www.fgks.org   »   [go: up one dir, main page]

59 - KURANA KÖR BAKIŞIMIZ

Page 1

Kuran’a Kör Bakışımız

2 0 1 9 - E y l ül Makale ve Analizleri


2

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kuran’a Kör Bakışımız BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -59 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Eylül - 2019 Editör: Raziye ÇAKIR

İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


3

Makale ve Analizler - 2019

“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Görevimiz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K


4

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

5

Önsöz Yerine Yıl 2019 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfi Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Makale ve Analizler - 2019

7

Önsöz: Elinizdeki kitapta, biz Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜTK’ün aydın kadroları ile Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BG-SAM ekibinin kaleme aldığı yazıları bulacaksınız. Size değişen dünyamızı kendi açımızdan anlatmaya çalıştık. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşamış ve eğitim almış bir ekip olarak öncelikle her şeyimizin ortak olduğu inancından çıkarak, ne kadar istesek de birlikte yürüdüğümüz yolu ve içinde birlikte olduğumuz zamanı zorlayabilmemizin mümkün olmadığını ama bu yol ve zamanın kendi kuralları olduğunu ve bunlardan akıllıca yararlanarak birçok işler yapılabileceğini açmaya çalıştık. Bu kitabın zaman kesimi 2018 yılının Ocak ve Şubat aylarıdır. Bu kısa dönem bizim BULTÜRK olarak 2002’den beri izlediğimiz yolun iki aylık devamıydı. Bizim için çok önemliydi. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Avrupa Konseyi’nin (AK) 6 aylık dönem başkanlığını Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov yapacaktı. Siyasi öngörümüzde, ilk kez olmak üzere, Bulgaristan kurumları ve vatandaşları Avrupa Konsey, Komisyon ve Birlik yönetimiyle yüz yüze gelecek ve askıdaki problemlere çözüm aranacak ümidi vardı. Bulgaristan Balkanların büyük ülkelerinden biri olsa da, Avrupa Birliği bileşiminde orta boyutta, tarımı ve sanayi bunalım içinde, işsizlik oranı yüksek, eğitim sistemi kriz yaşayan, çok yoksul ve çaresizlikle boğuşan bir ülkeydi. Bulgaristan’ı 2009’dan beri yöneten halkın Avrupa vatandaşlığı seçeneğini temsil eden GERB partisi, 24 Mart 2017’i erken genel seçimlerinden sonra 3 aşırı milliyetçi partiyi kabineye almış ve AK’nin “faşist” olarak nitelendirdiği bu partilerle yönetimi paylaşmıştı. AK Başkanlığının “faşist” olarak damgaladığı güçlerin iktidarda bulunduğu bir ortamda 6 aylık dönem başkanlığını dağıtması ve yeni seçim yapılarak adalet ve demokrasi güçlerinin hükümet kurmasını istemesi beklenirdi. Ne yazık ki, AK’yi üyeleri dönem başkanlığı için keçi kılından elbise giyip samsak kolonyası kullandılar ve faşizm yılanına kendileri ısırtmadan işe varıp geldiler. AK başkanlığı Sofya’da büyük protesto gösterileriyle başladı. Bulgar başkenti köpürdü. Dönem toplantıları başkanı Boyko Borisov zulayı açtı ve karanlık güçlerin hiçbir zaman yenilgi kabul etmediğini kanıtlarcasına, bir çuvalda bir milyon leva olduğunu kabul etsek, 100 çuval leva dağıtarak önce polis ve jandarmayı yatıştırdı. Diğerleri beklemeye devam ediyor.


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu 2 ay BULTÜRK etkinlikleri için çok önemliydi. İlk kez olmak üzere Başkan Rafet Ulutürk yönetiminde bir heyetimiz Sofya Büyükelçimiz Sayın Hasan Ulusoy Beyi makamında ziyaret etti ve iki halk ve iki ülke, özellikle de Bulgaristan Türkleri, dostluk, barış ve güvenlik davası yararına başarılı çalışmalar temennilerinde bulundu. Bulgaristan Müslümanları Diyanetini ve Başmüftülüğü ziyaret etti. Sofya Kültürel Etkileşim Derneğinde yararlı bir görüşme gerçekleştirdi. Elinizdeki kitapta, Bulgaristan’da 2018 atılımlarına, oradaki kardeşlerimizin yaşam ve etkinliklerine, büyük bir hevesle başlattıkları aydınlanma sürecine ilk kez yayınlanan yazılar da bulacaksınız. Rafet ULUTÜRK BULTÜRK / BG-SAM 07.08.2018


Makale ve Analizler - 2019

9

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini,


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız.


Makale ve Analizler - 2019

11

Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz.


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


Makale ve Analizler - 2019

13


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

E v E v, S o k a k S o k a k , K ö y K ö y Yo k O l u ş

Yazan: Ertaş ÇAKIR Konu: Bir ülke, hele vatanınsa, ölümünü anlatmak çok zor Hain Ahmet Doğan’ın her gece cinlerle boğuştuğu deniz köşkünde yanan ampuller, Bulgaristan’ın 100 köyünde akşam saat 9’da yakılan sokak ampullerden fazlaymış. Yeni durum bana “yaşayan ölüler” çağını anımsattı. “Yaşayan ölüler” çağının sonunda hem toprak köleleri hem de toprak kölelerinin sahipleri yok olmuştu. Kader bu… Todor Jivkov Bulgaristan’da derin bunalımları ve terörü her köşede yanan ampullerin ardına gizliyordu. Son 30-40 yılda Bulgaristan’da her şey sahte ve sonunda nüfus çöküşü yaşanıyor. Bulgar toplumunun özü kabul ettiğimiz köylerin boşalmasıyla başladı felaket… Bir defa 2500’den 1000’e indi Türk köyleri. Bulgar köyleri de boşaldı. 2000 köyde akşamları yanan ampul kalmadı. 2-3 yaşlının nefes aldığı Bulgar köyleri ise karanlığa alışmışlar. Haftada bir geçen araç ilaç ekmek ve gıda maddeleri getirdiğinde, muhtar talimatıyla “nüfus sayımı” yapıyor. Küçük kasabalarda çocuk bahçeleri, parklar dikenlik, bahar ve yaz biçimi yapılmayan yeşil alanlar yılanlık olmuş. Bu çöküşün “gizli” tutulan başka boyutları da var. Ruhsal çöküş, mali bunalıma ve maddi durgunluğa dönerken – 1984/1989 yılları arasında – etnik Bulgarların böbürlenişini anımsıyorum. Bugün Bulgaristan’da ordu yok ama o zaman 200 bin, modern silahlanmış Bulgar orduları vardı. Ve bu silahlı güçler, 1970’ten sonra Müslüman azınlığa karşı süngü ve şarjör takmış, tank top sürmüş bir iç savaş yürütüyordu. Tank sayısı 3 200 bulan Bulgar zırhlı güçleri namluyu güneye çevirmiş, 400 savaş uçağının yarısını sürekli havada tutuyor ve tehdit savuruyordu. Sofya’daki askeri nümayişlerde silahlı kıtalar, zırhlı araçlar, helikopter ve savaş uçakları sürekli Güney istikametinde ilerliyor ve bu gidişin nerede durduğunu bilen olmadığından herkes sürekli endişe içindeydi. Şimdi her şey çöktü. Uçakların uçuş süresi doldu, demir yorgunluğundan hurdaya çıkarıldılar. S- 22 ve S -23 füzeleri kesildi, 8 adet F-16’yı ABD’ye sipariş ettik ve 4 yıl sonra teslimat yapılacak.


Makale ve Analizler - 2019

15

Yukarıda “nüfus çöküşü” dedik. Bulgaristan’da nüfus neden azalarak kayıp çöktü ve geriye büyüyor, çünkü halk, aileler, fertler fakirleşti. Nerde fakirlik orada maskaralık! Çingeneler bile şimdiye kadar doğumu Yunanistan’da yapıyor, çocuklarını satıyor ve dalavereye devam etmek için Bulgaristan’a dönüyorlardı. Artık usul değiştirdiler, Almanya’da doğum yapıp çocuk parası, analık parası, sosyal yardım parasıyla geçiniyorlar. Bu gidiş ve özellikle fakirlerin memleketi terk edişi adaletsizliğe ve çöküşü durdurma ihtimali olmayışına tepkidir. Günümüz Bulgaristan’da göstermelik üst tabaka 40 bin kişidir. Bunlar lokanta-kahve süsleri, diplomatik ziyafetlere katılan, şehirlerin ana caddelerinde dolaşan kesimdir. Başsavcı seçimi, adalet reformu ve başka konularda Sofya’da Adliye binası basamaklarına toplanan ve hükümet lehinde gösteri yapanlar bu katmandandır. Boyko Borisov, başbakan kürsüsünden “hızlı geliştiğimizden” söz ediyor. Bu çok büyük bir yalandır, çünkü hayat pahalılığı ve iş arayıp da bulamayan ve dış ülkelere çıkanların sayısı aydan aya artıyor. Bulgaristan’daki ücretler AB ülkelerinden 5 misli daha düşük olduğunu bilmeyen yok. Avrupa Birliği ülkelerinde saat ücreti 27,4 Avro iken, Bulgaristan’da 5,4 Avro’dur. Geçen yılın 18 Temmuzunda yayınlanan bir rapordan görüldüğü üzere, sadece cahillik ve fakirlik bakımından değil, emek verimliliği bakımında da Bulgaristan AB’de kuyrukta bulunuyor. Üstelik başka bir haber de düşündürücüdür. Eski kıta ülkeleri arasında (6 yıl farkla) en erken ölenler Bulgarlardır. Coğrafyası iyi olanlar bilir. Güney Afrika Cumhuriyeti’ne bağlı bir eyalet var Lesotho. Dünya’da 2018’de en yüksek ölüm oranı oradaymış, ardından gelen Bulgarlar. Hırsızlık, dolandırıcılık, iş asma, rüşvetçilik ve yalancılık bakımından ise Bulgarlar Avrupa’da nam salmış ve birinciliği elden bırakmıyor. Bu da bir ölüm belirtisidir. Bu konudaki son beş yılın en parlak örnekleri arasında Bulgar vatandaşlığı ve Bulgar kimliği satanlar rekor kırdı. 28 milyon Avro rüşvet alındığı açıklandı, basına düştü, işin ardında Başbakan yardımcısı Kr. Kaçanov ve yönettiği VMRO partisi olduğu açıklansa da, kimsenin kılına dokunulmadı. Bu gibi konular devleti içinden kemirip kokutuyor. Olayların iç yüzünün açıklanıp temizlenmesi için bir şeyler yapıldığı düşünülse bile, ne yazık ki, her şey gizli tutuluyor. Pasaport satın alanlar yüz binlerce kişi, Bulgaristan üzerinden başka devletlere gittikleri ve kayıplara karıştıkları için “Şeytan aldı götürdü…” masalı geçerli olsa da, devlet arşivinde dalavere izleri ortadadır. Devlet izleri hiçbir yerde ve hiçbir zaman silinemez. Bu da devletin çöküş örneklerinden birisidir. Dolandırıcılık devlet memur-


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ları eliyle, imzası ve kullandıkları kaşelerle yapılıyor. Bizde devlet memurlarının sayısı her yıl artıyor. Artık (2019) 400 000 kişi olmuşlar. Borisov maaşlarını yükselteceğini açıkladı. 27 Ekim’de yerel seçim var. Maaş şeklinde dağıtılan rüşvetlerin bir kısmı da Bulgaristan’daki sayıları 200 olan devler ajansı, komitesi, enstitü ve amirliklerde geliyor. Ülke bu kurumlarla yönetiliyor. Bir yerde işler yürümese hemen yenileri açılıyor. Örneklersek. Geçen sene Bulgaristan’da 7 binden fazla trafik kazası oldu. Svoge şehrine giden yoldan kayan bir dolmuşta 20 kişi birden öldü. Ardından hemen Trafik Güvenliği Komitesi kuruldu ve 380 tayın yapıldı. Yeni kurumun toplantıları İç İşleri Bakanı tarafından yönetiliyor. Başka bir örnekte ise “Tarım” (Zemedelie) fonunun 23 Genel Müdürle yönetildiğini, 7.8 milyar Avro paranın kayıplara karıştığı veya kendi adamlarına dağıtıldığı Temmuz ayında ortaya çıkınca, 20 Temmuzda Vasil Grudev adından birinin Genel Müdürlere Baş Müdür atandığını, Tarım Bakanı istifa edip kayıplara karıştığını öğreniyoruz. Bu müdür, genel müdür ve başmüdürlerin görevi AB’den gelen paraları usulüne uygun yollardan kendi adamlarına dağıtmaktır. Bu paralarla GERB partisinin oy kazanı kaynatılıyor. Bu paralardan 10 milyon leva DPS Başkanı M. Karadayı’nın köylü akrabalarına akınca ve Borino tepelerine yeni “konaklar” kondu, akrabalık ilişkileri gelişip pekişti, M. Karadayı köye varınca bir kuzu kesilmeye başlandı. Bu işlerde imza sahibi olan müdüre Atice Alieva ise Avrupa Parlamentosuna tatile gönderildi. Bir köyün “perspektifli” kadroları 10 milyon çalabiliyorsa, bu devlet, bu halk, bu emekliler ve azınlık üyeleri nasıl fakir ve yoksul olmaz? Bu kurumlarda çalışanların görevi her yıl 3 milyar Euro parayı kendi seçtiklerine, yukarıdan işaret edilenlere ve GERB partisi ortaklarının adamlarına dağıtarak ve seçim zaferini garantilemektir. Tabii şu Bulgaristan’da devletin izni dışında hiç bir şey olamayacağını bilmeyen kalmadı. Doğan’a “Deniz Köşkü” yaptırmak ve her gece sabaha kadar 100 köyde yanan lambalardan fazla lambayı yanık tutmak da birilerin işi ve yok oluşun işaretidir. Bir kişiye bu kadar masraf… Bu planlarda da kurt yeniği var. Çöken adamın kendini övdüğü ve övdürdüğü bilinir. Bize inanan yok… “10 Yıl” Avrupa’ya Çingeneleri asimile etme modeli anlattık ve para koparttık, artık kimse inanmıyor ve Avrupa Birliği devletleri kulağından tutukları Çingene’yi geri gönderiyorlar. Bu gidip gelmeler, insanların evlerini yakıp “göçe zorlayışlar” Avrupa devletlerini uyandırdı. Bu gelişmeler Bulgaristan’ın otoritesine gölge düşürdü. Bulgaristan’ın etnik sorunların çö-


Makale ve Analizler - 2019

17

zümünde “model” olmadığı da gün gibi ortadadır. Bu cümleyi “Bulgar Etnik Modeli” için de söyleyebiliriz. Avrupa’daki Bulgaristanlı Türk öğrencilerin Türkçe kurslarına ve din derslerine gitmesi, Türk kültüründe, Ortak Tarih ve birlik beraberlik gibi konulara artan ilgi AB yönetimini kaygılandırdı. Şu da var, birçok ülkede etnik sorunlar var ama Bulgar “modelini” öğrenmek isteyen, bundan yararlanan henüz yok. Tüm bunların derin anlamında bir de Bulgar makamlarının şuradan buradan para kopartmak için değişik programlar uygulayışı var. Aslında bunlardan hiç birinden şimdiye kadar hiçbir fayda elde edilememiştir. Bulgaristan “demokratik” bir ülke olduğunu iddia etse ve azınlıklar yerel ve genel seçimlere devamlı katılsa ve yüzlerce vakıf ve birlik vatandaşların etnik farklılıklarından yararlanmaya çalışsa da, her şeyin amaçlı ve sahte olduğu. Gün gibi ortadadır. Beliren değişiklikleri şöyle ifade edebiliriz. 2003 yılı yerel seçimlerinde bir oy için bir kilo şeker ve 20 leva yeterli oluyordu. Son yerel seçimlerde ödenen para 50 levayı buldu. 27 Ekim’de bu rakamın 70 leva olacağı üzerinde görüş birliği var. Tartışmalarda “milli doktrin” kavramının ne anlama geldiği de yorumlanıyor. İkinci soru ise, Bulgaristan bir “etnik model” midir? Çünkü Bulgaristan bir “milli model” olduğu önemini yitirmiş durumdadır. Ülkede ağırlıklı olan tüm sorunlar “etnik” köken ve niteliklidir. Yerel seçimlerden yaklaşık bir ay önce, 15 Eylül’de okullar açılacak. Seçim konuşmalarında örneğin Romanların oylarını toplamak için, bir mahallede ya da şehirde lise bitirmiş ve okumak isteyen etnik gençlerden birkaçına burs önerme taktiği yine uygulanıyor. Fakat Bulgaristan’da çok etnikli devlet kurulması yolu açılmıyor. Yeni etnik doktrin geliştirilmiyor. Bulgaristan gibi, nüfusunun yarısı farklı dil konuşan, ortak kültürü olmayan, dinleri, gelenekleri, yaşam tarzı, alfabesi, yazı dili, halk belleğindeki birikim farklı olan bir ülkede etnik sorunların çözümünde Fransız ve ABD gibi zengin ülkeler örneğinin kullanılmasında (etnik unsur yok ve ya olmasın) tezinin kullanılması iyi sonuç vermedi. Bu ülkelerin yasaları her çeşit etnik gruplaşmayı yasalarında yasakladığı, oluşmasına olanak tanımadığı ve hatta kovuşturmayı öngördüğü biliniyor. Bu 2 devletin toplumları aralarında etnik fark gözetilmeyen, eşit haklı Bay ve Bayanlardan oluşuyor. Öte yandan, “Klasik” Yunanlardan başka, konuşulan dili Atina’dakilerin anlamadığı, Batı Trakya’da 2 milyon Türk, adalarda 3 milyon yerli, 1 milyon Pomak, 500 bin Makedon ve 500 bin de Arnavut, toplam 8 milyon farklı diller konuşan azınlıklar yaşadığı vurgulanması gereken bir gerçektir.


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Atina hükümetinde Trakya Bakanlığı, Makedonya Bakanlığı olsa da Yunan hükümeti ülkedeki etnik azınlıkları tanımıyor. Yunanistan ABD ve Fransayı taklit etmeye çalışsa da elde ettiği sıfırdır. Bu konu üzerinde derinleştikçe, konu her defasında Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) kapısını açıyor. Bu hareketin çilelerimizden, damarımızdaki kandan, Ruhumuzdan, irademizden güç alarak kurulduğuna inanıyoruz. Bulgarlar ise, “biz isim değiştirme yıllarında zulüm uyguladık ve DPS kurulmasına izin vermekle, bedel ödedik” düşüncesine katılmışlar. 1991’de Sofya Halk Meclisi Başkanı olan Stefan Savov’un demeçlerinde “bu fikri” işittiğim oldu. Kan kabartanlar Strazburg’ta “etnik parti yok” diyorlar. Bizde fikirler değişik ve çelişkili olabilir, gerçek de budur, Amerika ve Fransa yasalarına bel bağlayarak hareket eden, ederken şiddet hayalleri kuranlar da çoğalabilir. Fakat Strazburg mahkemesi “Maritsa” Belediyesine bağlı “Voyvodino”da evleri yakılan ve mahkeme kararına rağmen, mahallerine dönmelerine izin vermeyen Romanların (50 Roman ailesi) Bulgaristan’a karşı açtığı davayı kabul etti. Burada ilginç bir durum oluştu. Cezair, Fas, Tunus ve başka ülkelerden göç edip Fransa vatandaşı olanları vatandaşlıktan kovan devlet, belediye ve polis yok. Amerika yerlileri için de aynı sözleri söyleyebiliriz. Romanların Bulgaristan’a ne zaman geldiklerini kanıtlayan bir belge yok gibi. 2000 yıl önce de olabilir. Ruslar, bozkırlara 3 bin yıl önce konduklarını, Mısırlılar ise Ramzes devrinde yerleştiklerini tanıyor. Bulgaristan’da vatandaşın yerleşme hakkını tanıyan yasa 100 yaşında, içinde Roman sözü geçmese de durum değişmiyor, dünyaya geldiğinde doğum kağıdı Bulgaristan makamlarınca verilmiş, ülke sınırları içinde yaşayan her kişi Bulgar vatandaşıdır. Herkesi ilgilendiren, 106 yıl ömrü olan “isim değiştirme ve din ile kimlik değiştirme” zulmü Bulgar tarihinden sökülüp yarası pansuman edilse savar mı? Bulgarlar Ortak Tarihimizi kabul eder mi? Ortak Kültür oluşturma konusunu müzakereye açabilir mi? Birlik ve beraberlik değimine yeni anlam kazandıra bilir mi? Bu sorunlar beni de ilgilendiriyor. Son 20-30 yılda memleketimizde çok kötü bir olay oldu. Todor Jivkov ve etrafındaki 5-6 kişinin etnik azınlıklara karşı işlediği etnik zulüm suçlarından sorumlu olanlar yargılanıp konu kapanacağına, zalimlik Bulgar halkının sırtına yüklendi ve bu yük Bulgarların hepsini eziyor. Halk başkasından önce kendinden bildiklerine inanır. Propaganda suçluları Türklerde, Pomaklarda, Romanlarda, Makedonlarda ve diğer etniklerde aramaya devam ediyor. Bulgar Geçiç döneminde oluşan “kanser” budur. Ahmet Doğan ve etrafındakiler ise Bulgar ruhunun yaralı oluşunu sömürerek, kendilerine şatolar,


Makale ve Analizler - 2019

19

saraylar, deniz köşkleri kurup halkı fakirliğe, yoksulluğa, ölümü beklemeye, kör cahil kaldığını fark etmemeye alıştırdılar. Bu çok acı bir durum. Şu da var. Komünistlerin ve kurdukları rejimin sorumsuz ve cani hareketleri sadece 45 yıl devam etmedi. Birkaç nesil işe yaramaz Bulgarlar oluşturuldu. Toplama kampı, çakır kırma kampı, sürgün döneminin kapanmasından sonra, okul çağında çocukların kafasına beyin körleten zehir akıtılma devri başladı. Çalışmamaktan zevk alan bir kuşak eğitildi. Emekli çağına girmiş iş başı yapmamış kişiler arasında yaşamak zorundayız. Soymak, kapmak, çalmak, devleti dize getirmek moda olmuş ve bu küstahlığında başındakilerin “saray” ve “köşk” sakinleri olması çok üzücüdür. Soruyorum: Ahmet Doğan 28 milyon leva değerinde olan “deniz köşkünü” nereden kazandığı parayla elde etti. Doğan’ın etrafında çalışanlara nasıl olur da “ipoteksiz, garantisiz milyonlarca leva” kredi verilebiliyor ve sonra kimseden hesap sorulmuyor. Bu örnekler bir değil on değil. Bulgaristan Müslüman Türkleri ve Romanlar mi ipotek ediliyor? Bu paralar Cumhurbaşkanı, yerel ve genel seçimlerde oyların ona ya da buna verilmesi karşılığı mı veriliyor. Soralım: Amerikan “F-16” uçaklarına 22 milyon ödeyince ne kadar komisyon aldınız? Arkada kalan ağır yıllarda, hapishanelerde, kamplarda, çakıl toplama ve taş kırma karıyerlerinde taylar birdi, hepimiz sabunsuz yıkanıyorduk, haftalarca tıraş olmadan dolaşıyorduk, saçlarımız pire ve sirke doluyordu ve o yıllarda oluşan dostluklar, çeki ve sürünme dostlukları yok diyemeyiz. Fakat bunlar evdeki saksıda yetişmemiş olsa da, sivil hayatta devam eden baskı ve terör ortamında sanki tutmadı. Dallanmadı, yeşermedi, meyve yüklenmedi. Çok üzgünüm. İsim değiştirme, köylerin tanklarla basıldığı, erkeklerin kollarının arkadan kelepçelendiği yılların filimleri çekildi. Hiç birinde, hiçbir Bulgar yazar ve yapımcı, hiçbir aktrisin ağzına “onlar da insan” yapılan yanlıştır sözlerini sokmadı. Oysa Türklere silah çeken askerler uyuyamıyor ve her yıl ortalama 60 asker intihar ediyordu. Olayları doğru dürüst anlatan, yazan bir tek Bulgar yazar da, 5 rakı çekip gerçekleri yazamadı. Kendinde ulusal bilinç oluşturacak ışık bulamadı. Yeni kuşakta bu bataklıktan halkımızı çıkaracak aydınların yetişmemiş olması çok acıtıyor. TV, her gün açlıktan ölenlerin haberlerini verirken, vatandaşların para için birbirini kestiğini duyururken, yaşlıların öldükleri köylerde cesedini kaldıracak kimse kalmamışken, siz sayın kardeşlerim 20-50-100 levaya iradenizi satıp sürünmeye devam etmekten vazgeçmezseniz!!! Doğru bilgi için bizi izleyiniz. Dostlarınızla paylaşmayı da unutmayınız


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yeni Denge

Tarih: 01 Eylül 2019 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Yerel seçimler iktidar değişikliğine kapı açabilir. Bulgaristan’da yapılan son sosyolojik anketler, ülkenin politik nabzını en doğru tutan ve son gelişmeleri anlaşılır bir dille anlatan iki merkezi öne çıkardı. Birisi “Deutsche Welle” (Almanya’nın Sesi) ve ikinci olarak da “www.bghaber.org” Türkçe haber ve yorumları ilgi merkezi olmuştur. Bu iki güvenli haber merkezinden ilk ve kesin bilgi alanlar 2019’da % 23 artmıştır. 27 Ekim seçimlerinin özelliği nedir. Seçmen bu yerel seçimden bir şey bekliyor bu beklemiyor mu? Bekliyorsa gönlünde olan nedir? Beklentiler arasında, emekli maaşlarına zam desen yok. İşçi ücretlerine zam desek gene yok. Camilere beşer kubik odun ya da birer kamyon kömür desek o da yok. Ucuzluktan söz eden de yok. Öyleyse Başbakan Boyko Borisov hükümeti 2 ay sonra yapılacak muhtarlık, belediye başkanı ve belediye meclis üyeleri seçimlerinden neden korkuyor? Anlaşılan Borisov ve onun kişisel mülkü haline gelen GERB partisi bu yerel seçimlerde ancak şu yönde bir adım atmak ister: Sadık yardımcısı olan ve 2009’dan beri “GERB’inseçim işlerine bakan” yani dalavere dolaplarını çeviren Tsvetan Tsvetanov’u iskartoya çıkardıktan sonra, tek tabanca kalan Borisov, yaklaşan seçimleri kendi hamleleriyle kazanırsa, partiyi bir süre “GERB-Tamir” kızağına çekme niyetinde olabilir mi? Şöyle ki politik sahneden çekilen GERB “ somun değiştirip ayar içintamirhaneye girdiğinde” diğer politik güçlerin dillerini kaşıyacakları bir kurum (parti) kalmayacak. Taş atmak isteyen Borisov’u nişan almak zorunda kalacak, o iş de yürek ister. Dünyada tüm diktatörlükler böyle başlamış ve ayakta kalmış. Diktatörlükleri diken ve koruyan diktatörlerin zulmünden önce, taşı elinde tutanların “üstüme yıkılırsa” korkusudur. Bu korku diktatörün dayağıdır. Bir de “ben ne dersem o olur” havası (ortamı) yaratılması çok önemlidir.


