo-liberalizmi benimsedi. Stedman Jones bu konuda şöyle demiştir: “bu kadar büyük bir boyutta gerçekleştirilebilmiş başka bir hayali düşünmek bile güçtür.” *** Seçenek ve özgürlük vaat eden bir doktrinin “alternatifi yoktur” gibi bir slogana ihtiyaç duymasını anlamak güç olabilir. Fakat Hayek, liberal programın uygulandığı birinci ülkeler arasında yer alan Şili’yi Augusto Pinoçet’in iktidarda olduğu zaman ziyaret ettiğinde, “benim kişisel önceliklerim liberalizmden mahrum bir demokratik hükümet yerine bir liberal diktatörlükten yanadır,” demişti. Daha sonraki yıllarda anlaşıldığına göre, neo-liberalizmin önerdiği özgürlük, küçük balıklara değil, turna balıklarınaydı. Sendikaları yasaklamak ve toplu iş sözleşmelerini rafa kaldırmak işçi ücretlerinin kısıtlanmasından başka hiçbir şey değildi. Devlet düzenlemelerinin hasıraltı edilmesinin anlamıysa, nehirleri kirletmek, işçilerin hayatını tehlikelere atmak, adil olmayan faiz uygulamalarına yönelmek ve çok çekici mali araçları işe koşmaktı. Vergilendirmekten vazgeçmek ise, ulusal zenginliğin yeniden dağıtılması yoluyla yoksul insanları toplumun bataklığından kurtarma siyasetinden vazgeçmek anlamındaydı. Naomi Klein’ın “Şok Doktrini” nde belgelediği üzere, neo-liberal teori uzmanları, bunalım dönemlerinde, insanların dikkati başka işlerle meşgulken, tutulmayan siyasetleri dayatıyor. Mesela, Pinoçet’in darbesinden sonra, Irak’taki savaşın ardından veya Fridman’ın ayrıntılı bir biçimde açıkladığı gibi, New Orleans’ta meydana gelen fırtınadan sonra eğitim sisteminin kökten yenilenmesi için bir fırsat ele geçirilmesidir. Bir neo-liberal siyaset yerel düzeyde uygulanamadığı takdirde ise, yatırımcı ve devlet arasındaki uzlaşmazlıklara çözüm bulma da dahil, uluslar arası düzeyde


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ticaret sözleşmeleri aracılıyla dayatılmıştır. Bu genelde, sosyal ve çevreyle ilgili belirli koruyucu önlemlerin kaldırılmasında nüfus sahibi olan büyük şirketlerin baskı uygulayabildikleri Of shor mahkemelerde yapılır. Bazı ülkelerde parlamentolar sigara satışlarını sınırlama, içme suyu kaynaklarının özel şirketlerin madencilik çalışmalarından koruma, elektrik fiyatlarını dondurma veya ilaç şirketlerinin devleti soymasını engelleyen önleyici kararlar aldığında dava açan dev şirketler birçok kez başarılı olmuştur. Demokrasi tiyatro sahnesinde oyun olmuştur. Neo-liberalizmin getirdiği başka bir terslik de, üniversal rekabeti üniversal nicel tanım ve karşılaştırmaya dayandırmasıdır. Elde edilen sonuçlarda, iş ve her türden sosyal hizmet arayan işçilerin,kazananları belirleyen ve kaybedenleri cezalandıran, çok yavaş çalışan değerlendirme ve gözetim rejimi formaliteleri içinde boğulmaya terk edilmiş olduğu görülmüştür. Von Mizes’ın iddia ettiği üzere, bu doktrin bizi merkez planlamanın bürokratik keşmekeşinden kurtaracağına, sonuncuyu tamamen yerleştirdi. Neo-liberalizm bir açgözlülük mekanizması olarak düşünülmemiş olsa da, çok kısa dönemde buna dönüştü. Neo-liberal dönemlerde ekonomik kalkınma hızı düştü. 1980’lerde Birleşik Amerika ve Büyük Britanya’da da daha önceki aşamaya göre ekonomik kalkınma hızı geriledi. Fakat en zenginler daha da zengin olabildi. Sendikaların omurgasının kırılması, zenginlerin daha az vergilendirilmesi, kiraların yükselmesi, özelleştirmeler ve devlet müdahalelerinin azaltılması sonucu aynı dönemde zenginliklerin ve devlet i kaynaklarının dağıtılmasındaki adaletsizlik kat kat arttı ve 60 yıl boyunca bu eğilim korunabildi. Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve pazarlık konusu edilmesi, özellikle enerji, su, taşımacılık, sağlık, eğitim, alt yapı ve hapishanelerin özel sektörün eline geçmesiyle özel sermayeye vatandaşlardan ve devletten temel tesisleri kullanım kirası istemesine imkân verdi. Üretim dışı gelir sağlamak için kira terimi kullanıldı. Suni bir şekilde bilet fiyatlarına zam yapıldığında, zamlanan fiyatın bir bölümü yakıt, maaş, makineler vb giderleri karşılarken, bir bölümü de sizi avuçlarının içinde tuttuklarının yansımasıdır. İngiltere’de özelleştirilmiş ya da yarı özelleştirilmiş olan hizmetlerin sahibi olan veya onları yönetenler, az yatırım yapıp, çok kazanç elde ederek, çılgın kazanç elde ediyorlar. Rusya’da ve Hindistan’da oligarşi kodamanları çok düşük fiyat üzerinden yapılan satışlarda muazzam sermaye elde etmiş oluyorlar. Meksika’da tüm telefon şebekesine sahip olan Karlos Slim Ely kısa bir sürede dünyanın en zengin adamı oldu. “Biz zenginler neden bunu yapamıyoruz?” çalışmasında Andryo Seyar benzer bir sonuca varıyor. Onun saptamasına göre, kira gibi, faiz de üretim dışı olan


Makale ve Analizler - 2016

111

ama biriktirilebilen bir gelirdir. Yoksullar daha yoksul, zenginlerse daha zengin olurken, senginler temel önemi olan başka bir aktif olan para üzerindeki kontrolü arttırıyor. Ödenen faizler paranın yoksullardan zenginlere akışından başka bir şey değildir. Taşınmaz fiyatları ve devletin yatırımlardan el çekmesi sıradan yurttaşların borçlarını sürekli arttırırken (burada öğrenci burslarından öğrenci kredilendirmesine geçişi düşünün lütfen) bankalar ve onların müdürleri para üstüne para yığıyorlar. Seyar’a göre, son 40 yılda belirleyici olan yalnız paraların yoksullardan zenginlere kayması değil, zenginlerin saflarındaki yer değişiklikleri de çok önemlidir. Paralar, yeni ürün üreten ve hizmet sunanların kasalarından, var olan aktifleri denetlemekten ve kira, faiz ve senetlerin getirdiği karları toplayanların veznelerine akmıştır. Üretimden elde edilen gelirler, üretim dışı işlerden kazanılan kar tarafından ikinci plana itilmiştir. Toslama ne kadar büyükse, ideoloji de o kadar uç konuma kayıyor. Hükümetler neo-liberal bunalımlardan vergileri kırpma, özelleştirilmemiş olan kamu hizmetlerini özelleştirme, sosyal güvence sisteminde delikler açma, büyük şirketleri yeniden derleyip toparlama ve vatandaşları yeni bir düzene sokma gibi işlerde alabildiğine faydalanıyor. Kendini küçümseyen devlet toplumsal sektörün her organına sivri dişlerini alabildiğine saplıyor. Neo-liberalizmin doğurduğu bunalımlar arasında en tehlikeli ve ürkütücü olan ekonomik değil, siyasi bunalımdır. Devlet mal-mülkünün, olanaklarının azalmasıyla, hayat yolumuzu seçimlere katılarak değiştirebilme imkânlarımız da azalmış oluyor. Neo-liberal teori, kaderlerini seçimle değiştireceklerine, insanların bu haklarını para harcayarak kullanmalarını öneriyor. Fakat bu işte insanlar birbirlerine eşit değildir. Bazılarının cebinde daha fazla para var. Tüketicilerin ve hisse senedi sahiplerinin görkemli demokrasisinde oylar eşit olarak dağılmamıştır. Orta ve yoksul sınıfın kanını her defasında daha da fazla emilmiş oluyor. Sağ partilerle, eski sol partiler, benzer neo-liberal siyaseti kabullenmeye yanaşırken, çaresizlik sonucu vatandaş haklarını da elden gitmiş oluyor. Çok büyük kitleler siyasete yüz çeviriyor ya da politikadan dışlanıyor. Kris Hecis söyle diyor: “faşist hareketler taraftarlarını politik olarak aktif olanlar arasından toplamadılar, “kaybetmişlerin” - oylarının önemi olmadığı, politik üst tabaka arasında hiçbir nüfusları olmadığına inanmışlar yani politik pasifler arasında buldu.” Politik temaslar artık bizim kullandığımız dilde yapılmıyorsa, insanlar sloganlara, sembollere ve duyumlarına göre hareket ediyorlar. Birleşik Amerika’da Donald Tump’un taraftarları için örneğin, deliller ve kanıtlar pek önem taşımıyor.


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tony Jud ise, vatandaşlar ve devlet arasına düşen koyu sis, iktidar ve istenene uymaya indirgendiğinde, bizi birbirine bağlayan tek gücün devler erki olduğuna inanıyoruz. Heyak’in belirmesinden korktuğu totalitarizmin topluma yerleşme ihtimali büyüktür, çünkü son hesapta vatandaşlar iktidara boyun eğmeye zorlanıyor.. *** Komünizm gibi neo-liberalizm de hezimete uğramış bir Tanrı’dır. Fakat büyülenerek dirilen ahmakların doktrinleri nefes almaya devam ediyor. Ayakta durabilmesi nedenlerinden birisi de anonim kimliğini koruyabilmiş olmasıdır. Belki de, bir sürü anonimlikler desek daha doğru olur. Görünmeyen elin görünmeyen doktrini gözle görünmeyen taraftarlar tarafından yayılmaya devam ediyor. Bu gizemli kişilerin isimlerin çok zor ve yavaş olmak üzere artık gün ışığına çıkarmaya başlıyoruz. Şu gerçeği açıklayabildik: Kitle iletişim araçlarında tütün sanayinin devletler tarafından ek destek önlemleriyle düzenlenmesine karşı çıkan, Ekonomik Sorunlar Enstitüsü’nün 1963 yılından beri, British American Tabacco tarafından gizliden gizliye finanse ediliyor. Dünyanın en zengin kişilerinden ikisi olan Charles and Devid Koch’un “Çay Partisi” enstitüsünün kurucusu olduğunu ortaya çıkarabildik.Charls Koch, üst akıl kurumlarından birini oluştururken yaptığı konuşmada şöyle demiştir: “Arzu edilmeyen eleştirilere olanak tanımamak amacıyla, örgütümüzün nasıl denetlendiği ve yönetildiği reklâm edilmemelidir.” Neo-liberal doktrinle ilgili açıklamalarda kullanılan deyim ve terimlerle şeffaflık yerine sis yaratılıyor. “Piyasa” üzerimize bir yer çekimi ya da hava basıncı olarak çöküyor. Fakat her defasında iktidar etkileşimini ifade ediyor. “Piyasa”nın gerek duyduğu şeyler genelde büyük şirketlerin ve onların sahiplerinin ihtiyaç duyduğu şeylerdir. Sayer’in işaret ettiği yatırımlar, birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Birisi, üretken ve topluma yararı olan işlere yapılan yatırımlarken, diğeri de kira, faiz, kazanç payı ve sermaye getirileri sağlamak için var olan aktifleri satın almaktır. İki tamamen farklı etkinlik için aynı sözün kullanılması, “zenginliğin kaynaklarını gizlediği gibi”, zenginlik yaratmak ile zenginlikten kazanç elde etmeyi birbirine katıştırmamıza sebebiyet veriyor. Anonimlikler ile karışıklıklar birçok defa modern kapitalizmin gizemleri ve bilinmeyenleri ile birbirine karıştırılıyor. Örnekleyelim: francheys model - işçilerin kimin için çalıştıklarını bilmemelerini garanti altına alıyor; çok karmaşık olan ve gerçek sahiplerinin kimliğinin belirlemede polislerin bile güçlük çektiği offshore gizli şebekeleri tarafından tescil edilen şirketler; hükümetlerin kafasını karıştıran vergi sistemleri; hiç kimsenin akıl erdiremediği yeni finans ürünler vb.


Makale ve Analizler - 2016

113

Neo-liberalizmin anonimliği büyük bir titizlikle korunur: Hayek, Mizes ve Fridman’ın etkisi altında kalmış olanlar, “anonim” terimini kullanmaktan uzak durmaya gayret gösterirken, ince anlamlı olduğundan dolayı bu terimin ancak dil bilimciler tarafından kullanıldığını iddia ediyorlar. Bunu yaparken bize hiçbir seçenek de sunmuyorlar. Kimileri kendilerine klasik liberal ya da libertanyan süsü vermeye çalışsalar da, bu terimler aynı zamanda kimsenin dikkatini çekmiyor, çünkü “Kölelik yolunda yeri olan hiçbir şey olmadığı” ve “Bürokrasi” gibi eserleri veya Fridman’ın “Kapitalizm ve Özgürlük” kitabını hatırlatıyor. *** Tüm bu yazdıklarımız dışında, neo-liberal tasarımın hele ilk aşamasında heyecan uyandıran bir yanı var. O, dikkati çeken ve yenilik içeren bir felsefe olarak, eylem planları açık olan bir grup birbirine kenetlenmiş fikir adamı tarafından savunulmuş ve yayılmıştır. Onlar sabırlı ve dirençliydiler. “Köleliğe Götüren Yol” aslında iktidar yoluydu. Neo-liberalizmin zaferi aslında solun hezimeti anlamındadır. Bilindiği üzere, lece-fer adıyla bilinen ve özelci kişiler arasındaki ticari ilişkilerin düzenleme, ayrıcalıklar, harç ve özendirmeler şeklinde vb devlet müdahalelerinden serbest olan, ekonomik sistem, 1929 yılında ekonomik çöküş doğurdu. Onun yerine Keyns yeni bir ekonomik teori yaratmak zorunda kaldı. Geçen yüzyılın 70’li yıllarında Keynesci kuramın özünü oluşturan topyekûn talep hezimete uğrayınca yerine konacak başka bir kuram oluşturulmuştu. Fakat 2008’de neo-liberalizm hezimete uğradıktan ve dağıldıktan sonra, yerine konacak hiç bir şey yoktu. Bundan dolayı biz bugün büyülerle diriltilen ölünün sürünmeye devam ettiğini izliyoruz. Son 80 yılda sol ve merkez hiçbir yeni ekonomik model üretemediler. Günümüzde Keynes’in adını anmak bile çöküş alametidir.21. yüzyıl bunalımlarına Keynes kurtarma kuramları uygulanması üç ana konunun dikkate alınmaması anlamına gelir: İnsanların eski fikir ve hedefler etrafında seferber edilmesi artık çok güç olmuştur. 70’li yıllarda açıklanan eksiklikler tamamen sıfırlanmış ve ortadan kaybolmuş sayılamaz; ve en önemli olan, en büyük bunalımımız olan çevre kirliliğine, eski hedeflerle hiçbir çözüm sunabilmek olanaklı değildir. Keynescilik, tüketici talebini artırarak ekonomik büyüme yaratıyordu. Öyle ki, tüketici talebi ile ekonomik büyüme ise çevrenin yok olması sürecindeki iki motordur. Keynes kuramı ile neo-liberalizmin tarihe gösterdiği üzere, hezimete uğramış, yıkılmış, çökmüş bir sisteme karşı olmak hiçbir şeyi halletmez. Önemli olan çökmüş olanın yerine devamı olacak bir seçenek sunabilmekte gizlenir. Liberal ve sol tarafın daha geniş bir kapsamda anlaşılması şartıyla önünde duran


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

büyük ödev, 21. yüzyıl istemlerine ve koşullarına uyacak yeni bir sistemi bilinçli olarak yaratıp hayata çağırmaktır.

Başkasının Dünyasında Kaybolmayalım

Dr. Nedim Brirnci-06.Ağustos.2016

Konu: Daha yüksek medeniyet projelerimizle gündeme gelmeliyiz. Hayatta bazı şeyler vardır geri sökemezsin. Mesela acem halısı, çorap söküğü gibi asla sökülemez, nice uğraş sonucu sökülebilse bile, toplanan içlik ya döşeğe ya yastığa dolar, başka bir şey yaramaz. Medeniyetlerde böyledir. Atatürk laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmasaydı, 15 Temmuz 2016 gecesi biz hepimiz “ılımlı İslam” dalgasında boğulacak, kellelerimizle top oynanacaktı. Başımıza gelen rezilliği dünya alem görsün diye, mübarek yağmur da yağmıyor, kan lekeleri hala asfalt ve kaldırımlar üzerinde şakıyor olacaktı. Bir taraftan da iyi oldu. Silkindik. Uyuyan bir millet uyandı. Son hücremize kadar bizi esir almak isteyen FETÖ Terör Çetesi (FETÖ) illetinden kurtulur gibi olduk. Dünyada hayat çok garip kurulmuş. Sararan bir yaprağın sararmayı durdurup yeniden yeşeremediği gibi, canlı bir bünye olan devlet ve toplum yapısı da zehre, körelmeye, çökmeye alışıyor ve sanki yok olmada mutluluk bekler gibi bir duruma girmiş oluyor. Meyve vermez oluyor ve biz “Olur İnşallah!” ile durumu idare ettik. Bedbahtlaştığımızın, mutsuzluğumuzun farkında varamamamız, hele biz Bulgaristanlı Türkler için normal bir durum olarak algılanabilir, çünkü biz geçen yüzyıl çok ezildiğimizden ve 1990’da yeniden bir çuvala sokulmuş ve önüne gelenin tekmesine alışmış olduğumuzdan, yapılacak bir şey yoktu. Gerçekleri dobra dobra söylersek, şairlerimizden Durhan Hatipoğlu daha 1972’de kaleme aldığı “Derbeder” şiirinde şöyle der: “Bütün gece ölü yaprak hışırtısı ...Ve uluyan kurtlar...”


Makale ve Analizler - 2016

115

Aslında biz geçen yüzyılın çekisini yeni yüzyıla girerken aşabilseydik, şimdiye kadar birçok yaramızı sarmıştık. Ne yazık ki bunu yapamadık. Yine oyuna getirildik ve sürünmeye devam ediyoruz. Geçen hafta, tescil kararının Sofya birinci dereceli mahkemeden çıkması eli kulağında olan DOST partisi Genel Başkanı Lütfü Mestan ve arkadaşları, totaliter rejimin zindan ve sürgünlerinde 24 sene kalan, Bursa’da kendini beğendiremeyen ve sonunda cebi tam takır köyünde vefat eden şairimiz Nuri Adalı mezarı başında anıldı. Bir şair nasıl anılır? Çimento duvara çiçek ve çelenk koymakla mı? Yoksa 10 - 15 okul öğrencisinin seçkin şiirlerini ölümsüze mezarı başında bir daha dinleterek mi? Anma törenine gelenlere Nuri Adalı derlemesinden birer kitap verilse çok mu olurdu acaba! Yoksa bir ulusal Türk şairin mezarı başında eserlerinin anısını sayanlara hediye edilmesi de mi suç bu memlekette! Tam böyle bir metinle herhangi bir yasa çıkmadı. Duyurulur! Bize Bulgaristan’da azınlık muamelesi yapılsaydı, yok olmaya yüz tutan kimliğimiz dimdik ayakta kalırdı. Fakat FETÖ’nün Sofya ve Plovdiv’teki “Drujba” okullarında okuyan Türk, Pomak ve Çingene kalburüstü kesimin çocukları etnik topluluğumuzun içinde bir azınlık oluşturmaya başlamıştı. Bu okullarda, erkek ve kız çocukların ayrı okutulması, farklı yaklaşıma maruz kalmaları vb. onların kafalarını çelebildi. Onlar ya polis, ya işkenceci gardiyan, ya savcı ya da hakim olmayı hedef etmişlerdi. Babalarının parasıyla toplumdan git gide kopmuşlar ve normal yurttaşların üstünde, onları idare edecek, ayrı ayrı her birinin kaderini belirlerken karartacak, hepimize baskı uygulayacak, adaleti belirleyecek bir tabaka oluşturmaya hazırlanmışlardı. Bu iki okuldan çıkanların arasından Ahmet Doğan’ın “Multi Grup” ve Avrupa Birliği Eğitim Fonu Paralarıyla Sofya’da kurdurduğu ve Bulgar gizli polisinin “Altıncı Şube” şefi, “gestapo” lakabıyla ünlü Albay Prof. Dimirır İvanov’un eline teslim edip halkımızı, dilimizi, dinimizi, kültürümüzü ve kimliğimizi içinden oyacak yeni daha keskin çelik bilyeler hazırlandığını görmeyenlere veya görmek istemeyenlere, hey uyanın artık!, demek istiyoruz. Dünkü gün, haberleri gözden geçirirken, eski başbakanlardan ve 1989’da başımıza balyoz indiğinde Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı olan Mesut Yılmaz’ın FETÖ sisteminin 150 ülkeye yayılışı, 100 milyar US Doları bulan bir darbeci servete sahip olması konularında cumhuriyet savcısına verdiği ifadeleri okudum. “Ecevit’e sordum, dokunma, dedi” diyor. Fetullahçı asker kaçakları, sermaye kaçakçıları, ılımlı İslamcıları Sofya’ya toplanırken, “Bulgaristan Zaman” gazetesi ve “Ümit” dergisi çıkmaya başlarken, özel uçakla gelip, bu bakan Sofya Kumarhanelerini her gece ziyaret eder, her gece kaybeder ve borçlar birikmesin endişesinden sorumlu FETÖ’cüler ödemeleri yapar ve ço-


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

raplarını örmeye devam ederlerdi. Ne yazık ki, 15 Temmuzdan sonra da değişen bir şey yok gibi. Türkiye Cumhuriyeti Başkanı’nın sözlerini kullanıyorum: Bu “hainler” Türkiye’yi dış ülkelerde temsil etme işini o kadar ilerletmişler ki, layık bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin şerefli adını “ılımlı İslamcı hainlik boyasıyla” o kadar çok boyamışlar ki layık özden bir şey kalmamış. Yetiştirdikleri kadrolar tam kendileri gibi... Beden diliyle konuşuyorlar. Biçimlendirmişler. Şu misalime dikkat ediniz.: Kırcaali eski Müftüsü; Bulgaristan Müslümanları Başmüftülük Manevi Konsey Başkanı; HÖH eski milletvekili; 6 aydan beri de DOST partisi Genel Başkan Yardımcılığına sıçrayan Şabanali Ahmet, son Ramazan’da iftar buluşmalarında beden dilini devamlı konuşturdu. Pensilvanya’daki Hainler Başı, Katiller Katili gibi iki elini göğe kaldıra kaldıra cin peri kovalar gibi, ölümle lanetler gibi konuştu. Besbelli aldığı talimatlar bu yönde... Bu olaylar 15 Temmuzdan birkaç gün önce olduğuna hiç kimsenin sesi çıkmadı. Kimse kalkıp da bizim aramızda bu gibi tiplerin yeri olamaz, yeter ezildiğimiz, millet bize gülüyor, diyen olmadı. Örneklerin gösterdiği üzere, Bulgaristan Türkleri arasına sızıp onları ruhsuzlaştırma işine adam sokarken “Cizvit” usulü uygulanmıştır. FETÖ örgütü taş kafa, moralsiz, işe yaramayan, halkımızın davasından ve özlemlerinden tamamen uzak, adalet duygumuza yabancı, hiçbir işe yaramayan soy saptan çocukları toplamış, “okutmuş” ve kurumlarımızın, sivil toplum örgütlerimizin, partilerimiz içine sızdırılmış, adımıza meclise ve parti yönetimlerine itelemişlerdir. Bulgaristan Müslümanları arasında “Zaman” lokantasında ve Sofya meclisi kantininde “köfteci grup” böyle meydana gelmiştir. Bulgaristan’a okumaya gelen Türkiye öğrencilerinin idare işleri ve Bulgar makamlarıyla ilişkileri de bu soyguncu grubun eline geçmiştir. Bu işlerde, bir paragöz olan Ahmet Doğan da kullanılmıştır. Seçim listelerinde Şabanali Ahmet gibi tipler listede ön sıralara yazarak siyasi hayatımızda ön sıralara itilmiş ve hareketimiz vicdani tutum olarak köreltilmiştir. Son yıllarda Bulgar siyaset arenasında baş sima olan bu tiplerden yine Şabanali Ahmet’in, DOST partisinin ideolojisini anlatırken “neo-liberalizm”den söz etmesi de dikkati çekti. İçkili HÖH buluşmalarında öğrendiği aldatmacaların üstüne hiçbir şey koymamış olan bu t.ş kafa lidercik, anlayabildiğimiz kadarıyla Ürdün’de İslam öğrenimi görmüş. Zaman’a zaman demedik, internet üzerinden ve yazışarak bu din enstitüsünde “yeni-liberalizm” üzerine ne gibi bilgiler verildiğini öğrenmeye çalıştık. Aldığımız cevapların hepsi olumsuzdu.


Makale ve Analizler - 2016

117

Biz bu yolu böyle devam edemeyiz. Kim neyi nasıl anlarsa anlasın, kim ne derse desin. Delik kova ile su taşınmaz... Bulgaristan’da bu 25 yıldır denendi. Son günlerde özellikle de İstanbul “Zaman” sarıca arı kovanından bir grubun tutuklanmasını vesile bilerek “Zaman Bulgaristan” Baş Redaktörü Hasan bey, Bulgar TV programlarında, “bizim Türkiye’deki “Zaman” gazetesiyle hiçbir bağlantımız yok. Türkiye’de basın özgürlüğü yok. Biz Bulgar tüzel kişisi olarak bağımsız bir gazeteyiz” masalları anlatmaya başladı. Onun söylemediği çok şey var: Maaşların Pensilvanya’dan geldiğini; Beyin yıkayan yorumların hepsinin “zehirli İslamcı”, “Zaman” kalemlerinden çektiğini vb. “Zaman Sofya” redaksiyonunda önceleri çalışan ekibin bugün hepsinin Pensilvanya’da olduğu iyi bilinir. Biz, Bulgaristan Müslüman Türkleri ve soydaşlar olarak sahte medeniyet projeleriyle hiçbir yere erişemeyiz. Bulgarların veya Avrupa Birliğinin olmayan medeniyet projelerine dahil edilirsek, eriyip yok oluruz. Bizim yarınımız kendi içimizdeki kimliğimizdedir. “Aman siz kendiniz bir şey yapmayın!” Biz sizi yönetiriz, masalıyla yolumuzu kesenler, bizim adımıza konuşan, papazları soframıza oturtan, önümüze dikilenler her şeyimizi ellerine almak istediler. Şu da var, kahraman halk kitlemizden kapmak istedikleri bayrağı ne Türkiye’de soydaşlarımız arasında ne de memleketimizde kardeşlerimiz önünde dalgalandırabildiler. FETÖ kopoyları bizim hiçbir sorumuza doru dürüst, dört elle sarılmadı, bize faydaları dokunmadı ve bundan sonra da dokunmaz. Son 26 yılda Türkiye’den gelip de Bulgaristan Türklerinin anadili olan Türkçe ağızlarımız üstüne bir araştırma yapan ve sayısal çağda lehçeleri değerlendirip edebiyat dilimizi tüm yasaklara rağmen öğretebilme yollarını araştıran bilimsel çözümler öneren bir tek genç çıkmadı. Çok acı değil mi? Şu da çok acıdır. FETÖ okullarında okuyan kız ve oğlanlardan bir tek yazar ya da şair, bilim adamı, felsefeci, sosyoloji uzmanı, psikolog, tarımcı, paytar, öğretmen vb çıkmamıştır. Ne varsa ne yoksa hepsi general olacaklar. TBMM’nin bombalanması emri verecekler. Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı öldürmek amacıyla İstanbul’un Üsküdar semtine binlerce otomatik silah depolayacaklar. Bulgaristanlı Türkleri vatandan kovma davasında öncü olacaklar. Bir de adalet anlayışı kökten çarpıtılmak istendi. TSK komuta kademesini yıllarca hapishanelerde, sorgu dairelerinde ezmek, üzmek, birçoklarının ölümüne neden olmak için en zavallı hukuk oyunlarına başvurdular.


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

15 Temmuz olaylarından sonra Güney Doğu’dan PKK tuzaklarından hiçbir “şehit”, “tuzak” haberi gelmeyeceğine inanıyordum. Çünkü bu tuzakların bilinçli olarak kurulduğuna, PKK ile ortaklık yapıldığına, askerimizin ve polisimizin bombaların gömülü olduğu bölgelere, yollara bile bile gönderildiğine inanıyordum. Patlamalar devam ediyorsa TSK henüz arınmamış, “imam hücreleri”nin hala çalıştığı gerçeği yaşıyor, demektir. Biz, Bulgaristanlı Türkler için, bazı istisnalar dışında, “Kırk yıl oldu, kaynatırım kaynamaz” atasözü iki yönlü geçerlidir. Bir taraftan Bulgar bizi kaynatamadı ve dünyaya rezil oldu, ama biz de ruhen yaralandık ve artık ateşin seviyesini ayarlayamaz olduk. Ayar düğmesi hep bu işten anlamayanların veya düğmeyi çevirseler ne olacağının farkında olmayanların elindedir. Şu iyi bilinmelidir ki, ideallerini kaybedenler, davasına ve milletine güvenmeyenler ya teslim olur ya da kaybolurlar. Biz, 1989’da Türkiye Cumhuriyeti’ne yerleşenler, içe dönük mü, dışa dönük mü bir milliyetçiliğe bel bağlamamız gerektiğinin bilincine uzun zaman varamadık. FETÖ yayınları hep içe dönük bir milliyetçiliğe gerek olmadığını aşılamaya çalıştı. Bunu neden yaptıkları 15 Temmuz gecesi anlaşıldı. Türk milletinde Çanakkale mayası, Atatürk ilhamı olmasaydı hepimiz yanmıştık. Bizi kurtaran bu defa dedelerimizin yenilmez ruhu oldu. 1974 Kıbrıs çıkarmasında da tek yumruk olmuştuk, fakat bu kudreti toplayamamıştık. 15 gün demokrasi kalesi olduk. Verilmiş sadakamız varmış, emperyalizmin son balyozu öyle bir inecekti ki başımıza, bir daha kendimizi toparlamayı düşünemeyecektik. FETÖ taşeronluğunda emperyalizmin örnek yeni sömürgesi olacaktık. Ardımızdan Türk Cumhuriyetleri ve 56 İslam devleti de yerle bir edilecekti... Biz, BULTÜRK Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği olarak Ankara Kızılay’da, Tekirdağı ve İstanbul/Bayrampaşa’da, Gaziosmanpaşa’da, Avcılar’da, Bağıcılarda, Saraçhanede ve Taksim Meydanında Cumhuriyet Anıtı’nda BULTÜRK bayrağını dalgalandırdık. Bir ihtimal daha olmadığına inanarak marşlar söyledik, ateşli konuşmalar dinledik. Yarın da 7 Temmuz’da Yeni Kapıda milyonlarla buluşmaya, kucaklaşmaya BULTÜRK bayrağımızla katılacağız. Son 15 gün, 15 Temmuz gecesi bize büyük bir ders oldu. Başka bir Türkiye olmadığını her birimiz çok derin duyulmadık. Suriyelilerin kaçacağı yer vardı, Kavkaslardan, balkanlardan gelen bizlere de gideceğimiz yer vardı o da Türkiye,


Makale ve Analizler - 2016

119

ya bizim Türkiye olmasa nereye gideceğiz var mı? Bizim buradan başka devletimiz yok, bizim buradan öte şehit olmaktan başka yolumuz yok, bunu hepimiz çok iyi biliriz. FETÖ’cülerin gazete, reklâm, radyo, televizyon, okul, yatakhane, kitapçı, cami ve mescitlerde, dağıttıkları köfte ve böreklerle, ikili, dörtlü, onlu görüşmelerde bizi oyduğunu ve yok etmeye 40 yıl boyunca sabırla hazırlandığını gördük. Onların eğittikleri kişilerin günahkâr, ırkçı, faşist, katıl olduklarını gördük. Birçok gazeteyi boş kafalı hain Türklerin yazdığını da görebildik.Biz, soydaşlar olarak Türkiye içinde yapacağımız milliyetçilik anavatanımızı satanlara ve Türkü Türk’e kırdırmak isteyenlere karşı olmalıdır. Bizim Bulgaristan’da da Paralel Örgüt olduğuna inanıyoruz. Bu örgüt Sofyadan yönlendiriliyor amma akıl hocaları dışarıdan, işte bu gün bizlerde silkinmeliyiz ve kendi içimizde hainleri ortaya çıkarmalıyız. Bizler artık kendi toplumumuzdan kendini halkımız adına feda edebilecek kişileri bulmalıyız ve hainlerin karşısına çıkabilmeliyiz. Toplum için çalışanları ve toplumu bölenleri iyi görmeliyiz. Bu en kutsal görevdir.Son gelişmeler bunu çok açık ortaya koydu. Biz içten bölünmüş olduğumuzun farkına varamamışız. Unutmayalım: Milliyetçilik birleştiriciliktir. “Ne Mutlu Türküm Diyene!” İkinci yazımızda: Türkiye Türklerinin yani bizim dış milliyetçiliğimiz üzerinde duracağız.


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türk’e İhanet Edenlerin Sonu

Prof. Dr. Erhan Arıklı-06.Ağustos.2016

15 Temmuz darbe girişimi, bu millete bir ihanettir elbette. Ama biliniz ki ne ilktir ne de sondur bu ihanet. Türk Milleti tarih boyunca en çok ihanete uğrayan ve içinden pek çok hain çıkaran bir millettir. Hainlik, psikolojik bir olay olduğu kadar genetik bir olaydır aynı zamanda. Hainlerin kökenini araştırın. Mutlaka bir melezlikle karşılaşırsınız. Adının Türk olması veya bilinen anne babasının Türk olması, soy özürlü bir kişinin vatanına ve milletine ihanet etmesine engel olamaz. Ama bu millete ihanet edenlerin sonu hep korkunç olmuştur. Osmanlıyı arkadan vuran İngiliz işbirlikçisi Şerif Hüseyin’in, Kıbrıs sürgünün ardından ölüm döşeğinde oğluna “Oğlum biz Osmanlıya ihanetin bedelini ödüyoruz” demesi boşuna değildi... Rahmetli Necdet Sevinç ağabeyimden dinlediğim bir başka ihaneti anlatmama müsaade buyurun lütfen: Adı, Nuri Sait Paşa idi. Türk adı taşımasına rağmen Türklükle uzaktan yakından alakası yoktu. Buna rağmen son devir Osmanlı paşalarından biriydi. Bu herif de birçok Osmanlı yöneticisi gibi İngilizler tarafından ele geçirilmişti. Türkiye Cumhuriyetinin Musul ve Kerkük’ü kaybetmesinde, Misak-ı Milli sınırları içerisindeki o toprakların İngiliz hâkimiyetine geçmesinde bu hainin büyük emekleri vardı. Musul - Kerkük elimizden çıkınca ve bütün Irak İngiliz yönetimine geçince, İngilizler yukarda bahsettiğim Şerif Hüseyin’in oğlu II. Faysal’ı Irak’a Kral tayin etmişlerdi. Tescili vatan haini Nuri Sait Paşa da, Başbakanı olmuştu bu kukla yönetimin. Yeni efendilerine yaranmak için, Irak Türkmenlerine her türlü eziyeti yapmaktan çekinmiyordu bu hain. 1957 yılına gelindiğinde İngiltere, Irakta ki yönetimi değiştirme ihtiyacı hissetti.


Makale ve Analizler - 2016

121

Londra’da yazılan senaryo şöyle gelişmişti... II Faysal, o esnada Osmanlı hanedanından bir hanımla evlenip tahtını sağlama almak istiyordu. Üstelik düğünün bir bölümü İstanbul’da yapılacaktı. Başbakan Nuri Sait, düğün hazırlıklarını gözden geçirmek için 13 Temmuz 1957 tarihinde İstanbul’a gelmişti. İngilizlerin kontrolündeki Baasçılar ise darbeyi 14 Temmuzda yapacaklardı. Nuri Sait Paşanın İstanbul’da olması hesapta yoktu. İstanbul’da kalacağı otele yerleşemeden, İngiltere’nin Bağdat Büyükelçisi tarafından çok acil olarak Bağdat’a dönmesi emredildi. Bağdat’a döner dönmez İngiliz Elçisini arayan Nuri Sait Paşa’ya Elçi ancak ertesi gün görüşebileceklerini söyleyince, Sait Paşa buna bir anlam verememişti. Gece yarısı ihtilal patlak verdiğinde bile efendilerinin kendisini gözden çıkarabileceğine ihtimal vermiyordu. Bu yüzden saklandığı evden Elçiyi arayarak kendisinin oradan alınmasını istedi. İngiliz Elçisi ise derhal ekip göndereceğini ve oradan ayrılmamasını söyledi. Birazdan kapıyı çalan ihtilalci Baasçılardı. Elçi, ihtilalcilere Sait Paşa’nın adresini vermişti. Nuri Sait Paşa teslim olmayı düşünmüyordu. Kadın kıyafeti giyerek gelen ihtilalcilerden kurtulmaya çalıştı. Başaramadı. İhtilalciler onu oracıkta kadın kıyafeti içinde öldürdüler. Bilmem ki 15 Temmuz darbe girişiminde bulunanlar veya bu darbe girişime destek olanlar, Nuri Sait Paşa veya Şerif Hüseyin gibi hainlerin hayat hikayesini okumuşlar mıdır? Biliniz ki, Allah bu milleti seviyor. Bu millete ihanet edenleri de bir şekilde cezalandırıyor. Demem o ki, bu millete ihanet edecek olanlar tarihi biraz karıştırsalar iyi olur.


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

15 Temmuz Gür Sesi

Murat Ulutürk-08.Ağustos.2016

Konu: 5 milyon ruhundan fışkıran ortak irade. Türk halkı 15 Temmuzdan beri destan yazıyor. Gece festivallerinde şiirler okundu. Bu kahramanlıkta en büyük ozan halkın kendisiydi. Silkindi, söylendi, kınadı, lanetledi ve giderek duruldu. Demokrasi için tankın altına yatan insanların kahramanlığı çok uzun zaman yazılacak. Yazılmadan yapılması gerekenler var, belki de 2. Cumhuriyetin ilan edilmesi ve devletin yeniden yapılanması başta gelecek. Mahşeri kalabalık festivalleri anlatılacak. Kitaplar yazılacak. Hep anlatılacak. Biz Türk’üz kafamızı koruruz. Canımızı da koruruz. Ama ölümden korkmayız. İnsanlar kütüğü ve satırı odun kesmek için icat etmemiş, fakat ilk kesilen insan kelle olmuştur. Kellesi kesilmiş hükümdarların egemenlik ömrü uyuşuk davrananlardan çok daha uzun olmuştur. Topkapı’nın ana giriş kapısının sağ yanındaki örs - kütük odun değil, çeliktir. Tarihi bilen ve sağ yandaki peykaya oturan bir daha kalkamaz, çünkü kayan kellelerin her biri aklında sıra olup gözleri önünden geçer. Sultanlar geleceğe örs üzerinde su verilmesini uygun görmüşler. Kim ne derse desin, hukuk hayatın önüne geçmeden adalet sağlanması zor olur. Bizim gibi ülkelerde işi mahkeme heyetine de yükleyemeyiz, çünkü ruhumuz yumuşadı ve gözyaşına dayanamayız. Biz merhametli bir milletiz. Soru: Adaleti sağlayan lider midir yoksa millet mi? *** 15 Temmuzdan sonra kaleme alınan 2 şiir: Dostluk eli uzatacağız Kadın ya da erkek, Yaşlı ya da genç, Laik veya dindar, Başı açık ya da başı kapalı, Batılı ya da doğulu, Alevi ya da Sünni,


Makale ve Analizler - 2016

123

Türk veya Kürt, Dost olunacaksa, Birbirimizi anlamaya çalışacak Birbirimize tekrar dostluk eli uzatacaksak, Bugün burada el ele vereceksek nihayet, Geleceğimizi mutlu ve baskı altında olmadan yaşayacaksak, Hür olabileceksek, Cumhurbaşkanının ve muhalefetin tutumu da bu yöndeyse, Bu bizleri sadece derinden mutlu eder. Gelin insanlar, gün dostluk günüdür, demokrasi birbirine hak tanımaktır, Aydınlıklara ulaşmak bizlerin elimizdedir, Gelin bu şansı kullanalım Bu bizim memleketimizin hayrınadır. Bu birlik bize moral verir. Esin kaynağı olur... Yorulmuştuk bu tartışmalardan Yorulduk her şeyden. Dost olalım. Kötü yıllar yaşadık. Bakın nerelere vardı memleket Gelin ellerimizi uzatalım insanlara ve uzatılan elleri de tutabilelim. Geleceğin ufkuna gururla bakabilelim.. Fazıl Say Sizinle bir yurttaş olarak gurur duyuyorum. *** 15 Temmuz şiirleşen bir tarih oldu. Usta sanatçı Ahmet Selçuk İlkan “darbeye hayır” deyip meydanlara çıkmakla kalmadı, 15 Temmuz şehitleri için bir şiir yazdı.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İşte o sözler Sen vatan kahramanı, demokrasi şehidi Yine bir tarih yazdın dünya bunun şahidi Bir mucize yarattın 15 Temmuz gecesi Can verdin vatan için yoktu bunun ötesiO nasıl bir yürek ki, binlerce tanka bedel Ölüm bile vız geldi, utandı senden ecel Seninle gurur duydu Boğaziçi Köprüsü Yeniden dile geldi Çanakkale türküsü Seninle nöbette bak bu ülkenin tamamı İşte böyle kutlanır demokrasi bayramı Şimdi daha şanlı bak ay yıldızlı bayrağın Ey şehit oğlu şehit önderisin her çağın Yıldızları yağdırsak azdır senin üstüne Bak adını nakşettik gönlümüzün büstüne Şehitler asla ölmez ölümsüz her biriniz Bil ki mahşere kadar kalbimizde yeriniz..