Makale ve Analizler - 2019

21

Son haytaların olaylarına buna 2 örnek belirdi. 2018’den beri Bulgar savcı, polis, jandarma, trafik polisi ve daha birkaç yüz özel kişinin önemle araştırdıkları ve dosyalarını hazırladıkları “20 şehitli Svoge Yolu Trafik Kazası Olayı” hakkında devlet yetkilileri “bu dava açılırsa kötü olur” demişlerdi. Neden kötü olacakmış? Çünkü “Svoge şehri karayolu Avrupa’dan gelen paralarla ve sözde en yetkili kişiler tarafından kontrol edilerek döşenmişti.” Kimmiş bu “en yetkili” kişilerin başı? Anton Donçev. Akademisyen, “Ayrılık Zamanı” adlı Türk düşmanlığı körükleyen ve isim değiştirme din yasaklama, Müslümanları kimliksizleştirme siyasetine temel olan baştan sona düzmece bu eseri kale alan yalancı yazardır. Kalitesiz inşa edilen karayolunda dolmuşun kayması ve dereye tekerlenmesi 20 kişinin ölümüne neden oldu. Asfalt yerine kum döşemişler… Şimdi ne tazminat davası ne de ceza davası açılamıyor. Kazada ölen 20 kişinin yakınları olan 100 kişiden beşi bulunamamış, dış ülkelerdeki adreslerden de cevap gelmemiş ve Bulgar yasalarına göre dava açılamıyor. Yani yalancıların en kaşerlisi Anton Donçev, “kara yolları denetleyicisi” olarak yargılanıp hapse atılamıyor. Öksüzlerin haklı verilmiyor. Bulgar adaleti bu işte! Borisov bu örnekle “ben ne dersem o olur!” tezini halkın gözüne ve kulağına sokup beyinlere akıtmak istiyor. Todor Jivkov da böyle yapmıştı. Adaletsizlik duygusu büyük korku kaynağıdır. Şu günlerde aktüel haber olan ikinci örnek ise şudur: Bulgar polisi, jandarma ve savcılık yetkilileri bir haftadan beri Plevne ili Levski Belediyesinde operasyon halindedir. 8 Romanın tutuklandığı açıklandı. Polisler 3-4 katlı Roman Baron Konaklarından torbalarla 2-3 kilo altın ve tomar tomar para çıkardılar. Bu soygun operasyonunu 5 yıldan beri işleten “Baronlar” işin adına “Alo Polis” demişler. Köy ve kasabalardaki yalnız yaşayan yaşlı bayanlara hedef almışlar. Telefon edip, “Biz polisiz, mahallenizde hırsız yuvaları var, her an kapınızı zorlayabilirler, gelebilirler. Evinizde sakladığınız ziynet, sakladığınız mücevher, altın, para var mı? Varsa, biz polisiz, hemen gelip, operasyon bitene kadar muhafaza etmek üzere alalım, sonra hemen iade ederiz.” Bu formül 5 sene işlemiş ve bütün bir belediyenin yalnız yaşlılarının hepsinin son santimleri, ekmek paraları ellerinden alınmış. 5 seneden beri uyuyan polis ve savcılıkla övünen Borisov “koruyucu”, “kurtarıcı”, “tek umut” olarak göklere çıkarılıyor. Ağlar mısın güler misin? Soyguncuların içeri gireceğine inananlar azaldı. İçeri girenler de, “Sofya Merkez Hapishanesi”nden – “Kremikovtsi Hapishanesine” değiştirilmek


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

için 2 bin Avro ödeyip mekân değiştirip, mahkeme kararı olmadan bin Avro daha ödeyip “açık kamplarda çalışmaya” başlıyorlar ve oradan kaçanların da hiç birisi bulunamıyor. Bu yeni ortam Bulgaristan’da diktatörlük kurma asfaltını döşüyor. Çar III. Boris de monarşi diktatörüydü ve tüm bunların dışında, milletvekillerini ve belediye başkanlarını (seçim yapmadan) atayabiliyor. Bu duruma henüz uzak olsak da, yolumuz “geleneklere bağlı kalmaktan geçtiğinden dolayı” yakınız diyebilirim. Boyko Borisov’un “atası” ve akıl hocası Todor Jivkov idi. O, partiyi, devleti, hükumeti, adliye ve polis ile itfaiyeyi tek başına –tek elden – yalnızca kendisi yönetmişti. Neden olmasın? Borisov dur duraksız, gece gündüz memleket dolaşırken, gizli görüşmelerde bulunuyor. Bunu sezenler korkudan parmak ısırdı. Aracı kendi sürüyor. Şoföre güveni yok. İspiyonluk yaptıklarını tespit etmiş. Sağ koltuğa oturttuğu yerli yeni güvenilir seçkin kadrolara ince talimatlarda bulunuyor. Parti işlerinde yardımcı olarak Ts. Tsvetanov’tan boş kalan yere kimseyi atamamış olması ilginç. Partinin sözcüsü Bikov da son 2 ayda sanki dilini yuttu, hiçbir konuda iki laf etmiyor. Ne olduğunu bilmediğinden parmaktan emmekten de korkuyor. TV-haberlerinde B. Borisov’tan başka bir tek SAVCILIK SÖZCÜLERİ konuşuyor. Kamuoyu haberi ya başbakan ya da savcılıktan almaya alıştırılıyor. “Akan su yolunu bulur” atasözü de bu anlama gelmez mi? Burada “bghaber.org” bilgi kaynağı olarak bizi düşündüren şudur. T. Jivkov döneminde, Bulgaristan Belediyeleri – il düzeyinde – 3 kişilik gruplar tarafından yönetiliyordu. Bu işlerinde Sofya’da oturan devletin illerdeki eli kolu, gözü kulağı olduğunu, bu kişileri tanıyanlar olmadığından kimse bilmiyordu. Bu 3 kişi biri öğretmen, ikincisi hurdacı, üçüncüsü de bir lokanta işletmecisi veya tamamen farklı işlerde çalışan, hatta emekli kişiler, balıkçılık ve avcılıkla geçinenler de olabilirlerdi. Borisov’un bu ülke gezilerinde bu yönde bir “gizli ulusal yapılanma” biçimlendirdiğini sezinleyenler ve düşünenler yok değil. Anlaşılan bu yeni ulusal gizli yapılanmayı kendisinden başka hiçbir kimsenin bilmesini istemiyor ve ancak ilgili strüktür kurulduktan sonra, GERB içi ve belediyelerde değişikliklere başlayacağı haberleri dolaşıyor. Bu yönetimsel biçim, Bulgar diktatörlüğünün denenmiş yapısıdır. Örneğin bu gizli devlet yönetim ağı 1970’li yıllardan sonra ve 10 Kasım 1989 tarihine kadar sürmüş fakat Bulgaristan Müslüman ailesinde kadının rolünü görememiş ve Bulgaristan’ın


Makale ve Analizler - 2019

23

bir Türk kadını ayaklanmasına gebe olduğunu, hiçbir gizli raporunda bildirmemiştir. Devlet yönetimine bilgi verecek bu kişilerin “kaç paralık” pezev…. olduklarını bilmeyenlerin endişesi günden güne artıyor. Burada Bulgaristan’da yaşayan Türkleri endişeye iten şöyle bir unutulmayan örnek de var. Biliyor olabilirsiniz. Dulovo (Ak Kadınlar) köylerinden olup isim, din ve kimlik değiştirme zulmüne isyan edip bir “Lada” arabaya yola düşenler vardı. Dobriç’ten geçerken 2 erkek çocuğu da rehin almışlardı. Türkiye’ye geçmek için polisten BG Malko Tırnovo (TC Dede Ağaç) sınır kapısını açmasını istemişlerdi. Onlar, BKP köy örgütü sekreteri baba, komşu köy Komsomol gençlik teşkilatı sekreteri oğulu ve tarım mühendisi yeğenleri, Bulgaristan Komünist Partisi MK Türk Şubesi Sorumlusu Ali Rafiev’ın en yakın akrabalarıydı. Bu olay da bu ülkenin 3—5 kişilik ihbarcı gruplarıyla idare edilemeyeceğine kesin örnektir. Oğlan araçta yandı, baba ve yeğen Sofya Merkez Hapishanesinde kurşunlanarak idam edildi. Ama bu katliam da hiçbir soruna çözüm olmadı. Korkutulmak istenenler, çıldırdılar ve ayaklandırdılar. Bu olaylardan örnek almadan Bulgaristan’da yeni bir diktatörlüğe kanat açmak tehlikeli olabilir. T. Jivkov “kuruluş belgesi olmayan mahkeme kararıyla 25 000 kişinin katledilmesiyle” ideolojik olarak düzlenen ve yüzde yüz sindirildiğine inanılan bir politik ortamda diktatör oldu da, yine 1989’da pus pus tahtan inmek zorunda kaldı. Bu konularda da “Deutsche Welle” şöyle diyor: “Sofya yerel seçimleri önem kazanıyor. Bulgaristan’da politik eğilimi (yönelimi) – 27 Ekim’de başkent oyları belirleyecek. Sofya seçim sonuçları ERKEK SEÇİME KAPI AÇABİLİR… Sebebi ise şudur. İktidardaki koalisyon güçleri “gevrek” ve “amorf” (biçimsiz ve hareketsiz) durumdadır. GERB içindeki kadrolar Sofya’da yeni bir siyasi güç sivrilirse, ona akmaya hazırlanıyor. Bugün Bulgaristan’da 400 binden fazla devlet ve belediye memuru var. Bu memurlar ve onların yakınları GERP partisi oy tabanını oluşturuyor. GERB ancak maaş verdiği kişilerden ve akrabalarından oy alıyor. Parti ağı (yapısı) da devlete örülmüş durumdadır. Bu kitle aldıkları maaşları az bulduğundan dolayı ve özellikle son 2 yılda hiç çalışmadan kendilerinden daha iyi yaşayan 40 bin kişilik üst tabakayı kıskandıklarından ötürü (iktidar beslemesi bu üst tabakanın aylık geliri 5 bin levadan fazladır. Bu katmanda 100 Türk ve 138 Çingene (Roman) de olduğu biliniyor) GERP partisine yüz çevirebilir. Borisov memleket turlarında zamdan söz etse de, henüz oran açıklamıyor. Memur tabakadaki durgunluk ve sağ-sol bakınma Bulgaristan’da iktidarın yeniden biçimlenmesine ve bazı önemli değişikliklere neden olabilir.


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Bghaber.org” in bu konudaki yorumlarında savunduğu görüş ise şudur: “Kartlar açılmalıdır. Sofya’da ayağının kaydığını hisseden Büyük Şehir Belediyesi 1 günde 12 kreş ve çocuk yurdu –anaokulu- okul önü hazırlık tesisi – açılışı yaptı. Ama memleketin bütün diğer köy ve kentlerinde bir tek yeni anaokulu ya da okul öncesi eğitim tesisi donatılmadı, okullar onarılmadı, elektronik donatım gecikiyor. Çingene çocuklarına Çingenece, Türk çocuklara Türkçe, Makedonlara Makedonca öğreten tek bir okul önü tesis yok. Buna vurgu yapıyoruz çünkü son dönemde Bulgaristan’da özellikle Almanya’ya Romen göç akımı arttı. Alman yerleştirme, iş ve işçi bulma, sosyal yardım merkezlerinden gelen son haberlerde, Bulgaristan’da gelen son kafilelerin Bulgarca yazıp çizme bilmediklerine, okuduklarını anlamadıklarına ve tercümanlı mülakatlarda da hiçbir soruya doğru dürüst cevap veremediklerine işaret ediliyor. Bulgar hükumetine gönderilen bir mektupta “bu vatandaşlarınız ülkelerinde ne iş yapıyordu?” soru yöneltilmiş. Çünkü Almanya’da yaşayabilmek için bir insanın anadilini bilmesi zorunluluğu vardır.Anadilini bilmeyen, memleketinin resmi dilini öğrenmeye imkân bulamamış gençlere Almanya ne iş verebilir. Anadilini bilmeyen bir kişiye ne anlatırsan anlat, kafasından önceden oluşmuş ve anlam taşıyan hiçbir kavram olmadığından dolayı, bu kişilerin kendilerine tercüman aracılığıyla anlatılanı anlayabilmesi olanaksızdır. Ülkemizde anadil eğitimini yasaklayan ve 70 yıl önce okullarımızı kapatan iktidar, biz gerçekten “köleleştirmiş” durumdadır. Ülkede alıp yürüyen cahilliğe belki de bir tek kölelik çağında rastlanmıştır. Köylerde, ağızlarında diş olmayan ve konuştukları hiçbir sözün başkaları tarafından anlaşılabilmesinin imkan dahilinde olmadığı bir yeni dünyası meydana gelmiştir. Yeni durumda, ancak kendi anlattıklarını yalnız kendileri anlayan insanlara rastlayabilirsiniz. Bu da Bulgaristan’da Bulgar dilinin ulusal hâkimiyetini yitirdiğini, milli kültürün oluşamadığını, yaşlı kuşağın köklerine dönünce merkez iktidardan koptuğunu görebiliyoruz. Gerçek durumun Batı Avrupa’ya akması ve oradaki yerli makamlarla yüzleşmesi, Batı ülkelerine gidenlerin iş bulma yollarını kapamıştır. Oluşan yeni durumda Avrupa Birliği yönetiminin bir karar alarak, AB kenar ülkelerinden merkeze akımı durdurması beklenebilir. Bulgaristan’da yalnızca zenginlerin çocukları için Fransız, İngiliz, Alman dillerinde eğitim veren kreş ve anaokulları var. Emekli olup, aldığı emekli maaşı ile geçinemeyen ama kendilerinde hala çalışabilirim gücü görenlere bizde “3 aylık Almanca kursu” açan yerli şirketler var. Bu kursu başarılı bitiren ve sertifika alabilenler uçak biletini de alan şirketlerin kadro-


Makale ve Analizler - 2019

25

ları olarak Alman yaşlı evlerine, huzur evlerine veya yatılı yaşlıların kaldığı merkezlere bakımcı veya yardımcı personel olarak atanıyorlar. Fakat yine de bir Almanca kursuna yazılabilmek için istenen belge doğum kâğıdından başka, bir de “anadilinde okuma yazma düzeyi” sertifikasıdır ki, Almanlara göre, anadilini bilmeyen bir kişi yabancı dil eğitimi alamaz, dolayısıyla Almanya’da hizmetçi personel olarak bile görev alamaz… Bulgaristan’da genelde (sesiz bir ayrıcalıktan faydalanan) yüksek maaşlı memur olan yerli Yahudiler ve Ermenilerin dernek ve kulüpleri, anadillerinde anaokulu eğitimi ve okul hazırlıkları için kendi eğitim merkezlerini açmıştır. Bu iki etnik azınlık derneklerde, kültür kulüplerinde ve federasyonlarda olmak üzere iyi örgütlenmiş durumdadır. Bulgaristan’ın hiçbir köy ve kasabasında Türkler benzer eğitim ocakları açamamıştır. Gerçekler bu kadar vahim! Seçmen, etnik ayrımın yalnız etnik temelli ötekileştirmeyi, dikkate alınmamayı, suratına kapı kapama şeklinde yaşıyor. Bölgesel bazda da derinleşen etnik ayrım Türk ve Pomaklarla Romen kardeşlerimizin yaşadığı karma bölgelerde her gün hissediliyor. Geçen hafta endişe veren bir olay izlendi. Önce Kırca Ali GERB Milletvekili ve Meclis Başkanı Karayançeva ve ardından da Başbakan Borisov Krumovgrat (Koşukavak) Adateye Altın Maden Ocağını hizmete açma, şerit kesme töreninde bulundular. Kırca Ali Arda futbol takımının yüksek başarılı 2018 karşılaşmalarından ve “A” gruba sıçramasından sonra yerli futbol-severler camiasında ve kamuoyunda Stadyumun Onarılması istekleri yükseldi. Şehirden geçerken Borisov’un cevabı şu oldu: “GERB, Kirca Ali Belediye Seçimlerini Kazanırsa!”Bu gerçek, işlerin çıkar menfaatli olduğuna, çığından tamamen çıktığına yeni deliller sundu. Türklük kalesini koruyalım kardeşler. Borisov, Sofya seçiminde kimden korkuyor? Bu defa Başbakan’ın karşısına 2 güç birden çıktı. Önce, Ombudsman Bayan Maya Manolova Büyük Şehir Belediye Başkanlığı’na hazırlanıyor. Sosyolojik anketler “zafer” çanları çalıyor. Son 2 yılda güç toplayan “Demokratik Bulgaristan” Sofya’ya başarılı yerleşiyor. Eski bir GERP’li olan “Demokratik Bulgaristan” Kurucu Başkanı Hristo İvanov 2. Borisov hükümetinde Adalet Bakanıydı. Hazırladığı “Adalet Reformu” tasarısı meclisten geçmedi. Sağ kanattaki muhalefetin omurgası “Demokratik Bulgaristan” dolayında bütünleşiyor ve Sofya, Plovdiv, Varna, Burgas, Ruse gibi şehirlerde şehirlilerin orta katmanını saflarına topluyor. GERB lideri Borisov’un uykusunu kaçıran bu ihti-


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

maldir. Bu çıtayı aşmak için GERB Demokratik Güçler Birliği (SDS) Başkanı Rumen Hristov ile “seçim ortaklığı” anlaşması imzalandı. Fakat bu anlaşma, “Demokratik Bulgaristan” partisinin Sofya’da seçimler üzerinde en az % 20 etkisi olan bir politik faktör olduğu gerçeğini değiştiremiyor: Gerçeğin rengi şudur. “Demokratik Bulgaristan” Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Sofyalıların oylarının % 17’sini aldı ve bu oran artıyor ve demokratlar oylarını GERB saflarından alıyor. Özellikle adalet isteyenler onlara katılıyor. Sofya Belediye Başkanı birinci turda seçilemezse, birinci turda GERB’e oy vermeyenlerin hepsi “Demokratik Bulgaristan” a akabilir. Sofya orta katmanını rahatsız eden nedir: 1) Rus parasıyla kurulan ve Rusya politikası izleyen Peevski medyasının Borisov tarafından kullanılmasına tepki gösteriyorlar. 2) “F-16” Savaş uçaklarının alınmasından GERB-DPS işbirliğini onaylamayanlar grubu var. Orta sağ muhalefetçiler Borisov’un “Belene2“ nükleer elektik santralı sayfasını ve Rus gaz boru hatlarına yeni dolaşmasını faydalı bulmuyorlar. Sağcı “demokratlar” soldan gelen ombusman aday Maya Manolova’ya da oy vermek istemiyorlar. Manolova aktif bir kişilik sergilese de politik programı “Demokratik Bulgaristan” siyasetiyle çelişiyor. Şimdiki ombusman Manolova “Adalet Reformu” ve “Rüşvetçilikle Mücadele Yasası” hazırlanmasında, Avrupa Fonlarını talan edenlerden hesap sorulması ve en önemli konularda ihale yapılmadan devlet siparişleri dağıtılmasını kınamıyor. Örneğin Ahmet Doğan’a “Varna Batı Limanı” ve “soğuk yedek”işlerinin hediye edilmesi konularında ağzını açmıyor. Bu bakıma Bayan M. Manolova’nın Sofya Belediye Başkanı seçilmesi Putin’ci, halkçı ve Rusofil güçlerin zaferi olarak karşılanacaktır ve bu gelişimin “Demokratik Bulgaristan” partisi tarafından desteklenme ihtimali yoktur. Şöyle bir gerçek de dikkati çekiyor. Sofya orta katmanı, seçim günü sandık başına gitmezse, anket sonuçlarına göre, Maya Manolova ikinci tura gidecektir. Oy kullanmama veya Bayan M. Manolova ‘ya ay verme, aynı sonucu doğursa da, politik olarak çok farklı şeylerdir. Demokratik orta katman – sağcı demokratlar – Sofya belediye seçiminin ikinci turunda yüz yüze gelecek olan şimdiki Başkan Bayan Fındıkova ve Bayan M. Manolova arasındaki dengeyi kimin lehine isterse onun lehine bozabilecek güce sahiptir. Bu bakıma, Moskova uzantısı Bayan Maya Manolova’nın Sofya Belediye Başkanı seçilmesi, Bulgaristan’da bütün değişikler Sofya’dan başlar, kendiliğinde erken genel seçim kapısını açacaktır. Bizi izleyiniz. Bu gelişmeler hepimizi ilgilendiriyor. Dostlarınızla paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

27

Öyle Zor, Öyle Zor Ki,

Editörün Köşesi: Eylül 2019 Düzgün karakter taşıyan kadrolara ihtiyacımız var. Hem de her zamankinden daha fazla, çok fazla… Ne yazık ki, aradığımız kadroları yetiştiren ne bir fabrika ne de bir üniversite var. Onlar artık hayatın kaynayan kazanından, ancak Türk ocağından, Müslüman aileden ve yeni ruhun kaynaklarından çıkabilir. İşte o zaman insanı insan yapan ahlakla (moral) onları eğitmek ve doğru yönlendirmek mümkün olabilir. Biz bugün, ülkemizde manevi değişimin çok önemli bir aşamasındayız. Totaliter komünizmin taşlaşmış zihinsel izleri, bundan 5 yıl önce yavaşça çözülmeye başladı. Kendilerine hemen hemen herkesin ters baktığı ilk kahramanlar ortaya çıkmaya başladı. Bugün artık gruplaştıkları ortadadır. Sıradan insanlar arasında duygusal, fikirsel, eylemsel birliğin doğduğunu izleyebiliyoruz. Nesil değişimi de çok önemlidir. Geleceğin yükünü üstlenen kuşak artık 30 yaşında. Bu kuşağın temsilcileri Bulgar bağımsızlığının 1878’de ya da 1944’te değil, 1991’de doğduğunu savunuyorlar. Bu yeni bir zihinsel sentez ve dünya görüşü! III. Bulgar devleti tarihinden 113 yılı yok sayıp, gerçek tarih olarak değersiz bularak çöpe atıp, yüz akı olan tarihimiz 28-30 yaşındadır demek, çok anlamlı bir iddiadır. Bulgaristan’da yaşayan her vatandaşı aynı çatı altında buluşmaya bir davettir. 113 yıl Bulgar tarihinden vazgeçme önerisinin temelinde, 1878’de ve 1944’te Rus ve ardından Sovyet esareti altına düşmüş olmamız gerçeği var. Rus esaretine düşen bir devletin “ben o yıllarda” bağımsızdım demesi anlamsızdır. Tohumu çatlayan bilinç budur. Kabul edelim ki, esaret altında bulunan bir halkın milli bilinç, ruh ve kültür geliştiremeyeceği gün gibi ortada olduğundan, sözde kurulan milli Bulgar devletinin (olmamış bir şeymiş gibi) değerlendirilip yok sayılması sonucu doğal olarak doğar. Ne ki, buradan komünist diktatörlüğün yıkılmasında temel (ana, başat) rol oynayan 1989 Türk Ayaklanmasına dev anıt dikmeli ve 1990 “demokrasisini”, dolayısıyla bağımsızlık ve egemenliğini getiren bu ayaklanma kahramanlarının da eli öpülmelidir. Yanlış kahraman A.Doğan (ajan Sava) çömezinin eli değil tabii… O “köşk hapsinde” kalabilir. Tahta oturma sevdasıyla 25


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yıl ev hapsi (daha doğrusu saray hapsi) hayatı yaşayan Osmanlı şehzadelerinin çilelerini, hastalıklarını, streslerini vb anlatan Türk romanlarının Bulgarcalaştırılması faydalı olabilir, çünkü aynı sahneler yaşanıyor… Bakış açısının yönü. Hiç bir şey istediğimiz gibi olmasa da açılan pencereler var. Bu görünüm neresidir. Nereye bakıyoruz ve kimi görmek istiyoruz? Biz Türkler örneğinde cesur hareket eden, doğruluk aramanın bir hak olduğuna inanan genç Yahudilerin, Roman (Çingene) kardeşler görmek ne hoş. Gözü pek hareket ederek ilk adımları atanları tanımak ne hoş bir bilseniz… Bir gazete haberi “Üçüncü Nesil” (TRETA VIZRAST – 2019,Sayı 35) gazetesinde ışık saçan bir haber çıktı. Yahudi “Şalom” örgütü artık ikinci adımını da atmış bulunuyor. Şöyle, “Biz İkinci Dünya Savaşı’ndaBiz Yahudileri Kurtardık” yalanı artık sökmeyecek. Bulgaristan’da iki yerleşim yerine, – Breznik ve Nedelino – 1942-1943 yıllarında Yahudi İş Kamplarına “Yahudiler – Holokost Mağdurları” – yazısını içeren anıt taşları dikildi. Törene hükümet adamları ve belediyeciler de da katıldı. Sayıları 65 olan bu kamplarda Bulgarlar, Çingeneler, Türkler, Pomaklar ve diğer azınlıklardan binlerce kişi (toplam 169 bin kişi) kalmıştır. Yahudi mağdurları anma törenleri bu defa yukarda adı geçen 2 kampta yapıldı. 1942 ve 1943 yıllarında Bulgaristan’daki Yahudiler evlerinden toplanıp, erkekler ailelerinden ayrılmış ve iş kamplarına kapanmıştı. Aralarında iletişim kesilmişti. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar Nazi kamplarına gönderilmek üzere “Bekletme Merkezlerinde” toplu kalmışlardı. O yıllarda Bulgaristan’da Holokost yaşandığının tanınması, ülkeye karşı uluslararası davalar açılması yolunu açıyor. Bulgaristan Holokost suçu işlemiş ülkeler listesine girecektir. 1942- 43 yıllarında Makedonya ve Yunanistan’ın Ege bölgesini Bulgar Çarı III. Boris yönetmiştir. İşgal topraklarında yaşayan yerli Yahudi ve Romanlar (Çingeneler) tutuklanmış ve Bulgar vagonlarıyla Nazi Ölüm Kamplarına gönderilmiştir. 20 bin kişiye yakın olan bu gruplardan sağ kalan ve geri dönen olmamış, hepsi yakılmıştır. Bulgaristan’daki kamplardan kurtulan Yahudiler ise, 1948’de (48 bin kişi) deniz yoluyla İsrail’e göç etmiştir. “Şalom” örgütü Yahudilerin Bulgaristan’da kaldığı kamplara “Yahudiler – Holokost Mağdurları” Anıt levhası dikmeye kararlıdır.