Ortak Ruh

Dr. Mustafa Kahraman-08.Ağustos.2016

Konu: Mutlu gelecek ortak umudumuzdur. “Ne Mutlu Türküm Diyene!” Bu sentez, Atatürk’ün bize büyük mirasıdır. Ortak ruhumuzun ifadesidir. Milli varlığımızı ve Türk millerine mensubiyetimizi dile getirir. Ortak ruhumuzu geliştirip zenginleştirmek, büyüterek devleştirmek bir halk olarak en önemli ödevimizdir. Bir halkın Ortak Ruha sahip olması, en dehşetli, en ölümcül silahların yenemeyeceği bir güçtür. Ulusal Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal önderliğinde ortak ruhla zafer kazandık. Vietnam halkı Amerikan emperyalizmini ortak ruhla yenmiştir. İngilizler Avrupa Birliği’nden ortak ruhla ayrılmayı seçti. Dünyayı değiştiren en büyük güç halkların ortak ruhundan kaynaklanır. 15 Temmuz’da Türkiye’yi istila planları, askeri darbe girişimi Ortak Ruhla boşa çıkarıldı. Ortak Ruhun ne olduğunu, biz dağdaki çobanla bilgisayar başında işine bakan bir aydınımızın vatan ve millet konusunda aynı noktaya bakmasında görebiliyoruz. Bastonlu dedelerin, kucağında bebeleri sokaklara dökülen, tanklar önüne yatan, kurşunlara siper olanlar kardeşlerimizin meziyetlerini birleştiren ve aynı yönde harekete geçiren ortak ruha sahip olmasıdır. Türk milleti için bu, Cumhurbaşkanımızdan bağ bekçisinden, şoföründen balıkçısına kadar ka-


Makale ve Analizler - 2016

125

dın erkek, genç yaşlı, Türk, Kürt, Laz, Tatar, Anadolulu Trakyalı, yerli göçmen ayrımı yapmadan geçerlidir. Buna en büyük kanır, halkımızın 15 Temmuz mesajını doğru okumasında görebildik. 3 haftadan beri devam eden barışı, demokrasiyi, toprak bütünlüğümüzü, anavatanımızı koruma mitinglerinin başka anlamı yoktur. 15 Temmuz, bizi koyun gibi korkak sananlara sert bir ders oldu. Bizi uyutmak için yarım asır harcadıkları çabalar boşa çıktı. FETÖ denen alçak ve şarlatanın 40 yıldan beri yetiştirdiği ordu yenildi. Emperyalizmin Türkiye’yi içinden dinamitleme planları suya düştü. Buradan çıkarılacak derslerin başında olan, bir halkın ortak ruhunun tankla topla jetlerle yok edilemeyeceği gerçeğidir. Türk halkının sonsuz ruhsal ortaklığı “Vatan size minnettardır!” mitinginde şahlandı. Yenikapı’da halkımız devasa bir mitingde tarihsel bir mitingde buluştu. Ne Avrupa, ne Asya, ne de Amerika böyle bir halk şöleni görmedi. Bu buluşma bir de demokrasiyi savunma buluşmasıydı. Demokrasi devletin halkın seçtiği liderler tarafından yönetilmesi anlama gelir. Egemenliğin demokratik biçimi bizim toprağımızda en iyi tuttu. “Ben demokrasi kalesiyim” diye hava atan eski kıtada, seçme hakkı olanların oylarının % 62’sinin oyuyla devlet başkanı olan tek bir lider yoktur. Demokraside halkın yönetime katılımını daha ileriye taşıyan seçme ve seçilme hakkını kullanmaktır. Demokrasi bu anlamda halkın ortak iradesinin ve ruhunun birleşmesinin çok büyük bir eseridir. Yeni Kapı devasa mitingiyle Türkiye halkı 21ç yüzyılda tüm ezilen halklara örnek ve emsal oldu. Emperyalizm saldırılarına 20. yüzyılda alınmaz kalesi, yıkılmaz kalkan olan Türkiye 21. yüzyılda aynı sinsi ve katil güçlerin taşeron hain çeteleriyle -FETÖ - PDY - PKK- kanlı darbe yapıp ülkeleri istila etmesinin mümkün olmadığını dünyaya gösterdi. Tunus, Libya, Irak ve Yemen örneklerinden sonra, Türkiye halkı aynı düşman bombalarıyla, aynı düşman kurşunlarıyla çıplak ellerle, halk iradesiyle ve Ortak Ruhla baş edilebileceğini örnekledi ve kanıtladı. Diğer halklar dostla düşmanı birbirinden ayıramazken Türk halkı bunu çok kararlı bir biçimde yaptı. İşte düşman “üst akılın”, istihbarat merkezi CIA haini, FETÖ - PDY katil çetesi diyebildi. Şimdi zaman hesaplaşma zamanıdır. Hainlerin kalesini koparıp evlatlarının eline vermek âdetimizdendir. 20. yüzyılın en kanlı askeri darbecisi Kenan Evren’e ömür boyu hapis cezası kesen Türk adaleti, FETÖ’cü generaller sürüsüne hak ettiği cezayı verecektir. “Yenikapı”da demokrasi düşmanlarının püskürtülmesi festivali, aslında 23. halk kutlaması olarak bir araya geliş oldu. Tarihinde ilk kez olmak üzere Türk bilincine, iradesine ve ruhuna sahip olan her vatandan buradaydı. Sen bakan, ben işçi, o sanatçı, onlar Anadolulu, bunlarsa Trakyalı göçmen olarak değil, her bi-


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit haklı ve şerefli vatandaşı olarak Şehitleri Anma ve Demokrasimizi Savuma Miting’inde buluştuk. Yenikapı buluşması bir yandan da “Allah korusun, büyük bir badire atlattık, şükür kurtulduk!” anlamı taşısa da, öncelikle seçilmiş lidere, sevilen vatanına ve anavatanımıza sahip çıkma amaçlı bir kitle gösterisiydi. Onlar bizim geçmişimizi yıkmak ve geleceğimizi karartmak, egemenliğimizi rafa kaldırıp bizi köleleştirmek istediler. Ortak Ruhumuz bizim geçmişimizde oluştu, doğuştan özgürdük, özgür olmadan var olamayız. Vurguluyorum: geçmişimizi yok edip geleceğimize sahip olmak isteyenler, özgür ruhumuza yenildiler. FETÖ- hain çetesi, eli silahlı, tanklı, uçaklı “imam” kılıfıyla çıktı karşımıza. 50 yıldan beri birinci niyeti İslam’ı, cumhuriyeti, demokrasiyi ve adalet düzenimizi değiştirmekti. Gidip Papanın elini öptüler. Papazlara sarmaşıp ödüller dağıttılar. 1789’da “Bastilya” kapılarını açıp 7 sarhoşu salıverenler de “istersek dini değiştiririz” demişlerdi. FETÖ’cüler de “ılımlı İslam” arkasına eşitlik, özgürlük ve kardeşlik gizlediler, ama sökmedi. Gece karanlığından çıkan karayılanın hepimizi sokup öldürmek istediği hemen göründü. Sizin bir şey yapmanıza gerek yok, biz “ılımlı İslam” yalanıyla sorunları hallederiz, deseler de, inanmadık, inanmıyoruz. Hedeflerindeki “İslam ihaneti” idi, katliamdı. 15 Temmuz trajedisin sonra yapılan açıklamalarda çok büyük ve çok acı gerçek ortaya çıktı ve “Yenikapı” mitinginde vurgulanmadı. Bu 40 yıldan beri işkence gören, okuldan atılan, işten kovulan, dövülen, sakat bırakılan, gözü çıkarılan, bacaksız kolsuz kalan, adalete başvuran ve adalet bulamayan çok büyük bir kitlenin hak ve hukukudur. FETÖ hain çetesi T.C. adalet sistemini tersyüz etmiş, yargı makamlarına sızıp hukukun üstünlüğü ilkesini FETÖ bataklığına gömmeyi başarmıştır. “Ergenekon” davası ve benzer yasa dışı uygulamalar buna kanıttır. Her bir işkence olayı ele alınmalı ve hainler cezalandırılmalıdır. 15 Eylül Birleşik Amerika’da olsaydı, Beyaz Saray jetlerle bombalansa, “Manhattan” köprüsü ayaklarında deri gibi kan aksaydı, Amerikalıların üzerine kurşun yağsaydı, bak sen amerikan adaleti “ihanet” suçundan kaç tümgenerale, tuğgenerale, albay, binbaşı ve yüzbaşıya elektrik sandalyesinde idam cezası verirdi. Teröristlerin hakkı başka hiçbir ceza ile bildirilemez. Bu cezalar Türkiye adaleti tarafından verilmeden ortak ruhumuz şahlanamaz, dirilemez, zaferden zafere koşamaz. Yeni Kapı halk birlikteliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğünün, bu kadim halkının toprakları üzerindeki egemenliğinin paylaşılmazlığını, Türkiye devleti istiklalinin sonsuzluğunu dünyaya gösterdi. Emperyalizme, iha-


Makale ve Analizler - 2016

127

net örgütlerine, terör çetelerine, sahte imamlara ağır bir tokat oldu ama takıp sona ermemelidir. Çünkü onlar ölüm yatağında da olsalar Türk vatanına çöreklenme niyetlerinden asla vazgeçmezler. Yeni Kapı coşkusu, bölünmeden, parçalanmadan, vatandaşları arasında hiçbir ayrılık gözetmeden eşit haklı ve karşılıklı hoşgörü içinde yaşamak isteyen büyük bir halkın kucaklaşması oldu. Bu, vatan tehlikeye girdiğinde asla suskun kalmamaya hazır kitlelerin güçlü akını oldu. Zafer, Türk milletinin büyük zaferidir. Bir kahramanlık destanı yazılmıştır. Bu davada hepimizin payı vardır. Yeni Kapı buluşmasında biz Bulgaristanlı sivil toplum örgütleri, dernekler, soydaş mahalle grupları, BULTÜRK - Kültür ve Hizmet Derneği öncülüğünde ve BGSAM Aydınlar grubuyla beraber, Bayrampaşa, Avcılar, Beylik düzü, Zeytinburnu halk alaylarıyla yeraltı ve yerüstü trenleri, gemilerle, otobüslerle özel araçlarımızla büyük alanda herkesle omuz omuza beraberdik. Davamız bir parti davası değil, halkımızın ortak davasıdır, vatan davasıdır, bu yoldan asla dönüş yoktur ve olmayacaktır. Şehitlerimizi anma ve demokrasiyi savunma amacıyla düzenlenen devlet başkanı, hükümet erkânı, parti liderleri ve diplomatik temsilcileri, din adamları ve sanatçıların katıldığı devasa buluşmada en önemli olan vatan bölünmez sloganını çok yükseklere kaldırması oldu. Türkoğlu Türklerin, damarımda akan kan Türk kanıdır diyenlerin, nereden gelmiş olurlarsa olsunlar -Kafkaslardan ya da Balkanlar’dan, Kırım’dan ya da Kıbrıs’tan hiç fark etmez- Ortak Ruhta buluşması, bütün dünya halklarına örnek oldu. Bu ortak davada Bulgaristanlı soydaşların, Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimizin dayanışması gür sesle dile getirildi. Hazır bulunan 5 milyon ve 79 milyon Türkiye halkı Bulgaristanlı Türklerin siyaset arenasına çıktığını ve hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’de aktifleştiklerine şahit oldu. Çok derin anlamı olan şölende, al bayrağımı görünce gururlanmayanlarla, milli marşımız söylenirken göğsü kabarmayanla paylaşacak ekmeğimiz yoktur ve olamaz inancı dile gelirken, Anadolu’da 49 millet yaşıyor bunların arasını açalım, onları birbirine düşürelim hesapları yapanlar ağzının payını aldı. Türkiye vatandaşıyım diyebilenlerin yeryüzünde en onurlu insanlar olduğu duyuruldu. Türkler, mehter marşlarında, türkülerde, şarkılarda ve şiirlerde buluşarak destanlar yazdı. 40 yıldan beri Kürt-Türk masalı anlatanların dili bu defa iyice şişti ve defter dürüldü.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Trakya’yı Anadolu’dan koparıp Avrupa Birliği’ne üye alma ve böylece Türkiye’yi Avrupa ve Asya’ya bölerek parçalama hesapları da tosladı. 15 Temmuz sorunu birçok sorunu birden çözdü. En önemlisi, Ortak Ruhlu olan Büyük Bir Halkın bölünemeyeceği, asla parçalanamayacağı anlaşıldı. Hainlikler üzerinde ince hesaplar yapan düşmanlar atomu ve nüvesini parçalayabilirler, sayısız bombalarla birçok ülkeyi yakabilirler, halkları kadim vatanlarından kovalayabilirler, evet her şeyi parçalayabilirler, fakat kardeşleşmiş Türkiye halkının Ortak Ruhunu asla ve asla parçalayamazlar, yok edemezler. Bizi birbirimize düşüremezler. O zamanlar çoktan geçti. Yeni Kapı demokrasi tarihimizin önemli bir günüdür. Parlamenter sistemimize karşı yapılmak istenen bir darbeyi önledik. Cumhuriyetimize kıyılmak istendi. 240 şehit verdik. Aziz hatıraları asla unutulmayacaktır. 15 Temmuz gecesi Türk halkının gururu korunmuştur. Darbeye karşı demokrasi savunuldu. Türk haklı Büyük Mustafa Kemal’in “Söz konusu Vatansa, Gerisi Teferruattır” sözlerini unutmamıştır. Bu temel üzerinde, yeni tarihimizde ilk kez, ulusal siyasi uzlaşma sağlanmıştır. Bu ulaşmanın siyaseti camiye, okula ve kışlaya sokmama ilkeleridir. Anlaşmamızın temeli bu olmalıdır. Canını siper edenleri isteği budur. Tankları çıplak elleriyle durduranlar, ölüm mermilerine siper olanlar, en büyük onurun vatan ve demokrasi uğruna birlikte ölmek olduğuna inananlar toplandı Yeni Kapı festivaline. Türkiye halkı Atatürk ruhunu, milli birlik ve beraberlik ruhunu, zaferden zafere yorulmadan koşma azmini, ebedi var olma atılımını 21. yüzyıla başarıyla taşıyarak toplandı. Ortak ruhunu canı pahasına koruyacağına yemin edenler demokrasinin halkın iradesi olduğuna inanıyor. Herkes gördü ki, Türk milletinin sonsuz güç kaynağı Ortak Ruhudur. Bu edinimin özünde cumhuriyetimiz var. Cumhuriyetimiz halkımızın en büyük kazanımıdır. Darbe hedefi olmasının nedeni budur. Demokrasiye sahip çıkanlar cumhuriyetimizi korumuşlardır. 7 Ağustos’a egemen olan Ortak bir Ruh hesaplaşma ruhu değildi. Fakat o her şeyden önce FETÖ’cüleri, PDY’cileri, darbecilerin hepsini sorgulamalı ve yargılamalıdır. Adalet sağlayamayan devlet büyümez. Tarihimizle, bugünümüzle yüzleşmeliyiz. Siyasi akımlar olarak birbirimizle, vatan sevgisiyle yanıp tutulan herkesle ve vatanı yanmaktan kurtaran her kardeşimizle buluşma, selamlaşma, bayramlaşma fırsatı bulmalıyız. Biz soydaşlar memlekete uğrayıp olup biteni oradaki kardeşlerimizle yakınlarımıza, camilere gidip encümen üyelerine, tüm ilgilenenlere açıklamalı anlatmak ve onları bilgilendirmek zorundayız. Zaman uyanma ve dirilme zamanıdır. Türklük tarihinde çok önemli bir dönemde bulunuyor. Tarih yazan İstanbul’un “Yedikapı Mitingi”nde söz alan TSK Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın konuşması, illegal terör örgütü, hain ve


Makale ve Analizler - 2016

129

katil dediği FETÖ çetesini kınaması ve lanetlemesi milyonlar tarafından tam destek buldu. Orgeneral Akar, Mustafa Kemal Atatürk’ün “hâkimiyet milletindir” ilkesinin bugün de cumhuriyet, demokrasi ve güvenliğimizin kalkanı olan TSK’nde temel ilke olduğunu vurguladı. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Binali Yıldırım, miting kürsüsünden canları pahasına demokrasiyi koruyanlara teşekkür etti, 15 Temmuz demokrasi şehitlerini bütün Türk halkı adına kalpten selamladı. Başbakan 5 milyonluk kitleyi milli şairlerimizden Necip Fazıl Kısakürek, Nazım Hikmet, Ahmet Arif ve Ahmet Cicat’tan dizelerle hitap etti, bizi öldürmeyen darbe daha da güçlendirir, dedi. Uzlaşma ve işbirliği çağrısı yaptı. “Terör örgütlerini aradan çıkaracağız. 15 Temmuz Türkiye’nin mikroplarından temizlendiği gündür. FETÖ Türkiye’ye gelecek ve hesabını verecektir.” dedi. TBMM Başkanı İsmail Karham ise konuşmasında, FETÖ okullarında yetiştirilenler hakkında “robot beyinli insan kopyası” dedi Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayyib Erdoğan, “Türkiye halkı idam cezası istiyorsa ve TBMM bu kararı onaylarsa, ben de imzalarım, umarım partiler de uyacaktır,” dedi. Ve şöyle devam etti: FETÖ bu milletin cesaretini, inancını, dirayetini hesap edemedi, diye belirtti. Başkomutan sıfatıyla Erdoğan 5 milyonluk kitleye “Ölmeye var mıyız?” diye sorudu ve “Varız!” cevabını aldı. Miting Ortak Ruhumuzu taçlandırdı. Ne mutlu Türküm diyene!

Bulgaristan Türklerinden Daha Ne İstiyorsunuz?

Levent Rasimov-09.Ağustos.2016

Konu: 138 yıldan beri gerilemeye zorlanıyoruz. En büyük Bulgar yalanı - tolerans. En büyük HÖH yalanı - “Bulgar Etnik Modeli.” Bulgaristan Türklerinden Daha Ne İstiyorsunuz?


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Türkler yenilebilir, ama esir edilemezler” sözünün sahibi Napolyon, bir savaş esnasında, emrindeki subaylardan birinden bir mektup alır. Mektupta, “Emir buyurduğunuz yerin alınması imkânsız” diye yazmaktadır. Napolyon’un cevabı şöyledir: “Siz mektubunuzda bunun bana ‘imkânsız’ olduğunu yazıyorsunuz. Bu sözcük Fransızca değildir.” *** Napolyon Türklerin böyle insanlar olduğunu daha 1805’te anlamıştı. 200 sene sonra Bulgarlar hâlâ anlayamadılar. Ne yapalım başa gelen çekilir! Beyhan Mustafa “Ekip 7” gazetesinde Bulgarca çıkan yazısında olayları şöyle anlatıyor. Tercümesini size de sunuyoruz: Osmanlı idaresi 500 seneden uzun bir süre (1362’den 1913’e) Bulgarlara Bulgarca konuşmayı hiçbir yerde ve hiçbir zaman yasaklamamıştı. Hıristiyanların da İncil’den ayinleri ve duaları Arapça ya da Osmanlıca okumalarını asla istemedi. Ve siz, 1933 yılında bugünkü Razgrat şehir kütüphanesinin bulunduğu yerde (eski hastane ve “Kasımpaşa” cami bölgesinde) ülkenin değişik yerlerinden gönderilen, intikam köpüren, faşist Bulgar ordu mensuplarının, şu Srebnitsa örneğinde olduğundan beter, toplu soykırım yapmak ve barışçı sivil Türk ahalisini topluca gömmek amacıyla mezar kazdığını biliyor muydunuz? Hem de Razgrat gibi bir şehirde; 1989 “Mayıs Olayları” esnasında, şehrin tam merkezinde “İbrahim Paşa” camii önünde Bulgar ordusu (BA), devlet güvenlik güçleri (DS), kızıl bereliler ve itfaiye güçlerinin barışçı sivil gösteri yapan Türklerin üzerine tanklarla, zırhlı araçlarla, makineli tüfeklerle ateş açılarak ve içi çakıl dolu güçlü su püskürterek dağıtığı, yaraladığı ve tutukladığı bilinirken, bu yerde ne gibi toleranstan söz edilebilir. Yukarıda işaret ettiğim o sözüm ona birinci “tolerans” örneğinin durdurulmasında Mustafa Kemal Atatürk’ün yıldırım müdahalesini anımsayan ve hatırat anlatan yerliler hala tek tüm bulunabilirken, ikinci “tolerans” örneğinde sivil vatandaşların daha fazlası ömür boyu sakat kaldı, çünkü devlet güvenlik gücü (DS) özel bir emirle onlara ilk yardım gösterilmesini yasaklamıştı. Yine o karanlık dönemde (1985 - 1989), ölülerimiz akla çılgınlık veren çarpık ve uyduruk ateist komünist matem usulüyle “Kardeş mezarlarına” defnediliyordu. Ölülerimizin kemiklerinin bulunmasını engellemek ve bugün Bulgaristan ve Türkiye’den gelen yakınlarının bir demet çiçek koyup bir ibrik su dökerek bir Fatiha okunmasına izin vermemek için hepsi yok ediliyordu. Bu, ne Hitler, ne


Makale ve Analizler - 2016

131

Stalin ne de hatta Karajiç tarafından yapılmıştır. Ölülerimizin mezarlarıyla doğrudan doğruya düpedüz alay edilmiştir. 20.yüzyılın 40’lı, 50’li, 60’lı yıllarında ayakta ve ibadete açık olan Razgrad’ın “Behram Bey”, “İskender Bey”, “Kasım Paşa”, “Ak”, “Hacı Müslüm”, “Muz” ve “Eski” camileri nerede? Güya kültür anıtı ilan edilen, “İbram Paşa” camii 50 yıldan beri kaderine terk edilmiş olup harap olmaya devam ediyor. Yıllar önce çevresinde 5 bin metre kare arazisi olan bu tarihi eserin dolayında halen 525 metre kare arazi kaldı. Razgrat Türk Pedagoji Enstitüsü neden kapatıldı: 20. yüzyılın 60-lı yıllarının sonuna kadar Razgrat şehrinde ve eyaletinde eğitim ve öğretim veren ilk ve orta laik medeni okullar nerede? Kurşunlu Han, şadravan, Türk Hamamları, türbeler, Müslüman Vakıf konak ve tesisleri, Türk kütüphanesi ve ona bağlı olarak etkinlik yürüten okuma evi nerede kaldı? Razgrat Türk Dram ve Müzikal Tiyatrosu neden kapatıldı ve “Razvitie” kültür merkezinde görevli olanlar neden işlerinden köpek gibi kovuldular. Tolerans denen bize karşı uygulanan canlı faşizm ve komünizmdir! Bu anlattıklarımız yalnız Razgrat olup bitenlerdir, Bulgaristan’ın diğer şehir kasaba ve köylerine atlarsak, 1879’dan başlayarak günümüze kadar uzanan bütün yıllarda Bulgar toplumunun faşistleştirilmiş ve komünizm artığı vurup kırıcı takımının uyguladığı zulüm üstüne Bulgar “toleransı” konulu yüzlerce kitap yazılabilir. Adına güya “soya dönüş” denen ve 1984 ile 1989 yılları arası dönemde Türk dili yasaklanmış ve bizim anadilimizle alay edenler dilimize “patagonca” demişti. Bizim iyi niyetli dostlarımız olan Bulgarlar bile bizimle görüşürken ara sıra birkaç Türkçe söz kaçırdıklarında cezalandırılmışlardı. 20.yüzyılın 50’li ve 60’lı yıllarında Razgrat ve bölgesinde yaşayan ekseri Türk nüfus, yerli Bulgarlarla iyi komşuluk ve anlaşma içindeydi. Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin Nisan Geniş Oturumundan sonra Razgrat şehrinde ve belediye merkezlerinde Stranca Dağları ve Koca Balkan köylerinden toplanan, Türk düşmanlığıyla eğitilmiş Bulgar nüfustan aileleri, Türk, Çingene ve Pomak asker gençlere bedava inşa ettirilen panel apartmanlara çok ucuza yerleştirildi. Getirilen Bulgarlara parasal destek göstererek, bölgede sıkı kontrol uygulayabilmek için onları en önemli işlere aTayyip yerli Türkler üzerinde yoğun baskı uygulamaya ve sıkıntılı bir yaşam tırmandırmaya başladı. Ve ben şimdi sizden 1984–1989 döneminde Türklere zulüm eden Bulgarlardan bir tanecik bile tutuklanmış, sorgulanmış ve içeri atılmış neden yok diye


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

soruyorum? Daha da somut olarak, 1989’da Razgrat, Ezerçe köyü, Dyankovo köyü ve daha birçok köyde “Mayıs Olayları” esnasında baskı ve terör uygulayanlardan neden bir tanecik olsun yargılanmadı? Nasıl olur da, ilk fırsatı ele geçirdiklerinde bölgede yaşayan sivil Türk ahalisinden mümkün olduğu kadar daha büyük sayıda suçsuz Türk’ü hançerlemeye ya da kurşunlamaya hazır olan o eski katiller bugün de hep serbest dolaşabiliyorlar? 2003 - 2006 yılları arasında Sofya’da “Malkovo Tırnovo” sokağındaki gizli polisin binası eşcinsellerin buluşma yerine dönüştürülmüştü. Yine Sofya’da “Slivnitsa” bulvarında Halka Terör Uygulama merkezi 20. yüzyılın 70’li yıllarında Bulgaristan Komünist Partisi ileri gelen kadrolarının girip çıktığı genel ev haline getirildikten sonra, hiç düşündünüz mü, Razgrat ceza evi ve “DS”nin sivillere işkence merkezleri bugün ne haldedir? Bulgaristan’da Pomak, Türk ve Çingene nüfus üzerinde uygulanan sözüm ona “Soya dönüş” terörü için tutuklanıp yargılananlar olmayan bir hiçbir özür kabul etmeye hazır değiliz. Biz adalet ve suçluların cezalandırılmalarını istiyoruz! Kuzey komşumuz Romanya’da etnik azınlık olan nüfus genel nüfus içinde % 20 ise, azınlığın dili ikinci anadil sayılıyor. 2001 yılında Ohri Gölü sayfiye merkezinde imzalanan bire sözleşme gereği, Makedonya’da Arnavut dili ikinci resmi dil olarak kabul edildi. Romanya ve Makedonya Modeli Bulgaristan Cumhuriyet’inde uygulanırsa Kırcaali, Haskovo (Hasköy) Razgrad (Hezargrat), Tırgovişte (Eskicuma), Silistra (Silistre), Şumen (Şumnu), Dobriç (Hacıoğlu Pazarcık), Ruse (Rusçuk), Varna (Varna), Burgac (Burgas), Plovdiv (Filibe) ve diğer birçok merkezde Türk dili otomatik olarak 2. resmi dil oluyor. Beyhan Mustafa


Makale ve Analizler - 2016

133

Tarih Bilmeyen Gelecek Kuramaz

Rafet Ulutürk-09.Ağustos.2016

Konu: 100 yıl demokrasi dersleri Türkiye’den. “Ne Mutlu Türküm Diyene!” 15 Temmuz gecesi Avrupa salonları pırıl pırıldı. Puroları tütürüyorlardı. Kartlar dağıtılıyor. Masalar üzerinde dolaşan havada 100 yıl önce Çanakkale’den savaş gemileri demir alırken söylenmiş, “Anadolu’yu Türklere bırakmayacağız” yemini yuvarlanıyordu. Pulları dizen oyuncuların beklediği bir haber vardı. Olaylar hayal ettikleri gibi geliştiğinde imparatorlukların sonuncusu ve en büyünü Osmanlıyı tarihe uğurlama şenlikleri başlayacak, şampanyalar kristal kadehlerde köpürecekti. Osmanlıyı parçaladıkları gibi son kaleyi de bitirmeye karar almışlardı. Hayal edilenin boyut neydi bilir misiniz? Adına emperyalizm denen ve kafalarından yalnız dünya hakimiyeti kurmak ve tüm halkları sömürmekle geçenlerin karşısında dağıtılan kardeş kavgası ile bir birilerini yok edenler yüzyılın hezimetinden kurtulmayı bekliyorlardı. 100 yıl önce kütük-kütüğe yatırdıkları Osmanlının kellesini Anadolu ve Trakya Türklerinin eline sıkıştıramamış olmalarından rahatsızdılar. 15 Temmuz gecesi, kellesini o zaman alamadıkları Osmanlı ve varisi Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile kesin hesaplaşarak sormak istedikleri bir soru vardı: “Köleliği kabul ediyor musunuz?” “Biz Atatürk askerleriyiz! Kabul etmiyoruz!” Dediğimizde son sözleri şu olacaktı: “Hadi herkes geldiği yere!” İşte bu gün halk İstanbul Yenikapı’dan haykırdı. “Korkma Türkiye’m! Hainlere karşı tek yüreğiz!” Türklük ruhunun 7 Ağustos’ta “Yenikapı” meydanından dünyaya duyurduğu budur. 5 milyon tek ağızdan şunu dile getirdi: “Sizden ve katil uşaklarınız-dan korkumuz yok!” Türkiye tarihindeki en güzel günlerden birini yaşadı. Artık kurumuştur dedikleri Milli Kurtuluş ruhu, Cumhuriyet ve demokrasi ilhamı bir daha kükredi. Bu, cennet vatanımıza sahip çıkan ve onu ebediyen yaşatmada birleşen ortak ruhumuzdu.


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Bir başkadır benim memleketim!” şarkısını beraberce söyleyenler bir başkadır benim cumhuriyetim ve uzanan eller birer birer kırılır dediler. Demokrasi halk irademizin ifade bulduğu TBMM’de kurumlaşmış olan, olmazsa olmazımızdır. Gece gündüz dalgalanan al bayrağımızla solmayan ruhumuzdur. Her yerde tramvay duraklarında, sokaklarda meydanlarda Türkiyem! şarkısı yüksek sesle tüm dünyaya sesletiliyordu. “Yenikapı” ruhu 15 Temmuz zaferini taçlandırdı Dostlar sevinirken düşmanlar ise üzüldü. Dünyanın iplerini çektiklerini söyleyenler yas tuttu. Halk isyanıyla boşa çıkarılan darbe girişiminden sonra 22 gün devam eden zafer karnavalı başladı. Türk halkını anlamakta zorluk çekenler oldu. Halkın ortak irade gücüyle hezimete uğratılan bir darbe yok. Birbirine düşmeleri, devleti yağma etmeleri, dükkanları ve bankaların yağmalanması, sokak ve meydanların kan gölüne dönüşmesi, herkesin bir anda sindirilmesi planlanmışken..., şiir ve şarkı söyleyen kitlenin meydanlara koşacağı, dalgalanan bayraklar altına toplanacağını, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a, Başbakan Sayın Binali Yıldırım’a, hükumete ve kurumlarına sahip çıkacağı, dimdik ve kesin kararlı bir tavırla cumhuriyet ve demokrasiye sahip çıkacağı düşünülememişti. Türkiyeyi İran’a çevirmek, Dış güçlerin kuklası FETÖ katilini Müslümanların başı yapmak isteyenlerin tüm hazırlıkları ve kanlı kalkışması hezimete uğratıldı. Kendisi için bir şey istemeyenlerin istekleri haklıydı. Büyük mitinglerden, Türk halkının kenetlenmesinden, meydana gelen gelincik tarlasından yükselen bir tek ses vardı: Diriliş destanı yazan büyük bir halk şahlanmıştı. Bütün dünyaya ben buradayım, vatan, barış ve demokrasi nöbetindeyim, varım ve var olmaya kararlıyım diyordu. Devlet, hükümet ve muhalefet, ordu ve halk daha önce hiç böyle el ele vermemişti. Tarih böyle bir olayı ilk defa yazıyordu, bunu da yine Türk halkı yazdı. Darbecileri lanetleyenler, emperyalizmi kınadı. Cellât FETÖ’yu yargı önüne istedi. Darbe kundakçılarına, katil FETÖ hoca ve imam çetesine idam, dedi. Bizim 21. yüzyıl vizyonumuz artık belli oldu. Çanakkale ve Sakarya Türklere bakışı değiştirmişti. 15 Temmuz gecesi ve Yeni Kapı kükremesi Tek Millet iradesi yarattı. Ortak ruhta buluşanlar 21. yüzyıl Türk Kimliği Simgesini oluşturdu. Bu görüntü, etki alanı çok geniş Büyük Türkiye görüntüsüyle biçimlendi. Amerika, İngiliz, Fransız ve Almanlara Türkiye’ye karşı birleşmiş, soluk aldırmayacaklar savında bulunanların hayalleri de çetin bir duvara tosladı. Emperyalizmin son 50 yılda yaratabildiği en büyük imha gücü FETÖ ve PDY ölüm çeteleri kıskıvrak halkın karşısında çaresiz


Makale ve Analizler - 2016

135

kaldı. Kolları kelepçelendi. Yargılanma sırası bekliyorlar. Dünyada tüm halkların bizden Türklerden öğreneceği çok şeyler var. Dünyaya demokrasiyi korumayı öğrettik. Artık dünya 100 yıl demokrasi dersleri Türkiye’den verilecektir. Düşmanın amansızlığını ve kimsenin gözünün yaşına bakmadığını da görebildiler. TBMM’ni bombalamak ne demek bir düşünün!!! Türkiye artık zaferi kutluyor. Bitmedi! Yetmedi! Zafer şölenimiz bu hafta da devam edecek. Meydanlar dolup taşacak. Daha büyük bayraklar dalgalanacak. Türkiye’miz üzerine düşen sis tamamen kalkmadan durmak yok. Bu öyle bir coşku ki halkımızı anlatmaya söz bulamıyoruz. Cumhuriyet tarihimizde, İstanbul - “Yenikapı” mitingi gibi güçlü dünyada böyle bir topluluk, birlik ve beraberlik çağrısı yükseltmemişti. 5 milyon kişi bütün Türkiyeyi temsil etti. Şehitler ve demokrasi mitingi Türkiye buluşması oldu. Bütün dünya büyük Türk halkının 21. yüzyılla büyük dirilişine şahit oldu. Artık her konuda savsaklayan eski kıta - Avrupa vatan anlamını yitirmişken, Türk halkı dünyaya “Vatan Bölünmez!” dedi. Bu topraklarda egemen olanın tek halkın Türk halkı olduğunu en güçlü bir biçimde bir daha duyurdu. Kötülüğümüzü düşünenler son bir daha uyarıldı. 21. yüzyılda dünya ilk kez zafer kutladı. Türkiye halkının zaferi bizim de FETÖ’ya ve yandaşlarına (NATO) karşı zaferimizdir. Son yıllarda soydaşlarımı daha uyanık olmaya davet ederken, benim gibi yurtsever, milliyetçi dernekçi arkadaşlarımın alay konusu olduğumuzu biliyorum. Bulgaristan’a gitsek orada da havanın değiştiğini, “Bulgaristan Zaman” ve “Ümit” tayfasının, her ilde görevlendirdiği “muhabirleriyle” – ajanlarıyla insanımızı böldüğüne, parçaladığına, sürekli yalan dolanla aldattığına şahit oluyordum. Bu çalışmalara daha 90’lı yıllarda Hak ve Özgürlük Partisinden kovulan bazı aydınlarımız, öğretmen ve üniversitelilerimiz de katılıyorlardı. Kırcaali’de öğretmen Mehmet Hoca’nın “Zaman” gazetesini okumayın dediğini, fakat kahvede arkasından alay edildiğini hatırlıyorum. Bugün aynı şahsın “Zaman” gazetesine elini süren Türkiye düşmanıdır, dediğini ve sözünün tutulduğunu görüyorum. Halkın uyanması yıllar alıyor. FETÖ’cülerin yoğun çalıştığı dönemde yarımız Türkiye’de olsak da, memlekette “Türkiye’den bize hayır gelmez!” sözleri dolaşmaya başlamıştı. Bizi anavatanımızdan koparmak isteyenler ülke çapında il, il şebekeleşmişler ve işleri o derece ilerletmişlerdi ki, işbirliği yaptıkları HÖH ü gelenleri ve belediye başkanları ve muhtarların yardımıyla yalancı ve fitneci gazetelerinin parasını yaşlıların emekli maaşlarından direk olarak kesebiliyorlardı. Birçok yerde FETÖ’nün halkı


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bölücü ve fitne eken kitapları da belediyelere satılıyor ve sözde halka bedava dağıtılıyor ve camilerde açıklamalı konuşmalar yapılıyordu. 1990’lı yılların başında bu yıkıcı etkinlikleri örgütleyen FETÖ - kadroları şimdi ABD Pensilvanya’da Fetullah Gülen haininin dolayında hizmette bulunuyorlar. Simalarını TV programlarında görüyoruz. Onlar Bulgaristan’daki çalışmalarını Türkiye’deki kafa yıkama ve taş kafa yetiştirme merkezlerinde eğittikleri genç hainlere devrettiler. Şimdi artık halkımızın tepkisiyle yüzleşince, gazeteyi zorla dağıttıkları kadrolar “istemiyorum biz bu gazeteyi, kim olduğunuz ve niyetiniz dışa vurdu” deyince baskıya başladılar. 20 yıldan beri yazılarını bastıkları, Türkiye’de düzenlenen toplu çalışmalara, bilimsel konferanslara gönderirken ceplerine para sıkıştırdıkları kadrolardan yardım istiyor, halka açık yazı yazmalarını, “Bulgaristan Zaman”ın Türkiye’de bir eşek arısı kovanı olan “Zaman” gazetesiyle ilişkisi olmadığını iddia etmeye başladılar. Onların arasındaki bağlar sözle sazla kopacak ilişkiler değildir. “Zaman Bulgaristan” bütün Balkanlarda Müslümanların nabzını tutmaya çalışan bir casus örgütü gibi hareket etmiştir. Bu hareketi FETÖ’yu da yönlendiren yön veren NATO’culardı. Türkiye’den FETÖ kadrolarının, gazeteci, muhabir, yardımcı, danışman, eğitmen kılığına girip insanlarımızı, ailelerimizi ispiyonladığına, durumu iyice olan ailelerimize kanca atıldığına, atılgan kardeşlerimizin eline koluna, inisiyatifçiliğine kelepçe takıldığına şahit olduk. Dededen kalma tarlası, malı mülkü olan, cami encümenliklerindeki nüfus sahibi kardeşlerimizin hepsi ele geçirilmeye çalışıldı. Camide namaz kılarken ceplerine dolar koyulan birçok kardeşimiz var. Sonra onlardan şu ya da bu hainlik istenmiş, imam hatip liselerimize FETÖ kadrolarının atanmasında ısrar edilmiş, bazı gençlerimizin meclise kadar itilmesi yolu seçilmiştir. Son 26 yılda Bulgaristan’da Türk Müslüman etnik halk topluluğunun bezmesinde, körelmesinde ve vurdum duymaz duruma gelmesinde HÖH hainliği kadar, FETÖ çetesinin Bulgaristan kollarının da rolü son derece büyük olmuştur. FETÖ hain çetesinin Türkiye’nin Kapıkule gümrüklerini ele geçirmesiyle Bulgaristanlı kardeşlerimize yapılan baskılar arttıkça tırmandırılmıştı. Her hareketleriyle Türk düşmanı olan bu kadrolar, gümrüklerde kurban etlerimizi, kurban etti dolu kavanozlarımızı kırdırıp çöpe attırdılar, tere yağ ve kaşarlarımızı çöp kutularına doldurup yaktılar, peynir kurularımızı ezdiler, bizi anavatanımızdan ve orada yaşayan yakınlarımızdan koparmak için ellerinden geleni arkalarına koymadılar.