Makale ve Analizler - 2019

29

Bu mert adımlar ancak düzgün karakter taşıyan ve hedefe doğru ödün vermeden bilinçli ilerleyerek olasıdır. Bu olaylar, tarihi unutturmak isteyenler üzerinde zaferdir. Giderek tamamen pes edecekler. Bulgaristan’dan 1989’da kovulan Türklerin ardından boş kalan ve yıkılmaya yüz tutan köylere “BU KÖYDE ŞU ŞU…..TÜK HANELERİ YAŞAMIŞTIR” kampanyası başlatma zamanı gelmiştir… Zihinsel durulma belirtileri sevindirici… 2019’un Ağustos ayında Bulgaristan’da insan haklarına hayat hakkı kazandırma mücadelesinde önemli kazanım elde edildi. Plovdiv (Filibe) iline bağlı Maritsa (Meriç) belediyesinin “Voyvodino” köyünde evleri karda kışta yıkılan getto-mahallelerinden kovulan 50 hane yerel mahkemede hak arama davası açmıştı. Tebrik ederiz. Davayı kazandılar. Gettonuza dönebilirsiniz kararı çıktı. Ne ki Belediye ve polis amirliği mahkeme kararını tanımadı. Helsinki İnsan Hakları Komitesi Başkanı K. Kınev’in yardımlarıyla dava bu defa Strazburg Uluslar arası İnsan Hakları Mahkemesine (UİHM ) taşındı. UİHM’si davayı kabul etti. Bu, “kendilerini her konuda haklı gören ve azınlıkların ikamet hakkını bile tanımayan,” ev yakmayı ve kepçeyle ev yıkmayı Bulgar demokrasisinin olmazsa olmazı haline getiren Bulgar milliyetçi ırkçı zihniyetine bir tokat oldu. İnsan şerefini hiçe sayan Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Kr. Karakaçanov ve VMRO partisi Başkan yardımcısı ve AP milletvekili An. Cambazki yere bakıp susuyorlar. Bu iki ırkçı zihniyetli siyasetçi Çingene azınlığa saldırılarını yasallaştırmak amacıyla Romanlarla ilgili bir “Yeni Entegrasyon Konsepti” hazırlamışlardı, Bakanlar Kuruluna takıldı, kabul edilmedi. Bu tarihi bir olaydır. 1956 yılından beri Bulgaristan’da azınlıklarla ilgili, onları ezip asimile etmek için hazırlanan ve Bakanlar Kurulundan imzalı mühürlü çıkmayan ilk resmi belgedir. Bu 2 olay yeni kuşak Bulgarlar zihniyetinde keyfi işlerle ilgili birazdan biraza bir durulma başladığına işaret değil de nedir? Adalet Bayramı yakındır. Şimdiye kadar Bulgaristan’da azınlıkların hak arama davasında böyle bir hukuksal başarı elde edilememişti. 50 ailenin birlik olması ve beraberce duruşma salonuna girmesi ve salondan lehlerinde çıkan kararla ayrılmaları paha biçilmez boyutta büyük bir zaferdir. Kolektif hak arayanların galip gelmesinin imkânsız olanaklarda da mümkün olduğuna bir emsal kanıt (başka davalarda da kullanılabilecek bir örnek) getirmiştir. Bizim kolektif haklarımız uğruna verdiğimiz hukuk mücadelesinde benzet bir başarımız (elimizde bir mahkeme kararı) yoktu.


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Büyük bir grup vatandaşın aynı çileyi çekerken, aynı duygularla yaşarken, ortak (kolektif) bilinç oluşturması, beraberce hareketlenme, dayanıp sabretme ve sonunda galip gelip muzaffer olmasında doğan örnek hak ve özgürlük davamızın 1990’da başlayan yeni dönemde elde ettiği dev zaferdir. Birkaç avukatımız olsa ve hatta bir süre Adalet Bakan Yardımcısı bizden biri olsa bile, biz bu taşı kaldıramadık kardeşlerim. Bizim Çingenelerin barosu olsa bu mahkeme kararının çıktığı günü ADALET BAYRAMI GÜNÜ ilan edebilirdi. Çilekeş kardeşlerimizi BULTÜRK ve BGSAM adına tebrik ediyoruz! Olayı biraz daha deşelim. Bulgaristan’da kolektif dava dilekçesini mahkeme kabul etmezdi. Şimdiye kadar hiç kabul etmedi. Biz okullarımızı aynı günde hepimiz birden kaybettik ama dava açamadık. Bütün camilerin kapısına aynı günde anahtar taktılar fakat müftüler dava açmadılar. İsimlerimiz değiştirildi, öldürüldük, yaralandık, zindana düştük tekmelendik ne yazık ki, hiç birimiz hak arama davası başlatamadık. Bu yola girmeye çalışanlardan hiç biri lehinde çıkan mahkeme kararını alıp, arkadaşlarına bir kahve ikram edemedi. Neden mi? Katiller, soykırım, kültür kırımı yapmaya hazırlananlar, kendilerine gerekli olacak kılıfı önceden hazırlamışlardı. Anayasaya ve yasalara “Kolektif suç yoktur” yazdılar ve soy kırım kararlarını kolektif aldılar, operasyonları onlar örgütlediler, suçsuz insanlar onların emirleriyle öldürüldü fakat suçlular tutuklanmadı, sorgulanmadı, içeri atılmadı, çünkü olanlar hep “kolektif” işlerdi. Bulgar devletinin kendi yasalarına uymadığını dünya bilir, gördü. Zalimler, görenler susarken… Nihayet testilerden biri kırıldı. “Voyvodino” mahalle gettocuları birinci dereceli Bulgar mahkemesinden aldığı kararı belediye uygulamayınca, hak arama davası Strazburg’a taşındı. Bu önemli adımı, Bulgaristan Müslümanları Diyaneti, Başmüftülük, İl Müftülükleri mal mülk davalarında atamadı. Bu gerçek bize, ayaklanmaların, dava kazanmanın boş kafalı diplomalıların, maaşlıların, beş vakit namazdakilerin işi olamadığına inandırdı. Bu ancak ve yalnız düzgün karakter taşıyan yoksulların davası olabilirdi. Öyle de oldu. Yoksulluk üzerinde adalet bilinci dövülen örstür. Son günlerde Bulgaristan’da 80 yangın birden çıktı. İtfaiyeciler deli divane oldular. Bütün yangınlar tek kıvılcımdan başlar. 2018’de ve 2019’un ilk 8 ayında ülkede 900 yangın ve Çingene getto-mahallerine 231 saldırı oldu. Hapishaneler ve tutuk evlerinde yatanların, tutukluların bedava çalıştırma merkezlerindekilerin % 72’si Çingene. Her baskının sonu patlama doğurur. Haklı çıkmalarına duacıyız.


Makale ve Analizler - 2019

31

Propaganda konusu değişirken derinlere inildi. Daha önceki yıllarda Türklere karşı konuşanlar, Osmanlıya saldıranlar ve Müslüman azınlıkların “kötü” olduklarından dem vuranlar, ansızın sahneden uzaklaştırıldı. Hele T.C. Rusya’dan C-400 füze savar kompleksini domates biber, patates, yeşil fasulye ve bal kabağı karşılığı aldığını açıklayınca, 8 adet F-16’ya 1.? milyar Avro (2.2 – 3 milyar leva) ödeyen Bulgar siyasetinde savunacak taraf kalmadı. Kafaları küflü kalıp ve ön yargılı olanlar TV ekranına davet edilmiyor. Eski “Zamancı” M. Ömer, O. Oktay ve askeri istihbarattan olup Edirne Konsolosluğunda da bulunan Dimov gibiler propagandada kekelediler. Rusofiller konuyu şöyle değiştirdiler. 2007’den beri Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan’da bir arpa boyu ilerleme kaydedilmediği ortaya çıkınca, aynı dönemde Polonya halkının refah düzeyinin 4 misli yükseldiği, Çek Cumhuriyeti % 90 ilerleme kaydettiği, Hırvatistan’da bile iş ücreti ve emekli maaşlarının % 80 arttığı gizlendi. Bulgar idaresinin başarısızlığı niteliksiz ve kabiliyetsiz, dolandırıcı, hırsız kadrolarla anlatıldı. Sosyalizm yılları nimetleri, zenginliği, refahı anlatıldı. En sıkıntılı 1988 yılında bile Bulgaristan’da kişi başına 195 litre süt, 236 adet yumurta – 75 kilogram et, 109 kilogram meyve tüketildi hep tekrarlandı. Bu yumurtalardan kaçını Rus turistlerin yediği açıklanmadı! Karşılaştırma olarak ise 1990’da başlayan “Demokrasiye Geçiş” döneminde yılda ortalama kişi başı 20 litre süt, 143 adet yumurta, 32 kilogram et ve 50 kilo meyve tüketildiği belirtildi. Kimse kalkıp, üretim olmayınca ne tüketelim, Türkler gitti her şey bitti, işler durdu, demiyor. Bu yılın ilk 6 ayında Bulgar iç pazarında satılan sebze ve meyvenin % 80’ni ihraç edilmiştir. Rakamlarla oynanıyor, olaylar ters yüz gösteriliyor. Biz nasıl oldu da bu duruma düştük? sorusuna yanıt ararken, önce acil ele alınması gereken birkaç soru var. Bunlardan en önemlisi Rus ve Sovyet “çifte kurtarıcılığının” bedeli meselesidir. Bir defa Bulgarları “kurtaranlar” kimdi? Bu işin faturası kaça çıktı sorusunu masaya yatıralım. Çünkü çifte fatura domuz düğümü demektir ve insan kendisi bunu çözemez. Baştan şunu hatırlayalım. Bulgarların Osmanlı’dan ayrılması işlerinde sözü geçen ilhamlı havarilerden Rakovski, Botev ve Levski, “bu işte Ruslardan uzak duralım” sözünde ısrarlı olan tarihsel şahsiyetler – aydınlıkçılardır. Hatta “halk yazıdan anlamaz” diye düşünen şair ve yazar Hr. Botev Romanya’da çıkardığı “Tıpan” (Davul) dergisinde yayınladığı bir karika-


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

türde, seri halinde Moskof uşağı doğuran bir eşek çizmiştir. “Hadi Ruslar, diyelim ki, bizi Osmanlıdan kurtaracak, ama bizi onlardan kim kurtaracak?” Sorusunu kitaplaştıran bu davanın ideologu Rakovski’dir. Baş komita Levski’nin “bir Rus ajanı olan Papaz Krıstü tarafından ele verildiği” ders kitaplarına işlenmiştir. 1878 yılında Bulgar halkının kafasına dank eden şu olmuştur: “Ruslar bedavacı. Ödemeden yiyip içiyorlar! Bu işten kurtulma yolu bulalım.” Biz Bulgaristan Türkleri “Osman Paşa meydan muharebesi” ve ya “Plevne Savaşı” adlarıyla “Osman Paşa Marşıyla” yaşattığımız, tarih kitaplarında ise “93 Harbi” olarak anlatılan 1877-78 imparatorluklar arası Büyük Savaş’ta Rusya İmparatoru II. Aleksandır güçlerinin 39 bin ölü verdiğini bilirdik. Yayınlanan ilk kitaplarda “bu işi ucuza getirdik” havası yaratan Ruslar ölü adetini 17 bin göstermişti. Moskofçuların rakamı 200 000 ölüye çıktı. Bile bile abartıldığı biliniyordu. Hile abartının içinde gizliydi. Rus Çarı savaş tazminatı isteyecekti. Savaştan sonra Bulgar Prensliğinde 50 bin asker kalmıştı. Ne ki, herkesten gizlense de Rus askerleri sürekli azalıyordu. Yarısı geri dönemedi. Gece karanlığında tavuk, hindi, kaz, kuzu, koyun ve domuz hırsızlığı yapıyorlardı. Bulgar köylüler onlara karşı acımasızdı. Öldürdüklerini derin gömdüler. İz bırakmadılar. İzler hep silindi. Aleksandır ordularında subaylar dışında Rus asıllı yoktu. Hepsi Ukrayna köylerinden en fazla da Orlovsk ve Herson köylerinden, Besarabya ve Kazan Bulgarları arasından toplanmışlardı. Rus olmayan askerlere “gönüllü” denmesinin sebebi vardı. 1855 ten sonra Rusya TOPRAK KÖLELİĞİ KALDIRILMIŞTI. Fakat savaiın başladığı 1877’de toprak köleliğini kaldıran reform henüz Ukrayna’yı kapsamamıştı. Savaşa gidip sağ sağlım dönen askerlere “toprak kölesi değil” yani “serbest insandır” vesikası verilecekti. Bu gençlerin “hürriyet” özlemi şu anlama geliyordu. İstediği kızla evlenebilecekti. Şehre gidip işçi olabilecekti. Para bulsa kendi toprağı üzerinde çiftçi olabilirdi. Tüccar olabilirdi. Okuyabilirdi… Gönlündeki insan haklarının büyük bir bölümüne sahip olabilmekti. Bulgaristan’a gelmeleri hepsini çok etkilemişti. Mal mülk sahibi köylüler görmüşlerdi. Onlara göre Bulgarların kurtuluşa ihtiyaçları yoktu. Onlar özgürdü. Hem de bir kölelinin bir özgürü kurtardığı nerede görülmüştü?… Ve özetle bu “toprak kölesi zincirlerini kıramamış” askerler 1877’de “Bulgaristan’ı kurtarmaya” değil, “kendilerini toprak köleliğinden kurtarmaya” gelmişlerdi. Hepsi aynı durumdaydılar ve geri dönüş yolları tıkalıydı. Onları savaş ateşine iten de buydu aslında…


Makale ve Analizler - 2019

33

Bu konuyu biraz daha derinleştirdiğimizde, “Bulgaristan kurtarıcılarının daha sonra Ukrayna’da kara kader yaşadığını” görürüz. Çünkü döndüklerinde hürriyetlerini istediklerinde alamayınca ayaklanmışlardı. Çar öldüğünde yerine III Aleksandır geçtiğinde polis tarafından kovalanmışlar, kurşunlanmışlar, aileleri facia yaşamış dağılmıştı. 1915’e kadar devam eden bu şiddet olaylarından Türkiye’ye sığınanlar Gelibolu Yarımadasında toplandı. Osmanlı makamları, toplam sayılarının 40 000 olduğunu kaydetmiştir. Bilindiği üzere, XX. Asrın başında Çanakkale Geçidinde düğümlenen Anzaklarla (İngilizlerle) ölüm kalım savaşı Türklüğümüze ölüm kalım günleri yaşattı. . O zaman Rusya’dan kaçaklar Çanakkale Savaşı’na Osmanlı saflarında girmek isteseler. Padişah yol vermedi. Bulgar makamlarla anlaşarak Varna’ya gönderildiler. Alman asıllı Bulgar Çarı Ferdinad “kurtarıcıları” balla börekle, güler yüzle karşılamadı. Hele “dar sosyalist” komünistlerin karşı tavrı sertti. Birçokları öldürüldü. Kayıplara karıştı. Öyle ki “toprak köleliğinden” kurtuluşun tadını çıkaramadıkları gibi, Bulgaristan “kurtarıcısı” olmaları da bir işe yaramadı. Şimdi kalkıp Besarabya’ya gitseniz anlatılan çok acı “kurtarıcı” hikâyelerini dinlersiniz. Bu olaylara ilgili olumlu hava yaşatan eser yoktur. Sayısız çok karamsar geçmişin üstünü cilalayıp pudralamak için son yıllarda dış ülkelerde açılan Bulgar okullarına milliyetçilik yanı ağır basan tarih ve edebiyat öğretmenleri delege ediliyor. Bulgar tarihi ancak uzaktan bakarsan okunur, yaklaştıkça kokusu boğucudur. “Kurtuluşun” bedeli. 10 Ocak 1884 tarihinde Bulgar Prensi I. Batenberg 1144 n.o’lu bir emir imzaladı. “Rus İmparatorluğu Askerlerinin Bulgar Prensliğini İşgal Ettiği Süreye İlişkin Rusya İmparatorluğuna Ödenecek Borç” başlığı altında çıkan bu resmi belgede talep edilen para 10 milyon 618 250 Ruble ve 40 Kopektir. Altın değeri 32,5 ton altın, Fransız Frankı tutarı ise 53 milyon altın Franktı. 1886’da Bulgar Prensliği’nin Doğu Rumeli’yi ilhak etmesinden sonra Rusya’ya olan borca 50 ton altın yani 82 milyon Fransız Frankı daha eklendi. Bulgarların bu “borcu” ödeyemeyeceğini gören Çar III. Aleksandır Sofya idaresinden toplam 11 milyon iri baş hayvan (sığır) talep etti. İyi ki 1918’de Güney Dobruca Savaşında Türk Ordusu işgalci Romen ve Ruslara karşı süngü taktı ve Bulgar Çarlığı Bresk-Litovsk Barış Görüşmelerinde ve Sovyet Savunma Bakanı Troçki ile imzalanan Barış Antlaşmasında galipler listesinde yer aldı ve bu borç silindi. Ötesini düşünmek ve yazmak istemiyorum.


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şu bir gerçektir, şu konu ettiğimiz sıkıntılar, ekonomik baskı ve talan, öz tarihimizdeki esaret, hem de bir yandan Rus esareti püskülü de Bulgar esareti altına düşmemiz ve durumdan kaynaklanan hiç aralıksız şiddetlenen zulüm ata topraklarımızdan 100 yıl devam eden büyük sökülmemize neden olmuştur. Bu bakımdan bugün Bulgaristan’da tutunmuş ve Türklüğünü yaşatan her Türk, her Müslüman, dini ve dünyevi hayat arasında sıkışmış kalmış kardeşlerimden her biri kahramandır. Bu emsalsiz kahramanlığın klasikleşecek eserleri henüz yazılmamıştır. İl Allah yazılır… Kahramanların tepesi “Şipka”. 16 Kasım 2016’daki Cumhurbaşkanı seçilmezden önce, boynuna “Başını Batı’ya çevirmeyi”, gözlerine de ”uzağı görmeyi” engelleyen – miyop- çipi takılmasına razı olan General Rumen Radev, bir askeri jet pilotu olarak dünyaya hep gökten bakma nostaljisini tırnaklayarak kaşımak özlemini tatmin etmek amacıyla, 2 yıldan beri havanın açık olduğu Ağustos ayında Koca Balkan’ın “Şipka Tepesi” ne tırmanıyor. Korumaları ve Cumhurbaşkanlığı görevlileri ve yakınları ile ücretli bayraktarlar olmasa, o tepede eşiyle birlikte ancak bir turist izlenimi bırakacak. Bu arada, Kazanlık Etnografı Müzesinden 1 gün için kiralanan 20 kılıcı kuşanmış, 20 fes, 20 aba potur, yelek ve çarıklı Osmanlı askeri ile bir külahlı Hoca’nın karşı koruda belirmesi görünümü değiştirdi. 30 Rus subay ve er kıyafetli ve belleri kuşaklı, ellerinde kırmalı Bulgar “gönüllüler” “Ura” haykırışı “Allah Allah” seslerine ve dualara karışınca dağ başında film çekiliyor izlenimi oluştu. Sevlievo (Selvi) At besleme çiftliğinden kiralanmış ve sırtlarında jokeylerle 1370 metre yüksek tepeye 3 saatte tırmanabilen suvariler de ter su içinde geldiler. Atların Arnavut Kaldırımı döşeli yol üzerinde soluk soluğa tepinmesinden nal seslerine hoparlörden yükselen Rus Zafer Marşı karışınca tablo sanki tamamdı. Daha önceki yıllarda bu tabloya bir de yol kenarına dizilmiş 10 Osmanlı subay, er ve bir din adamı maketi elenirdi. Rus atlılar bu maketlerin başlarını boynuna tek vuruşta uçuruyordu. Bu olaylarda suni bir coşku yaşanıyordu. Seyircilerin eline sanki önceden birkaç para sıkıştırılmış gibi, hararetli bağırıp çağırıyorlar hatta Türklere karşı şiir okuyanlar öne fırlıyordu. Cumhurbaşkanı Radev geleneksel açık hava “Zafer Çarpışması” sahnesine tepeden baktı. Davet edilen diplomatların hiç biri gelmemişti. Yeni kuşak Bulgar yazar, şair ve ressamlar da bu gibi yapay sahnelerden esinlenmeyle sanki vedalaşmıştı.


Makale ve Analizler - 2019

35

Cumhurbaşkanı şiir söyler gibi kutlama konuşması yaptı. “Rus zaferini” övdü. O, 26 Ağustos 1934’te Bulgar Çarı III. Boris tarafından resmi bir törenle açılan “Şipka Anıtı” heykelinin duvarındaki yazıya göz atmadı. Eşi de huzursuz gibiydi. Duvarda yalnız “Hürriyet Savaşçıları’na” yazıyordu. Ve o heykeltıraş “Şipka” çarpışmasına General Skobelev’ten başka katılan Rus olmadığını iyi biliyordu. Bunların artık pek önemi de kalmamıştı. Bulgaristan’ın ödevi “Rus ve Sovyet Anıtları” cetvelinde yer alan bu eserleri korumak ve gerektiğinde onarmaktı. 1951’e kadar bu geçidi kullanan Bulgarlar anıtın dikildiği doruğa “Sv. Nikola” derken, bu ismin Bizans’tan kaldığını bilmem biliyorlar mıydı? Türkler ise burada 2 tepe görmüş, birine “Büyük Yaban Gül”, diğerine de “Küçük Yaban Gül” demişlerdi. Kazanlık ve Selvi Türkleri bu yaylalı tepelerde kış aylarında çay kaynattıkları yaban gülü meyvelerinden topluyorlardı. “Köpek Gülü” adıyla da meşhur bu kırmızı meyvelerden çok leziz marmelad da kaynatılırdı. 1934’te yerleşen isim arama çalışmalarıyla Bulgar dili “Şipka” tepesi adıyla zenginleşti. 1951’de “kurtarıcı” Rus isimlerine yenilerini eklerken, “Büyük Yaban Gül” tepesine “General Skobelev” adı verdi. Fakat yerliler bu ismi kabullenemediler. Gerçekleri bilenlerin öyküler dinlendikçe Komünist iktidar geri adım atıp “Şipka” ismine döndü .“Küçük Yaban Gül” ismini de turistlere dağıtılan yol rehberlerinden sildiler. Cumhurbaşkanı Radev, konuşmasında isim değiştirme salgın hastalığına hiç değinmedi. Stara Zagora (Eski Zara) Belediye Başkanlığında çoğunluk olan “Ataka” (Saldırı) danışmanlarının 2005’ten beri yalnız bu uyuzu kaşıdığını biliyordu… Hele şu Moskova’da gözlerine kaktıkları miyop perdesiyle tarihi eşelemek Öyle zor, Öyle zor ki!…


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kaç Kere Dibe Vurduk?

Ekonomik çöküş: Tarih: 03 Eylül 2019 Yazan: İbrahim SOYTÜRK Konu: Seri bunalımlar yeni bunalımlar doğuruyor. Bulgarlara sorsanız başlarına gelen kötülükler hep Türklerden bilirler. Gerçeğin dili olsa da konuşsa! Onları bulan iyiliklerin çoğu Türklerden gelmiştir. Millet olarak ise, bizden başka sözleri geçen başka birilerini gösteremezler. Bulgaristan bir defa 1944’ten beri sürekli dalgalı bunalımlar, çöküş ve çıkışlar yaşadı. Rüzgarlı havada kayık gibi inip çıktık. Osmanlıdan ayrıldıktan sonra ilk toslamaları yaşarken Padişah kanadı altına yeniden imparatorluğa katılmak isteyişleri unutulamaz. 2 defa pes eden ve istikamet şaşırınca 16 Cumhuriyet olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğine katılmak isteyince alay konusu olmuştu. 2004’te Türkiye BMM özel kararıyla sağlanan garantörlükle NATO’ya ve ardından 2007’de Avrupa Birliği’ne katılmamız da dalgalı durumu sakinleşmemiştir. Şu an bir fırsat olsa Amerika’ya bağlanmaya hazırız. Önemli olan bu işlerde bir kelepir olması… Bazı yazarların yazdığına ve okurken kimi okurların da anlamakta zorluk çektiğine göre, yaşanan bunalımlarla ilgili söylenecek sözler çok. Son eşelemelerden ilginç olaylar çıktı: Buradaki karışıklık, Bulgar koşullarında, devamlı olarak sebep sonuç mantığının karıştırılması temelinde, Bulgarların her zaman sonucu öne çekip sebep yerine koyarak işlerin karışması sebeplerini ters anlattıkları bilinir. Bu, olayları ters anlatıp kendilerini her zaman haklı çıkarma örneklerini “isim değiştirme” zulmünde, din yasaklarında, ekonomik çöküşte, 360 bin Türkün sınır dışı edilmesinde görmüştük. İsimlerimizi kendi isteğimizle değiştirdiğimiz küstahlığına giderken, göçe zorlanmadığımız iddia etmişlerdi. Bu işlerde pek bir değişiklik de yaşandı diyemeyiz. Yalanlar kendilerine yol yaptılar tıpış tıpış yürümeye alıştılar. Gerçekler de tırmanma gayretiyle yol alıyorlar.


Makale ve Analizler - 2019

37

Bulgaristan’ın “içine düştüğü ve kokusuna alıştığı bataklıktan” çıkamaması ve başka bir değişle “bunalım çıkmazının dibinden kendini çekip koparamaması” son zamanda 360 bin Türkün işini gücünü, evini barkını bırakıp “çekip gitmesiyle” izah edilmeye çalışılıyor. Sanki Türkler 1989’da topluca gitmeselerdi, “gölet bataklık olmayacaktı” diyenler çoğalıyor. Kimse “biz onları kovduk”, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Bürosu’nun 300 bin Türkü kovma kararı vardı, demiyor. Savcılık “vatandaşı vatanından kovma kararı” anayasaya aykırıdır, kanununa göre suçtur, dese bile köy köy gezip kapılara “Kalaşnıklerle” dayanılmış tespiti yapmadı. 24 saate çekip gidin dedikleri, Todor Jivkov’ TV’ye çıkıp Cumhurbaşkanı Özal’dan “Kapıkule sınır Kapısını açmasını istediği, bunların hepsi unutuldu gitti. Ama unutamadıkları bir ayaklanma var, Traklar’ın Roman İmparatorunu devirmek için isyan etmeleri. Anımsadıkça titreyişi bir görsen… Kendileri adına “Soya Dönüş Süreci” dedikleri aşırı zulüm uyguladıkları yılların katillerinden, suçlulardan hiç birinin kılına dokunulmadığı gibi, şu dönem bakıyorum bu işler “devletimize kaça patladı” acaba hesaplarının yapıldığına şahit oluyoruz. 1984-1989 yılları arasında Bulgar devleti tamamen dibe vurdu. Besbelli bizi suçlu çıkarıp çöküş tazminatı isteyecekler, akıllarından geçen bu… Türk kapısı hayır kapısı! Uydurdukları “soya dönüş” süreci ekonomisinin 760 sayfalık kitabını yazan, sosyalist kafa Rumen Avramov’un düşünce tarzına bir bakalım: Cevabı aranan soru şu: BULGARİSTAN TÜRKLERİNİ ASİMİLE ETME ŞİDDETİ VE SALDIRILARI BULGAR DEVLETİNE KAÇA MAAL OLMUŞTUR. Bu muhasebe 1913’ten 1989’a kadar uzansa da, onlar yalnızca 1984-1089 yıllarına ait 40 dosya açmışlar. Derinleşseler XX. Yüzyıl Bulgar devlet arşivinde başka bir şey olmadığını hemen görecekler. Her şeyi planlı yaptıklarını iddia eden ama kafaları plana kesmeyen Bulgarlar, bir de Türkler siz Bulgaristan’ın ayağa kalkamayacağını, dirilemeyeceğini, asla toparlanamayacağını düşünemediler. O zaman T. Jivkov’a akıl verenlerin yazdığı raporlarda şöyle cümleler vardı: 860 bin Türkün ismini değiştirdik, 360 binini söküp Türkiye’ye göçe zorlasak, 500 bin kişi kalacaklar. Yunanistan’da da 500 bin Makedon ve 500 bin Arnavut var ama sesleri çıkmıyor. Bizimkiler de susar ve bu iş kapanır. Bulgar ekonomi motorunun stop edeceğini ve bir da asla “çıt” demeyeceğini rapor eden olmamıştı. Olaya para yönünden bakanlar sussalar da şöyle bir olay yaşanmıştı: Bu olayın bölüm başlığı BANKA ÇÖKÜŞÜDÜR.


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sosyalizm yıllarında ülkede halka açık işlem gören “DSK” adlı tek banka vardı. Türklerin tütünden, hayvancılıktan ve madencilikten tasarrufları da orada toplanmıştı. “DSK” mevduatının % 33’ü Türklerindi. 1989 Mayısında İç İşleri Bakanlığına Türkleri kovun emri verilince, gitmeye kararlı Türkler “DSK” kapısına yığıldı. İlk gün 90 milyon leva çekilmişti. Bu DSK sıcak para toplamının % 8.2’sine eşitti ki, 3 gün sonra DSK kapısına dikilen üniformalı milis ve sivil polisler para çekme sürecini engellemeye başlamışlardı. Bu çöküşten Türkler suçlu gösterilmeye çalışıldı. Devlet mali olarak çöküyordu. Bulgaristan’da darphane olmadığından Moskova’ya teleks gönderildi. Şok yaşandığı duyuruldu. 1989 göçü Bulgaristan Türkleri tarihinde çok önemli bir olaydır. Yaraları kapanmadı İlk haftanın banka bilançosunda 600 milyon leva açık belirdi. Mali çöküş önü alınamayan bir süreç olarak derinleşiyordu. Moskova’daki darphaneden hemen 1 milyar 260 milyon leva karşılıksız para istendi. Bu parayla çöküşün 2 hafta durdurulması ve daha büyük bir uluslar arası sorun olmasının önlenmesi amaçlanmıştı. Aslında Moskova’ya gönderilen dilekçeler ikiydi. Birisinde istenen paranın hemen uçakla gönderilmesi, ikincisinde ise karşılıksız bir yekûn istenmişti. Ani olaylar öyle gelişmelere işaret ediyordu ki, sanki Müslümanların Bulgar DSK’sındaki tasarrufları peşinen “köy baskınları ve isim değiştirme”, “terör uygulama”, “tutuklama, kamplara gönderme, sürgünleri gözetleme, prim dağıtma, katilleri ödüllendirme, ajanları yemleme” işlerinde harcanmış ve kasalar boştu. Buna en inandırıcı örneklerden biri ise, Jivkov’un 1988 yazında bir vesile bulup Almanya/Bavyara Eyalet Şansölyesi Yosef Strauss’u Deliorman’da “Voden” Av Çiftliğine davet etmiş ve dört göz arasında kendisinden 500 milyon DM borç para talep etmişti. Münih’e dönen Strauss, aynı gün vefat ettiğinden dolayı bu para gelmemişti. Bulgar bankalarının kasalarında farelerin bayram ettiği ortaya çıkmıştı. 1989’da Jivkov idaresini diz boyu rezillikten kurtaran karşılıksız para kesen Rusya darphanesi olmuştu. Bu işin sebebini Türklerin göçe kalkışmasında aramak yanlıştır. Türk düşmanı, azınlık düşmanı totaliter komünist ırkçı politikada aramak gerekir. Başka bir gerçek yoktur. Bulgaristan ekonomisi 1944-1989 yılları arasında plansız çalıştı. Devlet planlama komisyonunda planlamadan anlayan uzman çalışmıyordu. Hele Kiril Zarev döneminde ve Kösev’in başkan yardımcılığında yıl boyu görülen işlerin başında öteden beriden 100-120 milyon US Dolar kırpmak ve bu parayı İsviçre’deki Todor Jivkov şahsi banka hesaplarına aktarmaktı. Ne yazık ki, 10 Kasım 1989’da devrildikten sonra Jivkov bir daha dış ülkeye çıkamadı ve bu paralar ancak torunlarına kaldı.


Makale ve Analizler - 2019

39

Fakat yeni çıkan ve Bulgaristan’ın ekonomik ve mali çöküşüne ayna tutmaya çalışan yazılı çalışmalarda “Planlı Ekonomimize Ağır Darbe” vurulmuştu gibi başlıklara rastlıyoruz. Ağır darbenin Türkler tarafından vurulmadığı bir gerçektir. Bulgar çöküşünde suçsuz birileri varsa onlar da Türklerdir. Bir insanın alın teriyle kazandığı helal parayı bankadan çekmesi “banka çökertmez”. Fakat senin bir iki faiz almak için banka hesabında tuttuğun parayı başka “işlerde” banka kendi inisiyatifi veya yukardan gelen Emire uyarak kullanmışsa ve geri toplayamıyorsa, bu paranın gerçek sahibi olan kişi “paramı” dediğinde, banka çaresiz ise, o zaman banka çökebilir. Bizdeki vaka budur, çünkü 280 bin ton tütün üretiyorduk. 1975-1985 yılları arasında Bulgaristan’da üretilen tütünün kilo fiyatı 3.60 lv. (üç leva altmış stotika) idi ve toplam yıllık değeri (üreticiye ödenen para olarak) 10 086 000 000 (on trilyon seksen altı milyar leva) idi. O zaman T.Jivkov tütün üzerinden müthiş dolaplar çeviriyordu. Jivkov ile Yunanistan KP Genel Sekreteri Florakis (Yunanistan’daki zenginler arasında 6. Yerde bulunuyordu) ve İtalyan Komünist Partisi MK Genel Sekreteri Berlinguer arasında gizli sözlü anlaşma vardı. Bu dalavere anlaşmasına göre, Bulgaristan’da üretilen basma tütünler balyalanmış durumda önce Yunanistan’daki bazı özel depolara, sonra da Ro Ro sitemiyle Bar feribot limanı üzerinden Güney İtalya’ya aktarılıyordu. Ardından ORTAK PAZAR’dan 2 defa (Yunanistan için % 25, İtalya’ya da % 18) olmak üzere 2 defa bu teknik ürünün ‘malın’ reel fiyatı baz alınarak, DM olarak toplam % 43 prim alınıyor, aynı tütünler daha sonra Burgaz şehrindeki TÜTÜN FABRİKASINA taşınıyor ve bu tesiste Sovyetler Birliği pazarı için toplam 55 değişik marka sigara üretiliyor ve gemilerle ihraç ediliyordu. Bunu anlatmamın neden, ürettiğimiz tütünlerin Bulgar devletine zaten parasız kaldığı ve üreticiye ödenen ve zor zaman için bankalarda tutulan paraların da, aynı üreticilere terör uygulama, zulmün bin bir çeşidini deneme işlerinde harcanmak üzere çekilmiş olmasının dinmeyen acısıdır. Halkımız sabırlı ve zekidir, ama bütün sınırlar aşılmıştı. Ve şimdi bir Bulgaristan’daki mali bakımdan sorumlu ve suçlu gösterilmeye çalışılması, ancak bizi hala kör ve cahil zanneden komünist tepegözlerin denemelerinden biri olmaktan başka bir şey olamaz… Önerim şudur, işlerin perde arkasını bilmeyenler lütfen yazmasınlar… Dünya değişti bir bugün İvan Vazov’un kitaplarının hurdaya verildiği değişen çağda yaşıyoruz. Görmeyen kalmadı. Tarihçilerin gizlice yazdıkları tarih ders kitaplarını Eğitim Bakanlığı Kabul Etse bile, halk kabul etmiyor, kamuoyu tepkili…


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bazen artık “hiç bir şeye inanmayalım” geçiyor aklımdan. Fakat insanın zehirlenip dönmüş balıkları görebilmek için bulanık suya bakması da eğlencelerimizden biri oldu. İyi oldu da topluca T.C.’ye yerleştik, bizim çilelerimizin biteceğine inanmaz oldum. Çöplükten işe yarayacak bir şey çıkarmayı umanlar da kendilerini aldatıyorlar. Şu Arnavudov gibi, 4 sene uğraşıp, tozlu dosyalardan 760 sayfa kitap haline getirdiği saçmalıklara bak, insan utanır be. “Türkler olmasa bitmişiz” cümlesini yazacak ne yer ne de yüreğinde dürüstlük bulabilmiş. Kendilerine herkesin inanacağını düşünüyorlar. Aldandıklarının farkına ve bilincine varamıyorlar. “Para için çalışıyorlar belli.” Ne ki Türkler artık bu değirmenin unundan ekmek yapmaz oldu. Bulgar dilinde “hayır” sözümüzün karşılığı yok. “Dobro” demişler, ama kavram olarak anlamı farklı, “hayırliya” sözü de “uğurlu olsun” şeklinde içerik kazanmış. Türklerin kendilerine olan hayırlarını tam olarak kavramadan, çünkü “hayır, bedelsiz iyiliktir” Bulgar’ın bu konudaki atasözü ise “herkes içtiği kahveyi kendisi öder” anlamında “bira” için kullanılmıştır. Bir defa şu 2 Rus işgalinden kurtarıp TBMM kararıyla komşu için “Batı Kapısını” açma kararı paha biçilmez bir hayırdır. Son yıllarda şu göçmen, sığınmacı vb yollarını kesip de Bulgaristan’a huzur yaşatılması, buna rağmen sınıra dikenli tel örgü gerecek kadar ileri gitmelerine akıl erdirmek güç. “Türk Akım” TANAS, TÜRKMEN GAZI ve başka boru hatlarıyla enerjiye kavuşma yollarının Türkler tarafından aralanması da el öpülesi hizmet ve hayırlardır. İstanbul Uluslar arası Hava Alanı’nın Bulgar’a yakın kurulması, Edirne pazarının genişletilmesi, sınır kapılarında gişe hizmetlerinde sunulan kolaylıklar ve sonunda bu yıl 1.5 milyon Bulgar vatandaşının tatil huzurunu T.C. plajlarında bulması ve daha birçok olay hayırdan çok öte hizmetlerdir. Tüm buna rağmen, eski komünistlere kitap yazıp, milletin gözüne kül atıp, 1984-1989 yılları arasından 860 bin Bulgaristan Türkünü izletmiş olmak, ajan ve jurnalci sürüsü beslemek, ihbarcıları hapishanelere gönderip tutuklulardan haber toplatmak gerçekten şerefsiz işler. Paralarımızın bu gibi şerefsiz düzey işlerinde kullanılmış olması da inciticidir. Parası ödenmemiş tütün mahsulümüzle Yunanistan ve İtalya sınırlarında ne risklere girildiği anlatılması sıkıcı gerçekler. Yazılması da Bulgarları küçük düşürüyor, haysiyetsiz olduklarına yeni kanıtlar sunuyor. Bu işler para pul işi değildir. Bir defa Vatan para ile alınıp satılmaz. Bizim davamız onur, şeref, hak ve özgürlük davasıdır. Yine yanlış anlaşılmışız. Önerilerimiz: Bulgarlar bu konuları işlemeye devam etsinler ve olaylara devletin menfaatleri ve Bulgar milletinin kendi kendini nasıl yok ettiği açısından yaklaşmaya çalışınlar. Sonunda insan kötülük bile etse ancak kendine eder. Okuyanlara ve dostlarına paylaşanlara teşekkürler.


Makale ve Analizler - 2019

41


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

KIRCA ALİ ANISI Sanatkârlar yatağıdır Kırcali, şairi, ozanı, şarkıcısı ressamı bu toprakların gücüyle beslenir. Kışında bahar, baharında ne efsunlar saklıdır, yeşiliyle alıyla, baharında balıyla büyü-

ler insanları. Bir günde dört mevsim yaşasa da insan, hissettikleri, alıp götüreceği duygular hep bahardır. Efsanevi güzellikler ortasında, çocukluğumun hayalleri ile dolup taşan bu şehirde dolaşırken eski dostlukların izlerinde, yeni, yeni köprüler de kurduk o günlerden bu günlere. Geçmişin tarih kokularını içimize çekerek, yeni güzelliklerle merhabalaştık. Gece yarılarına kadar süren eğlenceler sonrası, “Arpezos” otelinin üst katlarında kalmayı diledim yükseklerden seyretmek için bu günkü Kırcaali’yi. Odama girer girmez, yatağımın gül kokan çarşaflarından özür dileyerek pencereye yöneldim. On dört katlı otelin dokuzuncu katından seyre daldım gecenin kollarında ışıldayan bu şehri. Gözlerimi kamaştırdı Arda’nın dolunayda, dolunayın Arda sularında allı pullu renkleri Rüzgârla oynaşan dalgaların sesinde ölümsüz ozan Osman AZİZ; “Aman be deryalar kanlıca deryalar, biz nişanlıyız, ikimizde bir boydayız biz delikanlıyız türküsü çıkıp gelmişti sanki o çocukluk yıllarımdan. Sonra da Feride’nin; Ben sana demedim mi canlarım Yusuf’um kayıklar batacak diye yalvaran ağıtları çınlıyordu gecenin sessizliğinde. Heyy, Kırcaali güzel şehir, ah can şehir, on beşinde bir kız gibi uykusuz duran şehir; diye alıyor sazı sözü eline çok değerli ozan ölümsüz şair Osman AZİZ. Çok sevdiği bu şehrin güzelliğini getirirken dile.


Makale ve Analizler - 2019

43

Mart gecesinin rüzgârları dişlerini şah damarlarıma batırmaya devam etse de, gönlümün ateşi itiyordu beni bir zamanlar kara sevdalıların mekânı olan Arda boylarına. O, Arda boylarında şimdi 18 katlı binalar, parklar, bahçeler, marketler, lokantalar, barlar kucak açmıştı yeniçağın yeni insanlarına. Her ışıyan pencere ayrı bir hikâye gizlese de, çoktan durulmuş Arda’nın bulanık sularıyla, uslanmış hırçın dalgalarıyla masalar anlatan bir yaşlıya benziyor şimdi. Elimi uzatsam tutacağımı sandığım salkım, saçak pencereme dökülen yıldızlar tek, tek sönmeye başlayınca şafağın ilk öpücüğünden çözüldü güneşin sarı saçları, elinde bir ışık demetiyle merhaba derken yeni bir güne, ışıldayan vitrinler arasında peri kızı edasıyla gülümsüyordu Kırcaali uykusuz bir gecenin gündüzüne. Firdevs BÜYÜKATEŞ KIRKLARELİ


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

KALEMİN DİLİ kitabımdan BULGARİSTAN’DAN AYRILIRKEN Elveda yaramın kanayan yanı Göklerle ağlayıp durma ardımdan Nasıl ateşliyor bir bilsen kanı, Peşimde koşarken küskün anılar. Gitmeliyim artık çok geç olmadan Sarılmaya bile vakit olmadı Yollar aşılmazmış gözler dolmadan, Gözümden akacak damla kalmadı. Gümbür, gümbür gelen hasretin sesi Darbe gibi indi gönlüme yası Birkaç adım sonra sınır ötesi, Bir daha görüşmek ömür vefası. Firdevs BÜYÜKATEŞ Haziran 2018 DOBRİÇ


Makale ve Analizler - 2019

45

Seçim Bir Oyun Olmamalı! Tarih: 04 Eylül 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Demokratik toplumda belediyeler sivil toplum örgütlerine dayanır. Bulgaristan’da demokrasi mayası tutmayınca, seçimlere ilgi de azalmış oldu. 48 gün sonra, 27 Ekim’de yerel seçim olacak. Önceki seçimler 2011’de ve 2015’te yapılmıştı. Muhtarlar, Belediye Başkanları ve belediye meclis üyeleri yeniden seçilecek, kalanlargidenler olacak yeniler gelecek. Seçimlerin memleketimizin geleceği için çok önemli olması gerekirdi, fakat ülkemizde Cumhurbaşkanı, meclis ve yerel (mahalli) seçimler arasında uygulama kökten farklı olduğundan, her bir seçim için söylenecek sözler, verilecek bilgiler ve denetim uygulaması da farklı olduğundan, her defasında kampanyalar birbirine uymuyor. Kısaca işaret edelim: Cumhurbaşkanı seçimleri (majoriter seçim sistemi) olarak bilinir ve en fazla oy alan kazanır. Tabii kullanılan dikkat kullanılan oyların % 51’ni almak şartı her defasında geçerli. Meclis seçimlerimiz parti listeleriyle veya bağımsız adaylar arasında çoğulcu sisteme göre yapılırken, Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) gibi sistem partileri, seçmenin pusula (bülten) üzerinde kaydı olan adayların adlarını işaretleyemiyor. Bu bir parti kararı, parti içi uygulanıyor. Böylece DPS-HÖH parti içi ve seçim diktatörlüğü uyguluyor. Seçmenin aktif katılımını ve özel haklarını böylece kısıtlıyor. Üçüncü olarak yerel seçimlerde 2 özellik dikkati çekiyor. Bağımsız kişisel adaylar dışında, parti teşkilatları aday listeleri hazırlayıp politik yönetime sunuyor ve partilerin politik yönetimleri Belediye Başkanı ve Meclis üyelerini gösteriyorlar. Seçim usulüne göre en fazla oy alan kazansa da, (majoriter sistem uygulanıyor) ön sıralamayı parti yönetimi yaptığından ve DPS seçmeni listede işaretleme hakkına sahip olmadığından dolayı, aktif demokratik seçme hakkı geçersiz kılınmış oluyor. 27 Ekim seçiminde en büyük 2 parti konumunu koruyan Bulgaristan’ın Avrupa Vatandaşları Partisi (GERB) ile Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) seçmenlerine listelerde işaretleme yaparak, parti tarafından sıralanan aday listesinde şöyle oynama yapabiliyor. Bültende adı % 5 gibi işaretlenen bir aday, liste başı olabiliyor. Bu yasal duruma DPS-HÖH dışı öteki partiler de saygı gösteriyor.


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2 Eylül 2019’da GERB partisi Sofya’da Merkez Seçim Komisyonunda yerel seçimlere katılacağını açıkladı, kaydını yaptırdı ve en şiddetli seçim düellosu beklenen Başkent Belediye Başkanı koltuğuna Bayan Yordanka Fındıkova’yı gösterdi. Bayan Fındıkova bu göreve 2009’da, Boyko Borisov’un Başbakan seçilmesiyle 2 yıllığına atanmıştı. 2011 ve 2015 seçimlerini GERB adayı olarak kazandı ve 3. Görev süresi için yarışa katılıyor. Başkanlığı yıllarında 2. Ve 3. metro hattı açıldı, ticaret merkezleri, sağlık ve eğitim alanında birçok yeni altyapı tesisleri kuruldu, Sofya’nın çehresi büyük ölçüde değişti. Bu seçimde Demokratik Güçler Birliği (CDC) Avrupa parlamentosu seçimlerinde olduğu gibi GERB adaylarını destekleyecektir. İki parti arasında ortak katılım anlaşması imzalandı. Bayan Fındıkova’ya baş rakip olarak, Bulgaristan Cumhuriyeti ombudsmanı Bayan Maya Manolova, görevinden ayrıldı ve bağımsız adaylığını açıkladı. Bayan Manolova’yı sosyalist partinin (BSP) desteklemesi bekleniyor. Ombudsman olarak atanmazdan önce Bayan Manolova BSP milletvekili ve meclis grubu başkanıydı. Meslekten avukattır. Bayan Manolova’nın hangi partilerden destek beklediğini henüz açıklanmadı. 11 Eylül’de BSP Sofya örgütü bu konuda konferans çağırdı. Belediye Başkanı programını da halka duyurulmadı. GERB’in 10 yıldan beri devam eden seçimlerin zafer yolu Sofya’da başlamıştı ve rekabet devam ediyor. Sofya Belediye başkanlığına bağımsız bir aday olarak gösterilen Bayan Manolova ile, 2016 seçimlerinde bağımsız bir aday olarak Cumhurbaşkanı Radev’in gösterilmesi aynen tekrarlanıyor gibi. Yalnız şu var. Bayan Manolova seçime kendi “programıyla” girmek istiyor. BSP Başkanı Ninova ise “bizim seçim programımız var, onu kabul ettiği durumda, destek sağlayabiliriz” gibi söylevle öne çıkıyor. Bu tartışma kampanya başlayana (27 Eylül 2019) devam edecek gibi kızışıyor. Şu da var Bayan Manolova’yı aday gösteren İnisyatif Komitesi öncelikli olarak aktörler, müzisyenler, ressamlardan kuruludur. Sofya aydın kesimi dendiğinde anlaşılan ve kamuoyu oluşturabilen kesim ile sol ve sağ arasına üslenmiş gibi duran Sofya orta tabakası ve muhtemel 27 Eylül günü olduğu gibi 2. Turda da sandığa gitmeyi pek düşünmeyen çok geniş kitle var. Sosyolojik araştırmalar Bayan Fındıkova ile Bayan Manolova arasındaki fark –ilk anketlere göre – 50 bin kişidir. Şu an bu kitleyi hareketlendirebilecek bir gerekçe gösterilemiyor.


Makale ve Analizler - 2019

47

Yerel seçim ateşinin ilk kıvılcımlarından seçim tartışmasının konusu hemen kendini gösterdi. Sofya’daki “Kurtarıcı Sovyet Eri” anıtı kalacak mı? Kalkacak mı? Çok ilginçtir II. Dünya Savaşında Kızıl Ordu Bulgaristan’a girmemiş ama “Kurtarıcı Kızıl Ordu” anıtları dikilmiştir. Bunlardan biri Plovdiv (Filibe) şehrinde Nebet Tepe “Alyoşa” anıtıdır. Biri de Sofya “Kl. Kl. Sofya Üniversitesi” karşısındaki parka dikilmiş olan “Kurtarıcı Sovyet Askeri” anıtıdır ki, yıllardan beri kaldırılması isteniyor. Bu anıt, 1956 yılında dikilmiş ve Todor Jivkov’un BKP MK Birinci sekreteri seçildiği BKP Kongresi esnasında açılmıştır. Bir “Sovyet Sembolü’dür.” 2019 seçimlerinde bir başka “Rus Sembolü” daha sert tartışmaların konusudur. Bu da Osmanlı devrinde II. Aleksandır’ın 13 yıl İstanbul Büyükelçisi olan Prens Nikolay İgnatiev’e de bir anıt dikilmesi meselesidir ki, buna yol vermek istemeyenler, halen Sofya’nın ticaret sokaklarından biri olan “Graf İgnatiev Sokağı” adının değiştirilmesi için direniyorlar ve sayısı da günden güne artıyor. Bu konuda Doğu Avrupa eski sosyalist ülkelerinden birçok örnekler veriliyor. Örneğin Çek cumhuriyeti yeni tarihinde Kızıl Ordu 1968 yılına kadar “kurtarıcı” olarak tanımlanırken, daha sonraki yıllarda 1990’a kadar bir “işgalci” ordusu olarak gösteriliyor. Polonya, Sovyet Ordusu anıtlarını yıktı. Ukrayna 2 bin Lenin anıtını devirdi. Bulgaristan’da henüz yıkılan Rus imparatorluğu veya Sovyetler Birliği (Kızıl Ordu, Lenin vb) döneminde dikilmiş anıt yoktur. Bir ara Varna’ya Stalin şehri, Dobriç’e Tolbuhin vb demişlerdi, tutmadı. Lenin eserlerini Sofya kitapçılarında artık bulamazsınız. Rado ve TV Rus ve Sovyet şarkıları da salmıyor, oysa iyileri vardı… 9 Eylül 1944’ten başlayarak 1989’un 10 Kasımına kadar, Eylül’in dokuzu Bulgaristan’da sosyalist devrim başlangıcı ve Sovyet Ordusuna “kurtarıcı” tebrikleri gönderme günüydü. Ne ki şimdi bu tören de kutlanmıyor. Bu sene Rusya Federasyonu’nun Sofya Büyük Elçiliği “Şipka” sokağındaki Sovyet Kültür Evinde 09 Eylül 2019 tarihinde “Bulgaristan’ın Kurtarıcısı” sergisi açmak istedi. Olay, Bulgaristan Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığı tarafından bir protesto mesajı yayınlanmasına neden oldu. Moskova’dan tepkiler geldi. “İki defa kurtarıcınız” masalları tekrarlandı. Tedbirler önerildi. Bu önlemlerin arasında en ciddi olan ise, GERB-CDC listesinden Avrupa Parlamentosu milletvekili seçilen, kıdemli diplomar Aleksandır Yordanov’tan yükseldi. Yordanov, Rusya Cumhurbaşkanı V. Putin’in Sovyet Ordusunun 2. Dünya Savaşında Bulgaristan’ı işgal etmesinden dolayı “özür” dilemesini istedi ve örnek olarak, Almanya Cumhurbaşkanı’nın 1 Eylül 1939’da Nazilerin Polonya’yı işgal etmelerinden dolayı, 80 yıl sonra, özür dilemesine işaret etti.