Makale ve Analizler - 2016

137

Aynı zamanda şebekeleşip bizim memleketimizden, Ukrayna ve Moldova’dan gelen et dolusu kamyonlara “transit” belgeleri hazırlatıp Türkiye’de sattılar. Buradan geçmişte haksızlık yaşayanlara sesleniyoruz bu gün bu problemlerini tekrar gündeme getirmeleri gerekir. Böylece hırsızlar devamlı olarak gözle görülmeyen FETÖ - çetesini güçlü kalkan etmiş ve adaletten kaçmayı başarmıştır. Bu olaylar Bulgaristan Türklerinden birçoklarının evinden ve taşınmaz mirasından olmasına, çocuklarını arzu ettikleri okullarda okutamamasına, maddi zorluklar çekmelerine neden olurken, bazı arkadaşlarımızın aylarca sorgu evlerinde süründürülmesine, Türkiye’ye para kaçırmak suçundan yargılanmalarına ve içeri atılmalarına neden olmuştur. FETÖ kangrenin Bulgaristan’dan da temizlenmesi için ulusal çapta başlanmalıdır ve bunları ortaya çıkartmalıyız. Bunları temizlemek için ise herkes bildiğini Sofya Büyükelçiliğine ve aynı zamanda Ankara’ya da bilgi vermeleri gerekir. Bu FETÖ çetesini bir an önce ortaya çıkartmalıyız bu da bizim Bulgaristan Türklerinin davası olmalıdır. Bu FETÖ’yu Bulgaristan’dan biz temizlemeliyiz, son kişi yok olana kadar mücadeleye devam. Bunu yapamaz isek yarın kendi oğullarımızı yani arkamızdan gelen yeni neslimizi kaybederken hiç kimsenin üzülme hakkı yoktur. Saygılarımızla,

İçe Dönük Milliyetçilik

Rafet Ulutürk-10.Ağustos.2016

Konu: 15 Temmuzdan sonra dünya görüşümüz değişmiştir! “Ne Mutlu TürkümDiyene!” Biz Bulgaristanlı soydaşlar, bu düşüncelerim yüzde yüz diğer Balkan ülkelerinden muhtelif zamanlardaki göçlerle gelen kardeşlerimiz için de geçerlidir, Türkiye içinde iç milliyetçilik yapmamız gerektiğini aklımızın ucundan bile geçirmemiştik. Türk milliyetçiliğinin ruhumuzu okşayan, aynı hedefler uğrunda hepimizi birleştiren ve yüreklendiren, pozitif bir olgu olduğunu bilsem de fazla üzerinde durmamıştım. Mehmet Akif’ten, Necip Fazıl ve Nazım Hikmet’e Milli Türk Edebiyatı’nın en seçkin eserlerinden alıntıların 7 Ağustos “Yenikapı” devasa Şehitlerimizi Anma ve Demokrasiyi Savunma mitinginde hemen hemen her konuşmacı tarafından seslendirilmesi, benim Türk gururumu okşadı.


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kürsüden yükselen, milyonlarca bayrakla birlikte dalgalanan ve 80 milyonumuzun gönlünü etkileyen Türk vatanına, Türk milletine ve Türk’ün geleceğine ilişkin sözleri biz soydaşlar da tamamen paylaşıyor ve aynı ruhla birleşmiş olduğumuzu bir daha duyuruyoruz. Hiç bir şey kendiliğinden bitmez. Türk milliyetçiliği de kökleri derin tarihimizden gelen çok güçlü bir duygusal olgudur ve hepimizi aynı hislerle coşturması paha biçilmez bir edinimdir. Bulgaristan’da ve Batı Avrupa ülkelerinde işte olan kardeşlerimizin hepsi “Yenikapı”da ve bütün Türk halkıyla beraberdi. Böyle bir kenetlenme, ortak algıda buluşma ve aynı mutlu ufka birlikte bakma daha önce bu denli güçlü elde edilememişti. “Yenikapı” adı üstünde, Türk milletinin geleceğinin yeni kapısı oldu Türkiye Devlet Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, Türkiye Başbakanı ve AK Parti Genel Başkanı Sayın B. Yıldırım; siyasi muhalefetinin ana temsilcileri CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ortak ruhumuzun kararlılığımızın ve geleceğimizin temsil edildiği yerde birlikte hazır bulunmaları kalpten coşkuyla ve ay yıldızlı deniz gibi dalgalanan bayraklarımızla selamlandı. Sözün tam anlamıyla dünyayı şaşırttı. Hele TBMM Başkanı Sayın Korkmaz ve TSK Genel Kurmay Başkanı Sayın Akar’ın kürsüye çıkması, daha önce yaşanmamış bir birlik ve beraberlik ruhu dalgalandırdı. Yeniden kenetlenişimizde en yüksek simgesi oldu. 7 Ağustos 2016’dan sonra Türkiye’yi izleyen siyasi gözlemciler, Türkiye’yi ve Türk halkını tanımayan fakat Türkiye uzmanı geçinen Prof., doçent ve doktorlar üslup değiştirmek, olayları yansıtırken yeni değimler ve terimler aramak zorunda kaldılar. Fakat her şey gibi bazılarının çekemezliği, iğrenç egoizmi, ebedi körlüğü de bir daha dile geldi. Hele Bulgaristan’da “Yenikapı” ulusal buluşmamıza İstanbullu soydaşların BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği ve BG-SAM - Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinin de öncülüğünde çok kalabalık bir heyetin katılması takdir edildi. Bu emsalsiz demokrasi şöleni için özel olarak Bulgaristan’dan gelen gruplar onlara meydanda katıldı. Bir asır önce Çanakkale’de, Gelibolu’da, Sakarya’da aynı cephede olduğumuz gibi, bugün de iç ve dış düşmana karşı aynı saftaydık. Büyük alana Türkiye’mizin, Türk halkının ve Türk istikbalinin iç ve dış düşmanlarını görüp tanımak ve sonuna kadar kovalamak için geldik. Çünkü Bulgaristan’da,


Makale ve Analizler - 2016

139

Balkanlarda aynı düşman bizim de gırtlağımıza yapışmış ve hepimizi bitirmek istiyordu. Miting alanından bu heyecan bu ateş asla sönmez inancıyla ayrıldık. Bu duygular şairlerimizce her zaman daha sıcak saran ve gönül açan bir dille dizelenmiştir. Seçkin yaratıcılarımızdan Ahmet Emin Atasoy daha 2005’te “Yıllardır benimle lokmasını cömertçe bölüşen yüce gönüllü Türk halkına en derin sevgilerle” seslenişinde şöyle demişti: Kim demiş ki salt sende doğan, senden olan sevmeliymiş seni? Kim demiş ki yabancıymış, yalancıymış tüm dışarıdan gelenler? Kimmiş o sahiplenmek isteyenler bencilce senin yüce geçmişini, Kimmiş o gelenlerin senin olduklarını gerçekten bilmeyenler? Onlar nereden bilsin o Meriç’leri, Vardar’ları, Tuna’ları geçenleri, Niğbolu’da doğan bey’i, Vardar’daki hengâmeyi bilmez ki onlar, Can evimin ta içinde, utancın bilincinde, yas tuttu hep koca dağlar Şipka’lar. Hesap benden soruldu, Türkiye ve Türklük adına, hem ne hesap! Hem ne nefret! Hem ne öç! Kim söyleyemem varsın tarih söylesin. Zor günlerimde sendin hep: tek sığınak, tek tapınak, tek mihrap. Evet, zulümler sevdirdi seni bana, onlar öğretti kimsin ve nesin. Tüm bunları sen bilirsin, Bileceksin, bilmelisin, Çünkü sen bir Türkiye’sin! Nasıl unuturum unutturulmak istendiğin o unutulmaz yılları. Nasıl unuturum yiğitliğini atalar toprağının ayaklarım altından? Uçuşurken üzerinde çığlık çığlığa kap karanlık leş kargaları İçin dağlandığını, cehennemde yandığını nasıl unutur insan? Nasıl unuturum o korkunç küçülüşümü büyürken yalnızlığım. İlgisizliğini Washington’un ve susmasını Moskova’nın ısrarla? Kara kangren kararlılığıyla kaplarken kararmış kalpleri yıkım “Burası Türkiye’nin Sesi” yayılırdı güm güm kış sonrası baharla, Çatırdardı ve çatlardı sanki yavaş yavaş korkunun buzdağları İnanılmaz ve dayanılmaz balyozları altında ezip geçen bu sesin. Baktım ki deprem olmuş ve son bulmuş zulmün son durakları, Baktım ki, “gel” diyerek kucak açmış, orda Kapı Kule önündesin.


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sen ki sözünün erisin, Yumruğundur senin sesin Zor gün dostu Türkiye’sin! Tırnaksız parmaklarla (zalimlerin çektiği) fidan diktim kırlarına, Dudaksız ağzımla (zebanilerin yaktığı) şükrettim günde beş kez. Gözsüzdüm gözüm oldun, dilsizdim dilim oldun, şarkılarına Karabildimse sesimi, ne mutlu bana, başkaca insan gerekmez. Ne mutlu bana ki, her yaprağında terim, toprağında erim var. Denizlerinde tutum, karşı dağlarında izim var, ne mutlu bana! Soğuk bir konuk gibi durup hazırcılık yapmadım bugüne kadar, İlk önce bir şeyler sundum ve yüz akıyla oturdum hep sofrana Şerefimi şerefim bildim öteden beri, hem en yüce ve en derin, Ve istedim ki, hep minnet nakışıyla bezensin gönül gergefim. Bir gün dönsem de geriye (ki yurdumdur), yaşarmasın gözlerin, Bil ki ay’ının ve yıldızların aydınlığıyla dopdolu olacak içim, Çünkü kardeş evim sensin, Sığınak, siper ve kalemsin, Dert ortağım Türkiye’msin! Bize Bulgaristan’da Bulgarlar tarafından bir asır Türkiye’ye düşmanlık aşılandı. Tutmadı. Bizim Türkiye düşmanı Bulgar milliyetçisi olmamız için çok uğraşıldı. Tutmadı. Bulgar 100 yıl gece gündüz demen uğraşsa da, “bizi o limana çıkaramadı!” Biz hep oracıkta dedelerimizin dizi üzerinde, cami gölgesinde, okullarımızın avlusunda, masallarımızın dünyasında ve hayallerimizle Türk dünyasında kaldık! Demek! 7 Ağustos 2016 “Yenikapı”yı beklemişiz! Ve inanın çok şaşırmıştık geldiğimizde! % 99’u Türk ve Müslüman kabul edilen soydaşlarımın kime karşı milliyetçilik ya da İslamcılık yapması gerektiğini bir türlü bilemedim. Laikliğin Türkiye anlamı üzerinde beyin fırtınası yapmak zorunda kaldığımı itiraf ediyorum. Çırpınışım bir yol arayışıydı! Uzun sürdükçe içimi kemirdi, beni bitirdi...


Makale ve Analizler - 2016

141

Anayasamızda eşit haklı vatandaş, tarihimizde kardeş olan Kürtlere “Nedir bu yaptıklarınız? Tarlalarınızda haşhaş yeşermiş, evleriniz silah deposu, kafalarınız düşmanlık dolu!” desen, olmazdı. Hepimiz aynı Peygambere inanır ve aynı dindendik. Anayasamızda olduğu gibi dinimizde de insan ayrımı ve hor görme yoktu. Din bir ideoloji değildi. Fakat dindeki umudu ideoloji aşılayarak büyütmek mümkündü. Kutsal dinimiz mensuplarına “kardeş canına kıyma, TBMM’ni, bakanlıkları, halkı bombalama, hamile kadınları zırhlı araçla ezme bile aşılanabildiğini” 15 Temmuz gecesi hepimiz gördük. FETÖ’cü hainler çetesi, paralelci “adalet dağıtıcılar” çok çalışmıştı. Yetiştirdikleri robot kafalı katiller aramıza sızmışlar. Kendilerini bizden biri yapmayı başarmışlardı. Okulda, camide, düğünde, cenazemizde bizimle beraber, yanı başımızda, paralelimizde yaşamaya alışmışlardı. Biz daha önce Bulgaristan’da Ahmet Doğan haini ve HÖH yönetimi köftecileri kişiliğinde bunu görmüştük. Onlar camiye gitmeyen ama Müslüman kesilen, aptes bile almayan, domuz yiyen, tövbe etmeyen “Müslümanlar”dı. Bizi birer ikişer ele vermekle yetinmeyip toplu mezar kazıcı durumuna yükselmişlerdi. Bizim Bulgaristan’daki iç mücadelemiz onlarladır. Onları “adam yerine koyup arkalayan” Türkiyelilerdedir. Ve biz tam işler yoluna giriyor dediğimizde, bu gerçeği anlayınca çok acı çektik. Ağustos 1989’da sınır geçip ana-vatan toprağını öpenlerimizin sayısı 350 bin iken, Ağustos 2016’da “Yenikapı” mitinginde biz artık 710 bin olduk dediysek, kardeşlerimizi 26 yıldan beri ata-vatandan söken ve anavatana iten işte bu ihanet acısı oldu. Ve vurguluyorum: “İhanet acısı gibi çeki yoktur!...” Şimdi artık FETÖ yaması dediğimiz aynı hain kişiler, düne gelince camide mihraptaydı, fırsat bulup birden bire DOST partisine sıçradılar ve yine hep kürsüde olmaya hevesleniyorlar. FETÖ elemanı olmak sıradan bir katil olmaktan çok daha tehlikelidir. Bir katil bir kişi beş kişi öldürür. Ne var ki, bunların hedefinde devletimizi, Türklüğümüzü, milli ne varsa hepsini hatta toprak bütünlüğümüzü, ruhumuzu yok edip bizi vatansız, devletsiz, cumhuriyetsiz ve demokrasisiz bırakmak vardı. Onlar özgürlüğü ve adaleti bizi öldürme hakkı olarak yalnız kendilerine helal gören katliam sürüsündendi. Eskiden okunmuş olan tüm lanet duaları bunlara azdır. Başta FETÖ haini olmak üzere her birinin boynuna vurup kellesini


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

evladının eline vermek ve dünya hainliğine ders vermek en doğal ve en yasal hakkımızdır. Dün akşam Bulgar TV programlarına bir göz attım da, “Yenikapı” mitinginin Bulgaristan’daki Türk düşmanlarını korkutmuş olduğu izlenimiyle kaldım. Anlaşılan 5 milyonun tek ağızdan “Katillere Ölüm!” sloganı oralarda da işitilmiş. Dalgalanan 5 milyon bayrağın rüzgârı oralarda da esmiş. Onları en fazla rahatsız edense kardeşlerimizin hepsinin ortak Türk ruhunun yükselişini izlemiş olması, adalete olan inançlarının güçlenmesi ve bizdeki FETÖ şebekesiyle de hesaplaşma gününün yakınlaşmış olmasıdır. Büyük Türk buluşmasından bayrakla dönenlerin köylerinde ve şehirlerinde sıcak bir coşkuyla karşılanmış olmasıdır. FETÖ-ajanları orada da burada da, arkalarına hep devleti almayı başardılar. Bulgaristanda Türk Müslümanlarını devlet katlarında temsil edecek kadar ileri gittiler. Türkiye’nin Sofya Büyük Elçiliği’ni komşu kapısı yapmışlardı. Her çorbaya baharat olmuşlardı. Yerli nüfustan “imamlar” yetiştirdiler. Şimdi sökülüp çöp olma zamanlarının geldiğin anladıklarında, “biz yerliyiz, yerli tüzel kişiyiz, Türkiye ve Pensilvanya ile “Zaman” gazetesiyle bağlantımız yok” havası çalmaya başladılar. Onlar, Türkiye ’de nasıl çalıştılarsa Bulgaristan’da da aynı azimle çalıştılar. Seçtiklerinin cebine paracık damlattılar, çocuklarını Türkiye ’de FETÖ merkezlerine gönderdiler. El atıkları kişilerin Türkiye ’de yapılan konferans ve panel masraflarını, harçlıklarını, yolluklarını ve özel ihtiyaçlarını ödediler. Sonradan bu paraları Diyanet’ten çektiklerini öğrendik. Uğraşılarını hiçbir yayının basmak istemediği heveslilerin yazılarını bastılar. Halkın önüne yeni kimliksiz kişiler diktiler. Bulgarların gizli polisleri ile birlikte sırt sırta verdiler. Hedefleri birdi: Türk Müslümanları Bulgaristan’da soğutmak koparmak, Türkiye’ye göçe zorlamak ve mallarına mülklerine oturmak. Bulgar devletinin yardımıyla Zaman gazetesi çıkmaya başladı, bunu da başarı olarak görenler oldu. Bu amaçla gizlice Ahmet Doğan’ın hain çetesiyle yardımlaştılar. Programlarında yerlilerimizi dede toprağından kökünden sökecek kadrolar yetiştirme, camiye gidenleri camiden caydırma, Türkçe bilenleri Batıya işe gönderip oradaki şebekelere kurban etme ve köylerimizi, topraklarımızı boşaltma, kültürümüzü, yaşam tarzımızı ve kimliğimizi öldürmekti. Bu işte toprak altında karayılanın karayılana dolandığı gibi sarmaş dolaş olmuşlardı. FETÖ’cü hainler Bulgaristan’da en büyük ödülü HÖH baş haini Ahmet Doğan’a vermiştir. Biz Bulgaristan Türkleri ve soydaşlar olarak 15 Temmuz’u ve “Yenikapı” ruh ortaklığında milli şahlanışımız oldu. Burada yeni bir UMUT Doğudu. Durum öyle gerilmişti ki, biz birçok şeyi halkımıza anlatamıyorduk.


Makale ve Analizler - 2016

143

FETÖ imamlarının “milli çıkarların üstünlüğünden söz etmesine” akıl erdirmek güçtü. Türkiye’de okullara, TSK’ne ve yargıya sızmış olmalarını kime anlatabilirdik. 700 bin kişilik bir hain sürüsü oluşturduklarını kime söyleyebilirdik. Adalet dağıtan duruma gelmişlerdi. Türkiye’de adalet dağıtanların Bulgaristan’da da sanki söz hakkı olması doğaldı. Güçlenmişlerdi. Güçlü olduklarını hissettiriyorlardı. Bursa’ya kümelenmişlerdi. “Zaman” muhabirleri halkın arasında gece gündüz dolaşıyor kimseyi rahat bırakmıyordu. BAL-GÖÇ gibi derneklerin kanını gece gündüz ama çaktırmadan emiyorlardı. Derneklerimiz duyarsızlaştırılabilmişti. Soydaş ortamlarında çöken maneviyatımız çareyi Atatürk’e sarılmakta buluyordu. 26 yıldan beri pekişen soydaş Atatürkçülünün derin köklerine 15 Temmuz gecesi inebildik. Cumhuriyet elden gidiyor çığlığını işiten sokağa fırladı. Yıllardan beri hain oldukları kokularında hissedilen “imamların” Cumhurbaşkanımızı öldürmek istediğini işitenler meydanlara toplandı. Soydaşlarımın ortak hissiyatını uyandıran Cumhuriyetin ve Cumhurbaşkanımızın tehlikede olması oldu. Geçen yüzyıl Bulgaristan’da çok çekmişiz büyük tehlikelere karşı derin ortak hissiyat sahibi olmuşuz, başını inden çıkaran karayılanı ansızın ve hep birlikte hissedebildik kararlı ve mert duruşlarıyla Türklüğümüzü kanıtladık. Ve 15 Temmuz gecesi kardeşlerimin kendilerini tank paletleri altına nasıl attığını, jetlerin meclisimize attığı bombaları havada tutmak ve patlamadan çöpe atmak için koştuğunu, kurşunlara siper olanların asfalt üzerinde demokrasiyi, cumhuriyetimizi ve istikbalimizi kurtarmak için ateşli gözler ve sıkılmış yumruklarla sürünüşünü gördüğüm ana kadar kafamdaki kargaşa devam etti. 15 Temmuz gecesi yeniden doğdum. Tüm kâbuslarımdan duruldum. İç düşmanın bizim aramızda olduğunu gördüm ve inandım. Bugünden sonra iç milliyetçilik benim için bir duyulmama, kuram ve pratik tutumdur. Düşmanın yalnız dışarıda değil aramızda olduğu artık ortadadır. İç milliyetçilik bir ötekileştirme, milli etnik azıklıklara karşı bir tavır değil, Türkün ve Türkiye’mizi, vatanımızı sevenlerin birbirine karşı her bakıma uyanık ve bilinçli olmasıdır. Camiye gitmekle vatansever olunmaz, çünkü vatanseverlik bir de her konuda uyanık olması ve milli olanı her bakıma sahiplenmeyi gerektirir. Biz Bulgaristanlı soydaşlar Türkiye’de ortak iç milliyetçilik üzerinde ideolojik, politik ve psikolojik çalışmaların başlatılmasını, seminerler, öğretici geziler, kurslar düzenlenmesinden bu konunun ders kitaplarında, basında ve diğer medyalarda sü-


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rekli işlenmesini ısrarla istiyoruz FETÖ bizim iç milliyetçiliğimizi boş buldu ve içimizi oradan oydu. Uyanık olalım. “Ne Mutlu Türküm Diyene!”

Bu Defa Çok Battık

Osman Bülbül-11.Ağustos.2016

Konu: Yani tip toplum belirtileri beliriyor. Toprağım Nikolay oğlanla tanıştığımdan beri Cumaları iple çekmeye başladım. Bu defa biraz gecikti. Ağustos güneşi yaşlı kemiklerime işlerken, Viyana’dan almak istediğini almakta çok ısrarlı! Gökte damızlık için bulut yok. Dikenli kabukları açmaya zorlayan atkestaneleri yere dökülmek için atıyor. Parktaki en büyük alaca gölgeyi seçtim. Bu parkın her peykesine tekerlekli masayla servis yapılıyor. “Caffee” çadırlarının yakınında oturdum. Onun sık adımlarla geldiğini gördüm. Kestane gölgesini o da beğenmiş olacak, hemen oturdu. “Çok mu beklettim? 2 gün sokağa çıkmamıştım, biraz yürüdüm. Beklettiğim için özür dilerim,” ilk sözlerini söylerken, biraz nefes nefeseydi. “Yok yok! Hoş geldin? Nasılsın? Ne var ne yok?” dedim, yüzünde yorgunluk okunuyordu. “Yeni bir teze başladım. Avrupa’daki yeni nüfus yapılanmasını Zor bir iş! Fakat konu canlı! Nüfus hareketli. Gençler merkez ülkelere toplanırken, yaşlılar eski kıtanın kenar ülkelerinde huzur arıyor. Ortam karışık. Sen ne dersin?” Türkçe bilsen, sana “Kimisi Hanya’ya, kimisi Konya’ya” derdim. Baksana ben Ağustos’ta Avrupa merkezinden demir kaldıramadım. Tuna Feribotlarından birine atlayıp, Vidin’e kadar su beşiğinde sallanmayı kim istemez? Yazı burada geçirmek istemezdim, ama şuradaki iki köşkün meyve bahçesinden sorumluyum, yaz ve kış armutlarını daldan koparıp mahzenlerdeki çekmeceli san-


Makale ve Analizler - 2016

145

dıklara yumurta gibi dizmek, ilaçlamak, ardından elmaları da aynı şekilde kışa hazırlamak benim işim. Beni yanlış anlama, tezimde bu işi somut örneklerle değil sosyolojik bir olay olarak inceleyeceğim. Örneklerim Bulgaristan gerçekliğinden olacağı için, siz bu işte bana yararlı olabilirsiniz, çok deneyimlisiniz... Halen işin başında, teori bölümündeyim. Kitaplar topladım. İnternete girip çıkıyorum. Okuyorum. Kafamda henüz bir sentez süzülmedi. Topladığım bilgiler 10 yıl öncesine ait, yani en az 30–40 yıl önce başlayan süreçleri yansıtıyor. Biz Avrupa Birliği’ne 2007’de girdik. Büyük araştırmalara henüz girmemişiz. Fakat gerçek şu ki, 2 milyon Bulgar bugün Batı Avrupa ülkelerinde yaşayıp çalışıyor. Bu rakkam’a Türkiye’deki 700 bin Bulgaristan vatandaşı dahil değil. Tablonun yarısı siyah ikinci yarısı ise başka bir renk! Demek istediğim, her 2 Bulgaristan vatandaşından biri dış ülkede. Sen bir istisnasın. Çünkü ülkeden çıkanlar gençler, yerinde kalanlar ise, yaşlılar ve çocuklar. Olayı genelleştirirken neden netice mantıyla sonuç çıkarmak kolay olmayacak. Bizim üniversitede düşünme usulü, kullanacağım yöntem çık önemli, sözünü kesmesen aldı kendini gidiyordu... Canını sıkan nedir be oğlum? Su yatağını bulur. Görüyorsun benim şu küçük “Neueburg” (Yeni Kale) semtinde can cin kalmadı. Kimse kovalanmadı ya, ama daha serin ya da daha güneşli yerlere kaçtılar. Mevsimlik kaçış. Tez konuna girmeyebilir, ama bu hareketlenmenin ucunda da gelişen bir kalıcı süreç var. Veliko Tırnovo iline yerleşmiş 12 bin İngiliz, Rodoplarda ev alıp keçi bakan İsveçli yaşlılar var. Balkan köylerinde dar çatı, çardaklı terk edilmiş eski ahşap evleri beğenenler doğanın keyfini çıkarmaya kararlı, yaşlı olmaları buna engel değil, AB merkez ülkelerinden aldıkları emeklilikler bizim koşullarda bey gibi yaşamalarına yetip artıyor. Dikkatle dinlerken onu ilgilendiren yaşlı göçü gerekçesinin ne olduğunu öğrenmekti. İngilizlerin yalnız bir kısmı bizi seçiyor, dedi ve devam etti: Yunanistan’a dolmuşlar, Almanya’da emekli maaşlarının yükselme temposu hayat pahalılığını kovalayamadığından 268 bin emekli Alman Akneniz sularına bakan kıyılarda yamaçlara konmuş ev arıyor. Yunanistan, İtalya, İspanya tercih ediliyor. Düzenli yaşamı seven yaşlı Almanlar doğal yaşam alanı arıyor. Bu insanlar vatan duygusunu yitirmiş. “Kendimi nerede iyi hissedersem, vatanım orasıdır!” diyorlar. Kredi kartları kabul eden AVM ve mağazalar, hizmet sunan merkezler olması ve siparişlerin kapıda teslimi yeterli. Kahveyi kendileri yapıyor, kültürü de TV’de alıyorlar.. Sen şimdi, Avrupalı yaşlıların zorunlu yaşam harcamaları daha ucuz kıyı ve koylara, dağ köylerine kayışını doğru mu buluyorsun? dedim. “Yaşlıların toplandığı yerde hayat biter!” geçti aklımdan, sustum. Senin tezde, önemli olan grup-


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lar yani işsizlikten kaçanlar ile ekmek teknesini Avrupa ülkelerine taşıyanlar mı? Demek istediğim an, sipariş almaya gelen garson bayana o “brauze” dedi. Bu meyve kokulu soğuk gazoz tipi bir içecek. Türkiye’nin “Uludağ” ya da “Niğde” nefis içeceklerini andırıyor, şişesi 0,33 ml’lik “Efes” tipi ve bizdeki gibi, kadehten içiliyor. Ben susamıştım ve “bir şişe su” diyecektim, fakat burada su içmek pek makbul olmadığından, yakında okuduğum ve Napolyon - Osmanlı Sultanları ilişkilerini anlatan bir kitaptan “su” konusunda bir de fıkra çağrıştırdı. Hemen ona da anlattım: Mısır Savaşı’ndan sonra Barış Anlaşması’nı imzalamak üzere bir araya gelen Osmanlı Padişahı ile Fransız İmparatoru arasında geçmiştir. Napolyon: “Önce bir şeyler içsek,” demiş. “Ne içelim? Seçtiniz mi,” diye sormuş Osmanlı hükümdarı. “Kanyak olabilir, mesela “Martel” demiş genç İmparator. “Nasıl içelim,” diye hemen eklemiş haşmetli. “Nasıl olacak, insan gibi,” diye cevap vermiş ve şişeye uzanmış İmparator. “Yoook demiş Sultan, Hayvan gibi içeceksek, içelim.” “Olur mu, sen bir Cihan Sultanı, ben de bir İmparatorum, yakışır mı?” demiş Fransa’nın yeni doğan büyük yıldızı. Şöyle karşılık vermiş Sultan: “İnsanlar içince sarhoş olur. Hayvanlarsa kanınca çekilir. Onun için hayvanca içelim, buyurun”, demiş. “Çok mu susadın”, diye sordu Nikolay ve “bir “Algida” dondurması senin susuzluğunu keser kanısındayım” derken, Almanca sipariş verdi ve “Bulgarca ikramım olsun”, dedi. Şöyle devam etti. “Dış ülkelere işe çıkmış 2 milyon Bulgaristan vatandaşı Batı Avrupa ülkelerine şöyle dağılmıştır. İspanya’da 190 bin; Almanya 160 bin; İtalya 120 bin, Yunanistan 80 bin, İngiltere 46 bin ve Birleşim Amerika ile Kanada’da 108 bin vs. Bunlar dışarıdaki ülkelerde çalışanlar da var. En büyük kitle Türkiye’de kuşkusuz! Fakat Bulgar devleti onları vatanlarından koparma siyaseti izlediğinden hesaba bile katmıyor. Göçmen işçiler memleketteki yakınlarına, hele de çocuklarının bakımı için devamlı para göndermeseler, Bulgaristan sözün tam anlamıyla ruhen ve madden çöker. “Her yılda bankalar aracılığı ve “Western Union” ve “Mınigramme” yoluyla 970 Milyon ile 1 milyar 100 milyon Euro arasında havale geliyor. Bu paralar yatırım amaçlı gönderilmiyor, fakat ülkeye giren en büyük kalemdir. Elektrik, su, yakıt, çöp, kira veya ev, mal, mülk vb taşınmazlarla ilaç, hastane,


Makale ve Analizler - 2016

147

araç ergisi, Anaokulu ve özel okul harcı, kantin, kitap, defter, kalem için harcanıyor. Bulgaristan değirmeni taşıma su ile dönüyor.” “Türkiye’deki soydaşların havale ettikleri paralar bu miktara dahil mi?” diye sordum ve “bilmiyorum” konuyu araştıracağım dedi ve şöyle devam etti: “Dışarıda çalışanların, yarısı orada yarısı burada yeni tip toplum belirtileri belirmeye başladı, gurbetteki masraflar git gide artıyor. Batı gurbetçileri yuvalarına döndürmek için elini cebine sokmak istemiyor. Kurulan alt yapı bizden fazla onlar için gerekli gibi. Bulgaristan gibi ülkelerden gelen yabancı işçileri 2 gruba ayırıyorum: Birisinde ihtisası olmayan, tarım işlerinde çalışmaya yatkın, hatta iş seçmeyenler yer alacak, ikinci grup ise sonradan yani 5 yıl önce gelenler. Son grup yüksek öğrenimli, yabancı dil biliyor. Yüksek ruhlu, biraz kendini beğenmiş, başka ülkelerden gelen yabancı işçilerden hele de sığınmacılardan daya üstün ve üretken, ihtisaslı gruplar var. Onlar bulaşık yıkayanlara ya da çilek toplayanlara katılmak istemiyorlar. Doğrudan orta katmana katılmaya hevesliler ve sigortalı iş arıyorlar.” “Ben hangi gruptanım Nikolay?” diye sordum. Bir defa, emekli olduğundan dolayı, benim gruplarımın ikisine de girmiyorsun. İki, sigorta kurumuna kayıtlı olduğuna inanmıyorum ve yüzde yüz sen de gördüğün iş için paranı elden alıyorsundur. Siz çok büyük bir grupsunuz. Evlerde hademe, bahçıvan, hastabakıcı, çocuk bakıcı olarak görevliler olarak tanımlamak istiyorum senin dahil olduğun grubu. Sezon işçilerinin bir kısmı da sizin durumunuzda, hele Yunanistan’da tütün ve sebze üretiminde, sebze ve meyve bahçelerinde çalışan çok kalabalık Bulgar gruplar var. Onlar genelde Avrupa Birliği tarım yardım fonlarından alınan paralarla çalıştırılıyorlar. Batı Rodoplar’dan. Rila, Pirin köylerinden koloni oluşturuyor. Öyle de, boğaz tokluğuna bu çalışmalar nereye kadar? Genç ailelerin çocukları, daha fazla çocuk parası almak için gurbette doğuyor, gurbette kreşe, anaokuluna veriyor, yabancı bir ülkenin dili, çocuğun anadili gibi bir şey oluyor, aileler kimliklerini yitiriyor, geleneklerinden kopuyorlar, yeni ortama işse alışamadıklarından, iki arada kalıyorlar. Avrupa’da soydan kopma süreçleri yaşanıyor, gibi eklemelerde bulunsan da, onun kafasındaki fikirler artık yapılanmaya başlanmış ve yeni düzenleme kabul etmiyordu. Ben dondurmamı yedim, o da “brauze”sini bitirdi. - Bunlar başka konular tabii de, şimdiye kadar Sofya’da yaratılan kamuoyunda Türklere “gastarbayter” (konuk işçi) değil “ikinci dereceli kişiler” gözüyle bakılmasında direnenler, şimdi kendileri daha da kötü bir duruma düştüğümüzü algılamak istemiyorlar. Bir defa kopup gidenin bir de dönmemesi var. O zaman Bulgaristan’ın “biz 7 milyonuz istatistiğinde düzeltme yapıp, kala kala 3


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

milyon 500 bin kalmışız” demesi ve gerçekliği kabul etmesi gerek. Yani yepyeni gerçekçi bir havaya girmesi gerekir. Memleketteki sıkıntı da buradan kaynaklanıyor zaten. Tüm resmi veriler uydurmadır. Son gelişmeler yalnız Türkleri değil, artık Bulgarları da ilgilendiriyor. Bulgar devleti dış ülkelerdeki Bulgar vatandaşları için kesenin ağzını açmak zorunda. Örneğin, İtalya’da, İngiltere’de Bulgar okulları açılıyor. Yerli okullara giden Bulgar öğrencilere birinci anadil olarak Bulgar dili dersiyle birlikte tarih ve coğrafya dersleri de veriliyor. Birçok şehirde kulüp ve okuma yurtları açılıyor ve bunları destek mali olarak destekliyor, ne yazık ki, bunların hiç birine kaydını yaptırmış tek bir Türk Müslüman çocuğu yokken, Bulgaristan’da okuldan kaçan Çingeneler dış ülkelerdeki Bulgarca derslerine giriyor, kulüplerdeki etkinliklere katılıyorlar. Nikolay sen bu araştırma tezini, Viyana Üniversitesi’nden başka bir yere de sunacaksısın, diye sordum. Bu defa güzel işleyebilirsem Sofya’da da yayınlamak istiyorm, diye cevap verdi ve şunları ilave etti. Senin yardımlarında, Türkiyedeki soydaşlarımızın duru üstüne de benzer araştırmalar yapabiliriz, hele Bulgaristan’daki azınlıkların durumu çok çötü, özel araştırmalar gerekiyor. Gerçekler gizlenerek devlet politikası yapılamaz, dedi ve kalktı. Nereye, acelen mi var? dedim Üniversite kütüphanesine dergiler sipariş ettim, gidip alayım, diye cevap verdi. Bu konular seni de ilgilendirmeli, gelecek Cumaya bir beyin fırtınasına hazırlan, derken tebessümle yüzüme baktı. Kalktı, ilk adımını atarken karşısında bulduğu garson kıza hesabı ödedi. “Üstü kalsın” dedi. Elimi sıktı. Beni büyük kestanenin alaca gölgesinde sırtımı peykeye dayamış halde bıraktı ve uzaklaştı.

Yapılacak Çok İş Var!

Dr. Nedim Birinci-12.Ağustos.2016

Konu: Milliyetçiliğimiz birliğimizden göç alır. Bir Türk, bir Türk’ü daima sevmeli ve korumalıdır. Bir Türk, bir Türk’ü onun bunun isteği için ele vermemeli, itip kakmamalıdır.


Makale ve Analizler - 2016

149

Borisov: “Bulgaristan Türkiye Cumhuriyeti ile en iyi ilişkiler geliştirmek zorundadır.” Bizim Deliorman’ın Kızıl Burun (Ruyno) adında bir köyceğizi vardır. Bu köyde 1879’dan beri söylenen türküler vardır. Köyün kızları bu türkülerimizi bilir, köye gelen gelinler de öğrenir. Tüm yasaklara rağmen, içten veya sesiz ama hep söylenen bir türkülerimiz Kızıl burun köylülerinin ruhundadır, bakışını ve yürüyüşünü belirleyendir. Köy, “Demir Baba” tekkesine yakındır. Bu türbede yapılan şenliklerde misafirler bu köyün kızlarının söylediği türkülerle karşılanır ve uğurlanır. Türkülerimiz menekşe, sümbül, gül, sevda, aşk ve ayrılık, acı ve tatlı üstüne olsa da, her motifte derin bir insan ve vatan sevgisi, sıla hasreti, Türkün erişilmez yüceliği ve doldurulamaz gönül büyüklüğü dile gelir. Türkü söylenen yerde bağlama çalınır. Ozanlar hep köşe başında, sahnede, onurlu bir yerdedir. Bu köyde genelde şarkıları bağlamacı Mesut Tunalı’nın en iyi seslendirdiği anlatılır. Uzun bir girişten sonra şöyle başlar Tunalı: Üzerimize ateş düştü Ah, ne zaman söner? Bu ateş, 138 yıl önce düşmüştür ve yandıkça yanmıştır. İnsanın, soyunun, köyünün üzerine ateş düşmesi iyilik ve hayır alameti değildir. Bizde dört çalı tutuşsa Bulgar itfaiyesi gelir söndürür, sarnıçlarla su taşır, helikopterlerden su atar, traktörler ateş alanını fır dola sürer, eline kürek alan üzerine vura vura kurbağa, kertenkele, yılan ezer gibi ezerek söndürür de, bizim gönlümüze düşen yürek acı hep söndürülemez, ona benzin atılır fırsat oldukça, sönmesi için bir şeycik yapılmaz, yakan acısı seyredilir... Türkünün gönlü tam doldurduğu an, öyle bir vurur ki Tunalı tellerine bağlamanın, uyuklayan da baş kaldırır ve şu nakaratı dinler: Kopardılar beni Osmanlı’mdan, Kopardılar beni Türkiye’mden ve sonunda yeni bir son darbeyle tellere, Kopardılar beni anavatanımdan, der ozan ve işte o zaman yanık boğazındaki yanık ses tellerinin çok derinlerine iner, sözün bitti yerde gözleri boşanır... Sizlere anlatmak istediğim gerçek, işte bu Türküdeki milliyetçiliktir. O büyük bir acımızdan doğmuştur. Bir asır biçimlenmiştir. Hezimetler bir değil iki değil, her biri ruhsal ve manevi uyanışımızı etkilemiştir. Milliyetçilik çekirdeğimi-


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

zin patlaması ise, gökte yerde dolaşan sonsuz bir umudun seslenişinde uyanmış ve Gazi Osman Paşa Marşı’nın nakaratı kulağa her yer hoş gelmiştir: Tuna nehri Akmam diyor Etrafımı yıkmam diyor Şanı büyük Osman Paşa Plevne’den çıkmam diyor Kader bu! Gün geldi hem etrafımızı yıktık, hem de Plevne’den çıktık. Öyle bir trajedi (fecaat) yaşadık ki, yaralarımızı sarabildik de, sızılar sızlıyor. Rus çizmesi altında ezilen, Moskov kılıcından kaçan, Bulgar çetelerinin satırından, devlet zulmünden, faşizm ve totalitarizm teröründen kurtulmaya çalışan Türk halkının iniltisi var tarihimizde. Edirne ve İstanbul’a akın edenlerin, arkada kalanların Türk ruhunu canlı tutma çabaları devam ediyor. Türk dokusunu yaratamadan koruma çabalarıdır bunlar. Türk kalmak, Türk kimliği yaratmak, Türk gibi doğup, Türk gibi ölmek! Milliyetçiliğimizi oluştururken bir de doğru dürüst biçimlendirmek için durmadan ve bezmeden çaba gösterildi. Ezilmişliğimizin hatıraları, yüceliğimiz-de şahlanış suyu oldu. Başımızı dik tutmaya böyle alıştık. Kardeşçe beraberliğimizin alt dokusu olan Türk milliyetçiliğimiz çok ağır koşullarda, bağrımızdan avucumuz içine doğan, göz bebeğimiz gibi koruduğumuz kıymetlimizdir o. Tuna kıyısında, Deliorman’da, bütün Rumeli’ye doğdu. Osmanlıdan kopup Bulgar elinde kalmanın acısıyla dünyaya geldi. Misyonu Türk ruhumuzu yaşatmak, güçlendirmek ve yüceltmekti. Yüreklerde tutuşan bir ateşti. Kıvılcımlar alevlendi. Git gide kor ve köz olduk. Bu gelişimde sanatımız milliyetçi ruhumuzu sönmekten korudu. Zaman geldi sazların telleri ocak maşası oldu, ateşimizi zamana gömdü. Zaman geldi közlerin üstünü açtı, hava alan közler kıvılcımlandı, yeniden parladı. Ve biz şimdi bağla tellerine ayar verilen bir zaman kesiminde yaşıyoruz. Büyük davamızda halk ozanlarımızın, aydınlarımızın, öğretmenlerimizin ve tüm gönül dostlarımızın rolü sözle anlatılamaz, paha biçilemezdir. Yeni açılıma canlar pahasına, kurbanlar vererek ulaşılmıştır. Milliyetçilik particilik değildir. Milliyetçilik Bulgar devletinin köyümüze kadar asfalt yol çekmesi ya da Türk köyünde Bulgar okulunu açık tutması da değildir. Bulgaristan Türk Milliyetçiliği düşmanlıksa asla değildir. Başka birisini rahatsız etmek ise aklımızdan geçmemiştir. Bizim milletçiliğimiz düşmanlık içermez. Örnek olmak vardır özünde. Düşmanlık güden kimse başkasına emsal olamaz. Biz kendi ocağımızda ısınmak istiyoruz. Öz gelenek ve ananelerimizle, bin yıllık alt dokusu olan özgün kültürümüzle, din ve dilimizle, örf ve adetlerimizle, kendi ellerimiz ve aklımızla yaratacağımız güzeller güzeli medeniyetimizle yaşamak istiyoruz.