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sözün kısası. Sofya yerel seçimlerinde ve bütün ülkede Rus ve Sovyet anıtlarına karşı tavır seçimlerin “Kilit Sorunu” olacaktır. Bu konuda Hak ve Özgürlük Partisinden, daha somut bir ifadeyle, deniz “köşkünde” bir örümcek ağına sarılmış şişenin içindeki “ajan cin” Ahmet Doğan’dan “kulağına fısıldanacak görüşü,” anlaşılır bir şekilde beyan etmesini ve perde ardındaki “yüce cevherin” politik rengini görebilmek istiyoruz. Mecliste 3. Parti olan DPS, Sofya Belediye Başkanlığına aday göstermese de azınlıkların yaşadığı “Hr. Botev”, “Vasil Levski”, “Fakultet”, “Malaşevtsi”, “Konovitsa” , “Krasna Polyana”, “Kremikovtsi, “Svoge” ve bazı başka belediyelerde muhtar çıkarabildiği gibi, meclis üyeliklerine de aday gösteriyor. Bu seçimin ikinci turunda bu nüfus üzerinde otoritesi olan DPS arabayı devirebilir. Fakat şimdilik bir açıklama yoktur. Analizimize iktidarda bulunan ve son 9 yılın seçimlerini bir bir kazanan, fakat son 3 seçimde ortak arayan, birlik kurmaya çalışan Boyko Borisov’un yönettiği GERB partisine daha dikkatli bakalım. 2017 Seçimlerinde aşırı sağcılarla, ırkçı ve faşist olarak nitelendirilen 3 partiyle seçim sonu ortaklığı kurdu ve iktidar oldu. Bulgar tarihinde Osmanlıya karşı Makedon direnişlerinin haydutluk kanadında kökleri olan, Bulgar iç siyasetinde anti-demokratik geleneği olan, 1923’ten sonra Komintern tarafından finanse edilen, 1944’te yasaklanan, fakat 1990’da yeniden dirilen ve son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde (06 11 2016) % 17 oy alan İç Makedon Devrim Hareketi – VMRO, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde (31 Mayıs 2019) olduğu gibi şimdiki yerel seçimlerde de GERB ile ortaklığa yanaşmadığı gibi, “Yurtsever Cephe”de birlik kurduğu “Ataka” (Hücum) ve sözüm ona “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Cephe” (NFSP) partisi ile de araları açıldı ve yerel seçim ortaklığına olumsuz bakıyor. Bunun birçok nedeni olabilir, fakat VMRO-nun Rusya Amerika dengesini iyi tutturduğu gözden kaçmıyor. MİG 19 savaş uçaklarının onarımını Moskova’da yaptıran Savunma Bakanı Kr. Karakaçanov, 8 adet F-16 uçağı alınması programında başarılı oldu ve ABD’ye ödeme yaptı. Bulgar zırhlı birliklerini Almanya yapımı yenileriyle gerçekleştirmek için 1.5 milyar EURO ayırırken, Deniz Kuvvetlerine ve 1 milyar EURO ayırmış bulunuyor. Bu konularda GERB ile ağız ve söz birliği, mecliste oy birliği yapsa da, VMRO yerel seçimlerde kimliğini korumaya kararlı ve kendi adaylarını gösteriyor.


Makale ve Analizler - 2019

49

GERB partisi hükumette ve mecliste birlikte çalıştığı (NFSB) ve (Ataka) siyasi partileriyle yerel seçim sandığında birlikte olmayı kabul etmiyor. Tutumlarını aşırı sağcı, Avrupa Halk partisi tarafından kabul edilmez bulduğundan da olabilir. Bu gelişmelerin temelinde VMRO, “Ataka” ve NFSB partilerinin azınlıklara Türklere, Pomaklara, Romanlara (Çingenelere), Ulahlara ve Makedonlara karşı olumsuz ve şiddet siyaseti de önemli bir faktördür. 2017’den beri Roman getto-mahallerinin yıkılması, RomanÇingene çocuklarının okullardan tamamen uzaklaşması, genç ailelerin Almanya ve Hollanda gibi ülkelere sığınması devam eden şiddet ve yerel davaların Strazburg UİNM’ne taşınması Bulgar kamuoyunu düşündürdü. Kırmızı çizgi çiğnenmeye başlandı. Bulgaristan Müslüman Diyaneti, Baş Müftülüğüne bütçeden mali yardım gösterilmesi, anti-İslam kışkırtmacılığını tırmandırılması ve ötekileştirme siyaseti de nefret uyandırıyor. Karma bölgelerde Bulgar devleti ve belediye okullardaki Türk dili sınıflarına, Bulgaristan Türkleri öz tarihi, töreleri, halk gelenekleri, kültürü ve bilgileri ve İslam dini derslerinin katılmasına bu siyasi güçler tamamen karşıdır. Yerleşim yerlerindeki kültür merkezlerine özgürce etnik etkinlik hakları tanınması, ders kitaplarının gerçekleri ve demokratik açıdan yeniden yazılması, Türklere zulmün derslerde işlenmesi ve daha birçok konuda olumsuz tavrıdır. Son 2 yılda VMRO – Başkanı Karakaçanov’un liderliğinde militarist bir parti olarak da ortaya çıktı. ABD ve Almanya malı silahlarla aşırı silahlanma yolunu seçti. 1990’dan sonra doğanlar artık Üniversite bitirdiler, yüksek lisans aldılar, bilim dalını seçenler Yüksek Eğitim Kurumlarında kalırken, dış ülkelere gitmeyip vatan sevgisiyle halkına yardım etmek isteyenler ülkede idari görev alıyor. En ılımlı ifadelerle anlatılsa bile ülkede uzman eğitimli uzman kadro eksikliği var. Yalnız Almanya’ya 5 bin doktor gitmiş. Şimdi Borisov hükumeti AB aracılığıyla Bulgar devleti tarafından bedava eğitilen bu kadroların eğitim-öğretim masraflarını talep ediyor. Böylece bu kadroların geri dönme yollarını tamamen kapamış olacaktır. Yerel seçimlerden önce kanun değişikliği yapılmadı. Seçimden önce 6 ay Bulgaristan’da ikamet etmeyen seçmen yerel seçimde oyunu kullanamayacak. Bu kişiler Hüston’da oturup çalışsalar veya İzmir’de yaşasalar da ev vergisini, yol vergisini, çöp vergisini vs ödeseler de durum değişmiyor. Dış ülkelerde seçim sandığı yine açılmayacak. Bakımsız yolla evler, çeşmeler, duraklar öylece kalmış devletin dolayısıyla belediyelerin umurunda değil.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Memleketimizin değişebilmesi, kalkınabilmesi için her vatandaşın aktif seçmen olması, seçimlerin de zorunluluk şartına uyması gerek. Bulgaristan’da seçime katılma sözde zorunlu, fakat uygulamada engeller, kısıtlamalar ve yasaklar var. Bir vatandaş dış ülkede çalışırken iyi kazanç elde etse bile, seçme ve seçilme hakkından mağdur edildiğinde dolayı, köyüne ve kasabasına küstür ve yatırım yapmaz, yardım eli uzatmaz. Bulgaristan’da seçim kanunu değiştirilip posta yoluyla oy kullanma usulü getirilmeden ülkenin ve toplumun oy kullanma hakkı olanlar ve olmayanlara bölünmüşlüğü aşılamaz. 3 milyon yurttaş dış ülkeler bulunuyor. Toplumsal yaşamdan her gün uzaklaşıyorlar. Sosyal yaşama katılma, herhangi bir konuda söz sahibi olma yolları kapanmış olduğu için kendilerini pasif, yararsız, dışlanmış hissediyorlar. Avrupa Birliği ülkelerinde seçme ve seçilme kanunu bir olmalıdır. Almanya ve Avusturya yerel seçim kanunları örnek alınmalıdır. Hak olmayan bir devlette iyi dürüst kişiler kalmaz, kalanlar hırsızlar, üçkıyatçılar, hazırancılar ve benciller kalır bunların da devleti olmaz, bizim görevimiz uyarmak halk ne yaparsa kimi seçerse doğru der bunu bilir bunu söyleriz. Biz Türkler açısından fark etmez biz Kırca Ali, Haskovo, Razgrat, Şumen, Varna Dobriç ve Ruse gibi 1 il 34 ilçe olan kalelerimizi asla kaybetmeyiz. Fakat herşeye rağmen seşme ve seçilme anayasada yer alan temel insan haklarımızdan biridir ve mutlaka uygulanmalıdır. Hakkı hakkına vermezseniz onlar gelir kendileri alırlar, daha fazla insanları germeye kimsenin hakkı yoktur herkes bir an önce doğru yolu bulmak zorundadır. Bu ülkede tüm etnik gruplar beraber yaşamak zorundayız, bir birimizi sevmek zorunda değiliz amma bir birimize saygı duymak zorundayız. Çünkü halk yürüyüşleri başlarsa durdurmak zor değil imkansız olur. Bizden söylemesi veya tarihe bir not olsun deriz kalın sağlıcakla. Her şey çok güzel olacak demek isterdim amma Bulgaristan uçurumun kenarına gelmiş durumda halk vaatler değil icraat görmek isterler. Saygılarımla, kalın sağlıcakla… Seçim kampanyası henüz başlıyor. Devam edecek. Lütfen paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

51

Kuran’a Kör Bakışımız Tarih: 04.09.2019 Nevzat ÖZTÜRK

Hepimizin malumu yaz tatillerinde yaz Kur’an Kursları düzenlenir. Camilerimize çocuklarımızı göndeririz. “Kur’an okumayı öğrensin, bari ölünce bir Yasin okusun” bakış açımız budur. Bir Bulgaristan Türklerinden Burgaz –Aytos’tan Türkiye’ye göç eden ve halen Düzce’de esnaflık yapan Ahmet VAR kardeşimiz, Yaz Kur’an Kursunda Kuran okumayı öğrenen yeğeninin videosunu ve yavrumuzun resmini göndererek mutluluğunu paylaştı. ”Hocam bu güzelliği paylaşır mısın” dedi. Videoyu izledim. Küçük yavrumuz, beyaz kıyafeti ile meleği andırırken, Allah’ın kelamından “Ayetü’l Kürsi”’yi terennüm ediyordu. Ne güzel daha küçük yaşta Kur’an okuyordu, Allah anasından babasından razı olsun. Tabi ki takdire şayan. Örnek bir davranış. Ancak, bu yeterli miydi? Allah katından kitaplar indirilişinde ilk maksat, ilâhî mesajın anlaşılması, ikincisi yaşanmasıdır. Kur’ân-ı Kerîm’in indiriliş hikmeti de, anlaşılmak ve yaşanmaktır. Kur’ân’ı Rabbimizin bizlere yolladığı bir mektup gibi algılamak, insanda onu anlama duygusunu harekete geçirir. Öyle ya, bir dostumuz bile bir mektup gönderse “talebi nedir?” diye merak eder, anlamaya çalışırız. Çünkü anlamadan talebini yerine getirmemiz mümkün değildir. Kur’ân’ın mânâsını anlama hususunu Hz. Mevlânâ, körlerin değnekle irtibatına benzetir. Mânâyı bırakıp Kur’ân’ı sadece tecvidle okumada titizlik gösterenleri değnekle yürüyen körlere; hâfız körleri de Mushaf kılıfına benzetmekte ve şöyle demektedir: “Değnek, körlerin hayat arkadaşıdır. Kur’ân’ın mânâsını bırakıp kelimelerini ezberleyenler, “Kur’ân sandığı” mesâbesindedir. Elbette Kur’ân dolu bir sandık, bomboş bir sandıktan iyidir. Yükten ve eşyadan boş olan bir sandık ise; fareler, yılanlar ve akreplerle dolu olan sandıktan iyidir.”(Mesnevî, c. V, b. 1394-1398. 10) Mevlânâ bu sözleriyle Kur’ân ehlini beş dereceye ayırmaktadır: Kur’ân’ın hem kelimelerini doğru okuyan ve hem mânâsını bilenler, Kur’ân’ın zâhirini / kelimelerini bilen, sır ve hakikatinden gâfil olanlar, Kur’ân’ın kelimelerini hıfzetmiş, Kur’ân’a kılıf ve çekmece olanlar,


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kur’ân’dan tamamıyla boş; ne dışını ne içini bilen, boş sandık gibi olanlar, Kalpleri Kur’ân’dan boş, fare ve yılan gibi fâsid fikir ve inançlarla dolu bulunanlar. Nisanur VAR AYETÜ’L KÜRSİ “Allah, O’ndan başka tanrı yoktur; diridir, her şeyin varlığı O’na bağlı ve dayalıdır. Ne uykusu gelir ne de uyur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O’nun izni olmadıkça katında hiçbir kimse şefaat edemez. Onların önlerinde ve arkalarında olanları O bilir. O’nun ilminden hiçbir şeyi -dilediği müstesna- kimse bilgisi içine sığdıramaz. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine almıştır. Onları korumak kendisine zor gelmez. O yücedir, mutlak büyüktür.” (Bakara Suresi 2/255) Bu küçük yavrumuzun tilavet ettiği Ayetü’l Kürsi’nin manasını ve kısa açıklamasını sizlerle paylaşmak istedim: İçinde Allah’ın kürsüsü zikredildiği için “Âyetü’l-kürsî” adıyla anılan bu âyet hem muhtevası hem de üstün özellikleri sebebiyle dikkat çekmiş, hakkında hadisler rivayet olunmuş, çok okunmuş, şifa ve korunmaya vesile kılınmıştır. Kelime-i şehâdet ve İhlâs sûreleri nasıl İslâm inancının özünü ihtiva ediyor ve insanlara Allah Teâlâ’yı tanıtıyorsa Âyetü’l kürsî de –onlardan daha geniş ve detaylı olarak– bu özelliği taşımaktadır. “Allahü lailahe illehü-Allah, O’ndan başka tanrı yoktur” Bu cümle İslam inancının ve diğer tüm ilahi dinlerin ortak temel esasıdır. Gönderilen tüm Peyamberler de insanları en temelde bu inanca davet etmek için gönderilmiştir. Allah Teala’nın tek olduğu inancına tevhid inancı diyoruz. Ayetel Kürsi’de de Kur’an’ın genelinde olduğu gibi Allah’ın birliği yani tevhid inancı vurgulanarak başlanmıştır. “Hüve’l hayyü’l-kayyum”-, diridir, her şeyin varlığı O’na bağlı ve dayalıdır.” “Hayy”, hayat sahibi ve hayat veren anlamına gelmektedir. Allah Teala, kendisi hayat sahibidir. Onun hayat sahibi olması başka hiçbir canlınınkine benzemez. Çünkü her canlı hayatı, başka canlılara ve birçok sebebe bağlıdır. Mesela insanın, hayat bulabilmesi için, öncelikle anne ve babaya ihtiyacı vardır. Anne karnında mucizevi şekilde embriyonun gelişimine ve dünyaya geldiği andan itibaren hava, su, gıda gibi temel ihtiyaçlara bağlıdır hayatının devam etmesi. Ancak Allah Teala’nın hayat sahibi olması böyle değildir. O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Hayat sahibi olması için de hiçbir şey gerekmez. Hiçbir sebebe ihtiyacı yoktur.


Makale ve Analizler - 2019

53

Kendisi hayat sahibi olduğu gibi diğer tüm canlılara hayat veren de O’dur. Çünkü hayatın kaynağı Allah Teala’dır. Kendisinin hayat sahibi olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı gibi diğer tüm canlıların yaşayabilmeleri için Allah’a ihtiyaçları vardır. “Kayyum”, kelimesi ise kıyamdan gelmektedir. Bu kelime aynı zamanda mübalağa yani abartı da belirtmektedir. Allah Teala’nın var olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını, O’nun varlığının kendinden olduğunu, diğer tüm varlığın ise O’nun varlığına bağlı olduğunu ifade etmektedir. Allah Teala’nın sıfatlarından birisi de vacibü’l-vücud’dur. Bu sıfat, varlığı kendinden anlamına gelmektedir. Kayyum, kelimesi ise bu sıfata yakın anlamdadır. “Onu ne uyku basar ne uyur” cümlesi, hay ve kayyûm sıfatlarını pekiştirmekte ve biraz daha anlaşılmasını sağlamaktadır. Uyku basan veya fiilen uyuyan birinin gözetim, yönetim, koruma gibi işleri yerine getirmesi mümkün değildir. Allah Teâlâ’nın kayyûmluğu kâmil ve kesintisiz olduğuna, daha doğrusu kayyûm sıfatı bunu ifade ettiğine göre O’nu ne uyku basar ne de uyur. “Le e’huzühü sinetün vela nevm”-Ne uykusu gelir ne de uyur.” “Onu ne uyku basar ne uyur” cümlesi, hay ve kayyûm sıfatlarını pekiştirmekte ve biraz daha anlaşılmasını sağlamaktadır. Uyku basan veya fiilen uyuyan birinin gözetim, yönetim, koruma gibi işleri yerine getirmesi mümkün değildir. Allah Teâlâ’nın kayyûmluğu kâmil ve kesintisiz olduğuna, daha doğrusu kayyûm sıfatı bunu ifade ettiğine göre O’nu ne uyku basar ne de uyur. Allah Teala’nın sıfatlarından bir tanesi de her daim uyanık olmasıdır. Aslında burada anlatılmak istenen nokta Allah’ın hiçbir şeyden gaflet içerisinde olmadığı, tüm kâinatta olup biten her şeyi her an gördüğü ve bildiğidir. O’nun bilgisi dışında hiçbir şeyin gerçekleşmediğidir. Anlatılmak istenen uyku, bir beşer uykusu gibi yatağa yatıp uyumak değildir. İnsanların bazı şeylerden habersiz oldukları zaman kullanılan gaflet uykusu ifadesi bu durumu daha iyi anlatmaktadır. Sonuç olarak Allah her türlü uyku ve uyuklama halinden münezzehtir. “Lehü ma fissemaveti vema fi’lerdı- Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur.” Yerde ve gökte olanlar Allah’a aittir. Bu ifadede yer ve gök ile anlatılmak istenen aslında insanın bakış açısı ile “her şey“dir. Çünkü insanın gözünde mevcut olanlar dünyada bulunanlar ve dünyanın dışındakiler şeklinde genel bir ayrımla ifade edilebilir. Bu ayrım tarihte daha belirgin şekilde karşımıza çıkmaktadır.


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu yüzden Allah Teala, bu ayette yerde ve gökte bulunanlar ifadesi ile “mevcut olan her şeyi murad buyurmuştur.” diyebiliriz. Bu durumda ayetin anlamı yerde ve gökte yaratılmış olan her şey Allah’ındır. “Herşeyin sahibi yalnız Allah’tır.” anlamı çıkmış olmaktadır. Yerde ve gökte ne varsa –başka hiçbir kimseye değil– O’na aittir; yaratanı da gerçek sahibi de O’dur. Âyetin bu mânayı ifade eden parçası “Yalnız O’na aittir” kısmıyla tevhidi öğretirken “başkasına değil” mânasıyla de şirkin çeşitlerini reddetmektedir. Çünkü müşrik toplumlar varlıkları yaratılış, aidiyet ve yetki bakımlarından çeşitli tanrılar arasında paylaştırmışlar; meselâ yıldız, gök, yer… tanrılarından söz etmişlerdir. “Yerde ve gökte” tabiri Arapça’da “bütün varlıklar” mânasında kullanılmakta, adına yer ve gök denilmeyen veya maddî mânada yere ve göğe dahil bulunmayan mekânlar ve buradaki varlıklar da bu ifadenin içine girmektedir. “Men zellezi yeşfeu ındehü illa bi iznih- O’nun izni olmadıkça katında hiçbir kimse şefaat edemez.” Allah’a ortak koşan kâfirlerin bir kısmı, bu ortakların O’na denk olduklarına değil, O’nun nezdinde reddedilemez şefaat, geri çevrilemez aracılık hakkına sahip bulunduklarına inanmakta ve putlara bu anlayış içinde tapınmaktadırlar. “Allah katında, O izin vermedikçe hiçbir kimse şefaat edemez” mânasındaki cümle bu inancın asılsızlığını ortaya koymakta; şefaatin de izne bağlı bulunduğunu, O izin vermedikçe ve dilemedikçe kimsenin böyle bir yetki ve imkâna sahip olamayacağını özlü ve etkili bir şekilde zihinlere yerleştirmektedir. Allah katında kendisine şefaat izni verilenlerin durumu ve yetkileri, ödül törenlerinde ödülleri vermek üzere kürsüye çağrılan şeref konuklarınınkine benzemektedir. Ödülün kime verileceğini bilen ve belirleyen onlar değildir. Ancak bu merasimi tertipleyenlere göre onlar, şerefli, saygıya lâyık, büyük kimseler olduklarından kendilerine böyle bir imtiyaz verilmiştir. Allah katında şefaatlerine izin verilecek olanlar da Allah’a yakın ve sevgili kullar olacaktır. “Ya’lemü ma beyne eydihim vema halfehüm-Onların önlerinde ve arkalarında olanları O bilir.” Allah’tan başka bütün şuur ve bilgi sahiplerinin bilgileri sınırlıdır, doğru da yanlış da olmaya açıktır. Bu genel gerçek şefaat meselesine uygulandığında kimin şefaate lâyık olduğunun da ancak Allah tarafından bilineceği anlaşılır. Çünkü dış görünüşü (mâ beyne eydîhim) itibariyle şefaate lâyık görülenlerin, kullar tarafından görülemeyen ve bilinemeyen iç yüzleri (mâ halfehüm) itibariyle böyle olmamaları mümkündür. Allah birdir ve yalnızca O ibadete lâyıktır; çünkü O’ndan başka olmuşu, olacağı, gizliyi, açığı, geç-


Makale ve Analizler - 2019

55

mişi, geleceği, görüleni, gaybı bilen yoktur. Burada “Allah, onların önlerinde ve arkalarında olanları bilir.” şeklinde ifade edilmektedir. Bu ifade az önce ele aldığımız şefaat konusu ile beraber düşünüldüğünde, daha anlamlı hale gelecektir. Çünkü önce Allah katında şefaat yoktur denilmekte, sonra da Allah onların önlerinde ve arkalarında olanları bilir denilmektedir. Yani Allah, onların yaptığı her şeyi bilirken, nasıl olur da bir başkası onların yaptıklarını affedebilir, yada affedilmesini sağlayabilir. “Vela yuhiduna bişe’y im min ılmihi illa bime şae- O’nun ilminden hiçbir şeyi -dilediği müstesna- kimse bilgisi içine sığdıramaz.” Allah’tan başka bütün şuur ve bilgi sahiplerinin bilgileri sınırlıdır, doğru da yanlış da olmaya açıktır. Bu genel gerçek şefaat meselesine uygulandığında kimin şefaate lâyık olduğunun da ancak Allah tarafından bilineceği anlaşılır. Çünkü dış görünüşü (mâ beyne eydîhim) itibariyle şefaate lâyık görülenlerin, kullar tarafından görülemeyen ve bilinemeyen iç yüzleri (mâ halfehüm) itibariyle böyle olmamaları mümkündür. Allah birdir ve yalnızca O ibadete lâyıktır; çünkü O’ndan başka olmuşu, olacağı, gizliyi, açığı, geçmişi, geleceği, görüleni, gaybı bilen yoktur. “Vesia kürsiyyühüsemaveti ve’l erdı-O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine almıştır. “ Kürsî (kürsü), “koltuk, sandalye, taht” anlamlarına gelir. Mecazi olarak saltanat, hükümranlık, mülk mânalarında da kullanılmaktadır. Allah Teâlâ’nın üzerine oturulan maddî alet mânasında kürsüsü olamayacağından –bu O’nun bizzat açıkladığı yüce sıfatlarına aykırı düştüğünden– burada kürsüden bir başka mânanın kastedilmiş olması gerekir. Esasen Kur’an’da Allah’a nispet edilen, “Allah’ın…” denilen her şeyi, O’nun varlığına dahil veya kullandığı bir şey olarak anlamak da doğru değildir. Meselâ “Allah’ın evi, Allah’ın ruhu, Allah’ın emri, Allah’ın kölesi” tamlamalarında Allah’a ait olan şeyler böyledir. Bunlar ne O’nun varlığının bir parçasıdır ne de kullandığı araçlardır; önem ve şereflerinden dolayı O’nun” diye tanımlanmışlardır. İbn Abbas’a göre kürsüden maksat ilimdir. O’nun ilmi her şeyi kaplar. Âyetin bu kısmını, “kürsüden maksat O’nun hükümranlığıdır ve buna sınır yoktur, hiçbir şey O’nun dışında kalamaz” veya “Allah semavatı, arzı, arşı Kur’an’da zikretmiş, fakat bunlardan maksadın ne olduğunu açıklamamıştır. Kürsüsü de böyle bir varlıktır, yerleri ve gökleri içine alacak kadar geniştir. Ne ve nasıl olduğunu ise ancak kendisi bilmektedir” şeklinde anlamak mümkündür. Aslında bu durum yukarıda okumuş olduğunuz bir gerçekle de tam örtüşmekte. Bizler sadece Allah’ın bilmemizi istediği kadarını bilebiliyoruz.


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Vele yeüdühü hıfzıhüme-Onları korumak kendisine zor gelmez. O yücedir, mutlak büyüktür.” Yüce, kâmil, eşsiz sıfatlarının bir kısmı âyette zikredilen yüce Allah’a, kulların sonsuz gibi gördükleri kâinatı korumak, gözetmek ve yönetmek elbette güç gelmeyecek, O’nu yormayacak, meşgul bile etmeyecektir. O ikisini yani yerleri ve gökleri korumak Allah’a zor değildir. Yer dediğimiz dünyamız, gök dediğimiz ise bildiğimiz manada uzay. Düşünün ki Allah’ın kürsüsü bile anlayabileceğimizin çok ötesinde. Tüm bunlar bize Allah’ın büyüklüğü, gücü ve kudreti hakkında ipucu veren bilgiler. Durum böyle iken yerleri ve gökleri korumak Allah için neden zor olsun ki. “Ve hüvelaliyyü’l azim- O yücedir, mutlak büyüktür.” Allah Teala’nın büyüklüğünü, yüceliğini anlatan bu kadar bilgiden sonra bu söylenenleri vurgulanması şeklinde O’nun büyüklüğünü hatırlatılarak bitirilmesi anlamlıdır. Hem Ayetel Kürsi’de hem de Kur’an’ın genelinde zaten Allah Teala’nın büyüklüğüne, kudretine, her şeyin onun emrinde oluşuna bolca yer verilmiştir. Burada da yine Allah Tealanın bu sıfatlarından sonra büyüklüğü tekrar hatırlatılmış olmaktadır. Ayetü’l Kürsiyi bundan böyle bu anlamlarını düşünerek okuyalım, inanın manevi problemlerimizi, iman noktasındaki zaaflarımızı gidermiş, Allah(c.c) ile olan iletişimizi sağlıklı bir zemine oturtmuş oluruz. Allah’a emanet olunuz.