Makale ve Analizler - 2016

151

Hangi partide var böyle bir program! Hiç birisinde! Son aylarda moda olan DOSTLUK söylevi de boş iş, saman harmanı. Yakına kadar bizi ezenlerden dostluk dilenmemiz bizi haysiyetsiz düşürür. Onların hiç birinin bizimle dost olmaya niyeti yok, bizim zorumuz ne. Bizim yüceliğimiz kendi gölgemizin büyük olmasındadır. Türk milletinin gölgesi gibi gölge, başkasında yoktur. Burada mutlaka üzerinde durulması gereken bir husus da şudur. Biz Bulgaristanlı Müslüman Türkler olarak kendi dairemiz içinde bir bütündük. Ne var ki bir de biz bu 138 yıl içinde, önce Bulgar Prensliği’nde, ardından Bulgar Çarlığında ve sonra da Bulgaristan Halk Cumhuriyetinde ve şimdi Bulgaristan Cumhuriyeti’nde bir oluşturucu öğeydik. Oluşturduğumuz milliyetçilik ve Bulgaristan Türkü kimliği bu açıdan farklılıklar ve nüanslar göstermiştir. Bir yandan etnik ve kültürel varlığımızı çok zor koşullarda korumaya çalışırken, aynı zamanda özü anti-Türk, anti-İslam ve anti-Türkiye zehrine bandırılmış olan Bulgar milliyetçiliğiyle de yan yana olmak, hatta Bulgar devlet siyasetinde oluşturucu unsur olduğumuzu beyan etmek zorundaydık. Bu şöyle anlaşılmalıdır. Dedelerimiz ve babalarımız faşist Bulgaristan’da askerlik yapmıştır. Deliorman’dan silah altına alınan Türkler 1912’de Edirne’ye “Şumi Maritsa” (Fışırda sen Meriç) veya “Kray Bosfpra şum se diga” (Boğazda hışırtı var) marşlarıyla gönderilmiştir. 1908’den 1945’e kadar ruhunda Türk düşmanlığı olan bu marşlar Türklere de okulda ve kışlada zorunlu olarak öğretilmiştir. Yani biz bir taraftan “üzerimize düşen ateşin” altına gömülmüşken, aynı zamanda hayatta kalmaya gerekli nefesi alabilmek için Bulgar devletini zorla soluttuğu havayı nefes etmek zorundaydı. Bu arada yaşadığımız ata yadigarı toprakların, bayrağın, devlet sınırlarının ve buna benzer ortak değerlerin tümüne saygı göstermeyi kabul etmiştik. Buradaki çelişkiyi, genel olan ile somut olan arasında aramalıyız. Genel olan Anayasa’da, 1979 Anayasasında, 1908 Anayasasında, 1948 Anayasasında hatta 1992 Anayasamızda sanki her şey normal gibi görünse, insan hakları ve azınlıklar hakları açısından Bulgaristan uluslararası yükümlükleri yerine getirmeyi kabullenmiş gibi görünse de, somut uygulamaya yansıma olmamıştır. Bu Anayasaların hepsinde vatandaşlara eğitim öğrenim hakkı tanıyan devlet, bunu ancak Bulgar dilinde ön görüp uygulatmış, azınlıkları ana dillerinden, edebiyat ve tarihlerinden, öz kültür ve dinlerinden uzak tutulmaya çalışılmıştır. Bu gibi çok örnekler verilebilir. Sözün özü, genel olan Bulgar özle doldurulup Bulgar milli şekli alırken, aynı özünde içinde yer alan etnik azınlıkların özgün kimliği özsüz ve şekilsiz bırakılarak, devamlı eritilmeye çalışılmıştır. Bu sürecin içinde isimleri değiştirilen, dil ve dinleri yasaklanan, kültürleri ve dahil oldukları medeniyet unutturulan azın-


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lıklar 1989 Mayısında ayaklanmıştır, yani bütün patlamıştır. Yerine getireninin de “Bulgar Etnik Modeli” de bugün artık anlamsızlaşmıştır. İlk dönemlerde bizim milli duygularımız şekillenememiş ve zayıftı. 1878 Berlin Konferansı, dedelerimize sanki “aman rahatsız olmayın, haklarınız garanti altına alınmıştır, Bulgar Prensliği içinde yaşarken bir şey yapmasanız da olur” demiş. Ve belki de bu yüzden, bizimkilerden “Arkadaş ben Türküm! Yasal haklarımı isterim!” deyip ayağa kalkan pek olmamıştır. Osmanlıyla yeniden buluşmamız için Sultanlar İslamcılık, Müslümancılık, Turancılık dese de bizde derin kök salmamıştır. Kendimizi arayıp buluşumuz okullaşırken, öğretmen dernekleri kurduğumuzda, kentli gençlerin fiz kültür derneklerinde, Altın Ordu birimlerinde, cami encümenliklerinde ve özellikle de sanat toplulukları ve özenci sanat gruplarının sahneleri doldurmaya başladığı zamanlar dirilmiştir. O dönemler çıkan Türkçe gazeteler, dergiler bu çabalarda önemli rol görmüştür. Dış etki hep Türkiye’den beklenmiş ve gelmiştir. Türkiye ile Bulgar Çarlığı arasındaki anlaşmalar sonucu Sumnu’da Nüvvab Yüksek Din okulun açılması, Sofya’da Başmüftülüğümüzün ve İş Müftülüklerimizin kurulmasıyla ilk etnik yapılanmamız gerçekleşmiştir. Milli şuurumuz gelişerek kendimizi Müslüman Türkler olarak hissetmeye ancak egemenlik duygularımızı kaybetmiş olmamızın sonuçlarını gördükçe duyumsadık. 1912’de Müslüman Pomakların isim ve dinlerine saldırı Türklerde “ne oluyor” etkisi yaptı. Bulgaristanlı Müslüman Türklerin 1912 - 13’te Edirne ve Makedonya savaşlarına sürülmesi, öz milliyetçiliğimizi derledi toparladı. Fakat milliyetçilik aynı zamanda bir ideolojidir. Bulgaristan’da yaşasak da biz Bulgar milliyetçisi olamazdık. İdari ve siyasi bağımsızlımız için savaşmamıza koşul ve gücümüz yoktu. Türk milleti ruhuna ve İslam inancına sımsıkı sarılarak kendimizi aramaya devam ettik. Okullarımız ve diğer aydınlanma ocaklarımız özgün milliyetçiliğimizi meşale edenleri öne çekti. Söz ustası Osman Kılıç gibi yüzlerle öncü kadro yetişti. Göçler en aydın ruhları alıp götürmeye devam etse de arkadan gelen alay boş kalan yerleri doldurdu. Türkiye’deki gelişmeler, Türk milliyetçiliği Avrupa’daki son milliyetçiliklerden biri olsa da, Bulgaristan Türklerinde özgün milliyetçilik biçimlenmesini olağanüstü etkilemiştir. Namık Kemal, Mehmet Arif Ersoy, Yahya Kemal, Süleyman Sırrı ve Mustafa Kemal Atatürk gibi tarihsel figürler sahneye çıkmasıyla bizim milliyetçiliğimiz de alevlendi. Bu gelişmelerde Bulgar ve Sırpların Balkan Müslümanlarını sürekli göçe zorlaması, Rusların Anadolu Ermenilerini silahlandırması vb. milliyetçiliğimizin pekişmesinde dış etken olmuştur. Bulgaristanlı Türklerin milliyetçiliği Bulgar milliyetçi ve ırkçılığına, faşizmine, komü-


Makale ve Analizler - 2016

153

nist totaliter diktatörlüğüne her zaman karşı doğmuş, gelişmiş ve ödün vermeden ayakta durmak içim amansız savaşmıştır. Bulgaristan Türkleri milliyetçiliğinin güçlenmesinde şu olayların etkisi son derece belirleyicidir: Sakarya ve Çanakkale Savaşları, dış düşman omurgasının kırılması, TBMM’ini açılması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edilmesi gibi tarihsel olaylar Bulgaristan Türklerinin doğru milliyetçilikte buluşmasına temel olmuştur. “Ne mutlu Türküm Diyene!” milli bilincini onlar da benimsemiştir. Dışa dönük Türk milliyetçiliğinin saldırgan, komşularına ve diğer halklara tehdit oluşturan, korku saçan bir ideoloji şeklinde biçimlenmesine set olan dünya görüşü ise Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” sloganı ve Türkiye’nin dış siyaseti oldu. Her zaman her yerde iyi komşuluk, hoşgörü, diyalog ve yararlı işbirliği arandı. Göçmenlerimiz hakkında “Muhacirler, kaybedilmiş topraklarımızın canlı hatıralarıdır!” diyen Büyük Atatürk’ün sözleri hem soydaşlarımızı hem de memleketimizde kalanlarımızı devamlı yüreklendirdi. Hele de 1912’de Hıristiyanlaştırılan Müslüman Pomakların Atatürk’ün şahsi oyun kuruculuğuyla geri alınması; 1923’te Razgrat’a Türklere yapılan saldırıların yine Atatürk’ün müdahalesi sonucu hemen durdurulması vb. somut olaylar ile T.C. devlet ve hükümet başkanlarının Bulgaristan Türkleri önünde yaptığı konuşmalar onları çok etkilemiş ve yüreklendirmiştir. Son 300 yıldan beri Türk devletinin stratejik hattı müdafaa üzerine belirlendiğinde Türkiye bizi Bulgar devletine karşı kışkırtmamıştır. Biz Bulgarlara karşı hiçbir zaman onları yok etme stratejisi geliştirmedik. Bunu asla gündem etmedik. Bu bir yok olmaya götürdüğünden 1989’da ayaklandık. Ayaklanmış olmamız bizim milli bilincimizin oluştuğuna işarettir ve bundan sonra Bulgar devlet yapısı ve siyasetinde gerçekten hak ettiğimiz yeri almak için mücadele etmek zorunda olacağız. Üzerimize düşen ateş başka türlü söndürülemez. Bu gelişmeler ve bunların 4 kuşak devam ettiği düşünüldüğünde, adına Avrupa dediğimiz şu eski kıtada başka biç bir milli azınlığın, etnik topluluğun, kendi ahlakı, gelenek görenekleri, yaşayış tarzı, özgün kültürü ve medeniyet zirveleri olan güzelim insanların çektiğini başka kimse çekmemiştir. Önceleri bana, bir milli azınlık topluluğunun korunması için mutlaka milliyetçilik gerektiğini söyleselerdi, inanınız inanmazdım. Bizim dünya görüşü mayamıza, enternasyonalizm suyu aşılanmıştı. Bunun anlamı şudur: bize “maske” taktırmışlardı. Hayat La Fonten masallarındaki hayvanların maskeli balosuna benzemişti. Biz balodaki tilkilerin iyi niyetli olduğunu sanmıştık. Maskeli horoza “tilkiden kaçma” diyen bizdik. Sanki acıkan kurt kuzuyu yemeyecekti. Öyle bir sahte hava yaratılmıştı ki, kimseye bir şey deyemiyorduk, demek yasaktı. Çünkü kendi maskemizi kendimiz seçmiş ve takmıştık, bunu bir kör çivi


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gibi kendi kafamıza kendimiz çakmıştık. Okul, kültür ve toplum değerleri hep bu yönde çalışıyordu. Teker teker değil toptan ve ebediyen yok olduğumuzu gördüğümüz güne kadar bu böyleydi. Aslında bugün de durumda fazla bir değişiklik yok. Hedeflerinde milli kimliğimizi, Türk benliğimizi eritip bitirmek var. Artık Bulgaristan’da iki anadilden söz ediliyor. Çocuk zihninin dil öğrenmeye en elverişli olduğu yaşların 2 ile 4 yaş arasında olduğunu bildiklerinden, zorunlu dil Bulgarca olan kreş ve anaokulu programlarıyla Türk ailelerin çocuklarını kreşlerde topluyorlar. Öz anadilimizin öğrenilmesine engel üstüne engel yaratılırken, sözde ikinci anadil olan Bulgarca büyük bir baskı ve zorlamayla birinci anadil olarak dayatılıyor. Bu da bir tilkilik tabii! La Fonten masallarındaki aç kurtların sivri dişleriyle korku salınıyor... Dilsizleştirilmemiz sonumuza işarettir. Üzerimize düşen yeni ateş budur. Böyle bir ortamda kuzunun kurda, horozun tilkiye, tavşanın ev köpeğine karşı kendini koruma refleksi geliştirmesine gerek yoktu. Çünkü yani yaşadığımız toplum horoza horozluğunu, kuzuya kuzuluğunu, tavşana da tavşanlığını unutturuyor ve hepsini Bulgar milli davasına kurban olmaya hazırlıyordu. Yani Türkü de Türklüğünü ve Müslümanlığını unutmaya itiliyordu. Başka bir değişle Türklerin, Çingenelerin ve Pomakların kendi kimliklerini korumasına gerek olmadığı aşılandıkça, onlar uyuşturulduklarını fark edemez olduklarından tilki, kurt ve av köpeğiyle “kardeşliği” kabullenmeye başlamışlardı. Bu, stratejik bir oyundu ve kurucuları ne yaptıklarını bildiklerinden paraya para demiyorlardı. Son hedefte Türk kimliğini aforoz edip unutturmak vardı. Bu olayı günümüzde Türkiye devletini yıkmak, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı öldürmek, TBMM’ni bombalayıp Cumhuriyeti ve demokrasiyi gömmek, devletimizi ve vatanımızı paralamak ve bir kemik gibi emperyalizmin aç köpeklerinin önüne atma denemesinde 15 Temmuzda bir daha gördük. Biçim olarak bir askeri darbe teşebbüsüydü. Başarılı olsaydı bizim Bulgaristanlı Türk Milliyetçiliğimiz de bitmiş anlamına gelirdi. Ölümcül tosladılar. Şimdi Bulgaristan’daki ağlarını da çökertmek ve köklerini kurutmak zamanıdır. Cemaatin bizdeki imam başlarından Abdullah Büyük’in Türkiye’ye iadesine Bulgar milliyetçi kesiminden gelen tepki, içlerindeki sönmeyen düşmanlığın ne kadar derin olduğunu ve hatta Türkiye düşmanı olan herkesi dost bildiklerini ve korumaya hazır olduklarını kanıtladı. Bizim Bulgaristanlı Türk milliyetçisi olmamızda dışa dönük gerçekçi propagandasına yoğunluk kazandıran “Türkiye’nin Sesi Radyosu” ve diğer yayınlar olağanüstü büyük rol oynadı. Bugün T.C. TV yayınları milliyetçiliğimizi besliyor. Aslında Bulgaristanlı Müslüman Türkler Türkiye devletinin arkalarında olduğunu, zor günde onları asla kör kadere terk etmeyeceğini, düşman pençesinde bırakmayacağını büyün yıllarda iyi biliyorlardı.


Makale ve Analizler - 2016

155

Ozan Mesut Tunalı’nın sazı bize “üzerimize bir ateş düştü” hatırlamasında bulunurken, 1878’den beri öz kardeşlerimiz olan Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına ne geldiyse her şey bu ateşin devamlı yanmasına bağlıdır. Bu ateşi körükleyenler, Türklüğümüzü yok etmek, bizi vatan bildiğimiz topraklardan söküp atmak ve mümkün olmayanı yapıp bir daha oralara dönmemizi engellemek isteyen faşistler ve komünistler oldu. Bugün bu hainliğin HÖH eliyle yapıldığına tanık oluyoruz. La Fonten masalları ise, aman aldanmayın, ne tilkiye, ne kurda ne de av köpeklerine asla yaklaşmayın uyarısında bulunmak için yazılmış ve nesilden nesle anlatılmıştır. Ve bütün bu olup bitenin içinde tilkinin mırlaması, köpeğin havlaması ve kurdun uluması olduğu gibi, bağlama tellerinin de ayarı vardır. Bu ayarı bozmadan yaşatmak bizim milliyetçiliğimizde düğümlenmiştir. Dünyada karıncaya yol veren, yolda gördüğü kırıkları kaldırıp kenara koyan, ilk ve son lokmasını her zaman bölüşmeye hazır olan kardeşlerimiz, başkasının tavuğuna “kış”, köpeğine “hoş” demeden yaşamaya alışmış oldukları için, onların genine milliyetçilikle dokunmamız çok zor olmuştu. Bu bakımdan milliyetçiliğimiz birleşmemizin formülü olarak gelişip güçlenirken, zaman zaman “seccademi serebildiğim yer vatanımdır” anlayışıyla daralmıştı. Göçler arasında milli şuurları dumura uğrayanlar anavatan kaygısı gütmemeye başlarken, “vatan sevgisi imandadır” ilkesini de yok saymaya başlamışlardı. Şu da vardı: “Her şey bizim, neyi kimden koruyalım” gibi özünde “ümmetçilik” olan anlayış biz artık egemenliğimizi kaybetmişiz, topraklarımız istila edilmiş, Osmanlıdan koparılmış, başka bir statüdeyiz, yeni ortamda kimliğimiz kabul edilmiyor, siyasi hayattan uzaklaştırılıyoruz, devlet dili değişse ne olur? Müslümanlık kenara itildikçe Hıristiyanlık öne çıktı. Savaşlar kaybedilir, kazanılır “bize ne, devlet işine zaten akıl ermez!” gibi görüşler çok derin kökler salmıştı. Umursamazlık yaratılırken kimliğimizi eritme süreci başlamıştı. Türk milliyetçiliğiyle kendimizi koruyalım, milliyetçilik temelinde kaynaşıp birleşelim, egemen olma dünya görüşünü yitirdik, azınlık dokusunda buluşalım görüşleri belirse de uygulanması ve yeni bir bakış açısı, yeni değer yargıları, T.C. kurulmadan Türkiye’yi örnek olarak arama bilinci zor gelişti. Biz bugün Büyük Türkiye’nin etki alanında bulunuyoruz ve Doğuda yükselen yeni medeniyet dalgası bizi mutlaka kucaklayacaktır. Artık hepimiz hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına inanıyoruz. Avrupa 1789 Fransız Devriminden sonra milliyetçiliği aynı millet ve dinden olan insanların kaynaşmasında birleştirici unsur olarak kullanırken, bizde bu tohumlar saçılmak istense de bitmedi. İnsanlarımız en yüksek eserlerin düşman kanıyla yazılımı olduğuna inanmadı. Bulgar devletinin bizi Türkiye’ye karşı


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

devamlı kışkırtarak şahlandırmaya çalışması, kafa karıştırdı, ruhumuzu yaraladı. Biz Bulgaristanlı Müslüman Türkler olarak, Bulgar devleti tarafından ayrıştırıcılık unsuru olarak kullanıldık. Ahmet Doğan “Bulgar Etnik Modeli” siyasetiyle bu çizgiye devam etti. Bugün Bulgarlarla aramız açıktır. Hiçbir Bulgar partisiyle bağlaşıklık kuramadık. HÖH - DOST ve Özgürlük ve Şeref partisi olarak parçalandık ve birbirimize düşürüldük. Politik itibarımız giderek azalıyor. Bunun için sorunlarımızın çözülmesinde etki alanında Bulunduğumuz Büyük Türkiye’ye umutla bakıyoruz. Son yıllarda karşımıza bir de sol ve sağ Bulgar milliyetçiliği çıktı. Hedeflerinde olan biz Müslüman Türkleriz. Gerçeklerden korkuyorlar. Bulgar toplumunun ruhen çöktüğünü söyleyemiyorlar. Ekonomik ve mali çöküşü kabul etmiyorlar. En kötüsü de Büyük Türkiye atılımlarının etki alanında bulunmaları kendilerini çok rahatsız ediyor. Özellikle Avrupa Birliği’nin güçlü Türkiye’den çekinmesi, Birleşik Amerika’nın ise 15 Temmuz darbe kalkışmasının ardında durduğunun gün ışığına çıkması, Bulgaristan gibi hangi tarafa sarılacağını bilemeyen ülkelerin kafasını iyice karıştırdı. Bulgar milliyetçileri bildiklerini okumaya devam etsin, son iki yılda meydana gelen Balkanlar ve Avrupa durumunda, hele de Suriye savaşından gelen sığınmacı baskısı neticesinde, Bulgaristan var olmaya devam eden bir devlet ve ülke kalmak istiyorsa, “Türkiye Cumhuriyeti ile en iyi ilişkiler geliştirmek zorundadır”. Bu sözler Başbakan Boyko Borisov tarafından 12 Ağusto sabahı TV yayınlarında dile getirilmiştir. Demek oluyor ki, bizim için de bu durum, 138 yıldan beri elde edemediğimiz hak ve özgürlüklerimizi en iyi şekilde talep edip elde etme zamanıdır. “Üzerimize düşen ateşi” kaldırıp söndürebiliriz. Hakkı, özgürlüğü, dili, dini, kültürü, geleneği göreneği olmayan bir azınlıkla kimse komşuluk etmek, kaynaşmak, ortaklık yapmak istemez. Başka bir millerin kültürü de hiçbir kimseye kültür olmaz ve yüz güldürmez. Bunun için o DOST’çular falan artık lütfen düşünmeye başlasınlar.


Makale ve Analizler - 2016

157

Hepimiz Sorumluyuz

Rafet Ulutürk-15.Ağustos.2016

Konu: Uyu, ama uyumayanları kontrol et! Hainlere karşı aynı siperdeyiz. Bulgar basınını izliyorum da, Türkiye ile ilgili yanlış bir algı oluşturulmak isteniyor. Bulgaristan Başbakanı ve GERB Partisi Başkanı Boyko Borisov dünyanın en büyük köprülerinden biri olan, Avrupa ve Asya kıtaları arasında hem kara yolu hem de demiryolu bağı kuran “Sultan Selim” köprüsünün açılışına katılacak. O, 16 Ağustos günü Türkiye Cumhuriyeti devlet başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la İstanbul’da yapacağı görüşme arifesinde basına verdiği demecinde “Ne pahasına olursa olsun Türkiye ile en iyi ilişkiler geliştirmek zorundayız” dedi. Bir devlet siyasetinde şeffaflık ifade etmesi bakımından bu sözler, iki ülke arasındaki ilişkilerde yirmi birinci yüzyıl bir yana, geçen yüzyıl boyunca işitilmemiştir. Bulgaristan halkının Türkiye’den bu kadar büyük ve içtenli siyasi desteğe ihtiyaç duyması ikili ilişkilerimizin ufkuna çarpıcı yeni bir tablo serdi. Bu, yalnız bir daha yakın işbirliği daveti olmakla kalmayıp bütün bir yüzyıla ilişkin uzun süreli bir işbirliği, yardımlaşma ve dayanışma ufkudur. Bunun bir anlamı da, Sofya’nın bunalımlara teslim olmayan, krizi bataklıklara basmadan atlatabilen, Büyük Türkiye açılımında ve 2023, 2050 ve 2071 program boyutlarında kendini araması da çok önemlidir. Bugün Bulgaristan, Avrupa Birliği üyeliği ile ne kadar böbürlenirse böbürlensin, eski kıta bunalımlarını sırtında taşımak zorundadır. Sanayi, tarım, teknolojiler, ulaşım vb bir yana, milliyetçi kesimden Bulgar araştırmacı yazarlarından İvaylo Hristov “Ulusal Bulgar Karakteri” başlıklı bir kitap yazdı. Bu eserin başlıklarından birinde, 20. yüzyılın sonunda ve 21. yüzyılın başında Bulgaristan’ın Bulgarsız kalacağı anlatılıyor. Yazar yazmış yazmış da vatanının insansız kalmasının temel nedenine inememiş. Bulgaristan’da şapkasını alanın gitmesinden sorumlu olan kimdir? İnsanların karakteri mi, yoksa siyasi ekonomik ve sosyal dar boğaz mı? Her şey devlet yönetiminin çok zor olduğuna işaret ediyor.


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Temel nedeni göremiyoruz. 19. ve 20. asırlarda Bulgar milli karakteri çok değişmiş. Olaya Türkler açısından bakıldığında, Bulgar milli karakterinin Türk ve Müslüman düşmanlığı üzerine tesis edildiğini görüyoruz. Kendi milli kimliği oluşmamış bir millerin diğer etnik azınlıkları asimile etmesine dayanan bu siyaset ulusal çöküşün ana nedenlerinin başında gelir. Bulgar prensliği ilan edildiğinde (1878) nüfusun % 52’sini oluşturan Müslüman Türklerin öz topraklarından kovmak da Avrupa’ya yakışır bir Bulgar Ulusal Karakteri oluşturmaya yeterli olmadı. Azınlıkların dil, din, kültür ve yaşam tarzından mahrum edilmesi, gözü dönmüşler ortamında ulusal kaynaşmanın mümkün olamayacağı bilincine varılamadı. Bir de şu çok önemlidir. Türk ulusu gibi ulusları parçalamak, bölmek, eziyet ederek hırpalamak mümkün değildir. Çünkü onlar çok derin bir milli kimliği ve uygarlığın varisleri olarak kalmıştır bu topraklarda... Bulgarların bilmedikleri bazı başka şeyler de vardı. Her bir özgün milli varlığın temel öz çizgileri arasında en önemli olan aynı tarihe sahip olmaları, aynı ortak dili kullanmaları ve aynı edebiyattan yüreklenmeleri ve aynı dine inanmaları paha biçilmez nimetlerdi. Bulgarlarınsa ne Türkler kadar derin bir tarihi vardı ne Türk dili kadar zengin bir dili ve edebiyatı, ne de gönül dini vardı. Türklerden Türklüğü sökmek ve onlara Bulgarlık ve Hıristiyanlık aşılamak adeta imkânsızdı. Olmadı da. Bu deneme ilk kez 1912’de askerle, jandarma, papaz, hükümet ve Çar gücüyle denendi. 1936’da “Rodina” (vatan) saçmalıyla denendi. 1972’de Pomaklıkta kan aktı. 1984’te Türklerin Türklüğüne ateş açıldı. Olmadı. Olmadı da onlar bu işin olmayacağını anlayamadılar gibi. Hem de 1997’de Başbakan İvan Kostov Türkiye’ye gidip özür dilemesine rağmen, Türkiye devletine gülümsense de, ülke içinde kılıflı yumruk Türklüğe darbe vurmaya devam etti. Türklere zulüm eden Bulgar eğleşti, medenileşti, kültürleşti mi? Hoşgörülü mü oldu? Hayır. Faşizm ve totalitarizm yaraları kanatıldıkça kanatıldı. Zulüm asla dinmedi. Bulgarlar da Bulgaristan’ı terk ederken, 710 bin kardeşimiz Türkiye Cumhuriyeti’ne sığındı, göç etti. İnsansız kalan topraklar, köyler, kasabalar birer ikişer söndü. Bulgar devleti borçlandıkça borçlandı. Bir de olaya şu açıdan bakalım. Zulüm eden Bulgar cezasız kaldı da, şimdi ne yapıyor? Allah’ın adaleti onu bulmadı mı? Bulgar ırkının bencil, kıskanç, biraz yalancı, biraz hırsız nitelikleri iyice keskinleşti. Maddi kazanç elde etmek veya devlete yaranmak için hainlik eden tabaka belirdi. İktidara yaman-


Makale ve Analizler - 2016

159

mak isteyenlerin her dönemde hep bir leke gibi suyun üzerinde kalmak istemesi toplumsal ahlakı bozdu. Omurgası değişmeyen eski toplum ayakta kalabilmek için cepheleşti, parçalandı, iç ve dışta dönüşümler aradı, arıyor. Her yerde etrafımızda kör cahil, ahlak çökmüş soy boy aile içi ilişkileri kopmuş her şeyini satmaya ya da peşkeş çekmeye hazır gözü pek yeni tipler kol geziyor. İdealist dönekler de sivrilme peşinde! Kendilerini zor zar koruyup kokuşmuş durumu atlatmak isteyenlere yeni şans olmaması üzücü... Her nedenlerle kimliğine ihanet eden insanlardan oluşan bir toplumda yaşanır mı? Yoksa her zaman dışardan bir şeyler bekleyenler bu defa işleri toparlayamamasında mıdır? Konuya bu açıdan girmemin sebebine de bir bakalım.Tüm Bulgar TV programları, sayısal programlar topluma “Siz Türkiye’de 15 Temmuz 2016 askeri darbe denemesinin ardında FETÖ’cülerin durduğuna inanıyor musunuz, yoksa inanmıyor musunuz?” sorusu günlerce soruldu. Amacı anti Erdoğan, anti-Türkiye düşmanlık dalgasını körüklemek olduğu hep sırıttı. Bu gelişmeler, propaganda, ideolojik savaş, siyasi kapışma almış başını gidiyor. Bulgar toplumunun kafasının köklü değişmesi için belki de başına çok büyük bir olay gelmesi gerek ve olabilir ya artık “Ne pahasına olursa olsun Türkiye ile çok iyi ilişkiler geliştirmemiz gerekiyor!” diyen Başbakan Borisov, bu işin ilk farkına ve bilincine varmış kişi olabilir. Fakat propaganda omurgasını oluşturan taş kafaların bunu algılamasına olabilir ya yıllar gerekebilir. Binlerce ırkçının umudu suya düştü. Hepsi Türkiye’nin mekanik kafa ruh hastası bir topluma dönüşmesini hayal ediyorlardı. Mutluluk kaynakları Türklerin kötü olmasıydı. Kendileri o kadar kötü hissediyorlar ki, adeta yutkunamıyorlar. Etrafınıza bakınız, Ahmet Doğan, Lütfü Mestan, Mustafa Karadayı, Çetin ve Metin Kazak, Osman Oktay, Güner Tahir ve daha kimler kimler “dut yemiş bülbül gibi” dil yuttular. Hiç biri çıkıp ta bu dünyaya örnek olan Türk halkını kutlayamadılar. Duyur duymaz kendisini soka atan halk, Ben bu ülkede darbe yaptırmam diyen, Tankların altına kendini atan, Tankın önünde “Ben ölmeye hazırım ya sen beni öldürmeye hazırmısın” diyebilen bir kadının tarih sayfalarına geçmesi, dünyaya demokrasi dersi veren bu halkı göremediler, Avrupa, Amerika gibi. Komşu evinin yanmasına sevinen bu tiplerden, hain planlar gereği, Türkiye’de önce bir iç savaş çıksaydı, ardından da Türkiyeyi yabancı işgale açık duruma getirilebilselerdi, bunu yapmaya kalkışan FETÖ terör çetelerini alkışlamaktan daha


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

büyük bir hainlik düşünebilmenin mümkün olduğuna inanamıyorum. Sanki Türkiye baştan başa yanacak da Bulgaristan’a kıvılcım sıçramayacak! Ama bu kendini beğenmiş ve Türkler, Türkiye ve İslam dini konusunda taş kafalarında tek bir hücrenin değişmesine tahammülleri olmayan milliyetçi-ırkçı tipler, sanki Sakar Balkana dikenli ter germekle ya da Karadeniz’de zırhlı bot gezdirmekle durumu kurtarabilecekler. Kuşkusuz izninize sığınarak, her şeyi unutarak, “Ne pahasına olursa olsun Türkiye ile ilişkilerimizi en iyi şekilde geliştirmeliyiz” diyen Başbakan Boyko Borisov’u gönülden kutluyorum. Tabii, bu beyanın çok derin arka planı olmalı. “Tarih bilmeyen siyasetçiler pusu bilmeyen gemi kaptanları gibidir” demeye dilim varmıyor. Borisov iç politikada, azınlıkların haklarının tanınması konusunda pusulayı şaşırmak istemiyor. Bu pusula 1912’de Çar askerleri Edirne’yi bombalamaya başladığı andan Bulgaristan Müslüman Türklerinin 1984’te evlerinde ve köylerinde kurşunlandığı günlere kadar, etnik azınlık haklarımızın verilmediği her an şaşmıştı. Dünya genel insan hakları sözleşmelerine uygun değildi. Atalarımız, babalarımız, vatanımızdan kovulduğumuz an hep şaşmıştı bu pusula. Bulgaristan Türkleri bakımından bugün de şaşmıştır. Kuşkusuz Türkiye’nin devlet çıkarları ile Bulgaristanlı zavallı, 138 yıldan beri oralarda ezilen Türklerimizin çıkarları yakın tarih boyu birçok dönem çakışamadı, çakışmadı. Evet 4 kuşak bekledik. Eritilmemeye direndik. Bizi görmekte kör olanların bu defa fırsattı bizim lehimize çevirebilirler. Hak ve özgürlüklerimizin serpilip açmasına destek olabilirler. Büyük ricamızdır. Ne de olsa şanlı ortak tarihimizin derin kökleri başka yerde değil, bizim bastığımız topraklardadır. Türkiye’nin geleceğine kast edenleri haklı göstermeye, FETÖ çetesiyle beraber olmaktan gurur duyanları akıllarını başlarına toplamaya davet ediyoruz. Bir milletin gücü köklerinin derinliği kadardır. Bunu ölçmeye arşı olmayanlar bu işten vazgeçsinler. Anlaşalım, sarmaşalım, kardeşleşelim yolumuza birbirimize saygı göstererek devam edelim. Hayatın gösterdiği üzere en büyük diplomatlar okullardan değil hayattan çıkıyor. “Vize kalkmazsa geri kabul de yok” sözleri nükleer bombalardan güçlü etki yaptı. Türkiye’de bizi rahatsız etmeyen sığınmacı kardeşlerimiz Avrupa’da uykuları kaçırdı. Savaşa karşı yola çıkan ve bu gidişle Avrupa’daki tüm silah fabrikalarını işgal edecek olan sığınmacı kardeşlerimizin hiç bir silahtan, hiç bir uçak ve tanktan korkmaması gerektiğine, Türk halkı örnek verdi. 15 Temmuz kah-


Makale ve Analizler - 2016

161

ramanlığı 21 asrın dünyanın her devletinde tarih ve edebiyat kitaplarında sınav dersi olmalıdır. Bir şiirimiz şöyle der: Halk olmadan bir şey olmaz Halkım uyandır beni! Bu kavga halkın kavgası Halkım uyandır beni

Kim Önce Konuşacak?

BG-SAM-15.Ağustos.2016

Konu: Bizimle ilgili olan üyük gerçeklerin kabuğu henüz soyulmadı. Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH - DPS) partisi parçalandıkça, mısır koçanı gibi soyuluyor, fakat bu başak tanelerinin neden bozuk olduğunu tam olarak henüz anlatan olmadı. Bu partide Başkan Yardımcısı görevinde bulunan Osman Oktay, Kasım Dal ve Lütfü Mestan artık birbirini kürsüye davet etmeye başladılar. 3’ü de yeni parti kursa da anlaşılan birisi tutmadı ve bu gidişle tutmayacak, çünkü tarlaya tohum değil, kapçık ve püskül ekiyorlar. Anlaşıldığı üzere, taneler hep daha Ahmet Doğan’ın ambarında... Bugüne kadar gerçek durumu koklayan ve bir yere kadar bilenlerden hiç biri dobra dobra anlatmadı, maskeli balo devam ediyor. Bu arada, 11 Temmuz 2016’da eski Genel Başkan Yardımcılarından Osman Oktay, yine eski Genel Başkan Yardımcılarından Kasım Dal’ın “Lütfü Mestan içini döksün” sözlerine şöyle yorum getirdi: Geçmiş, adalet ve politik nezaket üstüne söylenmesi gereken sözler. Osman Oktay Kasım Dal ve onun Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) içindeki rolünü bugüne kadar asla yorumlamadım. Onun, Lütfü Mestan hakkında yaptığı tandanslı konuşma, yeminimi bozmama neden oldu. (Konuşma yazının sonuna


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

eklenmiştir.) Bu konuşma, Sofya Şehir Mahkemesi’nin DOST partisini tescil etmeyi kabul etmemesiyle ilgili yapılmıştır. Kasım Dal, Lütfü Mestan’dan konuşmasını “HÖH parti yönetiminde kulis ardı yapılan (gizli) görüşmelere katıldığı dönem için bildiklerini açıklamasını” istiyor. Bu davet kışkırtıcıdır, çünkü Dal, Lütfü Mestan’dan açıklamada bulunmasını istemezden önce, kendisinin anlatmadığı ve gizlediği birçok soruya cevap vermelidir. O, Doğan’ın kirli işlerinin hepsinde maşa ve cellât rolü gördüğünden dolayı açıklamada bulunmak zorundadır. 1996’dan 2011’e kadar Hak ve Özgürlükler Partisinde “işkence” şubesini yöneten oydu. Kasım Dal daha komünizm yıllarından Ahmet Doğan yakın dostu olarak ün yapmıştı. Fakat neden 1990’da parti kurulurken Doğan onu yönetime neden davet etmedi de Varna’da bıraktı? Doğan’ın ona karşı olan tutumuna rağmen, 1993’te ben onu kendi ekibimden biri gibi, Merkez Operativ Büro üyeliğine çektim. Bunu yaparken hedefimde olan, Doğan’ın yakın bir yoldaşı olarak, Kuzey Doğu Bulgaristan’da başıma iş açmasını önlemekti. 1996’da, ilk kez Sofya dışında düzenlediğimiz HÖH Ulusal Konferansında – Kırcaali’de – parti için darbe gerçekleştirilmesini önleyen kişi o oldu. Ahmet Doğan’ın sadıcı olan, Albay Yordan Yordanov’la birlikte, “Multi Grup” sopacılarını kullanarak birçok kişiyi dayaktan geçirdiler. Ülkemizin değişik bölgelerinden gelen heyet başkanları ve sıradan üyelere baskı uygulayarak parti içinde darbe gerçekleştirdiler. Doğan’ın istediği gibi oy kullanmalarını sağlamak, partiyi liderin ve onun iplerini çekenlerin ayağına yatırmak için delegeleri kaçırdılar, dövdüler, sakatladılar, şantaj yaptılar. Hak ve Özgürlük Hareketi kurucularından 2 500 (iki bin beş yüz) kişinin karalanmasını ve parti saflarından uzaklaştırılması Doğan’ın isteği üzere Kasım Dal tarafından gerçekleştirildi. Bu kişiler, 5-6 yıl sonra demokratik halk topluluğu ile kaynaşmak amacıyla HÖH partisini Birleşik Demokratik Güçlerden bir parça haline getirdiler. Kırcaali darbesinden hemen sonra Doğanla birlikte Birleşik Demokratik Güşler’den ayrıldılar ve “Multi Grub”un bir siyasi tasarımı olan, Simeon Sakskoburggotski tarafından yönetilen ve Stoyan Dençev’in sekreteri olduğu Ulusal Kurtuluş Birliği (ODS) kurdular. Bu, İvan Kostov’un başbakan olacağı Birleşik Demokratik Güçlerin gelecek yönetimini kontrol etmek amacıyla oluşturulan bir biçimlenmeydi. 2000 yılında, Hak ve Özgürlük Hareketi ile Birleşik Demokratik Güçler yönetimlerinin Plovdiv buluşmasının ardından yakınlaşma ve ülkenin demokra-


Makale ve Analizler - 2016

163

tik gelişmesi için ortak yol arama yoluna girildi. O zaman, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Ulusal Kültür Sarayı (NDK) Büyük Salonu’nda yaptığı kurultaya Ahmet Doğan ile Kasım Dal’ı davet etti. Bu ikili o zaman kurultay kürsüsünden delegelere o bilinen “Yoldaşlar!” hitabıyla alkışladılar. O vakit onlar, hiçbir başarı gösteremeyen sosyal-liberal yönetim platformuyla ortak BSP-HÖH yönetimine yelken açtılar. Bu yeni ve asla beklemediğimiz yeni siyasi çizginin açıklanmasıyla Belitsa kasabasında bulunan “Semkovo” sayfiye merkezinde Merkez Operativ Büro oturumu çağırdık. Bu toplantıda Ahmet Doğan susarken, Kasım Dal herkesin önünde yüksek sesle şöyle dedi: “Ben ve Doğan, komünistlerin zulmünü görmüş ve hapishanede yatmış kişiler olarak, bize 5 - 6 bakanlık verirlerse, bugün artık BSP ile birlikte iktidar olmaya hazırız. Meslektaşlarım siz bu işe neden karşı çıkıyorsunuz?” Lütfü Mestan’ı bugün eleştiren biri olan Dal’ın bu sözlerine hayatta olan tanıklarımız var: Mustafa Karnobatlı; Kemal Eyüp; Remzi Osman vb. Biz bu yeni siyaset çizgisine kesin kararlı karşı koyduk. O zaman Dal kimin siyasi iradesini hayata çağırıyordu? Arkadaşlarım BSP ile herhangi bir yakınlaşmaya kesin karşı çıktılar. Doğan ile Dal’ın hezimete uğrayan komünistlerle ortak senaryosu, 2001’de başımıza, Ulusal Kurtuluş Birliği patronu Çarı getirdi. Simeon’la koalisyon kuran HÖH, son 16 yılda tüm olumsuzlukları ortaya çıkan, “Multi Grup” ve gizli güçlerin hükümetini kurdu. O zaman Kasım Dal, iki süre için, meclis devlet organları komisyonu başkan yarımcısı oldu. Bu görevde bulunduğu yıllarda, Ahmet Doğan’ın iradesine uyarak, Bulgaristan’da bir mafya hükümeti kurulmasını onaylamayanlara karşı zorlama ve işkence etme işlerini bizzat o kendisi yönetti. Bu zulüm devletin bütün güçleri kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Bütün baskı ve zorlama Kasım Dal tarafından koordine edilerek, Ahmet Doğan’ı eleştiren partiyi kuranlara, Hak ve Özgürlük Hareketinden kovulanlara karşı sıkıştırma, soluk aldırma ve her bakımdan zorlama işleri Dal tarafından yönetilip yönlendirildi. Ben burada işkence etme değimini kullanıyorum ve bu biraz da şöyle anlaşılmalıdır. Doğan’a suikast hazırlıkları görüldüğüne ilişkin tamamen düzmece, yalan ve uydurma delillerle ve hatta Devlet Ulusal Güvenlik Ajansı (DANS) (karşı casusluk merkezi) idmanlarından da yararlanarak, kovuşturma, savcılık, polis ve vergi kurumları da kullanılarak eziyet edildi. Anlattıklarımla ilgili elimde birçok delil ve belge var. Ben, Kasım Dal ve arkadaşları ve siyasi partiyi kurarken kendisine baskıda bulunulmadığı görüşünde değilim. Fakat tüm bunlar onun kendi elleriyle HÖH içinde oluşturduğu ve 15 sene uyguladığı baskılı yönetim modelinden kaynaklanan gelişmelerdi. O, işte bu nedenler yüzünden de ettiklerinin bedelini ödemek zorundadır.