TÜTÜN KURU VE YEŞİL


Makale ve Analizler - 2019

57

Gurbetçilerden Milletvekili Ve Cumhurbaşkanı Adayı Çıkacak Tarih: 03 Eylül 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK

Konu: Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev gurbetçilerin ve çifte vatandaşların seçme ve seçilme haklarını savundu ve meclisten yasallaşmasını istedi. 4 Eylül 2019 tarihinde 44. Bulgaristan Parlamentosu güz dönem toplantılarına başladı. Meclis salonuna Cumhurbaşkanı Rumen Radev ile Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yotova ve 10 kişilik danışman ekibi katıldı. Meclis kürsüsünden halka hitaben konuşan Cumhurbaşkanı şöyle dedi: “Bulgaristan’da güvenlik ve istikrar yok, fakirlik, dolandırıcılık ve kara cahillik var.” Radev’in konuşmasından bu cümlenin medyada ve basında manşet oldu: Dış ülkelerdeki vatandaşlarımız, çifte vatandaş olmuş, Bulgaristan vatandaşlarına milletvekili, Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcılığına aday olma hakkı tanınmalı ve yasaklar kaldırılmalıdır. Meclis önerilen yasal değişiklikleri onaylayıp demokrasi ve adalet yolunu açmazsa sokak statükoyu süpürecek. Sizi ağır bir çalışma dönemi bekliyor. Bütçeyi ve yerel seçim yasasını onaylayacaksınız. Başkan Radev, Sofya meclisinin ödevlerini 7 maddede özetledi ve önce şöyle konuştu: “Yürütme üzerinde bütünsel parlamenter denetim yoksa devletin verimli yönetildiği sağlanamaz.” Dedikten sonra ülkenin ve halkın sıkıntısı en fazla arttıran problemlerin öncelikli olarak güvenliksizlik ve istikrarsızlık olduğu gün ışığına çıktı. Güvenlik probleminin kaynakları içseldir. Temelinde işsizlik ve yoksulluk vardır. Asgari ücretin çok düşük olması, emekli maaşları ve sosyal yardımlarla geçinmenin imkansızlığı temel nedenlerin başında gelir. Yalnız çalıp kapmayla geçinenler ordusunun büyümesi huzursuzluk ve güvensizliği şiddete dönüştüren etkendir. Bir defa hırsızlık, dolandırıcılık ve rüşvetçilik devleti işlemez duruma getirmiş, kamudan istenen her hizmet için peşin ödeme yapıldığı, devletin tüm düzeylerde 400 bin kişi çemberi içine kilitlendiği ve “bizim adamların” aileleri dışında kalanların gurbetçi yakınlarından gelen havalelerle iki ucunu bağlamaya çalıştığı bir de cumhurbaşkanının ağzından açıklanmış oldu.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hayat pahalılığına en kesin kanıt ise bu yoksul tabakanın 5 yıl önce dış ülkelerdeki yakınlarından gelen 800 milyon Euro ile geçinebilirken, bugün artık bu güncel ihtiyaçların ancak 1 260 milyon Euro ile karşılayabilmesinin çok zor olmasıdır. Köylerde ve küçük kasaba ve şehirlerde mal mülk ve can güvenliği kalmamıştır. Her gün kesilmiş, parçalanmış ve bidonlara doldurulmuş insanların bataklıklar, gölet ve baraj kenarlarındaki sazlıklarda bulunduğu, aile şiddetinin alıp yürüdüğü, babanın eşini çocuklarının gözü önünde satırla parçaladığı haberleri toplumu sarsıyor. Toplumu felç eden duruma dolandırıcıların katılması ise, insan kaçırma, sınırdan sınıra sığınmacı maceraları, gizli mafya gruplarının dalavereleri ve devlet güçlerinin bunlarla başa çıkamaması veya işbirliği halinde olması dikkat çekicidir. Okuryazar olmayan genç kuşaktaki kalabalıkla birlikte okul görmüş ve mürekkep yalamışlardan % 42’sinin okuduğunu anlayamaması, kendisine anlatanları kavrayamaması yalnız memleket içinde değil, dış ülkelerde de basın sayfalarına ve makam raporlarına yansımış ve düşündürücü olmuştur. Cumhurbaşkanı, Avrupa’da en fakir ve en cahil ülke ve halk oluşumuza böylece vurgu yaparken, 2009’dan beri iktidar olan GERB hükumetinin sorun çözme çaresizliğine işaret etti. Hükümletin denetlenmesini istedi. Başbakan Boyko Borisov’un ayda en az bir defa meclise gelip aktüel politik durum, güvenlik, ekonomik ve sosyal sorunlarla ilgili açıklamada bulunarak soruları yanıtlamasına ısrar etti. İkinci olarak Radev, değişik yollardan oluşturulan bütçe fazlasının tüketilmesinde meclisin tüm etkinlikleri ve harcamaları kontrol etmesini önerdi. Cumhurbaşkanı Radev ülkede kontrol olmadığını, kontrolden vaz geçmek demokrasiden ödün vermektir, meclis kontrolünün yeniden sağlanmasıyla iyi pratikler dönemine dönebiliriz ve dolandırıcılıkla mücadelede başarılı olabiliriz şeklinde konuştu. Radev şöyle dedi: “Kuralları açık, düzeni belli, halk için çalışan ve halkın refahını sağlayan güçlü bir devlete ihtiyacımız var. Ülkede güvenlik denen bir şey yok, ilerlemeyi hisseden yok, fakirlik ve yoksulluk, dalavere ve kör cahillik almış başını gidiyor, bunların önlenebilmesi değişiklikler yapılmasını gerektiriyor. Bu değişikliklerin anlamı şu olmalıdır: Halkın, vatandaşların yönetim, zerindeki kontrolü arıtmalıdır, kurumlar şeffaf çalışmalıdır ve yaptıkları işlere hesap verebilmelidir. Bulgaristan vatandaşlarının sosyal yaşam kontrolü yaygınlaşmalı ve önem kazanmalıdır.”


Makale ve Analizler - 2019

59

Radev konuşmasında, vatandaşlarının devlet ve belediye yönetimlerinden ve işlerin denetiminden uzaklaştırıldığına işaret ederken, ötekileştirilen vatandaşların memleketi terk etme süreci devam ediyor, diye konuştu ve 2017’i Martından sonra kurulan III. Borisov hükumetinin politik ve ekonomik yönetim programını Mecliste tartışmadığını ve ülkenin bazı kişilerin keyfine göre idare edildiğini belirti ve şöyle dedi: “27 Ekimde yerel seçimler yapılacak. Kayıtlar başladı. 27 Eylülde seçim kampanyası başlayacak. Belediye ve muhtarlıkların merkez idarenin mali baskısından kurtarılması ve yerel organların mali bağımsızlık ve inisiyatif sahibi olması zamanı çoktan geldi geçti. Bu yönde atılacak olan adımlar, bölgelerdeki halkın aktifliğin-in artmasına neden olacaktır.” Bu yöndeki örneklere, Başbakan Borisov ile Meclis Başkanı Karayançeva’nın Krumovgrad (Koşukavak) Belediyesinde “Ada Tepe” altın maden ocağının işletmeye açılması vesilesiyle yaptıkları ziyarette, kamuoyunun Kırca Ali’ye yeni bir Stadyum yapılması isteğine yanıt verirken, “GERB yerel seçimleri kazanırsa” demesi, çok gönül kırıcı oldu. Bu durumu yorumlarmış gibi konuşan Cumhurbaşkanı Radev, “yönetim işleri giderek halkın elinden alındığında ve küçük ve dar bir gruba devredildiğinde, bu grup işleri kişisel ekonomik ve mali çıkarlarına bağlı görmekte ve iktidarı avucunun içinde hızla sıkmaya devam etmektedir. Bu küçük grup ekonomik iktidarını taş gibi elinde tutuyor. Tehlike burada gizlidir.” dedi. Vatandaşların aleyhinde kanun değişikleri yapılmasına son verilmelidir. Yerel seçimlerin Bulgaristan’ın yakın geleceği için olağanüstü önem taşıdığını açıklayan Cumhurbaşkanı Radev, “ Bugün Bulgaristan’da belediyelerin kaderi hükumetin keyfine bağlıdır. Uygulanan ölçütler dar parti kıstasıdır. İşlerin sonuçlarından halka kıymık kaymıyor.” Dedikten sonra şu vurguyu yaptı: “Halk Meclisi vatandaşların yönetim işlerine direk katılması yolunu açacak kanun değişiklikleri yapmalıdır. Vatandaşların aleyhinde kanun değişikleri yapılmasına son verilmelidir. Benim görüşüme göre, ülkedeki durum “bataklık” andırıyor ve biz en değerli varlığımız olan insanlarımızı kaybediyoruz, dış ülkelere göç devam ediyor. Bulgarisan vatandaşlarından büyük bir kısmı kendi devletinden yabancılaşıyor. Devlet yönetiminin ana faktörleri olan şeffaflık, sorumluluk ve hesap vermenin olmadığı yerde kimse yaşamak ve çalışmak, faydalı olmak istemiyor.


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Cumhuriyetinin Bulgaristan vatandaşlarının hepsinin vatanı olduğuna işaret eden Cumhurbaşkanı Radev şu görüşlerini açıkladı. Diş ülkelerde çalışan gurbetçilerimizin, çifte vatandaşlığı olan Bulgaristan vatandaşlarının, öğrencilerin ve diş ülkelerde geçici bulunan vatandaşlarımızın “hepsi seçimlere aktif katılma, seçme ve seçilme hakkını kullanma, milletvekili, cumhurbaşkanı ve cumhurbaşkanı yardımcısı adayı olma” hakkından yararlanabilmelidir. Halk meclisi bu sorunları görüşüp kanun değişikliği yaparak yasallaştır-malıdır. Halkın yönetime direk katılma engelleri kaldırılmalıdır. 2019’da seçime katılma hakkı olan 3 milyon Bulgaristan vatandaşının dış ülkelerde bulunduğu bir gerçektir. Bu vatandaşların yarısı Avrupa Birliği ülkelerinde, öteki yarısı da Türkiye’de ve Birleşik Amerika, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Körfez ülkeleri ve diğer devletler-dedir. Bu ülkelerle Bulgaristan arasında ilgili ülkede bulunan Bulgaristan vatandaşlarının seçime katılması sorunlarını kapsayan özel antlaşmalar yoktur. Örneğin 86 bin Bulgaristanlının ikamet ettiği Almanya’da ancak Konsolosluklarda ve ticaret temsilciliklerinde seçim bürosu açılabiliyor. 60 bin seçmenin bulunduğu İngiltere’de şimdiye kadar en fazla 5 seçim sandığı açılabildi. Bir büroda bir günde ancak bin kişi oy verebilir. 1 milyonun üzerinde çifte vatandaş ve seçmenin bulunduğu Türkiye Cumhuriyetinde halen en fazla 36 seçim sandığı açılmasına izin verilmiştir. KKTC’deki soydaşlarımız ise oy kullanmak için Güney Kıbrıs’taki Bulgar Konsolosluğuna gitmek zorunda kalıyorlar. Körfez ülkelerinde seçim sandığı açılmıyor. Bu durum, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK başta olmak üzere, Türkiye’deki soydaşlarımızın çıkarları ve seçimlere aktif katılma haklarını savunan dernek ve federasyonların “posta ile oy kullanma” önerilerine katılma önerilerinde birleşmesi yolları böylece açılmış olmuştur. Meclis açılışında yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Rumen Radev bu konuya vurgu yapmasa da, öneriler Sofya meclisindedir. Alman, İngiliz ve Avusturya seçim pratiği analiz edilerek hazırlanmış ve Sofya aydın ve avukat çevrelerinde destek bulmuştur.


Makale ve Analizler - 2019

61

Çifte vatandaşların ve gurbetçilerin seçilme hakkı yasallaşırken, bugünkü seçim kanununda da değişiklikler yapılarak “posta ile oy kullanma” usulünü kabul edilerek yasallaştırılmasına mutlaka gidilmelidir. Halen majoriter seçim sistemine geçmeyi kabul etmeyen, Bulgar parlamentosunda zamanı dolmuş komünist dikta uygulamalarına son verilmesine götürecek en kısa ve isabetli yol bu olacaktır. Bulgaristan dışında bulunan gurbette kalmak zorunda kalan Bulgaristan çifte vatandaş soydaşlarımızın aktif katılımıyla önce meclis bileşimi değişirken, daha eğitimli, uluslar arası deneyimli, becerikli, dürüst, Bulgar ırkçılığını silkilmiş yeni kuşak kadrolar göreve davet edilmesi, uluslar arası seçim kampanyaları düzenlenmesi olanakları açılmış olacaktır. Seçilen Milletvekilleri Mecliste şahıslar Parti Başkanlarına değil Bulgaristan devleti için çalışmaya başlamış olacaklardır. Bu çalışmalarda en fazla iş sivil toplum örgütlerine düşecek, seçmenle yönetim arasında sağlam bir doku oluşacaktır. Bulgar toplumunun komünizm uzantısı partilerden, ajan, muhbir, kreminal geçmişi olan, cezadan kaçan kadrolardan kurtulmasına doğru ilk hamleler de başlayacaktır. Bu bakıma Cumhurbaşkanı Radev’in önerilerini, şimdiye kadar verdiğimiz hak arama mücadelesi doğrultusunda bulup tam destek sağlamayı ödev biliyoruz. Komunist uşaklar sonuna geldiğini hissetmişlerdir. Özellikle muhbirler bu halkın en zararlı maluklarıdır, herşeyden önce bunlardan kurtulmak gerekir. Bulgar Türk Roman önemli değil kimin eski DC’de muhbirliği varsa devlet kademelerinden uzaklaştırılmalıdırlar. Ancak böyle Bulgaristan düze çıkabilir… Meclis uyumaya devam ederse ve 16 Kasım 2016’daki halk oylamasında 2 500 000 (iki milyon beş yüz bin) seçmen vatandaşın oyunda ifade bulan, politik sistem değişikliği, zorunlu seçim, seçimlerde devlet yemliklerinin kapatılması, majoriter seçim sistemine geçilmesi gibi istekleri rafa kaldırıldığı günlere bir daha dönülmesine asla imkân tanınmamalıdır. Cumhurbaşkanı Radev’in belirttiği gibi, milletvekilleri meclis bekçiliği yapmaya devam ederse, sokak Bulgaristan’daki statükoyu silip süpürecektir. 30 yıl gecikmeyle de olsa temizlik başlamıştır. Yerel seçimlerde Türk-Bulgar değil bu şehirde insanlara imkan fırsat ve daha iyi yaşam verebilecek olanları ahlaklı, dürüst ve bu şehir için düşünenler. Yeni yeni fikirler üretebilen insanlar arasında irk, din ayrımı yapmayana oylarınızı vermelisiniz. Bu da halkın görevidir, halk da bu görevini sandıkta yapmalıdır. Bizi izlemeye devam ediniz. Paylaşanlara teşekkürler.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

DELİORMAN YOLLARINDA Tarih: 04 Eylül 2019 Firdevs BÜYÜKATEŞ

2017 Yılının Haziran ayı sonları, her yer yemyeşil, tarlalarda buğdaylar deniz gibi dalganı yor. Rüzgarın şımarık ellerinde, güne bakanlar daha güne bakacak hale gelmemiş olsa da narin narin büyüme çabasındalar. Yollarda araçlar arı misali vızır vızır gelip geçiyorlar. Yol kenarlarında ulu ağaçlar hepsi de meyvesinden sunmak için kıvançla el uzatıyor yoldan gelip geçenlere. Al yanaklı kirazlar bayram şekeri gibi dallar arasından sunuyor ikramını gelip geçenlere. Her ağacın altında insan var, kimisi kovalara, kimisi torbalara, kimisi de bizim gibi bakmakla doyamayıp bu güzel manzaraya habere resim çekiyor. Hava yel ekim, sıcaklık pek hissedilmiyor, kuşlar daldan dala konarak bu güzel mevsimin tadını çıkarıyor. Yılda bir olsa da bu yoldan geçiyoruz, bazen dut ağacı altında, bazen armut, derken bu defa pembe bir kiraz ağacı altında hafif bir kahvaltı yapalım dedik. Altında durduğumuz kiraz ağacı dallarını o kadar fazla yerle eğmişti ki, hiç toplamaya gerek yok, yemyeşil dallar gelmiş kucağına. Zaten bu kadar güzel bir doğa ortamında insanın gönlü de, gözü de doyuyor hiç yemeden.


Makale ve Analizler - 2019 Dilek ağacına benzer kiraz ağacına veda ederek düştük yeniden yollara. İşte burada içimdeki o güzellik rüyasını bozacak bir başka manzaralarla yüzsüze geliverdim. Hangi köyden geçersek geçelim durum bir birine benziyor, daha fazla nüfusu Türk olan köylerde terk edilmiş bir sürü boş evler göze çarpıyor. Bizim oranın köyleri öylesine yeşille iç içedir ki, iki katlı evler bile bazen yeşillikten görülemez. İşte böyle güzelim evlerin feryatlarını duydum hangi köyden geçersek geçelim. Enkaz altında kalanların iniltilerini duydum, ağır hastaların ölümü bekleyen viran seslerinde. Gençler her geçen zamanla şehirlere, kentlere yöneldikçe güzelim evlerin viran sesleri daima gelecek ardımızdan. Sadece kentlere değil, çoğu gençler yurt dışında ve daha çok Türkiye’ye göç etmişlerin evleri biçare durumda. Herkesler köyden uzaklaşma çabası içinde olunca köy evleri saraylara eş değer de olsa para etmiyor hale gelmiş son zamanlarda. Geçtiğimiz her köyde en az 8-10 böyle yıkılmaya yüz tutmuş evlerin acı hikayeleri var. Köylü artık eskisi gibi üretim yapamıyor. Bir zamanlar şehir pazarlarına ürün veren köylüler artık hafta da bir gün şehirden aldıklarıyla idare ediyorlar.

63


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Bu tablo karşısında üzülmemek mümkün olmasa da üzülmek de çare değil. Köylü bitmiş, her şey gün gibi ortada. Köylü yarınlarından geçmiş, çaresizliği sırtında bu günün hatırına. Firdevs BÜYÜKATEŞ KIRKLARELİ

BENİ YURDUMDAN EDENLER Umutlarımı kül ufak Yakınımı uzak edenler Şimdi ellerini uzatarak Benden özür dileyenler Hayatımı toz duman Vatanımı haram edenler Benden daha tarumar Fareye dönüşmüş devler Ne ayrılık bir neden Ne kader ayrılıktı Beni yurdumdan eden Beş asırlık yumruktu. Firdevs BÜYÜKATEŞ KIRKLARELİ


Makale ve Analizler - 2019

65

Gurbetçilerden Millet vekili Ve Cumhurbaşkanı Adayı Çıkacak Tarih: 03 Eylül 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev gurbetçilerin ve çifte vatandaşların seçme ve seçilme haklarını savundu ve meclisten yasallaşmasını istedi.

4 Eylül 2019 tarihinde 44. Bulgaristan Parlamentosu güz dönem toplantılarına başladı. Meclis salonuna Cumhurbaşkanı Rumen Radev ile Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yotova ve 10 kişilik danışman ekibi katıldı. Meclis kürsüsünden halka hitaben konuşan Cumhurbaşkanı şöyle dedi: “Bulgaristan’da güvenlik ve istikrar yok, fakirlik, dolandırıcılık ve kara cahillik var.” Radev’in konuşmasından bu cümlenin medyada ve basında manşet oldu: Dış ülkelerdeki vatandaşlarımız, çifte vatandaş olmuş, Bulgaristan vatandaşlarına milletvekili, Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcılığına aday olma hakkı tanınmalı ve yasaklar kaldırılmalıdır. Meclis önerilen yasal değişiklikleri onaylayıp demokrasi ve adalet yolunu açmazsa sokak statükoyu süpürecek.


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sizi ağır bir çalışma dönemi bekliyor. Bütçeyi ve yerel seçim yasasını onaylayacaksınız. Başkan Radev, Sofya meclisinin ödevlerini 7 maddede özetledi ve önce şöyle konuştu: “Yürütme üzerinde bütünsel parlamenter denetim yoksa devletin verimli yönetildiği sağlanamaz.” Dedikten sonra ülkenin ve halkın sıkıntısı en fazla arttıran problemlerin öncelikli olarak güvenliksizlik ve istikrarsızlık olduğu gün ışığına çıktı. Güvenlik probleminin kaynakları içseldir. Temelinde işsizlik ve yoksulluk vardır. Asgari ücretin çok düşük olması, emekli maaşları ve sosyal yardımlarla geçinmenin imkansızlığı temel nedenlerin başında gelir. Yalnız çalıp kapmayla geçinenler ordusunun büyümesi huzursuzluk ve güvensizliği şiddete dönüştüren etkendir. Bir defa hırsızlık, dolandırıcılık ve rüşvetçilik devleti işlemez duruma getirmiş, kamudan istenen her hizmet için peşin ödeme yapıldığı, devletin tüm düzeylerde 400 bin kişi çemberi içine kilitlendiği ve “bizim adamların” aileleri dışında kalanların gurbetçi yakınlarından gelen havalelerle iki ucunu bağlamaya çalıştığı bir de cumhurbaşkanının ağzından açıklanmış oldu. Hayat pahalılığına en kesin kanıt ise bu yoksul tabakanın 5 yıl önce dış ülkelerdeki yakınlarından gelen 800 milyon Euro ile geçinebilirken, bugün artık bu güncel ihtiyaçların ancak 1 260 milyon Euro ile karşılayabilmesinin çok zor olmasıdır. Köylerde ve küçük kasaba ve şehirlerde mal mülk ve can güvenliği kalmamıştır. Her gün kesilmiş, parçalanmış ve bidonlara doldurulmuş insanların bataklıklar, gölet ve baraj kenarlarındaki sazlıklarda bulunduğu, aile şiddetinin alıp yürüdüğü, babanın eşini çocuklarının gözü önünde satırla parçaladığı haberleri toplumu sarsıyor. Toplumu felç eden duruma dolandırıcıların katılması ise, insan kaçırma, sınırdan sınıra sığınmacı maceraları, gizli mafya gruplarının dalavereleri ve devlet güçlerinin bunlarla başa çıkamaması veya işbirliği halinde olması dikkat çekicidir. Okuryazar olmayan genç kuşaktaki kalabalıkla birlikte okul görmüş ve mürekkep yalamışlardan % 42’sinin okuduğunu anlayamaması, kendisine anlatanları kavrayamaması yalnız memleket içinde değil, dış ülkelerde de basın sayfalarına ve makam raporlarına yansımış ve düşündürücü olmuştur. Cumhurbaşkanı, Avrupa’da en fakir ve en cahil ülke ve halk oluşumuza böylece vurgu yaparken, 2009’dan beri iktidar olan GERB hükumetinin sorun çözme çaresizliğine işaret etti. Hükümletin denetlenmesini istedi. Başbakan Boyko Borisov’un ayda en az bir defa meclise gelip aktüel politik durum, güvenlik, ekonomik ve sosyal sorunlarla ilgili açıklamada bulunarak soruları yanıtlamasına ısrar etti. İkinci olarak Radev, değişik yollardan oluşturulan bütçe fazlasının tüketilmesinde meclisin tüm etkinlikleri ve harcamaları kontrol etmesini önerdi. Cumhurbaşkanı Radev ülkede kontrol olmadığını, kontrolden vaz geçmek demokrasiden ödün vermektir, meclis kontrolünün yeniden sağlanmasıyla iyi pratikler dönemine dönebiliriz ve dolandırıcılıkla mücadelede başarılı olabiliriz şeklinde konuştu.