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kanımca, bugün ülkemizin dört bir yanında, her düzeyde, partinin kurucusu, yerel yöneticisi ya da eylemcisi, militanı, başka hareketlerden olup taraftarı olan, fakat “Doğan” modeline karşı koyanlara karşı HÖH aparatının işkence etme düzeyindeki baskılarını Kasım Dal en iyi bildiğinden dolayı, Lütfü Mestan’ın herhangi bir cevap hakkı doğmamıştır. Mafya yönetim yöntemleridir uygulanan. Şimdi ortaya çıkan şöyle bir soru var: Lütfü Mestan’a uygunsuz sorular soran Kasım Dal kimin kuyusuna su taşıyor? Dal, Doğan’ın koltuğu altına bir daha mı sokulmak istiyor, yoksa “Multı Grup” yıllarından kendisine ödenmemiş borçları olan, Stoyan Dençev’in siparişlerini mi yerine getiriyor? Ve Dal, “Doğan Modeli”ni reddederken samimiydiyse, Hak ve Özgürlük Hareketinden ayrıldıktan sonra, Doğan iradesine ve mafya çıkarlarına bağımlı kılınan, son 26 yılda ses çıkarmaya hakkı olmayan bir oy verme makinesi haline getirilen ve bugün hala kendi 10 Kasımlarını sabırsızlıkla bekleyen Bulgaristanlı Türkler ve tüm Müslümanların hak ve özgürlüklerini artık savunmaya başlaması gerekirdi. Ahmet Doğana ve onun iplerini çekenlere karşı olan her birimiz, bu insanların hak ve özgürlükleri mutlaka savunmak zorundayız. Lütfü Mestan’a olan kişisel münasebetine rağmen Dal, karma bölgelerdeki tekele karşı başkaldıran ve DOST partisi kurarak, farklı bir politik gelişme ve kendini ifade etme yolu arayan binlerce Bulgaristan vatandaşına karşı söz söyleme hakkına sahip olamaz. DOST partisi kurucuları arasında komünizme ve totalitarizme tekme vurdukları gibi “Doğan”ın mafya iktidarını ta tamamen reddeden Hak ve Özgürlükler Partisi kurucusu, yöneticisi ve militanı binlerce demokrat var. Mafya ve onun kollarına karşı ilk başkaldıran Mehmet Hoca’nıun adını anmam yeter de artar. Ben Kasım Dalın mevzilerini düzeltmesini ve Mestan’a basın aracılığıyla soru sormazdan önce HÖH partisinde kovulan, başlarına bin bir bela gelen, hayal kırıklığına uğraya binlerce arkadaşımıza ve bütün Bulgaristan toplumuna çok ağır cevaplar borçlu olduğunu unutmaması gerekir. Bunların dışında olan her bir şey binlerce vatandaşı siyasi alternatifsiz bırakılarak, “Doğal” modelinin betonlaştırılması ve bir asır yaşaması anlamındadır *** Dal: Mestan HÖH yıllarını anlatmak zorundadır. Biz, Özgürlük ve Şeref Partisi’ni tescil ettirmek için başvurduğumuzda, kaydetme işlemi bilinen ve bilinmeyen nedenlerle aylarca ertelenmişti. Amaçları, 2013 meclis seçimlerine katılmamızı engellemekti. Biz, politik parti tescil işleminin uzatıldığına önceleri de tanık olmuştuk. O zaman Lütfü Mestan HÖH Genel Başkan yardımcısıydı ve daha sonra Genel Başkan atandı. O, bizim başımıza gelenler de bu arada, parti tescil ettirmek isteyenler, uygun olmayanların başına gelenleri bilmiyor mu? Şimdi o kendisi, gizli iktidarın balyozu altındadır


Makale ve Analizler - 2016

165

ve konuşmak zorundadır! Anlatmalıdır! HÖH yönetiminde bulunduğu ve gizli iktidara aktif katıldığı yıllarla ilgili bildiklerini dökmelidir.

Halk Şehit, Onlar Gazi

Rafet Ulutürk-15.Ağustos.2016

Konu. Yalancı pehlivan. İyi dost kötü günde belli olur. Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH) Şumnu eski milletvekili ve tescilde hukuksal usul süreci çıtasını henüz aşamayan Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü için Demokrasi - DOST partisi Başkan Yardımcısı Aydoğan Ali, Sofya “Ramada” otelinde aydınların Deliorman Türk sanatıyla buluşmasında Türkçe konuştu fakat 15 Temmuz 2016 Türk halkının başına gelen darbe faciası ve ana-vatanımızı istila edip emperyalizme yem etme denemesinin halk direnişiyle önlenmesine değinmedi. DOST yönetiminin temsilcisi, 7 Ağustos’ta İstanbul “Yenikapı”da düzenlenen, Türkiye Cumhuriyeti, devlet ve hükumet yönetimiyle birlikte Türk Dünyası ve Akraba Toplulukları derneklerinin de yoğun katıldığı 5 milyonluk “Şehitleri Anma ve Demokrasiyi Koruma” mitingine de değinmedi. Yine DOST partisi kurucularından olan, şaire ve sanatçı Nurten Remzi de kürsüye çıktı, söz aldı, sanat etkinliğine katıldı, fakat o da Türk halkının ne yaşadığı trajediden, ne gösterdiği kahramanlıktan, ne şehitlerden ne de Türkiye’nin artık Balkan jeopolitiğini etki alanına tamamen alan Büyük Yeni Türkiye imajından bir söz bile etmedi. Sözde Aydınlar arasında gerçekleşen bu buluşmada, DOST partisi yönetiminden bir heyetin 7 Ağustos 2016 “Yenikapı” Türklüğün demokrasi için buluşmasına neden katılmadığı konu oldu. Mitingden önce, DOST Sofya merkez ofisi Birleşik Amerika’nın Bulgaristan Büyükelçisi tarafından ziyaret edildiği öne atıldı. Elçi, bu görüşmede, Türkiye’nin bölge siyasetindeki rolü ve Türk dünyasında birlik beraberlik ve uzlaşma hamlelerine ilişkin gerçekçilikten farklı görüşler dile getirmiştir. DOST yönetimini etkilemiştir. Türkiye Cumhuriyeti yönetimiyle DOST partisi yönetimi arasındaki ilişkilerin bir daha gözden geçirilmesi yönünde imada bulunan Amerikalı diplomatla


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

DOST temaslarının devam etmesi noktasında anlaşma sağlanmış ve bunlar DOST partisinin İstanbul’da Dünya Türkleri’nin Birleştiği mitinge gitmemesine neden olmuştur, herhalde. Çünkü mitinge gelmediler. Bu yeni gelişmelerin Bulgaristan Türkiye ilişkilerinde yepyeni bir döneminde baş göstermesi ve DOST partisi ile ilgili umutları büyük ölçüde gölgelemesi, halkı çok düşündürdü, Bulgaristan Türk aydın kesimini de düşündürmüştür. 200 yıllık demokrasi birikimi olan Türkiye Cumhuriyeti “Darbeler devri 20. yüzyılda kaldı” derken, 15 Temmuz’da FETÖ hain çetesinin halkımıza, askeri darbe, ana-vatanımızı işgal etme, bayrağımızı gönderden indirme, parçalama, hepimize diktatörlük zulmü yaşatma denemesi yaşandı. Bu olay Dünyada kendini Türk hisseden her kişiyi üzmüştür. Bizim Türkiye’de özellikle de son 1989 sonrası gelenlerin 700 binden fazla yakınımız yaşıyor. Ortada bir kader birliği var. “Türkiye ile işbirliğini baş tacı etme” azmiyle kurulduğunu iddia ederek halkımızdan destek isteyen DOST partisinin birdenbire belirsizliğe çark etmesi dikkati çekiyor. Sözü geçen aydınlar “bir şeyler olmuş” demeye başlamıştır. Yeni dönemi belirleyen özellikler ise Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un “Her ne pahasına olursa olsun Türkiye ile en iyi ilişkiler geliştirmek zorundayız!” sözlerinde ifade bulmuştur. Adetimizdir, komşumuzun ayağına en küçük bir sarıdiken batsa hemen ateşlenir “Ne oldu?, Geçmiş olsun, yapabileceğim bir şey var mı?!” yardıma koşarız. Bu defa, birçoğumuzun kardeşi, kız kardeşi, anası babası, evladının, akrabalarımızın, dostlarımızın yaşadığı, ayakkabımız vursa derman için koştuğumuz ana-vatanımız tutuşturulmuş, yalnız evsiz barksız kalmamız değil, bir de vatansız kalmamız söz konusu olduğu trajik günlerde bir “Geçmiş olsun!” demekten sakınan HÖH’ü zaten biliyoruz da DOST liderliğinin ve bir temsilci dahi göndermeyen bu yeni tutumunu anlamak çok zor. Yoksa bu “arkadaş” bildiğimiz, kendilerine sincap rolünü uygun görüp, Genel Başkan olarak bir partiden başka bir partiye sıçramayı yakışır bulanlar bizi (halkı) hafife mi alıyorlar? Şahsen ben, bir daldan başka bir dala sıçrarken bir sincabın, uçuş esnasında durduğunu izlemedim. Uçuş esnasında yön değiştirme ancak kovandan çıkan arı topluluğunda izlenir. Arı oğlu, yeni kovan ve kendilerini oraya götürecek oğul otu kokusu ararken yön değiştir.


Makale ve Analizler - 2016

167

Halkımız DOST’a yeni siyasi yuva ve oğul otu kokusu alamazsa, bu iş olmaz! Bu örnekte yeni kovan Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı yaşatacak ortamdır. Oğul otu kokusu da Türklüğün kültür dünyasından bir parça olma arzumuzdur. Eğer DOST’cu liderlerin kafasında, elle almaya çalıştıkları yarmadan, çapakürek sapı değil, sopa yapmak varsa, bu işten şimdiden var geçelim. Türkiye ile ilişkiler yeni siyasetin olmazsa olmazı, mihenk taşıdır. İşte bu ortamda, dikkatleri kilitleyen, HÖH partisinden soğumuş-kopmuş ve yeni bir siyasi tercihe yönelen insanlarımızın bugün yol ortasında durmasıdır. Ne pahasına olursa olsun (daha Lütfü Mestan Genel Başkanken) HÖH’ten ayrılma kararı alan ve yeni atılıma bilinçli öncülük eden Kemaller (İsperih) yöre halkı bu bakıma da yeni örnekler sergiliyor. Yola çıkan kitle, seçimler yaklaştıkça, seçtiği bağımsız davranışa hayat alanı ararken, DOST’u aramıyor. “Gösterdiğim Cumhurbaşkanı adayına oy vermeyi kabul ederseniz yollarınızı - meydanlarınızı asfaltlarım” vaadinde bulunan Boyko Borisov’un GERB partisi adayını desteklemede birleşti. Örneklerin ince ayarında farklılık gösteren çizgiler olabilir fakat bu genel değişim yönünü fazla etkilemiyor. Herkes, kokuşmuş HÖH kabuğundan çıkıp isteklerine cevap veren yeni bir biçimde buluşmaya yöneliyor. Biz Bulgaristanlı Türk Müslüman bilincinin orta direğini oluşturan halk aydınları DOST’un duraksamasının şöyle bir örnekle açıklanmasının uygun olabileceğinde birleşmiş bulunuyoruz. Bir defa şu var. Bizde her şey eskinin tekrarıdır. Bulgar derin devletinin siyasette yaklaşım yöntemi var. Bir futbolcunun sahadaki oyun alanının belli olduğu gibi, (adam kaleciyse kaleyi bekler, 9 numaraysa gol atmayı kezler) siyaset arenasında her siyasi figürün ya da partinin rolü vardır. Ve bu arenadaki değişiklikler, öyle onun bunun aklına şu ya da bu esti diye olmaz. Hatırlarsınız, Rus klasik Turgenev’in piyeslerinde hep duvarda asılı bir şey vardır. Eğer o asılı olan tüfekse, piyesin sonunda mutlaka patlar. Şimdi Bulgar derin devletinin “aman şu bizim avcılık dostumuz Lütfü Mestan’ın Genel Başkan imajı bozulmasın” diye, yeni kurmaya çalıştığı partinin genel başkanı olmasını şartları şurtları kabul etmeden onaylamış olduğuna asla inanmıyorum. Meseleyi avcılığa bağlamamın sebebi ise, yarın Bulgaristan da kumru-bıldırcın avı açılıyor. Lütfü bey de çıkar eski general, albay, Genel


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Müdür, bakan, bakan yardımcısı arkadaşlarıyla avlanmaya, fakat şu iyi bilinmeli ki, DOST’un siyasi arenadaki duruşu ve yeri konusu önceden sımsıkı karar bağlanmıştır, bu işler böyle olmasa, yazımın başındaki gelişmelerin rengi farklı olurdu!!!! Geçen hafta Bulgaristan’a gittim, Sofya’da “Pelikon” kitapçısından bir kitap satın aldım. “İvan Kostov’un dosyası”. İvan Kostov 1997 - 2001 döneminde Bulgaristan başbakanıydı. Daha önce de Demokratik Güçler Birliği (CDC) Başkanı oldu. Bakan falan olduğunu yazmama gerek yok, adamın 250 sayfalık dosyası kitapçılarda... Bu dosyanın ön sözünü ve son sözünü okumaya bilirsiniz, çünkü her şey çok açık. Kostov, CDC başkanı seçilmezden önce derin devlet isteklerini yazılı olarak onun önüne konmuş ve o da madde madde kabul etmiş. Başbakan olmazdan önce de, şunu şöyle yapacaksın, buna dokunmayacaksın, ona yol vereceksin, onunsa yolunu keseceksin vb vb tüm incelikler ortada ve o kabul edip imzalamıştır. 11 Ağustos sabahı “Nova TV” ekranında “Ne pahasına olursa olsun Bulgaristan Türkiye ile en iyi ilişkiler tesis etmelidir!” derken Başbakan’ın yüzünü okumanızı rica ederim. Bu cümle belki de 2015 yılından beri tekerlene tekerlene olgunlaştı ve Rusya Başkanı Viladimir Putin ile Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan görüşmesinden sonra, kendiliğinden dile geldi. Bu cümle üzerine 10 cilt kitap yazılsa azdır. 138 yıldan beri Bulgar siyasi zihni böyle bir olgunluk göstermemiştir. Şimdi gelelim Lütfü Mestan beyin bıldırcın avına. Bir yerde “100 yıldan önce açılan dosyaların, gelecek için önemi olmadığını” okumuştum. Lütfü Mestan dosyası henüz açılmadı, fakat klasöre geçen hafta yeni sayfalar eklendiğine inanıyorum. Bu noktada önemli olan, onun Türkiye ile Bulgaristan arasındaki yeni dönem ilişkilerde yer almayacağı ve GERB’in Türkiye ile ilişkileri kendisi yürütmek istemesidir. Yüzde yüz “Susacaksınız!” demişlerdir, o da “Susarız!” demiştir. Yukarıda anlatılan olayları başka türlü anlamak mümkün değildir. Yarından sonra artık dağda bayırda kumru avında istediği geyik sohbetine katılabilir. İsterse, Ocak ayında, yeni Cumhurbaşkanı koltuğuna oturduktan sonra 3 değil, 5 kurt yavrusunu birden vurabilir. Türkçe bile konuşsa ceza kesen olmaz. Derin devlet böyle düşünür. Allah’la kul arasında aracı olmadığı gibi, derin devletle “uşağı” arasında da aracı yoktur. “Uşak” derin devlet babasını dahi tanımaz... Biraz kurgusal oldu diyebilirsiniz, ama gizli gerçekler böyledir.


Makale ve Analizler - 2016

169

Görünen hayat ancak onların dünyaya yansımasıdır. Bir ağcın belindeki su görünmez, onun hayat buluşu yapraklar, çiçekler ve meyvelerdir. Biz, DOST’un bahçemizde yeni bir ağaç olacağını, farklı meyveler vereceğini hayal etmiştik. Hatta hayal gücümüzü pek zorlamadan, yine Bulgaristan ağacında (elma olabilir) farklı bir aşı, örneğin orak, yaz, güz, yeşil, sarı, kırmızı elmalar arasında bir Müslüman Türk elması olmasını arzulamıştık. Bize kokmasını, kızlarımızın yanakları gibi alyazmalı olmalarını arzulamıştık. Anlaşılan Bulgaristan ile Türkiye ilişkileri yeni bir aşamaya girebilme derecesinde olgunlaşmış, fakat Bulgaristan’daki iç ortam buna henüz pek fırsat vermiyor. Örneklemeye devam edersek. Son üç haftada şu özellikler gün ışığına çıktı. DOST partisi daha kurulmadan önce yalan söylemeye başladı, yani kendisini HÖH gibi maskelemeyi seçmiş. HÖH hep Türkiye dostu görünürken, Türkiye düşmanlığı yaptı. DOST için “Tescil edildi” dendi, fakat hukuksal çıtanın aşılmasına 1 Ağustosta başlayan bir aylık adli tatil engel oldu. Yargıç hasta raporu getirir veya görevli gönderilirse bu iş uzaya da bilir. Uzarsa DOST 6 Kasım seçimlerine katılamaz. Burada önemli olan Lütfü Mestan’ın derin devlet isteklerinin hepsini kabul edip etmemiş olmasıdır. Ve bu isteklerin somut içeriğidir. Bu iş 5 Eylülde biter ve köpüklü şarap patlatılırsa “ruhsal esaretimiz devam ediyor” anlamına gelir. Şu anda, bir şey yapmamıza gerek yok. Bu gidişle, milletimizi avutmak için HÖH piyesi, yeni aktörlerle bir daha sahnelenecektir. Belki de parti programının açıklanmamasının nedeni de budur. DOST partisi, Bulgaristan Türkiye ilişkilerinde sonuç belirleyici rol alma olanağını daha işe başlamadan yitirmiş gibi görünüyor. Boyko Borisov’un Türkiye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’la görüşme konularını Lütfü Mestan aracılıyla uyulmadığı söylentilerinin uydurma olduğu artık anlaşılmıştır. Türkiye’deki olup biten, Büyük Türkiye atılımları ve Bulgaristan’ın Güçlü Türkiye’nin etkisi alanına girmek zorunda bulunması gibi konularda DOST partisinden Bulgar milli çıkarları yanında yer alması istenmiştir. Mestan’ın aktüaliteden uzak kalmayı kabul etmiş olması ise, onu memlekette dönen kısır politikalar kodesine kapayacaktır. Yeni koşullar DOST siyaseti “sorumluluk” ilkesine kilitleyebilir. Ülkede herkes çaldıkça çalarken DOST insanlarımıza sorumluluk dersi vermeye başlarsa şaşmamalıyız. Çünkü en büyük hırsızların HÖH partisinde gizlendiğini


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

(Biserov, Tabakov, Sever, Peevski, Doğan vb) bilmeyen kalmadı. Onları kötüleyerek biz demokratik ortamda sorumlu olacağız masallarına dinleyici bulmak da zor olur. DOST’un bel bağladığı NATO ve Avrupa Atlantik siyaseti de toslamıştır. Devletler üstü bir kuruluş olan Kuzey Atlantik Paktı DOST’un elini öpmez. Çünkü kendi azınlık sorunlarını NATO üyesi Türkiye’nin katkılarıyla bile çözemeyen Bulgaristanlı Müslüman Türklerin dış politikaya davet edilmeleri gündem oluşturmuyor. Şöyle ki, Bulgar kışlasında tek Türk asker yokken, Savunma Bakanı’nın Türklerden seçileceğini düşünmek yanlış olur. NATO’nun ülkemizde 5 bin askeri ve birkaç üssü var. Bulgaristan savunma harcamalarını aslan payını Türkiye ile kara ve deniz sınırını güçlendirmeye ayırırken, farklı bir viraja gireceğini akıldan geçirmemiz uygun olmaz. DOST partisinin iç siyasetteki yükümlülüğü ekonomik ve sosyal alanlardan fazla Makedon komitalarının VMRO, eski faşist kalıntısı “Yurtsever Cephe” (PF), Rusofil Ataka yapılanması dikenliğinde taş ayıklamaktan ileri gideceğini düşünmüyorum. Bu cümleden olarak Türk, Türkiye, İslam düşmanlığının şiddetlenmesine seyirci kalan HÖH’ün el atmadığı bir boşluk da ortadadır. Bu arada, Pazarcık gibi yörelerde FETÖ hainlerinin yoğun çalışmaları, Bulgar devletini kışkırtmak için Avusturya’da maaşa bağlanmış kadınların Bulgaristan’da siyah ferace (Burka) ile dolaşması da devletin gözünden kaçmıyor. 18 yıl meclis eğitim, öğretim, kültür komisyonlarından maaş alan Lütfü Mestan gibi siyaset adamlarının yeni Bulgaristanlı Türk kimliğine iki tuğla koyacağını, anadilimizde beş kitap bastıracağını, anadilimizde kreş, anaokulu ve orta okul açtıracağını ya da 20 üniversite öğrencisine burs vereceğini düşünmek de yanlış olur. Gönderdikleri 1.500 öğrenci Türkiye’den dönmedi. Lütfü Mestan’ın yönetiminde geliştirilecek Bulgaristan Türklerinin Kimlik siyaseti, 1980 yıllarının ancak tekrarı olabilir, bu parti gizlice ödün vermeye başlamıştır ve bu işin sonu kötüye gider. Verilen ödünleri parti yapılanmasında da izliyoruz. Kırcaali DPS şehir teşkilatı başkanlığına Rizeli bir kişinin (FETÖ’cümü araştırması gerek) seçmek istedikleri de konuşuluyor, Haskovo’daki adayın ise Sofya “Simyonovo” polis okulundan mezun olması ve ayrıca parti başkan yardımcılarından bazıların “Kütüphaneci Enstitüsü” gibi gizli polis kadroları yetiştiren kurumlarda ders vermesi göz çıkarıyor. Ali Rafiev, gibi bu siyaset kazanında 50 sene kaynamış aksakallarla konuşsak, aynı uyarılarda bulunacaklardır. Bu iş olmaz, bu fidan büyüse de fidanları komşu bahçesine sarkar ve biz Bulgaristan’da Türk-Müslüman halkı bu meyvelerinden hiç birine dokunamayız gibi görünüyor. Bir de şu var, yapılan pazarlıklar o kadar ciddi ki, Lütfü Mestan ve henüz tescil edilmemiş olan DOST partisi, çocuklarımızdan mekanik kafalı vurdum-


Makale ve Analizler - 2016

171

duymazlar yaratmak için ülkemize gelen, imam hatip liselerimize sızan, İslam enstitüsünde son söz sahibi olmayı başaran, orta katman Türk ve Pomak çocuklarını, karma aile evlatlarını kontrolü altına alan FETÖ hain imamlarının Sofya ve Plovdiv okullarının, “Zaman Bulgaristan” gazetesini destekler duruma girmiş olması çok anlamlıdır. DOST’un FETÖ okulundan mezun olan çocuklara sahip çıkıp onları Türkiye üniversitelerinde okutma çabaları da biliniyor. Görüldüğü üzere, Türklük bir, dilimiz, dinimiz ve kültürümüz bir olmasına rağmen, Türkiye’deki soydaşlarla ayrı çalışılması, Bulgaristanlı Türklerle ayrı çalışılması ve bu çalışmaları tek stratejinin iki oluşturucu halkası olarak yürütmek zorunlu olmaktadır. Şu dönemde Bulgaristanlı Türklerle etkinliklerde “genel ve erken, yerel seçimler ve halk oylamaları” kampanyaları dışında Kültürel ve eğitimsel temelde çalışma yönetilmesi esas alınmalıdır. Bu çalışmalarda BULTÜRK Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği ile BG-SAM Bulgaristan stratejik araştırma merkezi etkinlikleri en iyi sonuç vermiştir. BULTÜRK Derneğimizin 25 gece demokrasi nöbeti vererek tüm derneklere örnek olmuştur. Bu süreçte BULTÜRK Derneğimizin Yönetimi ile birlikte Bulgar basın ve TV programlarına demeçlerimiz de etkili oldu. Kim ne derse desin biz bu tarih sayfalarına girmekle gururluyuz, Çanakkale-Kurtuluş savaşından sonra böyle bir birlik görülmemiştir. Bu tabloda olmaktan gurur duyuyor ve tüm katılan üyelerimize; Vatanımıza, demokrasimize, irademize, kardeşliğimize ve Albayrağımıza sahip çıkmak adına her akşam meydanlarda milletçe tarih yazdığımız Demokrasi ve Şehitler Nöbeti’ne katılımınızdan dolayı gösterdiğiniz büyük gayret, duyarlılık, hamiyet ve destek için kalbi şükranlarımı sunuyorum. Son haftalarda Bulgar kamuoyu, hele de Rusya Türkiye ilişkilerindeki uzlaşma ve yeni atılımlara açılma aşamasına geçişten sonra büyük bir sinirlilik yaşadı. Bunu, bir defa Özgürlük ve Şeref Partisi Başkanı Kasım Dal’ın 15 Temmuz hainler kalkışmasına karşı, Türkiye halkından ve idaresinden yana ve hainleri lanetleme tutumuna gelen tepkilerde gördük. Kasım Dal’ın kararlı Türkiye yanlısı ve darbecileri lanetleyen tavrı Türk düşmanlarını çileden çıkardı. Buradan kendisini bu davranışından dolayı kutluyorum 7 Ağustosta “Yenikapı Şahitleri Anma ve Demokrasi” mitingine katılmasına saldırılarda da izledik. Yeni durumda, HÖH eski başkan yardımcılarından Osman Oktay, Mehmet Hoca, Güney Tahir ve diğerlerinin susmayı seçmesi ve ancak “Bulgaristan Zaman” ekibinin ise, ikiyüzlü bir tavır içinde “antiErdoğan” ve darbecilerden yana koroya katılması sisi iyice kaldırdı. Tüm bu gelişmeler Bulgar siyaset sahnesine sahte pehlivanlar çıktığına işaret verdi. Halk canı pahasına demokrasi savaşı verirken, 240 şehit ortadayken ve binden fazla


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yaralı henüz taburca olmayı beklerken, maskeli kahramanların gazi olmaya heveslendiği, gün gibi ortadadır. Şimdilik bu kadar haftaya devam edeceğiz. Kalın sağlıcakla,

Çok Farklıyız

Şakir Arslantaş-15.Ağustos.2016

ğil.

Konu: Kendimizi kendi geçmişimizde aramalıyız, başka bir yerde de-

Büyük Atatürk’ün 5 bin kitap okuduğunu okuduğumda çok gururlanmıştım. Toplumun okumuş, bilgili, kemale gelmiş, olgun ve bilge lider tarafından yönetilmesi binde bir rastlanan bir mutluluk ve bir şans eseridir. Bu bakıma biz Türkler gururlanmayı hak etmiş bir milletiz. Ve bugün biz 15 Temmuz gecesi şehit düşenlerin halkımıza verdiği gururla gururlanıyoruz. Çünkü Atatürk’ümüz tüm Türklerin evladı ve önderi, tüm Türklerin atası ve ebedi lideridir. Bu memleket bizim. Bu cumhuriyet bizim. Bu demokrasi bizim diyen bir halktan biri olmaktan daha büyük bir gurur kaynağı olamaz! Her millet kahraman olamaz. Benim milletin kahramanlar kahramanıdır *** Bulgaristan Türkleri arasından gönül dolduran, sevilen, övülen ve kendisiyle gururlandığımız bir lider çıkmaması beni sık sık düşündürmüş, demeden edemeyeceğim. Bu sorunun cevabının kitaplardan fazla halkımızın psikolojisinde ve içinde bulunduğu ortamda gizlendiğine inanıyorum. Bu eksikliğimiz büyük ölçüde Bulgarların bizimle ilgili ve bize karşı uyguladıkları siyasette de gizlidir. Bu nedenleri mutlaka bulmamız gerektiğine inanıyorum. Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BG-SAM bu çalışmalarında yeni adımlar attıkça irkiliyor, daha derin araştırma azmiyle çalışmalarına devam ediyor ve içinde, yan yana, birlikte yaşamak zorunda olduğumuz ortamda, komşumuz olan ama bizi kendinden bir parça saymayan toplumla ilgili oyun kurma yol ve yöntemleri üzerinde irdeleme yapıyor. İnsanın komşusunu seçemediği tarihsel bir gerçektir. Öyle kurulmuş ki hayat düzeni, komşular birbirileriyle yarış halinde, rekabet ederek, yan yana koşarak varılabiliyor. Samimi, iyi niyetli, hayra vesile yarışma


Makale ve Analizler - 2016

173

ile kıskançlık ve düşmanlık arasındaki çizgi ise, her yerde kıldan incedir. Kirpinin yavrusu dikenli kirpidir, gül dalında gül açar mantıyla düşündüğümüzde, hoşgörüden (tolerans) hoşgörü doğması gerekir. Ama öyle midir? Hayır toplumsal rekabetten düşmanlık doğabiliyor. Biz, Bulgaristanlı Müslüman Türkler bunu yaşadık. Hoşgörümüzün, iyi komşuluğumuzun, yardımlaşarak yaşamanın istenmediği bir asır boyu yaşadık ve bu böyle olmaz deyip torbamızı sırtladığımız gibi soluğu ana-vatanda aldık. *** Ne yazık ki, Bulgar milleti “Bu Memleket Bizim” şarkısını koro halinde söylememizi çok buldu, gururuna yediremedi, bizi kıskandılar. Türkiye sevgimiz kıskanıldı. Büyük Türkiye hamleleri kıskanılıyor. Sözünü ettiğim milli korodan Türkleri, Pomakları, Çingeneleri vb azınlıkları çıkarma, atma, uzaklaştırma çabaları kesilmedi. Biz Türklerse bu buket koroyu ne bozmak, ne dağıtmak, ne de gelişmesini engellemek istedik, birlikte söyleyip şarkılarımızla göklerde dalgalanmaktı arzumuz. Bu şarkıları yalnız biz Bulgarlar söyleyebiliriz havası zehirliydi. Öteleme, egoizm, düşmanlık, ırkçılık siyasetlerinin kökünde olan hep bu oldu. *** Ben bu yazımı 15 Ağustos 2016 sabahı yazıyorum. Sağ duvardaki TV programında “Zaman Bulgaristan” gazetesini yayımcısı yerli Türklerden ruhunu FETÖ’ye satmış Mehmet Ömer Türklüğümüz, Atatürk’ümüzden sonra Türk halkının en çok sevdiği büyük liderimiz Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a, güzel Türkiye’mize tükürüyor. Neymiş efendim, Türkiye sığınmacıları kendi lehinde politik amaçlar için kullanmak için topluyormuş, aynı hesaplarla onlara vatandaşlık öneriyormuş. FETÖ’nün Bulgaristan hain “imamı” Abdullah Büyük’ü savunuyor. Avrupa’ya sığınmacılar konusunda baskıda bulunulduğunu saçmalıyor. Türkiye’de gerçekçi gazete olmadığını iddia ediyor. Demek istediğim şudur: Biz, Ahmet Doğan, Lürfi Mestan ve diğer 3 bin ruhunu satmış ajandan sonra, bu iş bitti hesaplarına kapılmayalım. İşte yeni kahraman Şumnulu Mehmet Ömer, neymiş efendim “Bulgaristanlı Türkleri temsil edecekmiş” falan filan. Uyarıyoruz FETÖ’cüler Bulgaristan’da ajanlık yapıyorlar. Biz Bulgaristan Türk aydınları bu gazetenin (Bulgaristan Zaman) halkımız için zararlı olduğunu duyururken, kapatılmasını ve yerine anadilimizde çıkan yeni bir yayın başlatılmasından yanayız. Lütfen hiçbir kardeşimiz FETÖ organına abone olmasın, “Zaman” satın almasın, okumasın, okunmasını engellesin. “Bulgaristan Zaman” FETÖ zehri yayıyor. Uyanın! İşte size kuzu postuna bütünmüş yeni bir kurt - FETÖ’cü Mehmet Ömer. Ve onun bunu halkımızın şehitlere ağıt yaktığı bir zamanda söylemesi:


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Mezar taşı yastığımız, Kar yorganımız olsun! Biz bu yoldan döner isek, Namus bize ağır olsun! Seni gözümüzde, bilincimizde ve hatıramızda tamamen sıfırlamıştır. *** Şimdi geçelim “Çok Farklıyız” konumuzun özüne. Neden çok farklıyız ve bu farklılığın derin kökleri nereden su alıyor, besleniyor. Değişmeyen, bozulmuş, kendisini toparlayamayan ve dünyaya ayak uyduramayan nedir? *** 1887 - 1894 yılları arasında Bulgaristan Prensliği Başbakanı olan Stefan Stambolov’un “Hey Hayat, Beni Unutma!” kitabında şöyle düşüncelere rastladım: “Bulgar aristokrasisi 600 yıl önce yok edilmiştir. Halkımız, kendi aralarında aynı haklara sahip olan, türdeş diyebileceğim bir sosyal denize dönüştürülmüştür. Bulgar’ın “farklı”, “daha yüksek”, “daha saygın” insanlar olamayacağım düşüncesi daha o zamanlar belirmiştir. Hak edilmiş nesnel saygınlık dağıtıcılığı yok olunca, bizde saygın kişiler yok sendromu oluşmuş ve yayılmıştır. İnsanlar arasında ayırım yapan, bazı kişilere ayrıcalık tanıyan bir gücün olması aslında zararlıdır. Zararlıdır, çünkü herhangi birine öncelik tanındığında, o bunu “doğuştan eşit olanlara” yani bize karşı kullanır.” Stambolov eserini 1890’larda yazdı. O, 600 yıl öncesini anlatıyor. Bir başbakan olarak sanki “subaşında durmuş”, Nazım’ın dediği gibi, suyun aynasının derinliğinde halkını arıyor, görüyor. Zaman, Bizans esareti dönemidir. Zengin ve aydın Bulgarların kellesi kaydırılmış, iş yol bilmez, sağlık bilgisi olmayan, okumasız, yazmasız köylü statüsünde “koyun sürüsü” bir kitle... Kitap ilk kez 1993’te basıldı. Keşke basılmasaydı. Çünkü basılınca bir şey değişmedi. Okuyanların kafasında Bulgar Milli Korosu’nda ülkede yaşayan her etnikten solist ve korocu olması gerektiği fikri yeşermedi. Azınlıklar milli korodan kovulursa daha iyi söyleriz inancı güçlendi. Azınlıklara karşı Bizans’ın Bulgar halkına uyguladığı taktik uygulanmaya devam etti, öncüsüz, zengini olmayan, dervişsiz, aksakalsız, hocasız, bilgesiz, zor durumda kapısı çalınabilecek birilerinin asla olmayacağı bir azınlıklar topluluğu yani “koyun sürüsü” yaratılma işi devam etti. ***


Makale ve Analizler - 2016

175

Şu soruyu sormakta haklısınız. Stanbolov’un yazdığı dönem 1200 yılları. Daha sonra 500 yıl Osmanlıda beraber yaşamadık mı? Hiç mi değişmedi bu Bulgar ırkı! Gibi sorular ard arda gelebilir.. Bulgarlar kendilerini nasıl anlatıyor? Orta Çağlarda Avrupa’ya yolu düşen her boy - soy, kavim bizim buralardan geçmişti. Bulgaristan toprağından Uzlar, Hunlar, Peçenekler, Tatarlar, Macarlar....geçti. Olabilir ya bu nedenle olacak bazı halk incelemesini konu eden uzmanlar “Bulanmış Bulgar kanı” değimine saplandılar. Bu damarlarda “istilacıların genetik belleği” pıhtılaşmış dolaşıyor. Sırlar kalmış, manevi izler var bu topraklarda. Ve beklide bu “kan bulanıklığı” ve manevi ve maddi hayattın gizemli olmasıdır, Bulgar topraklarında yaratıcı bir ruhun hakimlik kuramayışına neden olan?! Bu sorunun cevabı Bilmem olmalı... “Bulgarlar Kitabı”nın yazarı olan Petır Mutafçiev konuya şöyle yanaşıyor: “Bulgarların hayat boyu ardında bıraktıkları bir kırmızı çizgi var. Geçmişten ders çıkarmıyorlar. Sebatlı değiller. Süreklilik göstermiyorlar.” *** Osmanlıdan ayrılan Bulgar milletini halk psikolojisi araştırmalarında bu işin üstadı olan İvan Haciyski iki ciltlik “Bulgar halkının yaşayışı ve maneviyatı” kitabında aynen şöyle diyor: “Bulgar halkı hiçbir zaman derin topluluk için şartlanmışlığa kurban olmadı. “Her kurbağa göldeki yerini bilsin!” sentezi Bulgarların zihninde yer yapamamıştır. Osmanlıda Bulgar cemaatlerinin demokratik örgütlenişi ve topluluk içindeki öz yönetimimiz, yarı feodal rejimlerin topluluk içinde herkesin yerine uygun psikolojiye sahip olmasını sağlayamaması; Uyanış Döneminde kurtuluş hareketlerinin kitleselleşmesi; Tırnovo Anayasası’nın demokratik ruhu – Bulgar halkının demokratik bilincini oluşturan unsurlardır. Formel olarak bizde herkes eğitimde, zenginleşmede, iktidar elde etmede ve şan şöhrete kavuşmada doruklara çıkabilir. Fakat bu yarışta kazananların parmakla sayılacak kadar az olduğundan dolayı,yeni günlerde her şey kıskançlık, nefret ve başkasının felaketine sevinme, bayram etme şekli alıyor. Bu yüzden, maddi ya da manevi değerler elde etmede başarısız olan küçük ölçekli üretici için kıskançlık, cimrilik, egoizm temel nitelik oluyor.” 1944’ten sonra Bulgar devleti bu egoistliği değiştirmek için “Herkesten imkânlarına göre, herkese ihtiyaçlarına göre” sloganını gündeme getirdi. Gelişmeler insan ihtiyaçlarının sınırsız, sonsuz ve dipsiz olduğu göründü. İnsan gerekleri ne kadar bol doyurulursa o kadar daha fazla ateşlenir. Bu ahlak ölçütü Bulgaristan’da iki defa sınandı: Önce sosyalizm daha fazla paylaşmak için bi-


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rikim yapmıştı. İkinci defa ise 1990’da açgözlülük ile kıskançlık ahlakla ayarlanan sınırlamayı çökertti. Olaylara bu açıdan bakıldığında Bulgar toplumu ileriye gideceğine geri gitti. Herkesin mutsuz olduğu ortamda bireyler durumdan memnunum tavrı takındı. Bu gerçek şu sentezde ifade bulmuştur: “Bireylerin durumu, ne kadar kötü olursa olsun, diğerlerin durumu da kötü olduğundan dolayı, çok kötü sayılmazdı!” Geçen yüzyılda, Bulgar bilincinde hakim olan yargı değerleri arasında belirleyici olan: “hepimiz eşitiz” idi. Bu, hem faşizm hem de sosyalizm yıllarında böyleydi. Bu halkın psikoloji “hepimiz aramızda eşitiz” çizgisi Bulgar halkının yaşayışı için olağanüstü önem taşıdı. Toplum genelde demokratik ve sosyal açılımlı ideleri kabullenmeye yatkın olduğundan, Bulgaristan’da hiçbir dönemde güçlü muhafazakâr sağ parti kurulamadı. Bugün de yok. Osmanlıdan gelen alışkanlıkla ahilikte ve esnaflıkla eşitlik ve saygı ilkeleri yerleşmişti. 1878’den sonra halkın yaşayışını kapitalist ilişkiler, serbest rekabet ve girişimcilik vb etkilemeye başlayınca, eski toplumsal ilişkiler bozuldu. Komşunun yeni ev kaldırması, bir akrabanın oğlunu Paris’te okuması vb gibi örnekler kıskançlık temellerine su taşıdı. İnsanlar komşunun, mahallede başka birinin ya da bir akrabanın başarı sırrını anlamak istediler. Başarının sebebi girişimde, akılda, atılganlıkta görülmedi. Hep hırsızlık, dolandırıcılık, kaçakçılık gibi şüphelerle yaşandı. Bu, Bulgar halk psikolojisindeki başarılı olanı “reddetme ruhu” ile örtüşür. Diğerlerin başarıları normal karşılanmadı. Bulgaristan Türklerinden madalyalı sporcuların, müzisyenlerin, ressamların Türkiye’ye kovulmasını böyle anlatabiliriz. Bulgarlar başka etnikten başarılı olan kişileri aralarında görmek istemiyorlar. Ortada aşılamayan bir egoizm var. Bu noktada biz zengin Türklerin topraklarından kovulmasını, bağlı, bahçeli, kuyulu, çardaklı Türk evlerine Bulgarların yerleşmesini ve bu gibi örneklerin halk tepkisine neden olmayışını açıklayabiliriz. 1875 Stara Zagora Ayaklanması Türkleri topraklarından kovmak için alevlenmişti. Halk psikolojisinde herkesin her zaman eşit olacağı inancının yerleşmiş olması Bulgarlarda şu fıkrayı doğurmuştur: “Ben sana ne gibi bir iyilikte bulundum ki, sen beni kıskanıyorsun ve benden nefret ediyorsun?” Bulgar halkının başarılı kişilere, zenginlere, okumuşlara karşı büyük bir nefret beslediği doğrudur ki, Osmanlıdan sonra ülkede kalan zengin Türkler birer bire zulme uğratılarak kovulmuştur. 1990’da sonra kapitalist ilişkilerin dallanmasıyla, bankaların özelleştirilmesi sonucu zenginleşen 76 Bulgar sokak ortasında, ofisinde, evinde kurşunlanarak öldürüldü. Geçen ay zengin iş adamlarından biri olan Sofyalı Banev’ın konağı ateşe verildi. 3 kat ev sahibi çingenelerin hepsi “Nereden buldun bu parayı?” maddesinden sorguya çekildi. Kırcaalide, Haskovo’da, Deliorman’da zen-


Makale ve Analizler - 2016

177

gin Türklerin hepsine karşı davalar açılmıştır. Bu artık bir devlet politikası haline gelmiştir. 1996’dan sonra Moskova’nın Bulgaristan’daki oligarşi –egemenlik kurumu olan “Multi Grup” gölgesinde palazlanan Hak ve Özgürlükler Partisi Lideri Doğan ve Örgüt Sekreteri Dal 2 bin 500 aydınımızın kovuşturulması ve evinden barkından kovulmasının ardında duran ve bu alçaklıkta devlet imkânlarından yararlanan tiplerdir. Baskı gören aydınların sayısı 10 bin kişiden fazladır. Genelleştirildiğinde, Bulgaristan’da zengin olmak zordur. Bu toprak zenginleri sevmez. Bulgaristan’da hayata gözlerini kapamış ve huzur içinde toprağa verilmiş zengin birini tanımıyorum. Zenginliğin ardında bir yasa-dışılık ve dalavere olduğuna inanılır. Bu değişmeyen bir karakter çizgisidir. Buradan çıkarak “özelciye” karşı da bir nefretcik olduğu söylenir. 1989’dan sonra bunu anlamak kolaylaştı. İyi yaşayanların hepsinin başkasının malına mülküne konmuş oldukları ortaya çıktı. 1944’ten önce bunu kavramak zordu. Bulgarların tasavvurunda “kazanç” bir şeytan işidir ve özünde yıkıcı bir güç gizler. Başarabilen bireyin kıskanılması ve özellikle de başarılı olan bir etnik halk topluluğuna karşı manevi alanda da egoist yaklaşımı 1950’lerin kinci yarısından 1985’e kadar yaşadık. 1950’lerde Bulgaristan Türk halk kültürünün şahlanması, okullarımızın arı kovanı gibi çalışması, radyo, gazete, dergilerimiz olması, tiyatrolarımızı kurmamız ve özenci halk sanatının köylerde ve mahallelerde yeşermesi Bulgar’ın kafasına “şeytanlıklar” doldurdu ve biz bu çileyi bugün de çekiyoruz. Hakim olan sentez şuydu: “Bende olmaması önemli değil, önemli olan Türklerde hiçbir şey olmamasıdır.” Hayat sanki 1 200’lere dönmüştü. Bu defa balyoz Türkleri ezdi. Son 26 yılda HÖH liderliğinin “Doğan Doktrini” ve “Bulgar Etnik Modeli” geliştirerek Müslüman Türk halkının karşısında manevi hayatı yok edici bir siyasi konum alması çok acı sonuçlar doğurdu. Şu Bulgar atasözü bir rastlantı sonucu sayılamaz: “Bir arkadaşına para verirsen onu kaybedersin.” Buna karşılık olarak Türkler de “Bulgar’dan para alınmaz ve onlara para verilmez” sentezine kilitlendiler. Burada şunu belirtmemiz yerinde olur. Bulgar toplumu yetenekli kişilerden şahsiyetler yetişmesini özendirmediğinden dolayı toplum baştan bala kıskanç, cimri, egoist ruhlu sıradanlıkla dolmuştur. Şimdi Batı Üniversitelerinde yetiştirilen kadrolar Büyük Şirketlerin himayesi altında geri dönüyorlar. Bu olmadan akılların birine hayat garantisi yok. Bulgar karakterinin asırlar içinde kaydettiği gelişmelerin ardında kalan kırmızı çizgi budur. Ülkenin Osmanlıdan kopmasından 138 yıl geçmiş olmasına rağmen bugünkü Başbakan Boyko Borisov’un kıskançlık fıçısında baştan aşağı köpürmüş bu insan topluluğuna, her zaman düşman bilinen Türkiye konusunda


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Her ne pahasına olursa olsun Türkiye ile en iyi ilişkiler geliştirmek zorundayız” demesinin nedem olduğu yeni içsel kükremeyi yeni yazımda anlatacağım. Sağlıcakla kalınız. En iyi günler sizin olsun.

Başımıza Gelecek Varmış

Musa Vatansever-15.Ağustos.2016

Konu: Hainliğin milleti ve sınırı yoktur. Mal mülk elden çıkabilir, sağlık da feda edilebilir, Hayat da kurban edilebilir, onur da ayakaltına alınabilir, Kadın, kız kardeş, kardeş ve çocuklar hesaba girmeyebilir, Evet, şu yeryüzünün üzerinde olan her şey elden çıkabilir, Bunların tümü göklere de bahşedilebilir, Ölümsüz ruh ve ebedi mutluluk da helal edilebilir, Fakat iktidar oğlum, yalnız iktidar kimseye verilmez! Bu satırların gerçek anlamında olansa, iktidara el attığı andan başlayarak, ahlaksızlığından ödün veren her bir kişinin ömrünün sonuna kadar, tutunacak hiçbir dal bulamadan ve tamamen çaresiz katran kazanında kaynayacağına bir işarettir. Özünde ve mayasında hainlik olan Bulgar siyasi hayatı her zaman acımasız ve saygısız olmuştur. Hain, hıyanet eden kimsedir. Başkalarına zarar vermekten, onları üzen veya kötülük eden kimsedir. Halk dilimizde “ne hain adam” olarak geçer. Biz Bulgaristan Türkleri Hak ve Özgürlük davamızı ele veren Ahmet Doğan’a hain dedik. O, totalitarizme karşı mücadelemizde galip gelmemizden yararlandı ve hainlik yaptı. Dava arkadaşlarımızı ele verdi. Büyük Göçten, 10 bin Türk aydınının vatanımızdan kovulmasından, Hak ve Özgürlük Partisi içinde daha 1990’da başlayan kıyımdan sorumludur. Halkımız kötü bir niyet taşıyana da “hain” diye hitap eder. ***


Makale ve Analizler - 2016

179

Hainliği özü olan kötülük etmek Bulgaristan’da çok yaygındır. “Hainler ordusu” - Bulgarcada bir deyimdir. Bulgar siyasi liderlerinden birçoğunun ölümü hainlik sonucu evinde, yatağında olmamıştır. Osmanlıdan ayrılan Bulgar Prensliğini Rusya Çarlığından da koparıp Batı tipi bir yeni devlet kurmak isteyen Başbakan Stefan Stanbolov 1895’in 6 Temmuz günü sokakta kafası satırla yarılarak öldürülmüştür. Bulgar Liberal Partisi lideri, Başbakan Dimitır Petkov 1907 yılının 27 Şubat günü kurşunlanarak öldürülmüştür. Ondan sonra, aynı partinin liderliğini üstlenen Nikola Genadiev’in hayatına 1923’ün 30 Ekim günü kastedildi. Dimitır Perkov’un oğlu tanınmış çiftçi önderlerinden Petko Dimitır Petkov da 1924’ün 14 Haziran günü öldürüldü, diğer oğlu Nikola Petkov ise 1947’inin 23 Eylül günü darağacına çekildi. Bulgar Halk Çiftçi Birliği Başkanı, Başbakan Aleksandır Stanboliyski 1923 Nisanında pusuya düşürüldü ve kurşunlandı. Bulgar Çarı III. Boris Adolf Hitler tarafından 1942’de zehirlendi. BSP’li Başbakan Andrey Lukanov 1996 ‘da evinin önünde kurşunlandı. 1990’dan sonra kişisel çıkarlar, bir anda zenginleşmek isteyenlerin hainliği 100’den fazla aydını, iş adamı ve siyasetçiyi son yolculuğuna uğurladı. Aralarında Türkler de var. İşlenen hainlikte devlet gücü kullanıldı. *** Bulgarların kendilerine göre, tarihlerindeki işlenmiş en büyük hainlik komitacı ve Osmanlıdan kopma ideolojisinin babası Vasil Levski’nin ele verilmesi, tutuklandıktan sonra kurtarılmaması ve ölümüne seyirci kalınmasıdır. Olay 1872’de olmuştur. Levski Papaz Krıstü tarafından ele verilmiştir. Bulgar milli imajının oluşturulmasında V. Levki’nin kimliği olağanüstü büyük rol oynadığından, onun bir papaz tarafından Osmanlı zaptiyelerine ihbar edilmiş olması, milli gurur ve ruhta kapanmaz bir yara açmıştır. Aynı olaya yerli Müslüman/Türkler açısından baktığımızda, Levski’yi ele verenin Türkler olmaması, aslında Bulgaristanlı Türkler hiçbir Bulgar komitacıyı ele vermemişlerdir. Bu duruma çok yönlü yorum getirilebilir. Birleştirici olan Türklerin hoşgörülü davranışıdır. “Su akar yolunu bulur” ya da “Olacak olan olur!” mantığıdır. Çocukluğumda birçok kez işitmişimdir: Yaşlılar eski olayları indirip bindirirken, “Levski’yi ele veren papazdır. Mahkemesini gören hakim Bulgardır. Botev’in alnına kurşun sıkan da Bulgar’dır!”, “Bu işlerde şükür elimize kan bulaşmadı.” dediklerini bugünkü gibi hatırlıyorum.


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir milletin ulusal imajının belirlenmesinde hainlikler olması, çok olumsuz bir olaydır ve son durağı “Bu halk haindir!” kapısını çalar. *** Levski’nin ele verilmesi ve tutuklanması aslında çok büyük bir siyasi olayın somut yansımasıdır. Levski, Bulgar, Türk, Yahudi, Ermeni ve diğer etniklerin kardeşçe beraberlik içinde yaşayacakları bir demokratik Cumhuriyet hayal etmişti. Sözleri, yazıları, komitacı programı bu doğrultudadır. Osmanlıdan bir milli Bulgar ihtilaliyle ayrılmak ve bağımsız ve demokratik bir cumhuriyet istiyordu. Ona kıyan Papaz Krıstö ise, Rusofildi. Yani Osmanlıdan ayrılan Bulgar halkının Rusya’ya bağlanmasını ve Çar II. Aleksandır’ın çizmesi altında ezilmesini istiyordu. İşte bu noktada, bu ihanet ve hainlik siyasidir. Burada, ihanet, papazın Bulgar milli kurtuluş davasına ihaneti, hainlik de komitacılar başını zabıtaya ispiyonlaması olarak anlaşılmalıdır. Olayın yaklaşık bir buçuk asırlık geçmişi olsa da, önemi bugün de her zamankinden daha güncel (aktüel) niteliktedir. Çünkü Levski’nin hayal ettiği sözün tam anlamıyla bağımsız Bulgar milli devletinin gerçekleşme süreci bugün de tamamlanmamış, 1878’de Osmanlı, Rusya ve Batı etki alanının düğümlendiği noktada bulunan Balkan ülkesi Bulgaristan, bugün de aynı üç gölgenin kesiştiği yerdedir. 1878’den 1945’e kadar gölge koyuluğunu Batı (Çarlık dönemi) belirlerken, 1945’ten 1990’a kadar (sosyalist dönem) Moskova belirlemiş, 2004’te Türkiye’nin yardımlarıyla NATO’ya katılan ve 2007’de Avrupa Birliği’ne (AB) üye alınan ülke halen tamamen iki arada kalmıştır. Olaya Başbakanı Boyko Borisov’un bu ay içinde T.C.’ye yapacağı iki ziyaret açısından ve son demecinde “Ne pahasına olursa olsun biz Türkiye ile en iyi ilişkiler geliştirmek zorundayız” sözlerinden çıkarak baktığımızda, bir asır sonra Bulgaristan üzerindeki Batı ve Rus gölgesinin alacalandığını ve Türkiye gölgesinin (himayesinin) arandığına tanık oluyoruz. Biz Bulgaristan Müslüman/Türk aydınları, Papaz Kristö gibi Ruslara ajanlık yapan ve 17 Aralık 2015’te “Bulgar milli menfaatlerine yeni bir tanımlama yapmaya çalışarak” ve yine aynı o hain papaz gibi, Müslümanlarımızı Rusya çizmesi altına itmeye çalışarak hainlik yapmasını lanetledik. Bugün de kınıyoruz. Bulgar’da şöyle bir laf vardır: “Üç Bulgar bir araya gelse, birisi hain çıkar, fakat Türkler’den hain çıkmaz!” derler. Birçok defa yazdık. Bulgaristan Türkleri sözünün eri insanlardır. Yerden göğe kadar şereflidirler. Bu bakıma biz Ahmet Doğan’ı Türk ve Müslüman olarak kabul etmiyoruz. Türk ismi taşıması bir tesadüftür. Ruhunda, bedeninde ve beyin genlerinde Türklükten tek hücre esintisi bile yoktur. Hak ve Özgürlük davamıza ihanet etmesinin bedelini mutlaka ödeyecek, şimdi saklandığı saraylardan FETÖ hainlerinin inlerinden çıka-


Makale ve Analizler - 2016

181

rıldığı gibi çıkarılacak ve son sözü Bulgaristanlı Türklerin adaleti söyleyecektir. O gün çok yakındır. Biz 21. yüzyıl Bulgarlarının karakterini okurken, onların en milliyetçi olanlarının eserlerini karıştırdığımızda şu değimler kullanılmadan cümle kurulamadığına şahit oluyoruz. Bulgar halkının kendi kendini kahreden siyasi mekanizması, Bulgar halkı için “uyuyan”, “geri kalmış”, “kölelik korkusundan felce uğramış”, “köle ruhlu”, ve ayrıca da “Bulgarlar anadan doğma ispiyoncudur” gibi kavramlar komitacı havari Levski anlatılırken bugüne kadar olaylarda hep kullanılıyor. Bu arada, geçen yüzyılın ikinci yarısında Bulgarların Papaya yapılan Ağca saldırısına bulaşmıştı. 1972’de Pomak Müslümanlara katledici saldırılarda bulundu. 1984 - 1989 yılları arasında Türklerin kimlikleri üzerine çullanıldılar. Zora getirilen insanlardan hain ve ihbarcı ağı oluşturdular. Bulgar devletinin kendi özünü oluşturan nitelik çizgilerini Türk azınlığı gibi etnik toplulukların başına sardılar. “Türkler isimlerini ve kimliklerini değiştirmeyi kendileri istedi” gibi baştan aşağı yalan iddialarda bulundular. Olaylar dünya kamuoyunun dikkatini çekti. Olayları gerçek yüzüyle görmemek için deve kuşu gibi kafamızı kuma sokmamıza gerek yok, Türkiye’ye kaçıp kabuğumuza sığınmamıza da gerek yok. Hepimizin hepimizden ihtiyacımız var. Biz yargısız hapse atılmış, gece evinden alınmış, “Belene” kampında aç tutulmuş, işkence görmüş, aklı buzlaşıp donsun diye derin dondurucularda tutulan kardeşlerimizin hain olduğuna asla inanmadık ve inanmıyoruz. Birbirimizden korkmamıza gerek yok. Siz bizden, biz de sizdeniz. Davamız ortada ve ortaktır. BULTÜRK ve BG-SAM her zaman sizinle oldu ve olacaktır. Aslında biz Bulgaristan Türklerinin aydın tabakasının temsilcileri olarak, Bulgarların kirli işleri ve hesaplarıyla, hiç yoktan zengin olma özlemleriyle, devleti ve toplumu soyma planlarıyla uğraşmak, bunlara katılmak, bulaşmak istemiyoruz. Böyle bir niyetimiz ve örgütlenmemiz de yoktur. Bu gibi çalıp-soyma, aldatma, zorlama işlerinde baş aktör de HÖH lideri Ahmet Doğan’dır. HÖH katılımıyla kurulan hükümetlerin hepsi mafya hükümetleriydi. Bu sebeple hiç birimiz o çeşmelerden bir kofa su alamadık. Fakat Doğan hiç utanmadan 1 milyon 250 bin leva honorarcık aldı. Hainliğinin ücretiydi bu para... Türk halkına yapılan kötülüklerin ücreti... Bugün aynı oyunlar devam ediyor. Ahmet Emin para için öldürüldü. Öldürülen partililerin, milletvekillerimizin, hapse tıkanların sayısı kabarıktır. Bunların hepsinin hesabı sorulmalıdır ve sorulacaktır. Başımıza gelecek varmış. Eh, başa gelen çekilir. Biz şu kapanın tutsaklarıyız. Mal mülk elden çıkabilir, sağlık da feda edilebilir,


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Hayat da kurban edilebilir, onur da ayakaltına alınabilir, Kadın, kız kardeş, kardeş ve çocuklar hesaba girmeyebilir, Evet, şu yeryüzünün üzerinde olan her şey elden çıkabilir, Bunların tümü göklere de bahşedilebilir, Ölümsüz ruh ve ebedi mutluluk da helal edilebilir, Fakat iktidar oğlum, yalnız iktidar kimseye verilmez!

Kalın Örtü Yasası

Dr. Mustafa Kahraman-18.Ağustos.2016

Konu: Bulgar karakterini tanımadan Bulgaristan’la ilgili oyun kuramayız Eskiden Bulgarların evlerinde kalın örtüler vardı. Yere serilir veya örtünmek için kullanılırdı. Dokunmuş olduklarında Bulgar dilinde halı (kilim) olarak tarif edilirler. Öteki insanlar gibi onların hayatının da üçte biri uykuda, hele kış aylarında önemli bir kesimi ocak başında ya da kalın örtü çullanmış veya örtünmüş olarak geçtiğinden dillerine harfi tercümede “kalın kilim yasası” olan bir halk değimi belirmiştir. Biz de bu değimi, yazımızda onu kalın kilim yasası olarak kullanacağız. Yasanın etki alanına öncelikle Bulgarların kendilerini koruma içgüdüsü girer. Bulgarların milli karakteri üzerinde yıllar yılı inceleme ve araştırma yapmış halk bilimciler şu sonuca varmıştır. Kalın kilim yasası bir ayarlama veya dengeleme kuralıdır. Bir halk olarak Bulgarların ikiyüzlü karakter sahibi olduğunu, düşündüğünden farklı konuştuğunu ve bambaşka işler yaptığını gösteren, ikili Bulgar huyunu ortaya koyar. Bulgar huyu, Türkçemizdeki “sözünün eri”, “sözüm senet” ya da “sözü bir özü bir” gibi değimlerle ifade edilen durumlara uymaz. Bulgar karakterinin büyük bölümünde belirleyici olan fikre aykırı fikir ve çelişkili bir düğümdür.. Araştırma konumuz ikili huyun özünde, yapan ve yadsıyan, koruyan ve çalan, çalışan ve işten kaçan, gitme deyen ve kovan, iktidar düşmanlığı ve vatan sevgisi, öteleyen ve sizsiz olamayız deyen vs vs yan yanadır. Başka bir değişle, böylesi bir ortamda doğal ve sağlıklı tohum aransa da bulunamaz. İşte bu durum,


Makale ve Analizler - 2016

183

6 Kasım 2016 günü yapılacak olan Cumhurbaşkanı seçimleri için de belirleyici olandır. Aday bulunamıyor gibi bir hava var. Çünkü ikililik, üçlülük, beşlilik olmuş ve toplumu parçalamıştır. Sosyalistlerle HÖH’cü Moskofçular Rusçu bir aday ararken, bugünkü jeopolitik ortamda hem de Batıcı ve NATO’cu bir kişi bulunabilmesi zor. Aday gösterilmek için seçilenler vazgeçiyorlar. 1990’lı yılların siyasi yıldızları birer ikişer adaylıktan çekildi. İktidar partisi GERB de aday gösteremiyor. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Türk olabilir fikri ise henüz dile gelmedi. Biz Bulgaristanlı Türkleri göçe zorlarken de, resmi propaganda küstah davranmış, “ama gitmeyin, sizsiz ne yaparız” demişti. Türkler tutuklayıp “Belene” kampına götürürken de, “bir sorun vardı da neden gizledin, söyleseydin böyle olmazdı!” demiyorlar mıydı? 1990’da parti kurmamıza sanki sevinmişlerdi, oysa partilerinin içine hain - ajan sürüsü yerleştirebildiklerine seviniyorlarmış. Bu örnekler sıralamakla bitmez. Şimdi Kırcaali köylerini belediye yönetiminden ayırmak için planlar yapıyorlar. Bu kavga çok eskidir ve 1913’deki durumuna bir göz atalım: Bir yandan insan haklarımızın tanındığını ve Bulgaristan’da ayrım yapılmadığını savunuyorlar, aynı zamanda Türklerin en kutsal bayramlarının anılmasına bile izin vermiyorlar. Bilindiği üzere 16 Ağustos günü, Rodoplardaki Türkler açısından önemli bir tarihtir. Çünkü Batı Trakya Cumhuriyetinin temelleri ilk defa 16 Ağustos 1913’te Koşukavak’ta yerel bir idarenin kurulması ve başına Kamber Ağa’nın getirilmesiyle atılmıştır. Olayın öyküsü kısaca şu şekildedir. 15 Ağustos 1915’te kuşçubaşı Eşref komutasında hareket eden 116 kişiden oluşan müfreze, 16 Ağustos’ta Koşukavak’ta 1200 kişiden oluşan Domuzçiev çetesini yok eder ve yerel hükümeti kurar. Eğiri Dere’de de sırasıyla 18 Ağustos’ta Mestanlı ve 19 Ağustos’ta Kırcaali’ye girilir. Kırcaali’de ise Talat Paşa’nın dayısı Emin Ağa ve Mustafa Bey’in yardımıyla 600 kişilik bir silahlı müfreze oluşturulur. Bu arada hem Kırcaali’de hem de Mestanlı da hükümet reisleri atanır. Bölgeden katılımlarla birlikte sayısı her geçen gün artan müfreze, çok kısa bir sürede Rodopların ve Batı Trakya’nın hemen hemen tamamında kontrolü ele geçirir. 31 Ağustos’ta Batı Trakya’nın merkezi konomundaki Gümülcine’yi; ardından da 1 Eylülde de İskeçe’yi geri alır. Artık Orta köy, Paşmaklı, Yenice, Habibçe, Harmanlı, Eğiri Dere, Koşukavak, Kırcaali, Mestanlı, Cama-i Bala, Darıdere, Nevrekop, Gümülcüne ve İskeçe, kısaca tüm Batı Trakya, tamamı Süleyman Askeri Bey komutasındaki birliklerin kontrolü altındadır. Avrupa’dan gelen baskılar üzerine, Osmanlı Devleti ile tüm başların koparıldığı ve Batı Trakya Geçici Hükümeti adıyla yeni bir idarenin kurulduğu 31 Ağustos 1913’te “Allah’ımıza dayanarak ve benliğimize güvenerek bu günden itibaren İslam’ı, Hıristiyan’ı, Türkü, Bulgar’ı aynı


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

hukuka malik olmak şartıyla Garbi Trakya Hükümeti Müstakil esi’ni ilan etmiş olduk” şeklinde tüm dünyaya duyurur. Bulgar ikiliğinin içindeki bir özellik de kendisi için yararlı olmayan gerçekleri unutturmaktan geçer. Batı Trakya Geçici Hükümeti’ni bilen kaç kişimiz var ki? Bu vesileyle anmış olduğumuz yıldönümü Bulgar ders kitaplarına alınmamıştır. Bulgaristanlı Müslüman Türklerin tarihinde çok önemli bir dönem olmasına karşı asla günden konusu edilmez, anılmaz, andırılmaz. Bu örnekler Bulgarin kafasında değer yargısı sistemlerinin iki adet olduğuna işaret eder. O, kendi isteğiyle istemediğini -birisini- silerken, başkalarının da gerçekleri bilmesini istemez. Bu gerçeği göç olaylarında da gördük. Zulüm ve diğer gerçek nedenler açıklanmadı. 1878’den beri Türkiye’ye 6 büyük kitle göçü olmasına karşın hiç biri doğru dürüst anlatılmadı. Oysa Bulgar ekonomisini ve sosyal hayatını felce uğratan göçler oldu. İnsansız kalan köylerde tarlalar mahsul vermez. “Büyük Göç”ten sonra memleket çoraklaştı. Bununla birlikte pek değinilmek istenmeyen bir olay da, Türkiye başta olmak üzere, dış ülkelerde 3 milyon kişiden fazla insanı toplayan bir Bulgaristanlı diasporası olmasıdır. Zorla göçler dışında vatandaşların Bulgaristan’ı neden terk ettikleri konusu işlenmiyor. Bu olay ele alınmadığı gibi, Sırbistan, Makedonya ve Ukrayna’daki Bulgarlar diyasporası ile sınırlanır. Onlara değişik kültürel yardımlarda bulunulurken kütüphaneler açılırken, konserler verilir ya da öğrenciler Bulgaristan Üniversitelerinde okutulur. Bu değer yargısı sisteminin birinci yanı Bulgar evde çullandığı kalın kilimin altındayken düşündüklerine kilitlenir, ikinci sistemde topum içine girdiğinde, resmi makamlar önünde, fikri açıklayacağı zaman açılır ve tamamen farklı bir tavır gösterir. Bu yüzden olacak Türkçemizdeki “Evdeki hesap çarşıya uymadı” ya da Nasreddin Hoca incilerinden “Parayı veren düdüğü çalar” Bulgar halk kültüründe “Meyhanecisiz yapılan hesap” şeklindedir. Evde ocak başında kalın kilim üzerinde halk sanki özüyle baş başadır. Gönlü açıktır. Halıya çöktüğünde kendinden başka kimseden korkmadığından samimi düşünür, hayal edip arzular. Dışarıda yaşadıklarını karısına anlatırken ise, tamamen bambaşka şeyler paylaşır. Arzularını anlatır. Bu arada kurguları her zaman Türklere ve İslam’a karşı olmuştur. Bulgar karakterinin özündeki bir yarıyı belirleyense işte bu kalın kilim altında ya da üzerinde düşündükleridir. Bu kurguların tuzu ve biberi hep Türk düşmanlığında ağız tadı bulur. Kilimde kalkıp toplum içine girdiğinde o bambaşka bir kişi olur. Kalın örtünün altındayken nefret edip lanetlediklerini hayatın günlük akışı kıskacında övüp sıvazlar, yüzlerine gülümser. Evde küfrettiklerinin toplumda elini öper. Biz Müslüman Türkler bunu her gün yaşamışızdır. Cami ve okullarımızı kapatanların, isimlerimizi değiştiren ve kültürümüzü hiçe sayanların tolerans masalları pi-


Makale ve Analizler - 2016

185

lav gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze sunulmuştur. Sofya “Banya Başı” camiinde secdeye durmuş kardeşlerimizi asla unutamayız. Bulgaristanlı Müslüman Türklerinin hak ve özgürlüklerinin ayakaltına alındığından pek söz etmeyen yeni kuşan Bulgarlar, genel anlamda insan haklarından söz ederken, bu konuya duydukları derin nefreti hep içlerinde gizlediler. Sığınmacı konularında en hassas ülkelerden biri olduk. 2015 Yunanistan sığınmacı trajedisi Bulgarları ve iktidarı korkuttu. Ülkenin Suriyelilerce istila edileceği havası yaratılarak sınırlarda tedbirler alındı. Şimdi 2016 ağustosundayız, Sofya’da her gün evraksız 50 - 100 sığınmacı tutuklanıyor, Sırbistan Bulgaristan’a her gün 100 - 150 sığınmacı iade ediyor, Türkiye sınırında da olağanüstü önlemlere rağmen 100 - 150 kişi yakalanıyor. Bir yandan T.C. ile bu konuda çok sıkı işbirliği isteniyor, ikili sığınmacı sözleşmesi imzalanması ve T.C.’nin buna yüzde yüz uyması talep edilirken, FETÖ darbecilerinin imamlarından Aptullah Büyük’ün Türkiye isteğiyle iadesine karşı büyük gürültü koparıldı. Türkiye’de demokrasi olmadığı, diktatörlük kurulduğunu savunan kamuoyu yaratılmaya çalışıldı. Hatta hiç ummadığım kişilerden biri olan, Jelü Jelev’in Cumhurbaşkanlığı döneminde “Etnik Azınlık Sorunları” danışmanı olan Prof Mihail İvanov, demokrat kesilip “imamı” savunurken 1878 Bulgar anayasasını çıkardı. 69. maddede “Bulgaristan’a giren her kişi özgürlüğüne kavuşur ve yasanın üstünlüğünden yararlanabilir” iddiasını savurarak saçmaladı. Bulgar makamları o eski Anayasanın hangi maddesine uymuş ki. Başka maddeleri biz Müslüman Türk azınlığına tüm haklarımızı tanıyor da, veren nerede? Öyleyse her gün tutuklamalar neden? Bulgaristan’a giren her kişi için “yasaların üstünlüğü” geçerli de, Bulgaristan’da yaşayanlar için neden uygulanmıyor? Tabii sorulacak çok soru var... Bu karakter ikilemini her adımda görüyoruz. Bulgaristan, barındırdığı sığınmacı ve savaş kaçakları Türkiye gibi 4 milyon değil, 10 - 20 bin kişi olmasına rağmen, sınır önlemlerini daha da güçlendiriyor, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki sığınmacı sözleşmesinin bozulmasından ve sığınmacıların AB’ye girdikleri ilk ülkeye geri çevrilmesinden çok endişeleniyorlar. Çümkü bu ilk girilen AB ülkesi ya Bulgaristan ya da Yunanistan’dır. Bir başka korku da, T.C.’nin devlet sınırları içinde tuttuğu Suriyeli sığınmacıların karadan Bulgaristan üzerinden orta Avrupa’ya doğru salını verileceği endişesidir. Biz, NATO ve AB üyesiyiz, NATO bizi sığınmacılardan korur yaygarası koparılıyor. Sanki elinde bir çanta sığınmacılar NATO tanklarıyla ezilecek. Bu işlerin anahtarının Büyük Türkiye olduğu küçümsenmek istenirken, Türkiye ile Rusya’nın Yakın Doğu ve ikili ilişkiler konusunda anlaşması kıskanılıyor. Tüm bunlar arasında canlarını en fazla acıtansa, şimdiki stratejik durumun 19. yy sonlarına be 20. yy başlarına benzediği kabullenilirken, o zamanlar Rusya İmparatorluğu ile Osmanlı imparatorluğu birbirine


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

zıtken, şimdi ise Rusya ile Türkiye menfaatlerinin buluşmasıdır. Yeni durum, AB ve NATO ile ortaklık yapan, ama sahadaki diğer büyük oyuncular -Rusya ve Türkiye- ile ortak dil bulmada zorluk çekildiği dikkatleri üzerine topluyor. Biz bugün bu karakter özelliklerinin, özellikle de her taraftan nefret etme ve her tarafla iyi geçinme hesaplarını 6 Kasım 2016’da yapılacak Cumhurbaşkanı seçimlerine giderken de özellikle izliyoruz. Bir yandan sözde hem AB ve NATO taraftarı olan ve ülkemizdeki ABD askeri üsleri konusunda dilini yutmuş havasına giren Sosyalist Parti (BSP) ile Bulgaristan’ın Yeniden Doğuşu için Alternatif adlı “ABV” partisinin Kremlinci bir General olan R. Radev’i ortak Cumhurbaşkanı adayı göstermesi sisi kaldırdı ve perdeyi açtı. Rusçu siyaset çok eski köklerden su aldığı için şaşmamak gerekir. Bu cümleden olmakla birlikte, Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) nin de birkaç haftaya kadar biz oyumuzu General Radev’e vereceğiz dediğini işitirsek şaşmayalım. Büyük siyasete ayak uydurmaya çalışan, eski gizli polis “DS” generallerinin toplanma kulübü olan Reformcu Blok ortaklarından olan Kasım Dal ise, Bulgar psikolojisinin derinliklerine inemediği için, siyaset ırmağında yüksekten düşün su yerinde dönünce, deneyimsiz kaptanların küreği hangi tarafa çekeceğini bilmedikleri gibi, yerinde dönüyor. Tescili yapılmamış DOST partisi Başkanı Lütfü Mestan ise, olağanüstü zor bir durumda bulunduğunu gizleyemiyor. Çünkü iyi bilinir ki, Bulgaristan Müslüman Türkleri önemli kararlarını kalın örtü altına gizlenerek almazlar fakat kahvehanede veya köy meydanında söylenenlere bu işlere “karnımız tok” cevabını verirler. O, bunu 2015’te Deliorman’da yaşadı. Bu gidişe cevap bizim dilimizde “Davul sesine değirmen dönmez” iken, Bulgarlar da “Kepekle maymun avlanmaz!” demiştir. BULTÜRK ve BG-SAM olarak biz, DOST partisi merkezinin ABD Sofya Büyükelçisi tarafından ziyaret edilmesinin durumu değiştirmediği, Bulgaristanlı Müslüman-Türklerin kulak ve gözünün Ankara’da olduğu kanısındayız. Daha da ileri gidilirse, Bulgar karakter özelliklerine, işleyen bir gerçek de “particilik” oyunudur. İngilizceden gelen “parti” sözü parçala ve idare et anlamındadır. Kurulan her yeni parti bizim de biraz daha ufaldığımız anlamına gelir. Bu bakıma geleceğin pusulası ancak ve yalnız sivil toplum örgütlerinin elinde olacaktır. Bulgar karakteri ve yaklaşan seçim konumuz devam edecektir


Makale ve Analizler - 2016

187

Ortak Gelecek

Levent Rasimov-19.Ağustos.2016

Konu:Birliktelik-Doğru olanı birlikte bulmaktır. Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçiminin 6 Kasım 2016’da yapılacağı kararını, devlet adına resmen açıkladı. Seçimde 2 bülten kullanılacak. Birisiyle önümüzdeki 5 yılın Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı seçilecek. İkinci bültende 3 soru olacak. Bu sorularla Bulgaristan’da bir halk oylaması (referandum) yapılacak. Bu üş sorunun içinde biri var ki çok önemlidir. Bulgaristan seçim sisteminde ve demokrasiye açılan yolda yeni bir sayfa açacak niteliktedir. Bu üç soru arasındaki sıralamayı henüz bilmediğimiz için yazamıyoruz ama mutlaka bu konuda sizi bilgilendireceğiz. Bu önemli soru, Bulgaristan seçim sistemini, parlamento yapısını ve demokrasi yapılanmasını kökten değiştirecek niteliktedir. Bu, parlamento seçimlerinde majoriter (çoğunluk) seçim sistemine geçilmesini öngörüyor. Bulgaristan’da şimdiye kadar iki çeşit seçim sistemi uygulandı. Bunlardan birisi nispi, oranlı (proporsiyonel) sistemdir. 1990’dan beri genel seçimlerin (meclis seçimleri) hepsinde uygulandı. Bu sistemde önemli olan parti listeleridir. Kimse bu listeler dışında hiç kimseyi seçip meclise delege edemez, milletvekili olarak seçip Sofya’ya gönderemez. Bu sistemde önemli olan listelerin parti liderleri ve kulis tarafından seçilmesidir. Halk kendi adayları gösteremediği gibi, liste sıralamasına da etkide bulunamaz. 26 yıldan beri Bulgaristanlı seçmen parti listelerine oy vermenin değiştirilmesini ve yerine % 50 nispi, % 50 de çoğunluk yani kullanılan oyların yarıdan fazlasının seçildiği usuldür. Bu iki seçim sistemi meclis çok farklı kişiler gönderecektir. Şimdi meclisimizde 4 sene tek söz söylemeyen, gelip dinleyen köfte yiyip kola içip, şapkasını alıp gidenler var. Tamamen pasif kişiler. Bunlar parti listelerinden çıkan modern tiplerdir. Bu kravatlı “şahıslar” oy kullanırken telefon kulaklarındadır. Başkalarının iradesine göre gündem yaratıyorlar. Majoriter -çoğulcu- oyların yarıdan fazlasınıalan seçilir ve milletvekili olur diyen seçim sistemi Bulgaristan’da tek seçim sistemi olarak gündeme getirmek isteyen şoumen Slavi Trifonov 2015’te halkoylaması için 700 bin oy topladı. O, 6 maddede halk oylaması yapılmasını istemişti, bunlardan 3-ünü Cumhurbaşkanı kabul etmedi, zorunlu seçim, bilgisayar üzerinden seçim gibi maddeleri anayasa mahkemesi onaylamadı. Fakat majoriter sisteme gçre seçime gitme isteği tuttu. Şimdi 6 Kasım günü seçmenin vereceği oyla kabul edildiği an, artık


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

parti listeleri olmayacak, seçmen tanıdığı kişileri oylarıyla meclise gönderebilecek ve dolaysız demokrasiye geçmiş olacağız. 1990 Haziranında ’da Büyük Halk Meclisi yapılan genel seçimlerde milletvekillerinin yarısı majoriter (oyların yarıdan fazlasını alan seçilir) sistemine göre seçilmişti. Daha sonraki erken ve olağan genel seçimlerde bu sistem uygulanmadı. Yalnız 2014’te yapılan küçük bir değişiklikle seçmene Parti Listeleri sıralamasından tercih ettiği adayı işaretleyip ön sıraya çıkarma ve seçme hakkı tanınmıştı. Bulgaristanlı Müslüman Türk seçmen Razgrad’ın Kemaller - İsperih seçim bölgesinde ve Blagoevgrad seçim bölgesinde, Hak ve Özgürlükler Partisi’nin o zamanki Genel Başkanı Lütfü Mestan’ın tepede hazırladığı listelerdeki sıralamaları kabul etmedi, Kemaller seçmeni Güney Hüsmen’i, Blagoevgrat seçmeni de Palev’i meclise gönderdi. Fakat HÖH partisi içindeki diktatörcü anlayış, halkın iradesini kabul etmedi ve Hüsmen ile Palev’i HÖH - DPS meclis grubu listesinden çıkardı. Onlar da bağımsız milletvekilleri olarak mecliste kaldılar. Şimdi de statükolarında değişiklik yoktur. Bu nedenle, Bulgaristan’daki parti içi demokrasi rafa kaldırılmış ve partilerde tam bir diktatörlük hakim olduğundan, 2014’te kabul edilen ve yalnız bir defa uygulamaya konan tercihli seçim sistemi aslında işlemedi. Şimdi, 6 Kasım’da değişiklik kabul edilirse, Bulgaristan’da partilerin parlamento içindeki yani yürütmedeki tam egemenliği, totaliter omurga ve meclis için hâkimiyet bozulacak ve reform yapmaya başlayan Bulgaristan’a doğru ilk adım atılmış olacaktır. 6 Kasım öncesi güçler dengesi ve son durum nedir? Bir. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile Bulgaristan’ın Yeniden Doğuşu için Alternatif (ABV) partisi (sol cephenin ana partileri) ortak Cumhurbaşkanı adayı gösterdiler. Moskova eğitimli, askeri pilot, Bulgaristan Hava Kuvvetleri Generali Rumen Radev ortak Cumhurbaşkanı adayı gösterildi. Radev ilk demecinde kendisine “Moskofçu” denmesinden yakındı, Bulgaristan’ın milli menfaatleri temelinde, ortak Avrupa siyaseti oluşturma çabalarına katılabileceğine işaret etti. O, Rusya gibi faktörlerle de olmak üzere, Bulgaristan her komşusuyla ilişkilerinde denge kurmalıdır derken, iç siyasette ise, demokrasinin güvencesi olan yasama, yürütme ve yargı arasında erkler ayrımı olmasına dikkat edeceğini söyledi. Radev, seçilirse Cumhurbaşkanı olarak izleyeceği iç siyasette, askeri hazırlıkların daha yüksek bir düzeye çıkarılması ve ordu mensuplarının sosyal edinimlerinin arttırılmasına gayret göstereceğini duyurdu. Seçmenlerin “milyoner generaller “komünistler” partisi” olarak tanıttığı iki sol parti (BSP ve ABV) tarafından Cumhurbaşkanı adayı olarak yükseltilen General Radev’in ülkemizdeki durumu tamamen tanımadığı dikkati çekti. Eğitim