Makale ve Analizler - 2019

67

Radev şöyle dedi: “Kuralları açık, düzeni belli, halk için çalışan ve halkın refahını sağlayan güçlü bir devlete ihtiyacımız var. Ülkede güvenlik denen bir şey yok, ilerlemeyi hisseden yok, fakirlik ve yoksulluk, dalavere ve kör cahillik almış başını gidiyor, bunların önlenebilmesi değişiklikler yapılmasını gerektiriyor. Bu değişikliklerin anlamı şu olmalıdır: Halkın, vatandaşların yönetim, zerindeki kontrolü arıtmalıdır, kurumlar şeffaf çalışmalıdır ve yaptıkları işlere hesap verebilmelidir. Bulgaristan vatandaşlarının sosyal yaşam kontrolü yaygınlaşmalı ve önem kazanmalıdır.” Radev konuşmasında, vatandaşlarının devlet ve belediye yönetimlerinden ve işlerin denetiminden uzaklaştırıldığına işaret ederken, ötekileştirilen vatandaşların memleketi terk etme süreci devam ediyor, diye konuştu ve 2017’i Martından sonra kurulan III. Borisov hükumetinin politik ve ekonomik yönetim programını Mecliste tartışmadığını ve ülkenin bazı kişilerin keyfine göre idare edildiğini belirti ve şöyle dedi: “27 Ekimde yerel seçimler yapılacak. Kayıtlar başladı. 27 Eylülde seçim kampanyası başlayacak. Belediye ve muhtarlıkların merkez idarenin mali baskısından kurtarılması ve yerel organların mali bağımsızlık ve inisiyatif sahibi olması zamanı çoktan geldi geçti. Bu yönde atılacak olan adımlar, bölgelerdeki halkın aktifliğin-in artmasına neden olacaktır.” Bu yöndeki örneklere, Başbakan Borisov ile Meclis Başkanı Karayançeva’nın Krumovgrad (Koşukavak) Belediyesinde “Ada Tepe” altın maden ocağının işletmeye açılması vesilesiyle yaptıkları ziyarette, kamuoyunun Kırca Ali’ye yeni bir Stadyum yapılması isteğine yanıt verirken, “GERB yerel seçimleri kazanırsa” demesi, çok gönül kırıcı oldu. Bu durumu yorumlarmış gibi konuşan Cumhurbaşkanı Radev, “yönetim işleri giderek halkın elinden alındığında ve küçük ve dar bir gruba devredildiğinde, bu grup işleri kişisel ekonomik ve mali çıkarlarına bağlı görmekte ve iktidarı avucunun içinde hızla sıkmaya devam etmektedir. Bu küçük grup ekonomik iktidarını taş gibi elinde tutuyor. Tehlike burada gizlidir.” dedi. Vatandaşların aleyhinde kanun değişikleri yapılmasına son verilmelidir. Yerel seçimlerin Bulgaristan’ın yakın geleceği için olağanüstü önem taşıdığını açıklayan Cumhurbaşkanı Radev, “ Bugün Bulgaristan’da belediyelerin kaderi hükumetin keyfine bağlıdır. Uygulanan ölçütler dar parti kıstasıdır. İşlerin sonuçlarından halka kıymık kaymıyor.” Dedikten sonra şu vurguyu yaptı: “Halk Meclisi vatandaşların yönetim işlerine direk katılması yolunu açacak kanun değişiklikleri yapmalıdır. Vatandaşların aleyhinde kanun değişikleri yapılmasına son verilmelidir. Benim görüşüme göre, ülkedeki durum “bataklık” andırıyor ve biz en değerli varlığımız olan insanlarımızı kaybediyoruz, dış ülkelere göç devam ediyor. Bulgarisan vatandaşlarından büyük bir kısmı kendi devletinden yabancılaşıyor. Devlet yönetiminin ana faktörleri olan şeffaflık, sorumluluk ve hesap vermenin olmadığı yerde kimse yaşamak ve çalışmak, faydalı olmak istemiyor. Bulgaristan Cumhuriyetinin Bulgaristan vatandaşlarının hepsinin vatanı olduğuna işaret eden Cumhurbaşkanı Radev şu görüşlerini açıkladı.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Diş ülkelerde çalışan gurbetçilerimizin, çifte vatandaşlığı olan Bulgaristan vatandaşlarının, öğrencilerin ve diş ülkelerde geçici bulunan vatandaşlarımızın “hepsi seçimlere aktif katılma, seçme ve seçilme hakkını kullanma, milletvekili, cumhurbaşkanı ve cumhurbaşkanı yardımcısı adayı olma” hakkından yararlanabilmelidir. Halk meclisi bu sorunları görüşüp kanun değişikliği yaparak yasallaştır-malıdır. Halkın yönetime direk katılma engelleri kaldırılmalıdır. 2019’da seçime katılma hakkı olan 3 milyon Bulgaristan vatandaşının dış ülkelerde bulunduğu bir gerçektir. Bu vatandaşların yarısı Avrupa Birliği ülkelerinde, öteki yarısı da Türkiye’de ve Birleşik Amerika, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Körfez ülkeleri ve diğer devletler-dedir. Bu ülkelerle Bulgaristan arasında ilgili ülkede bulunan Bulgaristan vatandaşlarının seçime katılması sorunlarını kapsayan özel antlaşmalar yoktur. Örneğin 86 bin Bulgaristanlının ikamet ettiği Almanya’da ancak Konsolosluklarda ve ticaret temsilciliklerinde seçim bürosu açılabiliyor. 60 bin seçmenin bulunduğu İngiltere’de şimdiye kadar en fazla 5 seçim sandığı açılabildi. Bir büroda bir günde ancak bin kişi oy verebilir. 1 milyonun üzerinde çifte vatandaş ve seçmenin bulunduğu Türkiye Cumhuriyetinde halen en fazla 36 seçim sandığı açılmasına izin verilmiştir. KKTC’deki soydaşlarımız ise oy kullanmak için Güney Kıbrıs’taki Bulgar Konsolosluğuna gitmek zorunda kalıyorlar. Körfez ülkelerinde seçim sandığı açılmıyor. Bu durum, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK başta olmak üzere, Türkiye’deki soydaşlarımızın çıkarları ve seçimlere aktif katılma haklarını savunan dernek ve federasyonların “posta ile oy kullanma” önerilerine katılma önerilerinde birleşmesi yolları böylece açılmış olmuştur. Meclis açılışında yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Rumen Radev bu konuya vurgu yapmasa da, öneriler Sofya meclisindedir. Alman, İngiliz ve Avusturya seçim pratiği analiz edilerek hazırlanmış ve Sofya aydın ve avukat çevrelerinde destek bulmuştur. Çifte vatandaşların ve gurbetçilerin seçilme hakkı yasallaşırken, bugünkü seçim kanununda da değişiklikler yapılarak “posta ile oy kullanma” usulünü kabul edilerek yasallaştırılmasına mutlaka gidilmelidir. Halen majoriter seçim sistemine geçmeyi kabul etmeyen, Bulgar parlamentosunda zamanı dolmuş komünist dikta uygulamalarına son verilmesine götürecek en kısa ve isabetli yol bu olacaktır. Bulgaristan dışında bulunan gurbette kalmak zorunda kalan Bulgaristan çifte vatandaş soydaşlarımızın aktif katılımıyla önce meclis bileşimi değişirken, daha eğitimli, uluslar arası deneyimli, becerikli, dürüst, Bulgar ırkçılığını silkilmiş yeni kuşak kadrolar göreve davet edilmesi, uluslar arası seçim kampanyaları düzenlenmesi olanakları açılmış olacaktır. Seçilen Milletvekilleri Mecliste şahıslar Parti Başkanlarına değil Bulgaristan devleti için çalışmaya başlamış olacaklardır. Bu çalışmalarda en fazla iş sivil toplum örgütlerine düşecek, seçmenle yönetim arasında sağlam bir doku oluşacaktır. Bulgar toplumunun ko-


Makale ve Analizler - 2019

69

münizm uzantısı partilerden, ajan, muhbir, kreminal geçmişi olan, cezadan kaçan kadrolardan kurtulmasına doğru ilk hamleler de başlayacaktır. Bu bakıma Cumhurbaşkanı Radev’in önerilerini, şimdiye kadar verdiğimiz hak arama mücadelesi doğrultusunda bulup tam destek sağlamayı ödev biliyoruz. Komunist uşaklar sonuna geldiğini hissetmişlerdir. Özellikle muhbirler bu halkın en zararlı maluklarıdır, herşeyden önce bunlardan kurtulmak gerekir. Bulgar Türk Roman önemli değil kimin eski DC’de muhbirliği varsa devlet kademelerinden uzaklaştırılmalıdırlar. Ancak böyle Bulgaristan düze çıkabilir… Meclis uyumaya devam ederse ve 16 Kasım 2016’daki halk oylamasında 2 500 000 (iki milyon beş yüz bin) seçmen vatandaşın oyunda ifade bulan, politik sistem değişikliği, zorunlu seçim, seçimlerde devlet yemliklerinin kapatılması, majoriter seçim sistemine geçilmesi gibi istekleri rafa kaldırıldığı günlere bir daha dönülmesine asla imkân tanınmamalıdır. Cumhurbaşkanı Radev’in belirttiği gibi, milletvekilleri meclis bekçiliği yapmaya devam ederse, sokak Bulgaristan’daki statükoyu silip süpürecektir. 30 yıl gecikmeyle de olsa temizlik başlamıştır. Yerel seçimlerde Türk-Bulgar değil bu şehirde insanlara imkan fırsat ve daha iyi yaşam verebilecek olanları ahlaklı, dürüst ve bu şehir için düşünenler. Yeni yeni fikirler üretebilen insanlar arasında irk, din ayrımı yapmayana oylarınızı vermelisiniz. Bu da halkın görevidir, halk da bu görevini sandıkta yapmalıdır. Bizi izlemeye devam ediniz. Paylaşanlara teşekkürler.


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yalanların Hamalı Olmuşuz Tarih: 05 Eylül 2019 Yazan: Şakir ARSLANTAŞ Konu: 75yıl gizlenen gerçekleri birlikte öğreniyoruz. Gençliğim Sofya’da geçti. Maden Mühendisliği okudum. Seminerlerden sonra tartışmalar sokaklara taşardı. Kahvemizi “Prolet” (Bahar) pastanesinde içеrken devam ediyorduk. O yıllarda lüks kabul edilen bu mekân “Kurtarıcı Çar” caddesinde bulunur. Cam karşısına köşeyi seçiyordum. Sağ tarafımda Türkiye Cumhuriyeti Sofya Büyükelçiliği Konuk Evi, tramvay yolunun 20 adım ötesinde “Kurtarıcı Sovyet Askeri” anıtı, tepesinde eli “keleşli” üniformalı bir erin boy heykeli dikiliyordu. Arka sokakta ise o yıllarda yeni açılan Sovyet Kültür ve Bilgi merkezinden gelen bir canlılık seziliyordu. Hararetli tartışmalarımızı noktalayıp uzlaşamadığımız hallerde, ana kentin merkezine doğru yaya devam eder, “Banbuka” adıyla ünlü ve entelektüel geçinenlerin bira içmeye toplandığı, duvarları sigara dumanından islenmiş ine giderken, at üzerindeki II. Aleksandır’ın“Kurtarıcı Çar” adı ile ünlü heykelinin yanından geçiyorduk. O zamanlar bu heykel bir de 9 Eylül sosyalist devrim nümayişlerine katılanları kutlayanların toplandığı yerdi. 4-5 metre yüksekten bakan Çar halkı selamlayan yöneticileri sanki himaye ediyordu. Ben bu yöneticiler arasında sıraya duran ve şapkasını çıkarıp geçenlere sallayan Bulgaristan Türkü tanıyamadım. Ağustos sonunda memleketten dönerken başkentten geçtim. “Banbuk” kapanmış, “Kurtarıcı Çar” bul. Tramvay rayları sökülmüş durak kaldırılmıştı. Günlerden 5 Eylül 2019. Yıllar önce 9 Eylül Milli Bayram, Sosyalist Devrim Günü, Nazilerin kovulduğu, Monarşi faşist idarenin yıkıldığı, Kızıl Ordunun Bulgaristan Çarlığını Hitler faşizminden kurtardığı bayramın hazırlıklarına başlandığı gündü. Elektrik direklerine Bulgar ve Sovyet bayrakları asılırdı. Sinemalarda Kızıl Ordu’nun Berlin yolu zaferlerini yaşatan filmler gösteriliyordu. TV ve Radyolar Rus ve Sovyet marşları çalıyor, köylerde tarım kooperatifleri (TKZS) salonlarında kurban kazanlarında patatesli koyun kaynatılırken, bayanlara ve çocuklara limonata, ayrı alkol kullanan erkeklere bira ve rakı ikram ediliyordu. Bu tablo sanayi işletmelerinde de izlenirken, 9 Eylül bir de tatil günüydü. Sofya’dan Parti ve devlet başkanı Todor Jivkov’un konuşmalarında “Bulgarlar ile Sovyet vatandaşlarının kardeşliği anlatılıyor, bu kardeşliğin ebedi olduğu ve yeryüzünde Bulgar-Sovyet dostluğuna gölge düşürecek güç olmadığına vurgu yapılıyordu. 10 Kasım 1989’da Jivkov’un diktatörlük devri kapandı. Sovyet ilhamlı milli bayramlar, kutlamalar, tatiller, şenlikler, ikramlar, bedava yiyip içmeler solmaya başladı ve artık tarih oldu. Oldu da, Sofya’nın merkezine 1956’da di-


Makale ve Analizler - 2019

71

kilen “Kurtarıcı Rus Askeri” anıtı yerinde kaldı. Bu anıt Kızıl Ordu’nun bundan 75 yıl önce Kızıl Ordu’nun Bulgaristan’ı istila edişinin sembolüdür diyenler çoğaldı. Anlam yenileyen bu olay şöyle gelişmiştir: 5 Eylül 1944’te Sovyetler Birliği Bulgaristan’a savaş ilan etmişti. Gerekçesi, Çar hükümetinin Almanya’yı desteklemeye devam etmesiydi. Oysa Kızıl Ordu’nun Romanya topraklarında ilerlediğini gören, Bagryanov hükümeti Sovyetler Birliği Almanya savaşında, Bulgaristan’ın tarafsızlığını ilan etmişti. Aynı tarihte Sovyet Başkomutanlığı Bulgaristan’a saldırı planlarını onaylamıştı. Üçüncü Ukrayna Cephesi askeri birlikleri Bulgar sınırına yığılmıştı. 258 000 asker, 5 583 top, 508 tank ve savaş rampası, 1 026 savaş uçağı ve Karadeniz Filosu hücum emri bekliyordu. Savaş yıllarında Türkiye’ye akmaya devam eden Bulgaristan Türkleri büyük tehlikeyi duyumsamış kara kara düşünüyordu.09 Eylül 1944’te “Zveno” hareketinden gelen eski darbeci ve Sovyet ajanı Albay Kimon Georgiev yönetiminde birkaç subay 8 Eylülü 9 Eylüle bağlayan gece askeri darbe yaptı. Komünistlerin ve anti-faşist çetecilerin yardımlarıyla Vatan Cephesi hükümeti kurdu. Böylece Bulgaristan 50 yıl medeni dünyadan koparıldı ve Moskova’nın dayattığı totaliter rejimle yönetildi. Günümüzde Rusya Federasyonuna göre, Sovyetler Birliği “Bulgaristan’ın kurtarıcısı” dır. Bulgaristan nüfusunun yarısı, demokratik kamuoyu ve hükümet için SSCB Bulgaristan’ı 1944’te “istila eden” devlettir. 2019’un 9 Eylül günü, Rusya Federasyonu’nun Sofya Büyükelçiliği Rusya Kültür –Bilgi Sarayında “Bulgaristan’ın Kurtuluşu” adlı, Doğu Avrupa’nın Nazi işgalden kurtuluşunun 75. Yıl dönümünü anma sergisi açacağını açıkladı. Olay önce Bulgaristan Dış İşleri Bakanlığında tepki uyandırdı. Büyükelçiliğin sergiyle ilgili açıklamasında şu bilgiler yer alıyor: “Bu serginin amacı, yeni açılan Rusya arşiv hazinelerinden daha önce gösterilmemiş değişik vesikalarla Bulgar kamuoyuna yeni bilgiler sunmaktır. Bu belgelerin birçoğu şimdiye kadar gizli kalmıştır. Halka yakında sunuldu. Bulgaristan’da günümüzde şiddetlenen tartışmalarla ve politik güçlerle ilintili değildir.” Bulgaristan Dış işleri Bakanlığını “Bulgaristan’ın Kurtarıcısı” sergisiyle ilgili görüşünde şu fikirlere yer verilmiştir: “Avrupa’da Nazi güçlerinin imha edilmesinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) olağanüstü büyük katkısını inkâr etmeden, Sovyet Ordusu süngülerinin Orta ve Doğu Avrupa halklarına sivil bilinci boğan, ekonomik gelişmeleri doğru yönden saptıran, gelişmiş Avrupa ülkelerinde oluşan dinamik süreçlerden koparan, uzaklaştıran ve yarım asır süren baskı uygulanmıştır.” Bu konuda özel demeç veren Bulgaristan’ın AP milletvekili Aleksandır Yordanov ise şunları paylaştı: “Olay şöyle ki, Sofya’daki Sovyet Büyükelçiliği, ölmüş tilki gibi davranıyor – bizim ülkemizi işgal ettiler ve işgali kurtarıcılık olarak göstermeye çalışıyorlar. Tarihsel olayların özü ters gösteriliyor, böylece tarih sahteleştirilmiş oluyor. Bulgaristan’ın Bolşevikler tarafından kurtarılmasını büyük miktarda


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kanla ödedik, terör gördük, pek çok insanın kalbi parçalandı, milletimiz bugün de bu yaraların izlerini sırtında ve vicdanında taşıyor, parçalandık ve bölünmüş yaşıyoruz.” Olayın yeni boyutlarında, 27 Ekim’de yapılacak yerel seçimlerin ANAHTARINI görüyoruz. Sofyalılar “Kurtarıcı Sovyet Askeri” anıtının, Plovdiv sakinleri (Filibe) “Alyoşa” anıtının, Burgazlılar “Sovyet Askerileri” anıtını vb yıkmak istiyorlar. Bu yerel seçimlerde ülkemizin işgal edilmişliğini yaşatan bu anıtların kaldırılmasını ve yerine “Dostluk Bahçeleri” yapacak adaylara oy vermek istiyorlar. Gençler yeni neslin işgal, esir, köle havası nefes etmesini istemiyor. Kuşkusuz Rusya’nın bu yeni gelişmelere baskısı ve saldırıları bu defa yeni bir şiddetle geldi. Bu konu ilk önce Sovyet Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Kiril’in 2017’de Bulgaristan ziyareti esnasında yalanmıştı. Cumhurbaşkanı Rumen Radev’i karşısına alan Başpiskopos, KGB Generali Kiril, “ödeviniz ülkedeki Rus ve Sovyet anıtlarını korumaktır” demişti. O zamandan beri biriken tepkilerle önce, Çar II. Aleksandır döneminde Rusya İmparatorluğu’nun İstanbul Büyükelçisi Prens İgnatiev’e Sofya’nın en gözde yerlerinden birinde bir anıl dikilmesi ısrarına yol vermemek için Sofyalıları güçlü tepki gösterişi dikkat çekti. Bulgar Dış İşleri Bakanlığının “Bulgarların Kurtarıcısı” sergisine tepki çok kollu geldi. Rusya Askeri-Tarih Derneği bilimsel yöneticisi Mihail Myahkov, Rusya resmi haber ajansı TASS üzerinden şunları söyledi: “1944’te faşizan rejiminde Kızıl Ordu tarafından kurtarılmasaydı, bugün bağımsız Bulgar devleti olmazdı.” Rusya medyaları “Bulgaristan’ın Kurtarıcısı” sergisinin açılışına Bulgaristan Dış işleri Bakanlığına tepkilerini şu iki başlık altında yorumladı: “Bulgaristan, SSCB’nin Nazilerle savaşının Avrupa’nın kurtuluşu olarak kabul edilmemeli” diyor ve “Bulgaristan’da, Avrupa’nın kurtarılmasında SSCB’nin rolünün yeniden değerlendirilmesi önerildi.” “RT” programına çıkan Rus senatörler, “Bulgaristan Cumhurbaşkanı Radev, bu gelişme kabul edilemez, diyecektir.” Dediler. Rusya Federasyonu meclisi Uluslar arası İlişkiler Komisyonu Başkanı Vladimir Cabarov “iddia ettikleri üzere, Rusya’nın “işgal rejimi” getirdiği savında bulunuyorlar, bu kabul edemeyiz.” Dedi. TASS ajansında yayınlanan şudur: “Bulgaristan’ı yöneten elit, Büyük AtaVatan Savaşını unutmaya ve ülkelerini Nazilerden kurtaran Sovyetler Birliği’nin rolünü küçümsemeye çalışıyor.” Rusya Askeri Tarih Derneği bilim insanının anımsatmasından bir alıntı sunuyoruz: “Bulgaristan faşist pakta girmiştir, Yugoslavya ve Yunanistan’ın işgal edilmesinde Adolf Hitlere yardım etmiştir, topraklarında Alman askeri bulundurmuş tur.”


Makale ve Analizler - 2019

73

“Bulgaristan İkinci Dünya Savaşı Sonuçlarını yeniden değerlendirilmesinde ısrar mı ediyor? Öyleyse Bulgaristan’a olan yaklaşım ve ilişkiler de yeniden değerlendirilebilir.” Olayla ilgili, Cumhurbaşkanı Radev, Başbakan Borisov, Parti Başkanları ve siyaset adamları, Dış İşleri Bakanı Zaharieva’nın ardına gizlenip susarken DOST Partisi Başkanı L. Mestan bir bildiri yayınlardı. Bulgaristan bağımsızlığının eğlence konusu olduğuna işaret etti. O şöyle dedi: “Komünist diktatörlük kurulan Bulgaristan ve diğer ülkeler Sovyet Ordusu tarafından kurtarılmamış, işgal edilmiştir. İşgalcinin “kurtarıcı” olduğunu iddia etmek, Bulgaristan’a ve onun devlet adamlarına karşı bir kışkırtma olduğundan dır, kesin ve onurlu yanıt vermek zorundadırlar. “ Bu arada, Bulgar Halk Meclisinde onaylanan özel bir kanunla daha 2000 yılında 9 Eylül 1944 tarihinde Rus kontrolünde kurulan komünist rejim suçlu ilan edilmişti. Bu tarihin 75. Yıldönümü kutlamalarında Girişim Komitesi Başkanlığını üstlenen, lider K. Ninova ve Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) yukarıdaki konuda özellikle ağır olan birçok soruya yanıt vermek zorundadır. Bu gelişmeler Bulgaristan Müslümanları için olağanüstü önemlidir. Çünkü 1878’den beri başımıza gelenler ya Rus Çarlığı ya da SSCB himayesi altında ve emirleriyle gerçekleşmiştir. Bulgar totalitarizmi Moskova ürünüdür. Dolayısıyla azınlıklara karşı baskı ve terör siyasetini de onlar dayatmıştır. Köylerimizin zırhlı araçlarla basıldığı unutulmadı. İsim değiştirme, dil, din, gelenek, Türkçe konuşma yasakları Moskova çadırı olmasa asla yapılamazdı. Bu temelde biz Bulgaristan Türkleri vatanımızdaki Rus ve Sovyet anıtlarının sökülmesindeki ısrarımız kesin ve ödünsüzdür. Bununla birlikte komünist zulmün uygulayıcıları olan Todor Jivkov, Penço Kubadinski ve Semerciev gibi komünist teröristlerin anıtları, büstleri, anıt levhaları sökülmeli, kitapları yakılmalı ve imha edilmelidir. Yeni yeni farkına varıyoruz. Baskı ve terör altında ezilirken bilincimiz dondurulmuş ve biz hepimiz yalanların hamalı olmuşuz. 75 yıl sonra Bulgar kamuoyunda şuur kararması olduğuna tanık oluyoruz. Şahsen ben seçmenlerimizin Rus ve Sovyet anıtlarının sökülmesi davasına katılacak olan Belediye Başkanları ve Muhtarlara oy verecek kardeşlerimin arttığını görebiliyorum. Kötülükler, kölelik, zulüm Rus ve Sovyet esaretinden, işgal rejiminden geldi ve son bulmalıdır. Demokrasi ve adalet yolumuz ancak böyle açılabilecektir. Bulgaristan’ın bağımsızlık ve egemenlik anahtarı budur. Birkaç anıt arasına ve “savaş sergilerine” kapanmış bilincimiz artık şahlanmalıdır. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Paylaşınız.


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“… Bulgaristan’ı Türklere İade Edelim.” Tarih: 06 09 2019 Yazan: Nedim AKIN Konu: Tarih neden eskimiyor? Ruslar sıkışınca gerçekten akıllarında olanı mı söylüyorlar. 6 Eylül 1885, 1878’de toplanan Berlin Konferansı kararlarına göre kurulan, “Bulgar Prensliği”nin, yine bu konferans kararlarına uygun kurulan “Doğu Rumeli” otonom bölgesini ilhak ettiği gündür. 1990’da sonra Bulgaristan’da milli bayram günü olarak kutlanıyor, ülke 3 gün tatildir. “Doğu Rumeli” dediğimizde, bugünkü Bulgaristan Cumhuriyeti topraklarından Plovdiv (Filibe), Pazarcık (Tatar Pazarcık), Stara Zagora (Eski Zara) ve Sliven )İslimiye) illerini kapsar. Karlovo, Kazanlık, Aytos gibi çok önemli Türklük şehirlerini ve etraf köyleri de bu coğrafya içindedir. 6 Eylül 1885’te Doğu Rumeli’yi askeri işgalle ilhak edip, eyalet idarecisi Gabriel Krısteviç’ı tutuklayıp, bölgenin Bulgar Prensliğine birleştiğini ilan etmek, her şeyden önce 1877-78 Büyük Savaşında sonra tesis edilen barışa bir darbe vurmak ve Berlin Konferansı kararlarını rafa kaldırmaktır. Ne ki bu olayın ardından Sırp-Bulgar Savaşı patlak vermiştir. Yeniden yazılmaya devam eden Bulgaristan tarihinde “birleştirici” olarak “Prens Birinci Aleksandır Batenberg” gösterilmiştir. Olaya Rusya Çarı III. Aleksandır’ın tepkisi sert olmuştur. Rus Çarı gerekli önlemleri almış. Birinci Aleksandır, Bulgar Prensliğinden çekilmek zorunda kalmış ve kısa bir süre sonra hayata gözlerini yummuştur. “Birleşmeye öncülük eden”, bugün Filibe’de anıtı olan, “birleşmeden” sonra Paris’te bir otel odasında ölü bulunan, o yılların Sofya Meclisi Başkanı Zahari Stoyanov ve ardından Başbakanlardan Stefan Stambolov ve daha birçok bilinen şahıs yok edilmiştir. Bu konuda yazılan kitaplarda “birleşme” olayından sonra Büyük Devletlerin oyunlarına yer verilirken, Bulgarların da Osmanlı İmparatorluğu topraklarında ve özellikle Makedonya ve Trakya’da yeni “otonom” (muhtar) bölgeler oluşturulması politikası özendirip destekleyerek, onları art arda ilhak ederek genişleme siyaseti düşlediği gün ışığına çıkmıştır.