Makale ve Analizler - 2016

189

Bakanlığı’nın son verilerine göre, ülkemizden Batıya akan gurbetçi seli 2015’te daha da yoğunlaştı. Sayıları Balkan şehirlerimizden Dryanovo gibi bir şehrin nüfusuna eşit olan ve yaşları itibarıyla birinci sınır ile 12 sınıf arasında opkulda olması gereken toplam 9 bin 874 öğrenci ana-babalarıyla birlikte memleketi terk etmiştir. Gurbetçiliğin nedenleri ekonomiktir. İşsizliktir. Genç ailelerin geçim sıkıntısıdır. Geçen yılın birinci yarısında, okul müdürlerini haberdar etmeden okuldan ayrılan ve eve beyinle birlikte ülkeden ayrılan öğrencilerin toplam sayısı 5 bin 497 iken, ikinci yarıda bu rakama 4 bin 293 öğrenci kafa katılmıştır. Bunun dışında 2016 ders yılında 1159 öğrenci fakirlik yüzünden okula başlayamamıştır. 6 Kasım 2016 Cumhurbaşkanlığı seçimleri son hesapta iş bu genel tablo içinde yapılacaktır. Çöküşümüzden derin kokuşma kokuları burun deliklerimize vuruyor. Sağ cephe -Bulgaristan’ın Avrupalı Geleceği için GERB- iktidar partisi Cumhurbaşkanı adayını henüz açıklamadı. Bu adayın -General Generale karşı- mantığına göre Parti Başkanı ve Başbakan Boyko Borisov olması ihtimali üzerinde duruluyor. Ne ki, GERB adayı kendi başına seçim kazanacak potansiyele sahip değildir. Destek araması gerekiyor. Burada halen nazlanan ama GERB adayına oy vermeye çok Yarkın olan parti Reformcu Blok olarak görünüyor. Blok’un kendi başına aday gösterebilmesi çok zor, çünkü bileşimindeki 5 partiden 10 ses çıkıyor. Adaylar da güz yaprakları gibi dökülüyor, teklifleri kabul etmiyorlar. Reformcuların arasında milliyetçilik damarının nabzını tutan Güçlü Bulgaristan Hareketi (DCB) Başkanı Radan Kınev, 26 yıldan beri Türk Müslüman seçmenden oy almadan hiçbir cumhurbaşkanı seçilemediğini dikkate alarak yeni tekliflerle orijinal olmaya çalışıyor. Türkiye’de sözde “15 Temmuz’dan sonra, demokratik seçim yapılması için ortak olmadığını ve 3 aylık OHAL olduğunu” öne sürerek, T.C.’deki soydaşlarımızınoy kullanmasının yasaklanmasını geveliyor. Halen ciddi toplumsal destek bulmayan bu teklif, medyada tekrarlanmaya başlamıştır. Özgürlük ve Onur Partisi liderleri Kasım Dal ve Korman İsmailov ise bu konuda yanıt hakkını kullanmıyor, susuyorlar. Aşırı milliyetçiler bir yandan soydaşlarımızın Bulgar seçimlerindeki sonuç belirleyen rolü küçümsemeye çalışırken, bir de onları Bulgar siyasetinden uzak tutmaya, oy kullanma, seçme ve seçilme haklarını ellerinden almaya çalışıyorlar. Reformcular kendi adaylarını henüz belirleyememiştir. Bulgar siyasetinin sol cephesinde açmaya çalışan, Başkanı Tatyana Donçeva olan 21. yy partisi seçimlere kendi başına ve Donçeva’yı Cumhurbaşkanı adayı göstererek katılmaya hazırlanıyor. Bulgar milliyetçi ve ırkçılarının birleşik Ataka - VMRO ve “Yurtsever Cephe” (PF) -cephesi henüz ortak aday olarak VMRO- Makedon komitacıları


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

partisinin Başkanı Krasimir Karakaçanov’u gşsterdi. Şu unutrmamalıdır ki, Bulgar Başbakanlarından Stefan Stambolov (1896) ve Çiftçi Partisi lideri Aleksandır Stamboliyski (1923) VMRO katillerince öldürülmüştür. Aslında bu komitacı partisinin siyasete katılmasına izin vermemek gerekir de, Cumhurbaşkanı adayı çıkarması dikkatten kaçmıyor. Türklerin iradesi toplamakla övünen, aslında 1992’den beri FETÖ - kadrolu hainleriyle çok yakın işbirliği yaptığı ortaya çıkan HÖH - DPS partisi bu seçimlerle ilgili de henüz uyanamadı. Aday göstermediği gibi (HÖH şimdiye kadar cumhurbaşkanı adayı göstermemiştir) Rusçu cephede sular tamamen durulmadan konumunu da açıklamak istemiyor. Beklentiler o yöndedir ki, HÖH belki de birinci turda seçmenine “kime oy vereceğini kendin seç, gönlünce hareket et, ikinci turda dediğimize kulak ver” siyaset çizgisinde kırmızı hat oluşturuyor. Parti Genel Başkan Yardımcısı Ruşen Rıza’nın T.C.’de F. Gülen akıl yıkama ve insanı mekanik ve taş kafa durumuna getirme okullarında eğitim aldığı açıklanınca, suskunluk bir o kadar arttı. Lütfü Mestan memleketin karma bölgelerinde köy kahveleri ve kasabalarda tatlıcı dükkanı buluşmalarına ve 3–5 kişilik yerel örgüt kurma çabalarına devam ederken, savunduğu tezlerde siyaset olmadığı gibi ideoloji de olmadığını, Bulgaristan Müslümanlarının öz menfaatlerinden tamamen uzak işlerle meşgul olduğunu gizleyemiyor. Bu partinin halktan güç alması için halktan kaynaması ve halka sarılması gerekir. HÖH partisini yenmek ve oylarını almak öyle lafla olacak iş değildir. HÖH içinde kilit noktalara yapışmış 3 bin eğitimli FETÖ hocaları elinden su içmiş kadro vardır. Onların T.C.’ye FETÖ kampuslarına gönderilmesinde 18 yıl boyunca HÖH milletvekili olan ve parti eski başkanı Lütfü Mestan’ın da parmağı, eli ve katkı payı verdir ve bu çorap sökülmeden işlerin ters yüz olacağına inanmak zor olur. İkincisi de şudur. DOST partisinin tescil işlemleri tamamlanmamıştır ve uzayabilme ihtimali de ortadan kalkmamıştır. Bu konu “Halk şehit, Onlar Gazi” yazısında ayrıntılı olarak işlenmiştir. Biz, Bulgar devletinin DOST hatırı veya Lütfü Mestan’ın avcı masalları için değiştireceğine inanmıyoruz. Bu durumda, soydaşları seçim sandığına davet ederken, “Ortak Gelecek” aradığımızı ve çok yakın gelecekte bu konuda BULTÜRK - BG-SAM seçimle ilgili ortak siyasi görüşlerini açıklayacağımızı önceden duyururuz. Okuyun ve paylaşın. Davamız ortaktır. Sizlerin görüşleri bizim için çok önemlidir.


Makale ve Analizler - 2016

191

Davulun Sesi Uzaktan Hoş Gelir

Dr. Nedim Birinci-20.Ağustos.2016

Başkanımızın Yazısının orjinali isteyenlere duyurulur “http://bghaber. org/bghaber/halk-sehit-onlar-gazi/” Konu; Durmuş ARDA’nın yazısına cevap hakkımız doğdu. Durmuş Arda Beyin “Halk Şehit, Onlar Kahraman” yazımıza tepkileri bize cevap hakkı doğurdu. Öncelikle şu bilinmelidir. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK ve Genel Başkanıdır Bücür Rafet değil, Genel Başkanımızın adı Rafet Ulutürk’tür. BG-SAM - Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi onun gayretleri ve onun yönetiminde kuruldu. BULTÜRK - “bghaber.org”, “bgbulturk.net” gibi elektronik güncel haber siteleri ile birlikte “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesinin de tüm haklarına sahiptir. Bu yayınların amacı Bulgaristanlı Müslüman Türklerin ve Türkiye’de yaşayan tüm soydaşlarımızın, Bulgaristan tarihi, siyaseti, kültürü, edebiyatı, sanatı, etnik azınlık sorunları vb. ile ilgilenenleri bulmak, onların gönüllerine girmek, doğru bilgilendirmek ve yepyeni bir dünya görüşü ile hepsinin zihinlerini doğru yönde tamamen değiştirmektir. Başka bir değişle, teslim olmuş, pes olmuş beyinlere yeni algılama motoru takmak ve düşman bildiklerimizin oyunlarını suya düşürerek, bizim kuracağımız yeni oyunlarla kaderimizi toptan değiştirmektir. Bu konu çok uzundur, araçları, yöntemleri, yaklaşım, üslup ve kanalları vardır, biz bunlara şimdi değil, başka zaman başka bir fırsatta belki de yine cevap hakkımızı kullanarak değiniriz. BULTÜRK ve BG-SAM kendini halkımızdan hiçbir zaman saklamamış, toplantılar, uluslararası görüşmeler, basın toplantısı, açık oturum ve sempozyumlar düzenlemiş, tartışmış, eleştirilmiş, dışarıdan da fikir kabul etmiş, kendini sürekli yenileyerek, geliştirerek hedeflerine ulaşmaya çalışmıştır. Halkımızın temel dokusundan geldiğimize ve bu temel doku öz ve renginin yıkamakla ya da üzerine basmakla değişmediğine, değişmeyeceğine inanıyoruz. BULTÜRK ve BG-SAM’ın temel amaçları şunlardır: Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimize hem de son 89 göçünden sonra artık sayıları 1 milyona yaklaşan Türkiye’deki göçmen soydaşlarımıza Bulgaristan’ı olduğu kadar Türkiyeyi; Türkiye Cumhuriyeti kuruluş, mücadeleleri, tarih ve siyasetini; Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ü, onun hayatını, kavgalarını,


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

önderlik ettiği milli kurtuluş savaşımızı, kurduğu cumhuriyeti ve demokrasi düzenini, dünya görüşünü; Türk halkını, onun din, dil, ahlak, kültür ve medeniyetlerini, Türk milli kimliğini, Türk milletinin bütünlüğünü vb anlatmak istiyoruz. Bu konularda Bulgaristan okullarında ve siyasi baskılar altında insanlarımızın kafasına kör enser gibi çakılmış eski, küflü, zehirli, ayrımcı, düşmanca görüşleri söküp yerine insan kardeşliği ve yaratıcılığı aşılamaktır. Daha kısa bir ifadeyle, Bulgaristan Türklerinde Türk kimliği yaratmak ve onu geliştirerek yüceltmektir. Bu yıllarda Bulgaristan Türklerinin başına düşen gölgeyi bile bizim başımıza düşmüş olarak kabul etti, her birinizin sızısı bizim sızımız, sevinciniz bizim mutluluğumuz oldu. Dünya siyaseti, jeopolitikte olup biten her şey de ilgi alanımıza ve konularımıza girdi.. Bu ödevlerimizi gerçekleştirebilmek için, 70 yıldan beri evlerine Türkçe kitap girmeyen kardeşlerimizle bilgisayar ortamında, BULTÜRK Gazetemizle, sanal yaklaşımla ulaşmak, anadilimizi öğrenmelerine yeni yöntemlerle yardımcı olmak, eksik olan bilgilerini tamamlamak, ilgisi olana yeni bilgiler sunmak, dünya penceresi açmak, ortak çıkarlarımızla, barış ve güvenlik ortamında kilitlemektir. Bu güzel dünyaya açılan kapılarımızın, halk yaratıcılığımız, sanatımız, doğuştan olan bilgeliğimizi, doğruyu doğru duyumsayarak birleşip kardeşleşmemizdir. İnsanlarımızın cesaretine su verip gururunun yeni doruklarda buluşması, hainlikleri açıklayarak lanetlenmesini sağlamak, Bulgaristan Müslüman Türklerinin neo-liberalizm gibi yeni köleleştirici dünya görüşlerinden uzak kalmasını sağlayarak, hoşgörüye, Türk ahlakına dayanan buluşmada kardeşlik ve dostlukları beslemek, arayıp bulduğumuz, paylaşarak yaydığımız en güzel erdemlerdir. Artık yalnız değiliz. Okurlarımız binlercedir, paralel yayın merkezlerinden de bereket ve rahmet yağıyor. Bulgaristan Türklerinin tarihi yazıldı. Bulgaristan Türklerinin kültürü işlendi. Sofya, Filibe, Kırcaali, Kazanlık, Razgrat, Ruse, Şumen, Burgaz ve başka birçok şehrimizde arı kovanı gibi çalışan derneklerimiz, sanat topluluklarımız kuruldu, halk sanatımızın dokusuna ve atkısına düşen tozlar temizlendi, bağlamalarımızın telleri ayarlı çalıyor, kızlarımız sahneleri dolduruyor. Halkımıza 26 yılda alabildiğimiz yolun yeterli olmadığını açıklarken HÖH - DPS sözde türk partisi ve KGB ve DS tarafından kafası ihanet duvarına mıhlanmış Ahmet Doğan ve bazı çıkarcı arkadaşlarının hayat yolunu, gizli polis dosyalarını, çarpık ideoloji ve siyasetlere satılmışlıklarını, dayattıkları “Bulgar Etnik Modeli”nin köleleştirici ve kimliğimizi yok etmeyi hedefleyen bir sahtekârlık ol-


Makale ve Analizler - 2016

193

duğunu açıkladık. Ayrıca bunu çürüttük! Çöpe attık. Soydaşlarımıza da seçimlerde bir “oy kuluçkası” olarak bakıldığını ortaya koyduk. Kendi tohumlarımızdan, kendi köklerimizden Türk Müslüman Kimliğimizle yeniden uyanıp doğmamız gerektiğine değindik, uyardık, bunları art arda çok vurguladık. Bulgaristan siyasetinin de çok partili, çok kültürlü, aynı medeniyette buluşan bir yapılanmaya gerek duyduğunu, bunu yapmazsak Avrupa Birliği’nin anlamsızlığını, tüm insan haklarına saygı duyulmadan ve eşit haklı ve kültürel farklılıkları yasallaşmış bir ortak gelecek kurmadan ileri adım atılamayacağını anlattık ve anlatıyoruz. Bu davada Türkiye Cumhuriyetinin devlet ve siyasetinin rolünü açarken, Büyük Türkiye’nin etki alanında bulunduğumuza ışık getirdik, ortak tarihi olan insan ve toplulukların ortak gelecekte buluşmalarının yasallığına ışık taşıdık. Bunları yıllarca işlerken, Bulgaristan’ın çok yoksullaştığını, işsizliğin diz boyu olduğunu, eğitim ve sağlık kurumlarının çöktüğünü, modern teknolojilerle sanayileşme yatırımları çekilemediğini, genç neslin vatanı terk ettiğini, sığınmacılar istilası tehlikesinden doğan bir gerginlik yaşandığını, eski Bulgar haydutlarının torunlarının günümüzde motorlu çeteler oluşturduğu, karma bölgelerde dolaştıklarını, halka kan kusturmak istediklerini, aşırı milliyetçiliğin örgütleştiğini, meclise girdiğini, hükümete tırmandığını ve saldırılarına süreklilik kazandırdığını. Osmanlıdan kalan kültürel ve mimari mirasımızı geri alamadığımızı, onarmamıza ve çalıştırmamıza engeller yaratıldığını defalarca yazdık ve hala anlatmaya devam ediyoruz. Bunlar, bizim 2003’ten beri işlediğimiz konulardan sadece bir demettir. Yazdığımız yazıları, konferanslara sunduğumuz konuşmaları vb 12 cilde topladık, bastık, yakında piyasaya süreceğiz. Demek istediğim şudur, biz hep açık oynadık. En önemlisi de Bulgarisan’da kimsenin düşünmediğini biz yapıyoruz, Biz Oyun kurduk. Yol açtık, Yol aldık! Tüm bu çalışmalarımız büyük bir davaya Türk-İslam alemine hizmettir. Bulgaristan Türklerinin bilinçli refah ve mutluluk içinde, Türk halkıyla birlikte olmasını sağlamaktır. Biz bu iş için hiçbir kurum, makam ve devletten ödenek almadan yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz. Biz bu işi inandığımız için, dertli olduğumuz için, en önemlisi de Türk ve Müslüman olduğumuz için yapıyoruz. Hiç kimseye de bağlılığımız yoktur tek bağlılığımız Milletimize ve kutlu davamıza olan aidiyetimizdir. Allah döktüğümüz her damla alın terini altın etti, halkımıza iletti...


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şimdi gelelim Başkanımız Rafet’in bücürlüğüne Sayın Durmuş Arda! Adın üstünde, sen anadan doğma yerinde durmuş bir adamsın. İleri gitmek ve dünyayı devamlı yeni kıstaslarla özümsemek için hareketlenmek gerek. Hareketlenememişsin, olabilir. Bizim yerinde sayan insanlara hitabımız “taş kafa”dır. Hani üstü mıh tutmuş, durduğu yerde duran taşlar vardır ya, onları düşünerek söyleriz tabii. Sana takmadık bu lakabı, ama istersen üstüne çekebilirsin, alınırsan benimsemişimdir, demektir. İnsanlar kendi takma atlarına laiktir. Lütfen onun burnunla, bunun saçınla, ötekinin keçi sakalı yada körlüğüyle uğraşmaktan vazgeçiniz, çünkü hepimiz Allah evladıyız ve ayıptır. Bir de eli kalem tutan bir gençler olarak ortada dağ kadar büyük bir hainlik var, HÖH hainlik kazanı kaynatıyor, milli kimliğimize, haklarımıza ve özgürlüklerimize ihanet edilmiş, halkımızın ruhu eşek pazarında satılıyor, kalemlerimizle oyacaksak orasını oyalım. Bizim DOST partisi üstüne yazıp çizdiklerimizin özünde, HÖH mayasıyla yeni ve farklı bir dünya görüşlü bir siyasi parti tutmaz, anlamındadır. Sen annenin sana, “Durmuşum şu mayayı değiştirelim, git komşudan birazcık maya iste!” dediğini hiç hatırlamıyor musun? İşte budur bizim uyarılarımızın özünde olan. Ahmet Doğan’ın yeni liberalizmine NATO’culuk kattınız, ya kardeşim, şunu anlayın, NATO’nun dedesi yeni-liberallerdir, kızına sevdalandınız da, nenesini dedesini neden sorgulamıyorsunuz. Yoksa çok mu kirlendiniz de, hamam ve tas önemli değil, gelsin eski tellak sırtımı ovalasın mı diyorsunuz? Adama yaptığı işlere göre değer verelim. Konuşmak yazmak önemli tabi ki, amma bir de ne yaptığınız hangi yoldan yürüyorsunuz daha önemlidir. Amerikan Büyükelçisine nedir bu iltifat??? Eski kuyuda yeni su bulamazsınız! Size söylenenlerin özü budur, nasıl isterseniz öyle de anlayabilirsiniz. Bu fikirlerimiz sizi rahatsız ettiğine göre, sizde de bir şeyler var diye düşünmeye şevketti bizi. Seni çok iyi tanırım evli olduğun halde Bulgaristan’da üniversite yurdunun (studentsko obştejitie) önünde kız peşinde koşarak nasıl bir kafe içerim düşüncesinde aval aval gezerken. Başkanımız Rafet Ulutürk dediğin kişi, Türk dilinde Türklüğün geçmişi ile geleceğini bütünleştiren, Türk Dünyasını kocaman bir yumakta bütünleştiren göz kamaştıran siyasi-idesel külliyat yarattı. Bu gün de Türk Halkları Kongresinin dönem Başkanlığı kendisine verildi. Ama pek bu sıfatı da kullanmaz gerek duymaz, çünkü bu işler gönül işidir. Her geçen gün değişen dünya şartlarına uyum sağlamak için insanlar kendilerini ye-


Makale ve Analizler - 2016

195

tiştirmek ve geliştirmek zorundadır. Tarihin süzgecinden geçirerek bu gelişmeleri ve insan zekâsının tekâmülünü incelediğimizde karşımıza çıkan en önemli nokta “İnsanoğlunun gönüllü olarak yaptığı her işte, azmi ile her soruna çözüm bulduğu, kalbiyle inandığı her fikri fiili durumu sonuçlandırmakta elinden geleni yaptığı” gerçeğidir. İstanbul/Bayrampaşa /Yıldırım’da ofisimize bir uğrayınız, kitaplarımızı, bayrağımızı, albümlerimizi, plaketlerimizi, planlarımızı size de hediye edelim, tanışınız ve tartışalım. Biz tartışmaya açığız. Hayatında ilk defa bir uluslararası bizim yaptığımız sempozyuma gelmiştiniz İstanbul’da yanlış hatırlamıyorsam Bulturk’te sempozyuma katılımcı olarak size de bir plaket vermiştik. Sizleri iyi ağırladık sanırım? Sizi gocunduran “Halk Şehit, Onlar Kahraman!” yazımız, parmaktan emme bir yazı değildir. Bu yazıda sizin isminizin ve soyadınızın geçmediğini altını çizerek belirtmek isterim. Ama siz, 15 Temmuz trajedisinden sonra Türkiye konusunda birdenbire pasifleşen ve haklı olarak eleştiri ateşine alınan DOST tayfasından biri olarak, sözde “kahramanlar” saflarında yer almak istiyorsanız, biz hayatın şu kuralını değiştiremeyiz: Düşenlerle düşülür, kalkanlarla kalkılır. Biz DOST’cularla düşmek istemiyoruz. Bir sözde gazeteci sıfatıyla siz, bizim bu tohum çıkmaz dediklerimizin yanında yer almak istiyorsanız, toprakta kalmayı ve çürümeyi seçmişsin demektir ve yapılacak hiçbir şey yoktur o sizin kararınız. Bir defa ortada işitilen bir davul sesi var. Ara sıra “dum dum” diye vuruyor tokmak. Halı mı silkili yor, dibekte keşkek mi dövülüyor belli değil. Her şeyin bir adı sapı olur. Halk artık aldatılamaz. Çünkü halk eski halk değil dünya eski dünya değil, evet halk aldatılamaz! Halka yalan söylenemez, çünkü son hesapta halkın gözünden hiçbir şey kaçmaz. Şimdiye kadar kaçmamıştır. Bulgaristanlı Türkler sanıldığından çok derindir. Şimdi siz ne diyorsunuz!? Vay şunlara bak be! Biz 16 Temmuz sabahı saat 04.30’da Türkiye’deki darbe denemesiyle ilgili “baş sağlığı mesajı gönderdik!” ama bak işte, kötülükten başka bir şey görmediklerinden bizi kötülediler, falan filan. Sizin gizli işlerinize kimin adı erdi ki? Geçmişiniz ortada! Sayın yerinde durmuş, balkona oturmuş, çay içen kardeşim, geçmişimizin derinliğini ve geleceğimizin ufkunu görebilmen için halkımızın çektiği çileyi tartan kantarın topuzunu hiç gördün mü sen!? Ya kardeşim yerinde Durmuş. Her gün Lütvi Mestan’ın secdeye duruşunu, tuvalete gidişini, sakal tıraşını, vurduğu kurt yavrularını, kumru ve bıldırcınları dünyayla paylaşıyorsun da, sözde gönderdiğiniz o bildiriyi neden paylaşmadınız?


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yoksa gizli yazıp çizmek eski bir alışkanlığınız mıdır?! Dost kötü günde belli olur derler. İşitilseydi, halka sunulsaydı, herkes öğrenir, ferahlar, şu DOST dediklerin var ya, hakikatten de iş umutlu, bizim atasözlerimizde “Kendi kendine ettiini adem... Bir yere gelse idemez alem...”, Bir de “Adam olacak çocuk bokundan belli olur” der. Ne yazık ki diyemedik, çünkü köstebek dediğin güneş görse körleşir ve hemen ölür; ışık kelebeği dediğin lamba görse kendini yakar ve yere düşer. Siz de dosyalar içinde kaybolmuş hamam böceği gibisinin yaptığınız tüm işler gizli saklı, sanki sır küpüsünüz, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a gönderdiğiniz telgrafı bile halkımızdan gizliyorsunuz! Oysa bu telgraf halkımız adına gönderilmedi mi? Hala halkla dalga mı geçiyorsunuz. Yerinde Durmuş kardeşim, senin savunduğun ve sofrasına oturmak için can attığın Lütfü Mestan adlı arkadaş, 18 yıldan beri Bulgaristan parlamentosundadır, yani 1998’den beri meclis büfesinde köfte kemiriyor. İşte diyorum Rafet Ulutürk’ün derlediği 12 cilt eser. Lütfü Bey ne yaptı göster!? İşte diyorum R.Ulutürk’ün düzenlediği 50’den fazla ulusal ve uluslar arası Bulgaristan Türkleri ve sorunları konferansı! Gösterin, 18 yılda Lütfü Mestan tarafından çağrılmış bir forum var mı?! Bulgaristan Türklerini 25 yıldır tüm Türk Dünyasında temsil eden yine Rafet Ulutürk. Şu 2016 başında Sofya’da başkasının parasıyla yapılan “Grand Hotel Sofya” ve “NDK” buluşmalarını saymıyorum, çünkü onlar bir zorlamaydı. Ortak Türk Ruhunun buluşması, diriliş ve şahlanışı olan 5 - 6 milyonluk İstanbul “Yenikapı” tüm dünya Türkleri Forumuna katılmayışınızı bir türlü anlayamadık. Özel uçak mı beklediniz?! Evet, orada Bulgaristan Türkleri bayrağı ile birlikte varlardı kim yine BULTÜRK daha yazalım mı yetmediyse devam edebiliriz. Bak, yerinde Durmuş kardeşim, “zorla güzellik olmaz!” diyenler zorla siyasetçi yetişmez demek istemişler, uzatmak istemiyorum, yerinde dururken düşünmeye başla, belki aklına bir şeyler eser. Tüyo vereyim isterse, tüm dereler aynı ırmakta buluşmaz, belki sizin dereniz akmadan kurumuştur, bir baksan iyi olur!? Ha, şunu da ilave etmek istiyorum. Bulgaristan Türkleri, Bulgaristanlı Müslüman Türkler gibi kavramlar BULTÜRK ve BG-SAM yayınlarında doğru olarak kullanılmaktadır yanlış olan sizin kullandığınız “Bulgar Türkleri”dir. Bir de Türkçemizde “ihanet” deyimi var, çok anlamlıdır. Bakıyorum yazılarınıza almıyorsunuz, tümcelere örmeye başlasanız iyi olur, çünkü bizim çorap söküğünün her ilmeğinde ihanet kokusu var.


Makale ve Analizler - 2016

197

Yoksa beni bu işe karıştırmayın, herkes kendi sırtını kendisi kaşısın mı demek isteyeceksiniz. Düşünme hakkı sizindir. Ortak adımızın önüne Bulgaristan değil, “Bulgar” takan sizler, yazılarınızda o eleştirdiğiniz komunistler ve başkalarının eski kazanında kaynıyorsunuz. Yerinde Durmuş kardeşim, unutma lütfen, bu dünyada arasanda bulamayacaksın çünkü “akıl pazarı” yoktur. Akıl dediğin bir insanda ya “olan” ya da “olmayan” bir şeydir. Para ile satın alınmaz! Paranın geçmediği yerleri de öğrenmeniz iyi olur. Sokma akıldan akıl olmaz! Çekinme, yaz gitsin. Taş atana çamur sıçraması normaldir. Bizden gelenin kuru temizlikçiden olduğuna sertifikamız var. Sen yaz, biz cevap hakkımızı kullanırız. Okuduğun için teşekkür ederim. Aramızda sana da yer var. Çekinme İstanbul’a gel otelın yemeğin hazır telefon aç, yaz, itiraz et, dağ rüzgârdan korkmaz, kardan ise hiç. Bizi böyle gündeme getirdiğin için Sağ ol!

Metastaz Dediğimiz

Osman Bülbül-20.Ağustos.2016

Konu: Türkiye’deki gelişmelere dıştan bakış Gülen tarikatı, paralel devlet ve Rusya’daki altıncı kolordu! Rusçadan çeviri. Jeopolitik güçler dengesinin tüm yapılarında değişikliklere neden olan, 15 Temmuz 2016 Türkiye dramatik olaylarıyla ilgili olarak, iletişim ortamı her geçen gün daha sık bir şekilde “paralel devlet” kavramını kullanıyor. “Paralel devlet”, hemen hemen her devlette var olan, milli iktidarın içsel dürüstlüğü koşullarında Washington’un emirlerini yerine getiren, amerikancı etkili ajan ağasının varlığına işarettir. Türkiye’de 15 Temmuzu 16 Temmuza bağlayan gece askeri darbe yapmayı deneyen işte bu paralel devlettir. Yaşanan şok ortamında Türkiye liderleri ölümle yüz yüze geldiler. Bazı anlarda paralel devlet ile ilgili suskunluk perdesi hafiften kaldırıldı. Bugün de yerli iletişim araçları ve basın Türk idaresi tarafından açıklanan yüksek devlet katlarında görevlere yerleşmiş amerikan casuslarının icraatlarını açıklayan örneklerle dolup taşıyor.


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ne var ki, günlerin geçmesiyle yaşanan dehşet dibe çökecek, bu acıklı konu da kenara itilecek, sonra da kendiliğinde giderek unutulacaktır. Neden biliyor musunuz? Çünkü paralel devletin köklerini sökmek ve onu yok etmek o kadar kolay değildir. Şimdi Türkiye’de parmaklıklar ardında hak ettikleri yeri aşanlar buz dağının tepesinde bulunanlardır. Paralel devlet, bu sinsi işlerde İngiliz casusluk servislerinin yerini alan, amerikan özel casusluk servisleri tarafından onlarca yıl içinde yaratıldı ve öyle kolay kolay kökleri sökülüp atılamaz. Paralel devlet Türkiye’de bugün de ayaktadır, onun yeni ödevi izlerini silmek ve kaybettirmektir. “Paralel devlet” kavramı gir gide gazetelerin birinci sayfalarından ikinci sayfalara geçecek ve daha sonra son sayfalardan yere düşecek ve kendini unutturacaktır. En sonunda bu değim gizli ve uç işlerin anlatıldığı kavramlarla karıştırılıp harmanlanacaktır. Bu mutlaka olacaktır, çünkü “paralel devlet” çok güçlüdür ve devletin kılcal damarlarında yuvalanmıştır. “Paralel devlet” bir Türk olayı değildir. O, ancak askeri darbeler esnasında, olağanüstü durumlarda toplumsal sahneye çıkıyor, fakat o görünmese de, her zaman her yerde etkindir. Onun başlıca hedefleri şunlardır. Radikal muhalefet mitinglerine palyaçolar çıkar. Etki ajanları, görünüşte tamamen dürüst olmakla birlikte, iktidarın tepesindedirler. Onlar sahne önünde ancak olağanüstü durumlarda belirir, ama aynı zamanda hiç ara vermeksizin oyun bozma ve güçlükler yaratma gibi işlerle meşguldürler. Günümüz Türkiye’sinde paralel devlet ile Fetullah Gülen tarikatı bir tutuluyor. Bu tarikatın etkinlikleri Rusya topraklarında çok uzun bir zamandan beri tamamen yasaklanmıştır.Bu karar Rusya hükümetinin aldığı çok uzak görüşlü bir kararıdır. Gülenciler Kazakistan ve Azerbaycan’da çok aktif etkinlikte bulunmaya devam ediyorlar.Kırgızistan’da ise etkinlikleri öyle boyuta ulaştı ki Cumhurbaşkanı Atambaev’i kontrol ediyorlar. Türkler alarm çanları çalıyor. Fakat onların feryadını duyan yok: paralel devlet, onun varlığına el kaldıranlarla çatışmasının tüm izlerini belli etmeden silecektir; olup bitenin bir tuzak teorisi veya ruh hastalığı olduğunu iddia etmeye başlayacaklardır. Türkiye yöneticileri hayatlarını ve ülkelerini kaybetmek üzere oldukları bir derin trajedi yaşadıkları için bugün öyle düşünmüyorlar. Devasa bir ağın küçük bir parçası olan Gülen tarikatı paralel devletin yanında dağ yanında sıçan kadardır. Kazakistan’daki durumun istikrarının bozulmasından, kısa bir süre önce Ermenistan’da yaşanan protesto olaylarından suçlu


Makale ve Analizler - 2016

199

olan Gülen cemaati değildir. Rusya’da ise Türk dili uzmanlarından büyük bir kısmını parayla satın almış olmalarına rağmen, etkileri pek güçlü sayılmaz.Evet, Gülen cemaatinin Rusya’daki etkisi fazla değildir, fakat Rusya’da bambaşka bir kılıf içinde olan paralel devlet çok büyüktür ve devletimiz için ciddi tehlike oluşturuyor. Biz bazen paralel devlete altıncı kolordu diyoruz. İktidara karşı zaman zaman diklenen beşinci kol ordudan farklı olarak altıncı kol ordu, amerikan himayecilerinin emrettiklerini devlet içinde gerçekleştirerek, aynı iktidarın dışında bulunmadığı gibi içindedir ve devamlı onu oyuyor.Ve öyle bir durum ki, paralel devletin temellerini kazıp onu topraktan söküp dışarıya atacak bir güç yoktur. Onları ele geçirmek ya da onlara daha iyi bir yaşam standardı sunmak fayda etmez. Her şey düşünüldüğünden çok daha esnektir: paralel devlet yalnız amerikan üstünlüğünü yaşatan bir alet olmakla kalmaz, aynı zamanda o dünya görüşü yayan bir tarikattır. Türkiye’de ve Türk olan diğer ülkelerde İslam ve milliyetçilik kılıfıyla ortaya çıkmışsa, Rusya’da aynı işleri liberal ideoloji maskesi altına gizlenerek yapıyor. 21.yüzyılın 90’lı yıllarında Rusya’da liberalizm ve Batı hayranlığı adeta bir ulusal ideoloji olmuştu. İktidar ise liberal görüşlerin yayılmasına, liberal enstitüler açılmasına, teorik ve pratik liberal stratejiler geliştirilmesine alabildiğine yardım ediyordu. O zamanların eğilimleri bu yöndeydi. Şimdi Erdoğan ve Gülen tarikatı aynı bunalımı yaşıyor. Erdoğan, Gülen tarikatının başını yılan henüz küçükken ezmedi ve onu yok etmeye hazırlanan aracı kendisi yetiştirdi. 1990’lı yıllarda, Rusya’nın köküne kibrit suyu dökmeye hazırlanan ve onu dünya haritasından ebediyen yok etmeye hazırlanan bir Rus kökenli amerikancı liberal elitin beslendiği doğrudur. Burada kimse hiçbir şeyi üstüne çekip alınmasın, ben paralel devleti anlatmaya çalıştım. Ve Vladimir Putin’in tüm yurtsever ruhlu reformlarına rağmen, günümüzde de Rusya’da paralel devlet büyük bir güce sahiptir. Kaynak: katehon.com Not: Lütfü Mestan bizi liberalizm bataklığında boğmaya hazırlanıyor. DOST partisinin ideolojisi neo-liberalizmmiş.


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çanakkale Onuru Yaşıyor

Levent Rasimov-21.Ağustos.2016

Konumuz: Kuşaktan kuşağa izlerin ortak adı Özgürlüktür. Biz Bulgaristanlı Müslüman Türkler yeni ufuklara açılabilmek için geçmişimizden ışık alıyoruz. Bulgaristanlı Pomaklarımızın ve Türklerimizin ortak tarihsel geçmişi yaşıyor. Dedelerimiz geçen yüzyıl başında aynı cephelerde savaşmışlar. Aynı değerleri ve devleti savunmuştur. O yıllarda doğan kahramanlık destanlarımız, türkülerimiz, atasözü ve değimlerimiz ortak kültürümüzü oluşturuyor. Buluşmanın özdeyişi “Dostu olan zengindir!” Tarihte beraber olanların en yüce erdemi bugün de beraber olmaktır. Canlanan tarih bize, Hiçbir şeyin korkunun kendisi kadar korkunç olmadığını gösterir. Geçen yüzyıldan bize kalan en güçlü silah: “Ne mutlu Türküm diyene!” Ataları Türk topraklarını kururken cephelerde birlikte savaşanların torunlarının 100 yıl sonra Sofya’da buluşması ortak tarihi olanların geleceği de ortaktır umuduna güç kazandırmıştır. Bulgaristanlı Müslüman Türkler Kültürel Etkileşim Derneği 20 Ağustos Cumartesi toplandı ve Çanakkale kahramanlıkları dinledi. Karasu ırmağı (Mesta) boyu köylerinden Breznitsalı tarihi değerlendirme ve anıları yaşarma etkinlikleri -dernek korosu- ve Çanakkale Savaşına katılan Pomaklara adanmış türküler seslendirdi. Çanakkale şiirleri dinlendi. Çanakkale Savaşı, Birinci Dünya Savaşı sırasında (1915 - 1916) yıları arasında Gelibolu Yarımadasında Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri (Antanta) arasında yapılan bir savaştır. Bu savaşa Osmanlı Ordusuna katılarak Batı ve Güney Doğu Rodoplar’dan Türk ve Pomaklar da yoğun olarak katılmıştı. Batı Rodoplar’da bulunan Müslüman Breznitsa köyü hanelerinin hepsi eli silah tutan erkeklerini cepheye göndermişti. Birinci Dünya Savaşında Osmanlı İmparatorluğu ile Bulgar Krallığı Almanya tarafında yer almıştır. Tarihle buluşmada bu olaylar, Türkiye’de yaşayan Pomaklar arasında araştırmalarda bulunanDoktor Zelenegorov’un sunumunda


Makale ve Analizler - 2016

201

dile geldi. Halkın tarih bilgisinin çok kıt olduğuna değinen araştırmacı, “Bulgaristan Müslümanlarının Kaderi” dizisinden Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve Özellikle de Çanakkale Savaşı’na katılanlara yer verdi. Breznitsalı gönüllü erlerin resimleri gösterdi. Hayat yolları hikâyelendi. Olayların akışında 1912’de Batı Rodop Pomaklarının Çar, devler, ordu ve papaz ortak gücüyle Hıristiyanlaştırıldığına değindi. 250 bin kişinin isimlerinin zorla değiştirildiğini, camilerin kiliseye çevrildiğini, fesler toplatılıp yakılırken Pomak Müslümanlara kasket dağıtıldığını slâyt gösterimlerinde canlandırdı. Trajediyi, göçleri, aynı soyları bir asır sonra Anadolu’da bulduğu ayrıntılı anlattı. O zaman zulme dayanamayan Pomak nüfusun büyük bir kısmının Anadolu’ya göç etmişti. Yerleştikleri yerle henüz ısınamadan Gelibolu savaşına gönüllü girişlerini anımsattı. Birinci Dünya Savaşı Cephelerinde Bulgaristan Müslümanları Osmanlı Ordusundaydı. 100 yıl öncesine ait olaylara ışık tutuldu. Bu arada 1914-1918 yılları arasında Birinci Dünya Savaşı’nda Bulgar Türk askeri ilişkileri anlatılırken, savaşta Bulgaristanlı 88 106 Müslüman şehit düşmüştü. Onlardan, 11 bin 580 kişi Müslüman, 9 bin 604 kişi Türk diğerlerin de Pomak’tı. Emperyalist güçlerin Osmanlı üzerinden kirli ellerini kırmak için verilen bu kurbanların günümüzde Bulgaristan topraklarında bir dikili anıtı olmaması acıyla anlatıldı. Breznitsa ve etraf Pomak köylerinden bir heyet bu yıl Çanakkale Şehitliğini ziyaret etmiş, ortak tarihimizin şanlı geçmişindeki beraberliğimizden ilham almışlardır. Kültürel Etkileşim Derneği Başkanı Emine Bayraktar tarihçi Dr. Zelenegorov’dan sonra sözü, çocukluğunda anne babasından, yakınlarından, çevresindeki insanlardan dinlediği Çanakkale öykülerinianlatmak üzere aynı köyden Mehmet Büyüklü’ye verdi. Halk öykücüsü Breznitsa köy folklorunun özünü oluşturan bu olayların bir sözlü sanat dalı oluşturduğunu, büyük ilgi gördüğünü söyleyerek girdi konuya. Çanakkale Savaşı’nın köy toplumunun değer yargı sistemi yarattığına, vatan ve anavatan kavramlarının aynı dönemde doğduğuna ışık tuttu. Köy halkının kullandığı güncel dil olan Bulgarcada yaşayan bu değerler bir ahlak anlayışı ve dünya görüşü kıstası olarak milli uyanışın motoru olmaya devam ediyor. Gençler atalarının mezarının nerede olduğunu bilmek istiyor. Ninelerinin söylediği türküleri söylüyor. Anlattıkları efsane, atasözlerini ve masalları öğrenmek ve devretmek istiyorlar. O olaylar onların kimliğini damgalamıştır. Yerel yönetimlerin ilgisizliğine rağmen, XX. yy gölgesinden korkmayan bu insanlar, geçmişlerine dört elle sarılmış ve kahramanlarıyla yaşıyorlar. Mehmet Büyüklü’nün sayılarının büyük olduğunu söylediği savaş kahramanları arasında, öne çıkardığı ilk isim, Osmanlı’nın İngiliz casusu Thomas Ed-


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

vard Baurens’in kışkırttığı Araplarla Şam Ovası Savaşı’na, ardından da Çanakkale Savaşı’na katılan Recep Nuriev Nuriev’in örneklik hayat yolunu anlattı. Yerel koro grubu Şam Ovası şarkısını onun kahramanlığından ve vatan sevgisinden esinlenerek artık 100 yıldan beri söylüyor, dedi. Aynı savaşa katılan ve köyüne el parmaklarını yitirmiş olarak dönen Şaban Groşarov - Aroma’nın hikâyesini bölge halkı biliyor. Esir düşenlerin içine atıldığı açık bir kireç kuyusuna birkaç yaralı Pomak ile birlikte Şaban Groşarov da itilmiş. Parmakları o kuyunun içinde yanmış, gece kuyudan çıkmayı ve kaçmayı başarsa da sakat kalmıştır. Daha sonra aynı köyden Recep İbrahimov Çavuşev ve Tefik Muharrem birlikte Gelibolu Yarımadası’nda Azaklara karşı mücadeleye katılmışlardır. Onlar ve daha birçok kahraman Batı Rodoplar’a döndükten sonra Makedon İç Devrim Örgütü’nün (VMRO) halk üzerindeki, devlet içinde devlet kurarak uyguladığı baskı, yargısız infazlar, eli tutan Pomakları kendi kirli işlerine alet etme baskıları anlatıldı. Güney Doğu Rodoplar’dan Çanakkale Savaşı’na katılan sayıları 10 bine yakın olan Türklerin kahramanlıklarını ise Dr. Sabri İbrahim Alagöz anlattı. O, sunumunda Bulgaristan Türeleri’nin şiir geleneklerinden seçme Çanakkale dörtlükleri okudu. Bu şiirlerde vatan-bir ve anavatan motiflerinin büyük bir ustalıkla işlendiğine dikkat çekti. Yine bu dönemde (1913) merkezi Koşukavak olmak üzere, Güney Doğu ve Batı Rodop Müslüman Türklerinin Doğu Rodop Müslüman Türk Cumhuriyeti kurulduğunu, çok kısa bir zamanda, bu Türk Cumhuriyetinin Eğiri Dere, Darı Dere, Kırcaali, Mestanlı, Nevrekop ve diğer bölge kazalarında iktidar olduğuna değindi. Doç. Dr. İbrahim Yalamov ise, konuşmasında Balkan Savaşı ile Gelibolu Savaşını farklı bir yaklaşımla anlattı. Balkan Savaşı’na Deliorman köylerinden Bulgar Ordusu için asker toplandığını, Çanakkale’ye gidenlerinse gönüllü olduklarını söyledi. Bu savaşlara karılanların anlatımlarında ve halkımızın ruhunda vatan ve anavatan duyumlarının oluştuğunu ve güçlendiğini esaslandırdı. Çanakkale Savaşı’nda Bulgaristan ile Osmanlı Almanya cephesinde müttefik olsalar da, Bulgar askerleri bu savaşta Osmanlı cephesinde yer almamıştır, dedi. Söz alan aydınlardan Hikmet Efendiev ise, doğup büyüdü Koşukavak’a bağlı Slivarka köyünden Çanakkale kahramanı, İngilizlere esir düşen ve 6 yıl Hindistan’da esir kamplarında kalan, Kamil Ahmedov’un öyküsünü ve Şam Ovası Savaşı Savaşı’ndan dönerken Ege Denizi dalgalarına yenik düşen yine aynı belediyeye bağlı Lale ve Çayka köylerinde 7 kişi hakkında dinlediği efsaneleri canlandırdı. Bölgede “Halilim” ve “Martinim” türkülerinde o yılların duygularının dile geldiğini ve dün olduğu gibi bugün de halkın ruhunda yaşadığını


Makale ve Analizler - 2016

203

belirtti. Gelibolu kahramanlarından Mehmet Ağa öyküsünün, Rus yazar Radi Fiş’in “Nazımın Çilesi” kitabından, Nazım Hikmetle birlikte Bursa hapishanesinde yatan Şunmulu Mehmet Aga’yı anımsattı. Breznitsa köy korosunun söylediği türkülerden birinde ise, yine Doğu Rodop Müslüman Türk Cumhuriyeti sınırlarına giren Yambol şehrinden Pomakların Balkan Savaşında yerlerinden sökülüp göçe zorlanmalarını dile getiren gönül yakan bir türkü de söylendi. Bu halk yaratıcılığında köylerinden ve mülklerinden kovulan Müslümanların Tunca nehri boyunca yeni vatan arayışı serüveni yaşatılıyor. Çanakkale anılarında buluşma gecesini renklendiren Deliormanlı tambura ustası Musa Tınalı ise, Çanakkale Türküsünü katılan erkeklere beraber söyledi. Kahramanlık türkülerinden bir demet sundu. Bulgaristan Türkleri ve Pomakların gözde sivil toplum örgütü olan Kültürel Etkileşim Gençlerimizi Tarihle Buluşturalım programını böylece tamamladı. Bu program çerçevesinde Sofya Şehir Kütüphanesi salonlarından birinde Bulgaristanlı Müslüman Türklerin hayatını görsele yen bir resim sergisi de açıldı ve büyük ilgi gördü. Yaz aylarında süren son etkinliklere Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) ve tescil çalışmalarına adli tatil gerekçesiyle ara verilen Sorumluluk, Tolerans ve Özgürlük için Demokrasi - DOST partisinden katılan yetkili yoktu.


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Milli Dava Bizim Davamızdır. Bu Vatan Bizimdir

BG-SAM-21.Ağustos.2016

Konu: Yenikapı’da Türk Milletinden Demokrasi dersi Emperyalizmin yarattığı her şey gibi terör de karşımıza kırk yüzlü bir cin gibi çıktı. Adı, PKK, FETÖ hainler çetesi, PDY, DEAŞ ve daha çok farklı kriptolu hain hareketleri olabilir. Olaylarda bunların hepsinin yaklaşık yarım asır önce topraklarımıza, bölgemize ve aramıza başkasını değil bizi yok etmek için saçtıklarını gördük. Hedeflerinde bizi “eğiterek”, bizi silahlandırarak, aramızdan “devrimciler, demokratlar, hocalar, imamlar, hacılar” yetiştirerek, devletimizin içine sızarak, hepimize dehşet yaşatarak, hayatımızı kabus ederek, bizi yok etmek vardı. Onların hesaplarına göre, 15 Temmuz 2016 katliam kalkışmasından sonra bizi birbirimize kırdırmaya, kantonlara bölecekleri topraklarımızı idare etmeye dış güçler davet edilecekti. Halkımız esir düşecek, milletimiz köleleştirilerek, vatanımız bir sömürge haline getirilecekti. Başımıza gelenlerin, verilmiş sadakamız varmış büyük yürekli halkımızdan başka adı yoktur. “Türk milleti yenilmez!” diyenler bir daha haklı çıktı!


Makale ve Analizler - 2016

205

20. yüzyıl tank savaşları yüzyılıydı. Barış, vatan, demokrasi, özgürlükler ve cumhuriyet davasında hiçbir halk tankları çıplak ellerle durduramamıştı. Hiçbir halk geleceği söz konusu olduğunda, biz gibi, tek el, tek kol ve tek yürek olamamıştır. Ana-vatanı koruma davasına biz gibi katılırken yenilmez ortak ruh oluşturamamıştı. Çılgın Türklerin darbeyi kahretme şölenini yaşamamıştı. En önemli olansa, geçen yüzyılın başlarında omuz omuza olan Anadolu ve Rumeli Türkleri, Türkiye Cumhuriyetini seven ve Türk halkıyla kardeşçe birlik ve beraberlikte yaşamak isteyenlerin hepsinin yeni yüzyılda da ortak vatan ve demokrasi cephesinde buluşması oldu. Hiçbir halk el, kol, ayak, bacak kaybetmiş gençlerin böyle sürekli “Vatan Sağ Olsun!” deyişini görmemişti. Vatan cephesinin kararlı, sağlam, cesur ve güvenilir mevzilerinde Trakya, Balkan ve Bulgaristanlı soydaş kitlesinin mevzi alması gurur verdi. 5 milyonluk “Yenikapı Şehitleri Anma ve Demokrasiyi Koruma” mitinginde milyonlarca bayrak dalgalandıran, ay yıldızlı bayrak altında tek yürekte ve iradede buluşan yepyeni ve çok güçlü bir siyasi atılımda kenetlenen “Büyük Türkiye Bayramı”nı kutladı. 79 milyonun ay yıldızlı gönül buluşması çağrısız bir davetti.


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Başbakanımız Sayın Binali Yıldırım, Meclis Başkanı, Genel Kurmay Başkanı ve muhalefet liderleri konuşmalar yaparak 15 Temmuz kahramanı halkla kucaklaşıp kaynaştılar. Ne Avrupa’da ne dünyada Baş Komutanın bir telefon çağrısına uyarak 3 hafta boyunca tüm meydan, kavşak ve yolları doldurup taşıran, demokrasi kavgası veren bir başka halk yoktur. Bu kavgada Bulgaristanlı soydaşlarımızı ve Bulgaristan Müslüman Türklerini temsil eden BULTÜRK - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği ile BG-SAM Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi vardı. BULTÜRK bayrağı tüm nobetlerde göklerde dalgalandı. 15 Temmuz gibi karanlık geceler yolların ayrıldığı gecelerdir. Türk milleti o gece “olsun bir şey olmaz” zihniyetinden kurtuldu. Üst akıl maskeli FETÖ, PKK, PDY ve PYD iç ve dış terör örgütleri, (ABD-İngiltereAvrupa) nın emir kulları bir yana, biz demokratik vatansever güçler bir yana çizgisi çekildi. Varsın Türkiye halkını dize getirmek isteyenlerin ABD - FETÖ - emperyalizm müttefikliği devam etsin! Washington’un FETÖ hain çetesinden vazgeçmeyeceğini biliyoruz. PKK bugün de ateş ediyor. Fakat hepsini pes ettiren, iç savaş davetli bir NATO ve Birleşmiş Milletler askerlerinin ana-vatanımızı işgal planının bozguna uğratılması oldu. Bu, Çanakkale Zaferi kadar görkemli bir zafer oldu. 50 yıl boyunca bir zehirli ağa gibi bütün Türkiye’mizi kuşatanların PKK saldırılarını kışkırttığını; DEAŞ’ı destekleyerek Türkiye Cumhuriyetini rencide etmekten çekinmediğini görüyoruz. İlk mevzilerinden püskürtük şimdi doğudan geleceklerdir. Büyük tehlike geçmemiştir. Artık kalkınmaları PKK üstlenmiştir. Yeni devlet yapılanmasıyla dünyaya yeni bir örnek oluyoruz. Hiçbir devlet Türkiye Devletinin yaptığı; hainler, demokrasi düşmanları ve halk düşmanları temizli-


Makale ve Analizler - 2016

207

ğini bu denli kararlı ve acımasız gerçekleştirmemiştir. “Yenikapı” bir adalet mitingi oldu. “Şok” geçiren Avrupa tarihinde, “Ben şehit olmaya gidiyorum!” deyip kurban olanların ne köprüsü ne de gökleri delen anıtı vardır. Anavatanımız bir hukuk devleti olmaya devam edecektir. Türk devletine güvenmeliyiz. Büyük bir felaketin, bir iç savaşın ve 20 yüzyıl boyunca bizi köle gibi sömürüp süründürmek, içimizi oyup bitirmek ve sağ kalanlarımıza “hadi geldiğiniz yere” demeyi planlamış bir küstahlığın eğişinden döndük. Türkiye olarak, Anadolu ve Trakya olarak birbirimizi yeniden bulduk. 21. yüzyılın da Atatürk ruhuyla yaşamak istediğine bir daha inandık. Biz bu davada bizde varız. Şanlı 15 Temmuz destanımız, bizim de destanımızdır ve devam etmelidir. FETÖ’yü yendik, diğer terör örgütlerini de yok etmek zorundayız! Arkalarında dev Devletleri olan? Yaşadıklarımız bize emperyalizme, NATO’ya güvenerek iç ve dış terörle mücadele etmemizin başarılı olamayacağını gösterdi. Terörle mücadelede, NATO, AB ve ABD müttefiki olan Türkiyeyi anlamamıştır. Bir barış dini olan İslamı anlayamamıştır. Anlamak da istemiyor. DAEŞ İslamın temsilcisi değildir. İslam tarihi nice DEAŞ’larden arınmıştır. FETÖ ve DEAŞ, PKK ve PDY sapkın din anlayışı dayatmaya çalışan terör örgütleri olup gerçek İslamın düşmanlarıdır. Bu sözler, Bulgaristan’da ki cehalet ve sapıklık için de geçerlidir. Bu örgütlerin ana hedefinde, İslam dünyasını emperyalizm saldırılarına açmak, Müslümanları haçlılara kırdırmak var. Anaların ve bebelerin üzerine savaş uçaklarından atılan bombaları başka bir şekilde anlamak mümkün olamaz! Bulgaristan’da 1992’den beri FETÖ ile işbirliği yaparak kimliği olmayan, dini olmayan, diyalog zincirlerine bağlanmış, mekanik kafalı köle kadrolar eğiten HÖH partisi ve NATO deyip içi biçilen DOST partisinden pusulasını yeniden ayarlaması samimi ricamızdır. Biz ahlakımızla, tarihimiz ve bu günümüzle gurur duyarak yaşamak isteyen yeni bir kuşağız. FETÖ kanser hücreleri halkımızın bünyesine de yayılmıştır. Türkiye’deki temizlik bizde de yapılmalıdır. FETÖ kalıntıları siyasi yapılarımızdan kesilip atılmalıdır. Halkımızı aldatmaya, kullanmaya ve ezmeye kimsenin hakkı yoktur. Bu vatan ve gelecek bizimdir! Ne yaparlarsa yapsınlar Büyük Türkiye’yi dünyaya inat Türkler ve mazlum halklarla hep birlikte kuracağız.


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkiye’yi Ele Geçirme Hayallerinin Hamalları

Rafet Ulutürk-23.Ağustos.2016

Konu: Çocuklarımızın FETÖ imamı olmasını istemiyoruz. Nasıl ki, mayalanmış bir hamur tekneden taşarsa, düşmanlık aşılanan sosyal katmanlarda toplumsal düzene kalkışır. Biz bunu, dış ülkelerde eğitim alan PKK militanlarının Güney Doğu tabanımıza saçtığı “özerklik” gibi tohumlarla bacanın ateş aldığında gördük, yaşadık, yaşıyoruz. Bölücü hain güçler (ABD İngiliz) taraflarından Türk halkının istikbalini çalmak için eğitilmişti, silahlandırıldılar ve kasıp kavuran, ateşe verin, acımayın öldürün düğmesine basıldığında insafa gelmek yoktu. Ölüm tugaylarının lideri, kurmayı, mağara kampları, silah depoları vardı. Canlı bombalar eğittiler. Onlar için terör bir oyundu. Hainler ölüm oyununu pişti oynar gibi oymayı planlamıştı. PKK öncülüğünde bu oyunu 40 yıldan beri oynatıyorlar. Oyun kartlarını elinde tutan baş hainlerin parmakları yanmıyor, fakat Türkiye’ye ölüm taşıyan taşeronlardan hiç biri hayatta kalmıyor. “Kürdistan” diye adlandırdıkları bölgenin şehirlerinde “Kardeşliğe Davet!” Mitingleri yapılıyor. Halk tabanı terörü ve bölücüleri lanetliyor. Türkiye Cumhuriyetini ele geçirmeyi hayal edenler, hainliğin en eski araçlarından olan bölücülükle yan yana, devletin özüne, makamlarına, adliye ve silahlı kuvvetlere sızma, iletilimde, basın-yayında ve eğitimde hakim olma, son sözü söyleme çabalarına hiçbir an ara vermediler. Düşüne biliyor musunuz? Türkiye Sağlık Bakanlığı hastanelerinde doğan çocukların isimlerinin kendini “dünya imamı” ilan eden, Pensilvanya sapığı tarafından verildiğini! Evlatlarımızın kaderi asla geri alamamak koşuluyla o haine kaptırdığını!! Ne kadar acı, ne kadar korkulu ve ne kadar tehlikeli! Düşüne biliyor musunuz? Milyonlarca çocuk daha doğduğu an FETÖ ağına nasıl düşürtüldü? Bu zavallıların beyinlerinin nasıl boş bırakıldığını, zihinlere Atatürk düşmanlığının, vatan hainliğinin, cumhuriyet ve demokrasiye ihanetin nasıl işlendiğini, özgürlük ve kardeşlik düşmanlıklarının nasıl aşılandığını...!? Evet bunlar profesyonel bir çalışma sonucu aşılandığını?


Makale ve Analizler - 2016

209

Çocuklarımızın canlı bomba haline getirildiğini?! Ne kadar acı, ne kadar korkulu ve ne kadar tehlikeli! Düşüne biliyor musunuz? Asker, polis, jandarma ve adaletten önce, Halkımızın hikmetini, halkımızın aklını, halkımızın uyanıklığını yok etmek istemişler. Halkımızı fiziksel ve zihinsel olarak felç etmek istemişler. Bizi uyurgezerler toplumu haline getirmeyi amaçlamışlar. Bizi toplu ölüme hazırlıyorlarmış... Ne kadar acı, ne kadar korkulu ve ne kadar tehlikeli! Düşüne biliyor musunuz? Kardeşi kardeşten ayırıp, ayrı ayrı ama kardeşlerin, Atatürkçülerin, vatanseverlerin, mazlumlarımızın hepsini öldürmek istemişler? Listelerimizi hazırlamışlar. Cesetlerimizi atacakları hendekleri belirlemişler... Ne kadar acı, ne kadar korkulu ve ne kadar tehlikeli! Düşüne biliyor musunuz? Olanlar öyle bir şey ki, şiir destan yazmak gerekmez. Romanlarla öykülesen de olacak ki! Hiç birimizin mezarı, mezar taşı olmayacaktı. Hepimiz it çöplüğüne atılacaktık? Vatan toprağında Galata Kulesi kadar izimiz kalmayacaktı. Ne kadar acı, ne kadar korkulu ve ne kadar tehlikeli! Düşüne biliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyetini ele geçirmek isteyenlerin hainliğini, Türk ve Türkiye düşmanlığını, çocuklarımızın hepsinin yok edilme planlarının gündemde olduğunu ve belki de bir daha asla kurtuluşumuz, bayramlarımız, doğum günümüz olmayacağını? Ne kadar acı, ne kadar korkulu ve ne kadar tehlikeli! Düşüne biliyor musunuz? Bütün bir halkın bakan kör ve köle haline getirilebileceğini! Ölümü, yok olmayı, tarihten silinmeyi elzem bilen duruma getirilebileceğini! O biz Türkler olamayız kardeşler! Bu tuzak bize kurulmuştu. Büyük oyun bozuldu. Artık büyük olan, oyun kuran biziz. Ava giderken ABD - İngiltere’yi avlayanda Biziz. Hezimete uğrasalar bile, yine de, düşüncesi bile, ne kadar acı, ne kadar korkulu ve ne kadar tehlikeli! Düşüne biliyor musunuz?


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

FETÖ (Koalisyonu) hain darbe planı gerçekleştiğinde halimiz ne olurdu sevgili soydaş kardeşlerim? Hepimize yeniden göç yolu görünecekti. Evimizi, anavatanımızı bırakıp göç yollarına düşecektik. Alın yazısı deyip gidecektik. Ölen kardeşlerimizin acısıyla, parçalanan anavatanımızın feryadıyla, iç savaş ateşinde kaçarak yollara dökülüp yine sel olacaktık. Düşünmek bile ne kadar acı, ne kadar korkulu ve ne kadar tehlikeli! Verilmiş sadakamız varmış. Büyük bir facia atlattık. Yirmi birinci yüzyılın büyük önderi Sayın Recep Tayyip Erdoğan Türk silahlı kuvvetleri Başkomutanı sıfatıyla halkı meydanlara çağırarak hayatı ve düşmanların hesaplarını kilitledi ve kurduğu oyunla Koalisyonların darbe kalkışmasını hezimete uğrattı. Büyük bir halk olduğumuzu yedi binyıllık tarihimiz olduğunu bileğimizin asla bükülemeyeceğini tekrar dünyaya gösterdik. Emperyalizm, köleliği, orta çağ ilişkilerini, uşaklığı bize dayatamayacağını bir daha gördü. Atatürk zaferlerinden sonra ilk defa durumu lehine dönüştürme denemesi 15 Temmuz’da son kez kesin duvara tosladı. Dünyaya tekrar rezil oldu. Fakat bu ağır gelişmelerden mutlaka çıkarılması gereken dersler var. Bir defa emperyalizmin İslam Dünyasında dünya imamlığı planı hala canlıdır. Bu hayalin sert çekirdeği FETÖcuların henüz ellerinde bir kozdur. Baş haini ABD vermek istemiyor. Kıvranıyorlar. Tarihlerinde ilk kez bu konuda masaya oturmak zorunda kaldılar. Yani geriliyorlar. Amerika Başkan Yardımcısı Joe Biden son de PKK’yı kurtarmak ve PYD’yı Fırat nehrinin Batı kıyısına geçirmek için gelmişti, şimdide FETÖ’yu iade etmeme veya generallerine karşılık verme derdinde. Anlaşılan Türkiye’nin güçlenmesinden en fazla rahatsız olan İngiltere ve Beyaz Saray! Türkiye olmadan Yeni Dünya kurulamaz; İkinci olarak yenidünya Türkiye olmadan kurulamayacak, Batılıların üstesinden gelemediği sorunlar var. Bunların en önemlisi sığınmacılar problemidir. Avrupa liderleri İtalya’da yaptıkları son dörtlü zirvede göçmen - sığınmacı sorunlarını Türkiye’siz çözmenin mümkün olamayacağını itiraf etti. Türkiye’de darbe planlarının suya düşmesi hepsini düşündürmekle kalmadı, felç etti. Onların sistemli hainliği 100 yıldan beri Mustafa Kemal Atatürk dış siyasetindeki devamlılıkla yüzleştikçe hayal kırıklığı yaşıyorlar. Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın esnek ama ödünsüz dış siyasetini aşamıyorlar, endişeleri arttıkça artıyor.


Makale ve Analizler - 2016

211

Üç olarak, emperyalizm ve işbirlikçilerine bağlanmış olduğu oranda iktidar değişikliğine zorlanan Türkiye’de 2003’ten beri bu formül bu hükümete sökmüyor. Bu da Batıyı rahatsız ediyor. 7 Haziran 2015 seçim oyunuyla parlamenter sistemimizin tıkayabildiler ama beklenen sonucu vermedi. Bu sefer Devlet Bahçeli oyunlarını bozdu. Son 6 yılda denenen 15 darbe denemesi sökmedi. 15 Temmuz da başlarına patladı. Durumu değiştiren, yeni oyun kurucu Büyük Türkiye’dir. İşler, ipler Türkiye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eline geçti. Rüyaları kâbus oldu. Dördüncü, Türkiye halkının FETÖ ile PDY’nın iç hortlamasına 15 Temmuz cevabı tekrar yedi düvele örnek oldu. Dünya halkları 15 Temmuz’da 1919 Türkiye’si ruhunu gördü. Yeni doğan kardeşlik gücünü 80 milyondan alıyor. Beşinci, Türkiye’de halk 2016’da cepheyi geniş aştı. Bir defa Amerikancı PKK kendi hendeklerine gömüldü. İninde vuruldu. 15 Temmuz 2016 tarihinde yine Amerikancı - İngilizci bölücü FETÖ örgütünün gece darbesi girişimi halk - ordu birlikteliyle önlendi ve ezildi. Türk halkı hiçbir düşmandan korkmadığını kanıtladı. Cesaretine cesaret kattı. Kısacası etnik PKK ve dini FETÖ kanlı kalkışmalarına karşı halk- ordu direnişleri eylemlerde zafer elde etti. Türk halkı büyük bir olay yaşadı. Savaşarak cumhuriyet, demokrasi ve özgürlüklerini daha da pekiştirdi. Birlik ve beraberlik yolunda yeni adımlar attı. Bu arada 21. yüzyıl hainliğinin ilk çizgilerini ortaya çıkarırken, karşı-devrim ve darbe yolunun da halkların güç birliği ile kapanabileceğini gösterdi. Şimdi hainlerden arınıyor. Yeni atılımlara bileniyor. Görüldüğü üzere emperyalizm maşası PKK - FETÖ hainliğine karşı mücadele tarihi önemlidir. Türkiye’nin artık milli meselesi olmuştur. Bu arada FETÖ kuyruğunu koklayarak feodalizmin ülkemizdeki kalıntıları olarak sürünen Nurcular, Nakşibendîler ve bilinen toplam birçok tarikat emperyalizm memesinden süt beklediği için, hepsine karşı uyanık ve dimdik olmalıyız. Bulgaristan’da bile, isimlerimizi değiştirenlerin, bize anadilimizi ve dinimizi yasaklayanların FETÖ elemanlarına sahip çıktığını görüyoruz. FETÖ konusunda alınan tavır, dostu düşmandan ayıran çizgi olmuştur. Emperyalizmin bizdeki dayanaklarından biri de yerel ağalık düzenidir. Onun da demokratik reformlarla yüzleşmesi zamanı çoktan geçmiştir. Kısacası, Orta Çağdan kalan tüm küflü zihniyet sökülüp atılmadan, FETÖ, PDY ve PKK-PYD hiçbir izi kalmamak koşuluyla yok edilmeden Yeni Büyük Türkiye kurmak zor olur.


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz Dünya İmamlığı içinde Türkiye şubesi olmayı asla ve hiçbir zaman kabul edemeyiz. Son olarak da artık dünyayı okuyalım dünyayı okumak için de akıllı olmak zorundayız, Dünyayı yönetmek için ise aklı öne koymalıyız. Zaman geldi tekrar ayağı kalkma zamanı geldi, isteselerde istemeselerde Türkler tekrar Dünya yönetiminde söz sahibi olacaktır. Saygı ve sevgilerimizle,

Yeni Bir Ruh Doğdu

Rafet Ulutürk-23.Ağustos.2016

Konu:Yenilemez bu halk! Fikir olmadan hedef oluşmaz. Hedef belirlenmeden zafer elde edilemez. Zafer ya bir yıkım ya da bir doğuştur. 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi yerli ve yabancı düşmanlarımızın (ABD - İngiltere - Avrupa) Türkiye Cumhuriyetini yıkma hedefine kilitlenmişti. Hain darbe denemesinin özünde ve başında Fetullah Gülen Terör Örgütü FETÖ, Paralel Devlet Yapılanması PYD ile PKK ve DEAŞ gibi uluslararası terörün taşeronları da buna katılanlar arasındaydı. Hepsi yenildi ama pes etmediler. Türk halkının Osmanlı tokadı onları bir gecede yere yıktı. Ne var ki, devirmek istediğimiz iktidar ülkeyi yönetemiyor, kaosla baş edemiyor, bizse daha da acımasız olabiliriz gibi ortak sinyaller veriyorlar. Gaziantep’te 12 yaşında bir canlı bomba 51 ölüm getirdi. Hainlikte sınır yok. Büyük hedeflerinde hepimizi yok etmek ya da bu topraklardan Tanrı dağlarına kovmak vardı. İstanbul, Ankara, Bursa ve daha birçok canlı bomba terör olayı, vahşeti 15 Temmuz karanlığına taşıyanların planlı hareket ettiğini doğruladı. Bu hain planın maddelerinde, Anadolu Türkü, Trakyalı, Balkanlı, Kavkaslı, Orta Asyalı, Kıbrıslı kardeşlerinden, dünya Türklüğünden koparmak, Kürdü Arap’ı Türk’e düşman etmek, hepimizle ama ayrı ayrı hesaplaşma vardır. Kaç kişi öleceği, ne kadar kan döküleceği umurlarında değil. Tırmanan hainlik bir toprak ve iktidar kavgasıdır. Bu, eski bir kavgadır.


Makale ve Analizler - 2016

213

İngiliz başbakanı Churchill’in Çanakkale’den çekilirken “Biz Anadolu’yu Türklere bırakmayacağız” demişti. Bu, geçen asırda strateji olarak geliştirildi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1952’de NATO’nun Türkiye’ye yerleşmesiyle müttefik maskesi takan Birleşik Amerika, 3 askeri darbe kışkırttı, fakat bu stratejiyi son hedefe taşıyamadı. Askeri darbeler, halkımızın eğitti en aydın evlatlarını katletti. Vatandan kovuldular. Bunlar yapılırken emperyalist “üst aklın” dikkatini bir ayrıntı çekti. Türkiye’nin yeni nesilleri doğuştan zeki, doğuştan vatansever, doğuştan Atatürkçüydü. Hain stratejinin başarıya ulaşması için bu durumun değiştirilmesi gerekiyordu. Bu, 19. ve 20. yüzyıl kendilerince denenmiş, fakat başarılı olamamışlardı. Bu işin hikâyesi uzun olduğu kadar, yapılan masraf da büyüktü. Osmanlı’nın mezarını kazacak kadroları eğitmek amacıyla daha 1819’da Anadolu’ya ilk Amerikalı misyonerler gelmişti. Okulları, hastaneler, hayır dernekleri ve konsolosluklar açarak Osmanlının kırılmazlığıyla ünlü halk mermerini din ve etnik damardan çatlatmak için mil çakmaya başladılar. Dünyayı Protestanlaştırmaya, Ermenileri Katolikleştirmeye, Bulgarları milli bağımsızlık için ayaklandırmaya vb kışkırttılar. Bulgarların anayasa ve dini bağımsızlık isteklerinin eksiksiz yerine getirilmiş olmasına rağmen 1876 başkaldırısı dıştan gelen kışkırtılar sonucu oldu. 1890’da Harput, Antep isyanı da onların işiydi. Arasız çabalara karşın, 1923’te kurulan Cumhuriyet tamamen milli, antiemperyalist ve demokratik ruhluydu. Oluşan yeni Türk milli kimliğinde onların 100 yıl ektikleri tohumlardan esinti bile yoktu. Osmanlı’daki 23 ABD konsolosluğu ve 384 Amerikan kolejinin etkinlikleri sanki boşa gitmişti. Bir Hıristiyan’ın, bir Müslüman Türkün zihnini, dilini, dinini, geleneksel şuurunu değiştirebilmesi imkânsızdı. Geçen yüzyılın ortalarında körelterek zihin yönlendirme ödevini yerli taşeronlara yükleme kararı alındı. Geçen asrın ikinci yarısında kurulan, 2016’da Türkiye’deki toplam sayısı 1700 okul, dershane ve yerleşke olan “Türkün aklını kurutma” tesisleri bu stratejiye göre çalıştı. Pensilvanya’daki FETÖ merkez yerleşkesinden yönetilen Türk gençliğini körleştirme eğitiminin mevzuatında Türklüğü uyandırmadan İngiliz sömürgelerinde başarılı olan köle olmaktan gurur duyma psikolojisi aşılanıp hâkim kılınmak istendi. Hedeflenen, düşünemeyen Türk tipinin biçimlenmesinde mekanik uygulayıcı model yer aldı. Bilgisayar oyunlarında binleri öldürenlerin sokakta 10 kişi öldürmesini normal karşılayan algı beslendi. Sanal ortama kolektif katliam dayatıldı.


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz, BULTÜRK - BG-SAM yayımcısı olarak 15 Temmuz 2016 kalkışmasını açıklarken darbe, kalkışma, karşı devrim kavramlarını kullandık. Çünkü bu karşı devrim özü itibariyle Atatürk devrimlerimizi, Cumhuriyetimizi alaşağı etmeyi amaçlayan bir silahlı kalkışmaydı. Halkımızın seçtiği Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan öldürülecek, hükümet ve meclis dağıtılacak, hukukun üstünlüğü ilkesi ayakaltına alınacaktı. Devlet idare yöntemi olarak parlamenter demokrasimiz faşizm diktatörlüğü ile değiştirilecekti. İstiklal ve bağımsızlığımız yok sayılacak, köleleştirilmiş bir devlet gibi yabancı güçler tarafından idare edilecektik. Uygarlığımızın ana temeli olan laiklik ilkemiz hasıraltı edilip yerine ılımlı İslam’ın diğer dinlerle diyalog yoluyla kaynaşma prensipleri yasallaştırılacaktı. Karşı-devrim Cumhuriyetle yanan özgürlük meşalemizi söndürüp istikbalimizi zindan edecekti. Karşı-devrim durdurma örneği veren halkımız dünya kahramanıdır. 1973’te Salvador Allende devrilirken Şili halkı yapamamıştı. Meclisi bombalatan pilotta, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve ailesini, Başbakan Sayın Binali Yıldırım’ı ve ailesini yok etmeye yeltenenlere, vatandaşları sokaklarda çiğneyen tankları sürenlere, halka ateş açan askere, 260 kardeşimizi kurşunlayan ve 2 bin 500 kardeşimizi de yaralayan insan kopyası “taş kafa” tipler gördük. Bunlar aramızda dolaşan, camide namaza duran ama amerikan kölesi olma sevdasıyla yaşayan hainler olduğunu düşündükçe kahroluyorum. Yüksek lisanslı, diplomalı, rütbeli, takım elbiseli ve hatta kravatlı olmaları hiçbir şey ifade etmez, onlar Türk ruhu söndürülmüş, yerine Türk düşmanlığı aşılanmış kendini beğenmiş tiplerdir. Düşmanımız aramızda ve karşımızdadır. Kendilerini emperyalizme satmış, Türkiye Cumhuriyeti’ni bölüp parçalayarak bölünecek devletimize diz çöktürme stratejisini kabul etmiş gözü dönmüş halk düşmanlarıdır onlar. Görüldüğü üzere, hainler NATO üyeliğimiz yıllarında paralel yapılanma biçiminde TSK’ne, askeri okul ve akademilere, eğitim ve yargı sistemine, polis ve jandarmaya, kadın ve gençlik örgütlerine, büyük sayıda aileye sızmıştır. Devlet bünyesine dolandırıcılık, vurgunculuk, yalanlama gibi yöntemler taşımıştır. Türk halkının adalette, hukukun üstünlüğüne ve demokratik ilkelere olan inancı yaralanmıştır. Vaktiyle Osmanlıya stratejik tuzak kuranların, Türkiye Cumhuriyeti’ne de FETÖ aracılıyla uzun süreli komplo düzenlemelerinde şaşılacak bir şey yoktur. Olayın sert özünde (çekirdeğinde) şu var. Bir gerçektir:


Makale ve Analizler - 2016

215

Türk - İslam dünyasına hâkim olamayan dünya egemenliği kuramaz! Bu sonsuz zenginlikler âlemine hakim olma anahtarı ise Türkiye’nin elindedir. Halifeliği İstanbul’a taşıyan Osmanlıdır. Yeni uygarlığı hayata çağırırken ise onu kaldıran bir kenara bırakan yine Türkiye meclisidir. Günümüzdeyse İslam Ülkeleri Konsey Başkanı Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. En güçlü bölge Türk-İslam çoğrafyasında lider devleti de Türkiye’dir. Cumhuriyet ilanının 100.yıldönümüne Büyük Türküye atılımları birçoklarını ürküttü. Dünya şaşkınlıkla izlemeye başladı, hepsi bir anda ürktü. Türk-İslam Dünyasında beklentiler Türkiye Cumhuriyeti’ne döndü. Özellikle son yıllarda ateşi sönmeyen Yakın Doğu üstüne strateji geliştirip savunan, oyun kuran Türkiye’nin Yeni Türkiye Başkanı oldu. Irak, Suriye ve Yemen’de kan döken, bu ülkeleri parçalamak isteyen, “Arap Baharı” ile Türkİslam medeniyetine ölümcül darbe indirmek isteyen emperyalizm olduğunu defalarca yazdık, çizdik. Ejderha taşeronluğuna soyunmuş PKK - DAEŞ, PDY, PYD ve diğer çakal sürüsünün hain “üst aklın” emrinde olduğunu, emperyalizme hizmet ettiklerini, ülkeleri parçalamanın barışa götüren bir yol olmadığını defalarca vurgulayan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu. Dünya halkları Yakın Doğu’da en güvenilir, en barışçı, en huzurlu devletin Türkiye Cumhuriyeti olduğunu gördüğü için, 4 milyon sığınmacıya kucak açtık. Kıskanıyorlar. Terör bombaları nu nedenle kamplarda, düğünde, nişanda, pazarda patlıyor. Türkiye’de kaos yaratılmak isteniyor. Çok can alan Gaziantep katliamının özüne baktığımızda, artık terör bombalarını sığınmacı bölgelerinde, kamplarda patlatıp, savaş kaçaklarının rahatını bozmak, onları yollara dökmek istediğini görüyoruz. Dolayısıyla “bakın Türkiye Cumhuriyeti uluslararası angajmanlarını yerine getiremiyor, orada kaos var, duruma hakim olamıyorlar.” Gibi saçmalıklar savurduklarını işitmeyen kalmadı. Terörcü propaganda halkı kışkırtıyor. Onlar bizi komşumuz Irak saldırısına sürükleyemediler. Suriye ateşine itemediler. 15 Temmuz darbe girişimi kafalarında patladı. Halen gerginliği daha da tırmandırmak için çocuklara, kadınlara saldırıyor, düğünleri bombalıyorlar. Ve dünya İnsan Hakları Örgütleri, demokrasi kalelerinden borazan sesler yükselmiyor. Kimin hangi tarafta olduğunu görmeyen kalmadı. Stratejik tuzaklar konusunda tarih ne diyor?


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Jean-Jacques Rousseou (1712 - 1778) “Toplum Sözleşmesi”ni yazdı ama Fransız Devrimini göremedi. Sosyal devrimler darbelerden farklı olarak yasaldır. Değişiklik isteyen tabanın kaynamasından güç alır. “Devrim rüzgârı geliyor” fikrinin babası Paris sokaklarında akan kanı görseydi, belki de sosyal devrimlerle ilgili fikrini değiştirirdi. “Akan kanın önemi yok” onun satır aralarından alınmıştır. Devrim acısı tatlıdır. Acı olan darbe acısıdır. Bütün millet aya kalktı. Şehitlerimiz var. Bunu nasıl unuturuz! Demokrasi destanı yazdık. Aziz vatan için ayaklandık. Birlik ve beraberlik cephesinde buluştuk. Yeni ortak bir ruhla doğduk. Birlik ve beraberlik cephesinde buluştuk. Darbeleri lanetleyen, demokrasi ve özgürlükleri yaşatan yeni ruhla kucaklaştık. Büyük dirilişin “Yenikapı” halk şölenini yaşadık. İnsanoğlu acısını yaşamadan felaketin büyüklüğünü göremiyor. Biz görebildik. Maximilien Robespierre (1758 - 1794) Büyük Fransız Devrimini yaşadı. Düşmanlarının hepsinin kelesini kaydırma hevesi onun kellesini giyotine götürdü. FETÖ kadar hevesliydi. Toplumu kaosa sürüklemiş, akan kanın hesabını tutmuyordu. Bir gün her şey tersine döndü. Temelsiz eşitlik, özgürlük ve kardeşlikten diktatörlük doğdu. Fransa’da Krallığın Cumhuriyetle değiştirilmesi ve topluma demokrasi fikirlerinin serpilmesi 100 yıl aldı. 1934’te doğan Alman faşizmi 1945’te yok oldu.

Etnospor şenliklerinde Ege Efeleri ve Kayı Alpleri


1939’da Amerikan Haber Alman Ajansı CIA ajanları Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni (SSCB) dağıtma stratejisi mayaladı. Sovyet toplumuna yutturulan zehirli hap etnik ve milletlerin özgün bağımsız devletler kurma hayalini ateşledi. 1992’de 15 devletin birliği dağıldı. 15 yeni bağımsız devlet kuruldu. Üçü - Lituanya, Letonya ve Estonya ise Sovyet sisteminin yeni devletler topluluğundan da tamamen koptu. Bu plan 53 senede gerçekleşti. Türkiye Cumhuriyetini yok etme planının stratejik bir zorlama olduğuna inanıyoruz. Osmanlıyı, İslam dünyasını esir etmek amacıyla hazırlanan İngiliz-Amerikan mason planlarının 2 asır kökleri olduğunu gördük. İslam düşmanı İngiliz casusu Lawrence’ın Mekke’de Müzesi olduğunu biliyoruz. Bize olan tüm düşmanlıkların sentezi olan FETÖ - PDY - PKK - PYD ve DEAŞ terör yapılanmasın kökleri 50 yıl gerilere uzanır. Tek başlı 10 kollu bir ahtapot gibidir. Dünya dünya olalı görmüş görmüş de böyle bir şey görmemiştir. Bulgaristan’dan bir örnek verelim. Bizde de FETÖ kadroları ayrık otu gibi. Önce “Bulgaristan Zaman” gazetesinde çalışan FETÖ elemanı Ahmet Ahmet, ilgililerin bastırmasıyla atandığı Bulgaristan Türkleri Başmüftülüğü Genel Sekreterliği’nden 15 Temmuz’dan sonra serbest bırakıldı, hemen “Müslümanlar” dergisi Baş Redaktörlüğüne getirildi. Bizdeki atasözü şöyledir: “Ayrık otu 40 yıl duvarda dursa, toprağa düştüğü an yeşerir.” Ne güzel söylenmiş değil mi! 15 Temmuz 2016’da ve “Yenikapı” mitingine büyüyen halk kararlılığından yeni bir Türk ruhu doğdu. Bu bir Birlik ve Beraberlik ve Yenilmezlik ruhudur. Birlikteliğimizin en büyük erdemidir. Çanakkale dirilişinden yükselen Ne Mutlu Türküm Diyene! Gururuyla bir daha kanatlandık. Yeni ödevlerimiz var. Zaman silkinme ve dirilip diklenme zamanıdır. Üstün gelenden hesap sorulmaz. Alçakların hesabını görmemiz boyun borcumuzdur. Demir dövülürken sertleşir, halklar ezildikçe yücelir. Biz çok çektik. Zaman, ortak ruhla uçma zamanıdır.



TÜRK HALKLARI KONGRESİ DÖNEM BAŞKANLIĞI TESLİM ALIRKEN







Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.