Makale ve Analizler - 2019

75

Bugün var olan tarihsel durumu inkâr eden Bulgar siyasetinin, yazılmış tarihi yeniden yazma yolunda adımlar attığına tanık oluyoruz. Birleşme gecesi, Filibe “Nöbet Tepe” ayağına toplanan Bulgarlar şu şarkıyı söylemişlerdir: İtlerin kuduzu, Bobçev ve Macarov kahrolsun. Velişkov ve Hankov ve şair Vazov defolsun. Bu şahsiyetlerin XIX. Yüzyılın 80’li yıllarında “Rusofil” olduklarından dolayı halk tarafından dışlandığını izliyoruz. Örneğin, adı geçen Bobçev Moskova’da hukuk okumu, Doğu Rumeli’de Adalet Bakanı olmuş ve diğerleriyle birlikte “Rus beslemesi” olarak davranmıştır. Bulgaristan halkı arasında İslav düşmanlığı o yıllarda başlamıştır. Olay şöyle ki, Bulgarlar Rusya İmparatorluğunun pek çok İslav halkını boyunduruk altında tutuğunu, Bulgarları da ebediyen ezdiğinin fark edip bilincine varmaya başlamışlar ve Birinci Aleksandır’ın vefat etmesinden sonra Batı ülkelerinde kendilerine yeni Birleştirici Prens aramaya koyulmuşlar ve Birinci Ferdinand Saks Koburgotski bu tahta oturtulmuştur. Yukarıda ismi geçen, halkın hor gördüğü isimlerle hesaplaşma olmamış, hepsi bakan veya diplomat olarak kariyerlerine devam etmişlerdir. Durumu dengelemek için Bulgaristan’da birçok sahte Rusçu siyasi parti, dernek, hareket ve birlik kurulmuştur. 1886 yılının 19 Kasım günü çıkan “Svoboda”, (Hürriyet) gazetesinde o yılların ünlü siyasetçisi Stefan Stanbolov şunları yazmıştır: “Bizim için tarihsel önem taşıyan 6 Eylül 1885 olaylarından sonra Rus hükümetinin bağımsız ve egemen hareket etmemize karşı giderek daha sert davrandığı dikkati çekiyor… Aklı fikri yerinde olan her vatandaş, Rusya güçlü, birleşik ve bağımsız bir Bulgaristan istemiş olsa, 6 Eylül birleşme olayını fırsat bilip Bulgaristan’ı desteklemeliydi. Fakat Rusya, elindeki tüm imkânlardan yararlanarak halkımızın ülküsü olan – birleşmeyi – engellemek için elinden geleni ardına koymadı.” Şu gerçek ilginçtir, 6 Eylül 1885 olayı, 500 yıl beraberlikten sonra Bulgarların yeni tarihlerinde ilk kez kendi başlarına, “dış yardım” almadan ve kendi güçleriyle gerçekleştirdikleri bir siyasi olaydır. Bulgaristan’da “kurtuluş, bağımsızlık ve egemenlik” kavramları 6 Eylül 1885 tarihinde yeni siyasi anlam kazanmaya başlamıştır. Şöyle ki, ilk kez 1877-78 Osmanlı ve İmparatorluklar arası savaşa “kurtuluş savaşı”, Şipka Tepesi çarpışmaları için “hürriyetin doğduğu tepe” veya San Stefano (Yeşil Köy) 1878 geçici Barış Protokolünün imzalandığı ana “Bulgar bağımsızlığının mayalandığı” yer ve gün deme gereği kalkmıştır. Çünkü “hürriyet ve bağımsızlık” hediye


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

edilebilen değerler değildir. Sıralanan olaylarda ve tarihlerde Bulgaristan’da yaşayanlar Rusya esareti altına düşmüş ve XIX. Ve XX. Yüzyıl köleleri olmuştur. Aynı zamanda Koca Balkanın Kuzey ve Güneyindeki Bulgarların birleşmesi, hürriyet arayanları kavuştuğu gündür ve bundan 134 yıl önce Osmanlı Padişahı Abdülhamit de gelişmelere karşı sabırlı ve iyi niyetli davranmıştır. Bulgarların zayıflığından yararlanarak savaş açmamış, Rus Çarı’nın kışkırtmalarını soğukkanlı karşılamıştır. Bundan 134 yıl önce Bulgar halkının yaktığı bağımsız ve egemen devlet kurma ateşi günümüzde güç toplamaya devam ediyor. Bulgaristan artık NATO ve Avrupa Birliği ülkesidir. Ortak Avrupa iç ve dış siyaseti izlemeyi kabul etmiştir. Ne ki 1885’ten beri pekiştirilmeye çalışılan Rus ve Sovyet egemenliğinden, etkilerinden kopmak hiç de kolay olmamıştır. Bu yönde atılan önemli adımlardan biri 1989’da komünist-totaliter rejime son vermek olurken, ikinci adım ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin garantörlüğünde 2007’te NATO’ya alınması ve 2007’de AB üyesi olmasıdır. Buna rağmen, Bulgaristan’ın Rusya gölgesinden çıkması bir mücadele olarak hiç de kolay aşamalı olmayan bir süreç olarak gelişmeye devam ediyor. 2017’de bu bakıma, Rusya Federasyonu Başpiskoposu Kiril’in Sofya ziyareti sırasında, Bulgaristan topraklarında yürütülen 1877-78 imparatorluklar arası savaşta şehit düşen Ukraynalı, Romen, Beyaz Rus, Leh ve Fin şehitlerin de Bulgar kiliselerindeki ayinlerde Rus İmparatoru ve askerleriyle birlikte anılmasına izin alınmıştır. Bu konuda ikinci olay ise 4 Eylül 2019’da gelişti. Sofya’daki RF Büyükelçiliği 9 Eylül’de Rus Kültür ve Bilim Sarayında “Bulgaristan’ın Kurtarıcıları” konulu bir resim sergisi açma niyetinde olduğunu açıkladı. Sergide İkinci Dünya Savaşından kalma daha önce gösterilmemiş arşiv belgeleri gösterileceği de duyuruldu. Şunu ilave ediyorum. Bulgaristan arşivleri Rusya’da bulunmakta ve halka kapalıdır ve Bulgarlara gösterilmiyor. Bulgaristan Dış İşleri Bakanlığı serginin 9 Eylül 1944 tarihi ile ilgili olduğunu dikkate alarak, “şüpheli tarihsel tezlere” destek şeklinde değerlendirdi ve tepkisini gösterdi. Olay Rusya TV programlarında yorumlandı, sert tepki aldı ve olayları 1877-78 savaşı açısından değerlendiren katılımcılar “…Bulgaristan’ı Türklere iade edelim” tezinde birleştiler. Rusya Başkanı Vladimir Putin’le birlikte Vladivostok Sanayı ve Teknoloji Sergisinde bulunan Rusya Dış İşleri Bakanlığı resmi sözcüsü Mariya Zaharieva TASS Ajansına verdiği demeçte şöyle dedi: “Bulgarlar yazılmış


Makale ve Analizler - 2019

77

tarihi yeniden yazmaya çalışıyorlar. Kızıl Ordu’nun “zulüm” getirdiğinden söz ediyorlar. Bu tehlikeli bir eğilimdir. Çünkü yasa dışı bir tandanstır”. Durumun yeni vaziyeti budur. Biz Müslümanlar çifte esaret ve kölelik yaşadık. Bu konu açıldığında olacakları birlikte düşünelim. Okuyun ve paylaşın. Teşekkür ederim


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İpleri Çekenler Tarih: 06 Eylül 2019 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Adayları, politik grupları, ipleri çekenleri, oyunları ve hedefleri tanıyalım. Bulgaristan’daki yerel (mahalli, belediye) seçimleri 27 Ekim 2019 tarihinde yapılacak. Kampanya 27 Eylülde başlayacak. Artık yalnız Sofya’da Büyük Şehir Belediye Başkanlığına 167 aday kaydını yazdırdı. 4-5 aday medya ve kamuoyu dikkatine hemen yerleşti. Eski başkan (GERB-li) Bayan Yordanka Fındıkova ile eski BSP-li ombudsman (kamu denetçisi) görevinden gelen Bayan Maya Manolova iki ana aday olarak öne çıktılar. Kuşkusuz “Demokratik Bulgaristan” adayı Yüksek Mimar İgnatov; “Sofya’yı Kurtaralım Hareketi” adayı Bonev ve rüşvetçilerle mücadelede kendisine tuzak kurulan 22 yıl hapis isteğiyle içeri düşen ve halen Büyük Şehir Belediye Başkanlığına aday olan, “Mladost” semtinin Belediye Başkanı Bayan İvançeva da kamuoyunun dikkatini çekti. *** Biz, seçim kampanyası başlamadan, bu konuyu ikinci defa işlemekle bazı özelliklere işaret etmek istiyoruz. Özellikle, Türkiye’de yaşayan ve Bulgar yasalarına göre, dış ülkede yaşayan, çalışan okuyan Bulgaristan vatandaşlarının yerel seçimlerde oy kullanabilmesi için, seçimden önceki 6 köyünde, kasabasında (Bulgaristan’da) yaşamış olması şartı yürürlüktedir. Bu kanunla, biz gurbetçi ve soydaşlar vatanımızın sorunlarından koparılmak istenmişti ve ilk defa 2015’te koparıldık. Vatanımızın sorunlarına ilgisizlik aldı yürüdü. *** Adına Bulgarca “usednalost” denen ve seçimden önceki son 6 ayda Bulgaristan’da yaşamamış olan Bulgaristan vatandaşlarının muhtar, Belediye Başkanı ve Belediye Meclis üyesi seçimlerinde (yerel seçimlerde) oy kullanmasını yasaklayan kanunu, 2014’te BSP milletvekili olan Bayan Maya Manalova hazırlamış ve meclis onaylamıştı. Bu yasa, Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin vatandaşlarına 27 AB üyesinde serbest dolaşma hakkı tanıyan AB Anayasasına ve yasalarına yüzde yüz aykırıdır. Bu durum, bugün


Makale ve Analizler - 2019

79

de geçerlidir ve engelleyici kanun sanki özel olarak Türkiye’de ikamet eden soydaşlarımıza karşı hazırlanmıştır ve kardeşlerimizi ata-yurdundan, köylerinden, evlerinden, mülklerinden koparmayı, ilgisizlik ve yetersiz uyandırmayı amaçlamaktadır. Bu durum, biz Bulgaristan Müslümanlarının Maya Manolova’ya oy vermemizi imkânsız kılmalıdır. *** Bayan Maya Manolova, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) milletvekilliği döneminden Bulgaristan Müslüman Türk seçmenini direk olarak ilgilendiren başka bir olayın da ardındadır. BSP ile DPS partileri, “Ataka” partisinden de 1 oy alarak 2013’te Başbakan Plamen Oreşarski hükümeti kurdu. DPS milletvekili, Moskova’nın Bulgaristan’da yetiştirdiği oligarşi temsilcilerinden biri olan Daniel Peevski’yi DANS – Milli Güvenlik Devlet Ajansı Başkanı görevine Bayan Maya Manolova önermişti. Bu, 2013’te kitle gösterilerine neden olmuştu. 2013 yazının gece protesto mitingleri Peevski’yi bu görevden indirmişti. Olayı Rusya’nın istihbaratımızın tüm kaynaklarını ele geçirmesi açısından değerlendirildiğinde, Bulgaristan kamuoyunu korkutmuş ve sonu görünmeyen bir tepki dalgası başladı ve başarıyla sonuçlandı. *** Bu olayların kökleri derindir. 1909’dan sonra Bulgar istihbaratı Alman modeline göre kurulmuştur. Ne var ki bu sistemin içine Sovyet istihbaratı kendi ajanlarını aşılayabilmiştir. Bunlardan biri 1934 askeri darbesinden sonra, 19 Mayıs 1934 – 22 Ocak 1935 tarihleri arasında Başbakan olan Albay Kimon Georgiev’tir. Aynı zamanda Mi-6 İngiliz dış ülkelerdeki istihbaratı da Bulgaristan istihbaratına kendi aşılarını yapmış olacak ki, Çar III. Boris gizli istihbaratının şefi olan Geşev, 4 Eylül 1944’te Sovyetler Birliği Bulgar Çarlığına savaş ilan etmesiyle ülkeyi terk etmiştir. Geşev, beraberinde Bulgar faşizminin gizli ajanlarının kodlanmış belgeleri de almış ve bunları, o yıllarda İngiliz Secret İnteligence Service Mİ 6’in Türkiye istasyon Şefi olan Kim Philby’ye vermiştir. Tabii, Geşev, Kim Philby’nin aynı zamanda Sovyet dış istihbarat servisi KGB’ye çalıştığını bilmiyor olacak ki, Bulgaristan faşizminin tüm gizli ajanlarına ait belgeler böylece Moskova’nın eline geçmiştir. İlginçtir, 1944-1946 yılları arasında Sovyet ajanı Kimon Georgiev’in yeniden Başbakan olduğu yıllarda, yargısız öldürülenlerin sayısı 25 bin kişiden fazladır. ***


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Üstelik 1944’te KGB yetkilileri Bulgaristan Çar hükümeti İç İşleri Bakanlığı arşivini ele geçirdiler. Ardından 1989 sonuna kadar Bulgar istihbarat ve parti kadroları hareketini kontrol eden Moskova, Bulgar istihbaratı “DS” arşivine D. Peevski’yi DANS şefi atayarak bütünüyle ele geçirmeye çalışmıştı. Bu önerinin Bayan Manolova tarafından yapılmış olması ise çok anlamlıdır. *** Gelişmeler, bu olayların arkasında duranlardan birinin Ahmet Doğan olduğuna işaret ediliyor. Bugün (elindeki Rusya imkânlarıyla) Bulgar basının büyük bir kısmına sahip olan Peevski’nin hayat öyküsü çok ilginçtir. İlk önce milli sorgulamada soruşturma yargıcı oldu. Başarısızlıktan görevden uzaklaştırılınca Çevre, Doğal Afetler Bakan Yardımcısı atandı. Başbakan Stanişev tarafından görevden uzaklaştırıldı. Hemen Varna Liman Başkanı tayin edildi. Oradan da uzaklaştırılınca DPS milletvekili ve DANS-şefi yolunca yükseltme basamaklarına adımladı. Bu yolda Maya Manolova ile D. Peevski isimlerinin karşılaşması ve yardımlaşması tesadüf değildir. *** Bayan Manolova, gençlik yıllarında Moskova Komünist Gençlik Okulunda eğitim almıştır. Bayanın Karieri Moskova teşviki ve himayesinde gelişmiştir. Hazırladığı kanunlar, Moskova’nın Bulgaristan Müslümanlarını yerel idarelerde ancak bir yere kadar yer almalarına tahammül ettiğine bir kanıttır. BSP bir parti olarak ve atak temsilcisi Bayan Manolova Türklerin sınırı geçip köylerine kasabalarında yerel seçimlerde oy kullanmaya gelmesine karşı olduğunu açıkça göstermiştir. Türk düşmanı kanun M. Manolova’nın eseridir. *** Şu da var, 4 Eylül 2019’da 44. Meclisin dönem toplantısı açılışında Cumhurbaşkanı Radev’in yaptığı konuşmada, “Avrupa Birliği ülkelerinde ve AB dışındaki ülkelerde –ABD, Kana’da, Türkiye vb – ülkelerdeki Bulgaristan vatandaşlarının, çifte vatandaş olan yurttaşlarımızın, milletvekili, Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı adayı gösterilebilmesi ve hatta seçilmesi” önerisi ile Manolova görüş beyan etmemiştir. Hak ve Özgürlük Hareketinin bu konuda çok daha kararlı bir tavır almanı bekliyoruz. Soydaşlarımızın iradesini dile getiren ve Batı Avrupa ülkelerindeki gurbetçilerimizin desteğini alan “Bultürk” derneğinin “meclis ve milletvekili seçimlerinde, hatta referandumlarda dış ülkelerdeki soydaşlarımızın posta usulüyle oy kullanabilmesi hakkının yasallaşması” konusunda da Bayan


Makale ve Analizler - 2019

81

Manolova susuyor. Bu konulara değinmemizin nedeni, seçmenimizin yaklaşan yerel seçimlerin ikinci turunda Bayan Maya Manolova gibi adaylara “hadi bizden gitsin destekleyelim de değişiklik olsun” çağrısını yapanlara, asla uyulmaması gereğidir. Çünkü kadroların iplerini çekenlerin ne düşündüğünü bilmiyoruz ve bilemiyoruz. *** Biz DPS partisinin Sofya ilinden meclise milletvekili çıkardığını, hükümetle pazarlıklardan Sofya Valisi Başkanı ve Başkan Yardımcısı görevlerine atamalar yaptırdığını biliyoruz, fakat Sofya Büyük Şehir Belediye Meclisine üye seçtirmeyi başaramamıştır. Oysa Sofya seçimlerindeki oy potansiyelinin % 38’ı etniklerin yaşadığı mahallelerdedir. Sofya’da 25 000 Müslüman seçmen yaşıyor. DPS Sofya şehir örgütü başkanı Şterev’in seçmeni aktifleştirme konusunda çalışması gerekir. Bu seçim parti listeleriyle gerçekleşiyor. Bu defa DPS il kez olmak üzere Büyük Şehir Meclisi üyeliğine 2 aday gönderme planı hazırlamıştır. Bu rakam çok daha büyük olabilir. Sofya DPS örgütü üyelerini bilgilendirmek zorundadır. Etnik azınlık oyları temelinde, büyük bir oy potansiyeline sahip olan örgüt son yıllarda seçim inisiyatifini yeşiller ve çevreci partisine kaptırmıştır. Gerekli önlemler alınmalı kabristanlık, ikinci bir cami inşaatı, ulusal basın yayın merkezi kurulması gibi sorunlarla siyaset cephesine ve seçim kampanyasına kollarını sıvamalıdır. Maya Manolova adaylığının arkasında duran kimdir? Bu sorunun yanıtını siz bulacaksınız. İpleri çeken henüz joker vermiyor. Bu adaylık bir inisiyatif komitesi tarafından yapıldı. Komitede hapishaneden çıkmış, başarılı olamamış sanatçılar, sahte aydınlar ve şehrin lümpen kesiminden 2 500 imza var. Manolova, toplumun en dip, yoksul, haksız, cahil ve çaresiz tabakasına kamu denetçisi olarak inebilmişti. Şimdi bu tabaka onunla beraber uyanıp yükselecek umudu olduğunu düşünenler var. Fakat bu tabakanın dipten nasıl kopacağını açıklayabilen birisi henüz meydanlarda belirmedi. İkinci soru da, kampanya masrafını kimin cebinden çıkarıp Manolova’nın umut ve vaat tarlasına saçacağını açıklayan da olmadı. Bekliyoruz… Seçimle ilgili bilgilendirme çalışmalarımız devam edecektir. Paylaşınız. Teşekkür ederiz.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yalan Kapanında-Mıyız? Tarih: 07 Eylül 2019 Yazan: Ertaş ÇAKIR Konu: Bir toplumun tatile çıkması ne anlama gelir? Gerçek birse, aynı konuda neden değişik görüşler var? Kafası taş, (taş-kafa) olan birisi neden kendini akılı yapar? Daha kötüsü, geri kafalı olan birisine insanlar neden inanır? Onları buna zorlayan nedir? Yaşadığım ülkede herkes yalan söylemese bu soruların hiç biri aklıma gelmezdi. Eylül ayı, Bulgaristan’da büyük olayların yaşandığı yani hicranın aktığı aydır. Hayat yalnız doğrular üzerine kurulsa, Eylül ayı uçan yalanlardan ve arınan kötülüklerden kalan tertemiz alanda, doğru, gerçek, şerefli, temiz yürekli olanın hayatta kaldığı ve yeşermeye başlayacağı yeni dönemin aydınlığı olurdu. Ve insanın teri ile hayatın çilesinden toplanacak yeni hicrandan TOPLUMU YENİDEN TATİL EDİP YENİ ONARIM BAŞLAYANA KADAR işler tıkırında gidebilir. Aşağıdaki fotoğraftaki “Bulgaristan Onarımda” yazısı durup düşünmeye sevk etti. 6 Eylülde 3 gün tatildi. 134 yıl önce ne olduğunu ve olanların bugün için önemini işitmek, bilmek, anlamak istemeyenler 3 günlüğüne Yunanistan’ın adalarına, kıyılarına, kısacası Halkadiki’ye kaçmışlar. Orada belki de “kurtarıcı”, “koruyucu”, “birleşen ve birleştiren”, “tuvalet parası, şemsiye ücreti ve etrafta dolaşan ve ne istedikleri bilinmeyen tipler olmadığından olacak, kahve kokusu ve köpüğü bir başka… Ülkesi, tarihi ve sorunlarımızla ilgili sağır ve kör kalmayı seçen yeni kuşağın şimdiki “tadilat döneminde” uzaklaşma amacı yalnız dinlenmek ve güç toplamak değil, bazı konularda bilgilenmek istediğine de inanıyorum. Son 30 yılda, Bulgaristan vatandaşları daha önceki rejimde “ajan”, “jurnalci”, “ihbarcı” ve diğer insanların olunursuz hainler olduğuna ve örnek alınmaması gerektiğine inandırmak için çok çaba gösterildi. Dosyalar açıldı anlatıldı. Aynı sözleri “6 Eylül Birleşme”, “9 Eylül kurtuluş”, “22 Eylül Bağımsızlık”, “3 Mart…” ve daha birçok “önemli” günler için söyleyebiliriz.


Makale ve Analizler - 2019

83

Karakterimizde şu da var, bize söylenene inanıyoruz ve kendimiz gerçeği araştırıp bulmak heveslisi değiliz. Vaktiyle T. Jivkov halka hitaben konuşmalarında “Zaman sizindir, başka ne varsa hepsi bizim!” diyordu ve alkışlanıyordu. Bir defasında Silistre’ye gelmiş ve şehir merkezindeki konuşmasında “Kararı alacak olan, cebinde parası olandır.” Halkımız çok fakirdi ama birisi alkışlamaya başlasa, neyi alkışladığını düşünmeden hemen herkes katıldı. 1944-1946 yılları arasında Bulgaristan’da 25 bin kişi öldürüldü. Bunlardan birçoğunun suçu faşist rejimin ajanı olmaktı. 2000 yılında meclisin onayladığı bir kanuna göre, 1944-1989 yılları arasında Bulgaristan’ı idare eden rejim suçludur. Bu rejimi yöneten Todor Jivkov’tu yani o “suçlu bir partiyi” yönetmişti. Son 19 yılda bu kanunda değişlik yapılması hiçbir partiler tarafından teklifte bulunulmadığına göre, “suç” kabul edilmiş oldu. 9 Eylül 1944 tarihinde Bulgaristan dağlarından şehirlere 2 300 partizan indi. Daha sonra 300 Bulgar partizanın Sırbistan’da Y.B.Tito çetelerinde savaştığı da açıklandı. Dağdan inenlerden biri Todor Jivkov’tu. 1911’de dünyaya gelen T. Jivkov ilk defa 1931’de tutuklandı. Suçu Bulgaristan Komünist Partisi Gençlik Örgütü üyesi olmaktı. Mahkemeye çıkarılmadan, “sebepleri açıklanmadan” salıverildi. O, 1944’ün 9 Eylül gününe kadar defalarca tutuklandı. “Faşist” dediği rejimin polisi onu her defasında “gerekçesini açıklamadan” salıverdi. Akla yakındır, demek oluyor ki, Todor Jivkov “faşist” rejimin ajanlarından biriymiş… Ortaokul ve liseyi Bulgaristan’da okuyanlar hatırlayacaktır. Dağdan inen eşkıyaların arasında Veselin Andreev adında bir şair vardı. Edebiyat derslerinde şiirleri ezberletiliyordu. Pirdop belediyesine bağlı Anton köyünden olduğunu anımsıyorum. 1991 yılında “partizan şair” V. Anreev intihar etti. Halkıma mektubunda şunları yazmıştır: “Hayattan çıkmazdan önce, Bulgaristan Sosyalist Partisinden istifa ediyorum. Jivkov ve Jivkovcular kahrolsun!” Komünistlerin komünistler tarafından lanetlenmesi suçların çok büyük olduğuna işaret olduğu gibi, partinin, toplumun ve hayatın tatile çıktığına ve onarım başladığına da bir işaret ve kanıttır. Anı kitaplarında yazdığına göre 1944 yılının 9 Eylül gününden başlayarak Bulgaristan Komünist Partisi’nin “infazcısı” Mirço Spasov’tur. Yıllar sonra sorgulandığında şunları anlatmıştır:


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“BKP, bana ‘Halk Mahkemesi’ kurulmazdan önce, mümkün olduğu kadar daha büyük sayıda düşmanı imha etmemi emretmişti. Sonra, ‘cezalandırma işi uzayabilir’ demişlerdi. Emirleri Jivkov’tan alıyordum. Onun emriyle Sofya’dan Batı’da bulunan Radomir yöresindeki ‘Çervena Mogila’, “Vırba’, ’Temelkovo’, ’Batanovtsi’ köylerine kamyonlarla gece taşıdığımız Bulgarları kurşunlayıp tarlalara acele gömüyorduk. 100 gece, “her kamyona 20’şer kişi yükleyip 5’er araç gönderdim.” Onun hesaplarına göre bu surette yargısız imha edilen kişilerin sayısı 10 bin kişiden fazladır.” Kaç kişiyi öldürdüğümüzü gecenin geç saatlerinde T. Jivkov’a rapor ediyordum. Benim Todor Jivkov’la temasım çok özeldi. Biz aramızda ancak ve yalnız bakışarak anlaşıyorduk. Onun göz kapaklarını açıp kapaması “devam et” anlamına geliyordu.” 1954 yılında T. Jivkov Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi (BKP MK) Birinci Sekreteri oldu. 1962’de Başbakan seçildi. O kadar cahil ve öngörüsüz “taş kafalı” biriydi ki 3-4 yılda Bulgaristan iflas etti. 1959 yılının Şubat ayında, 20 ton 100 kilo olan Bulgar devletinin altın rezervi gece gece tiren katarlarına yüklendi ve Sovyetler Birliği’ne (Moskova) götürüldü. 1963 yılında Todor Jivkov Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nin devletler listesinden ve haritadan silinmesini ve Sovyetler Birliği’nin 16. Cumhuriyeti olmasını önerdi. Bu konuda karar alması için topladığı BKP yönetimi oturumunda o şöyle demişti: “Biz Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) ile ikindiden yassıya kadar birleşmek istemiyoruz, bütün dünya ülkelerine örnek olacak bir şekilde, SSCB’ne ebediyen katılacağız.” Ve bu gerçekleri Batı Radyoları anlatmaya başlayınca Todor Jivkov gazeteci, sözcü ve editörlerin hepsi için “ölüm, ölüm, ölüm” dedi: Yazar Georgi Markov tek saçma ile Londra’da öldürüldü. Kostov Paris’te aynı saçmadan sakat kaldı. İçeri atıldılar. Hudutlara gerilen elektrikli tellere asılı kaldılar. Sürgün edildiler. Gerçekleri yazan Türk şair ve yazarları da zindanlarda körleştirilmek istediler. Şair Nuri Adalı 24 yıl içerde kaldı. Şair ve yazar Ömer Osman, düşünür Mustafa Ömer vb 517 aydınla birlikte “Belene” ölüm kampında kaldılar. Ver yıllarca yalan söylendi. En kaba yalanları işitenlerin tek çaresi kulaklarını tıkamaktı. Totalitarizminin zulüm yılları Bulgar toplumunun 1990’da onarıma çıkmazdan öncesine rastlar. Futbol sevenler hatırlamalı. 1971’in 2 Temmuz günü, o zaman Bulgaristan futbolunun onuru olan Georgi Asparuhov ile Nikolay Kotkov bir otomobil kazasında hayatını kaybetmişti. Sofya’da düzenlenen cenaze törenine 150 000 vatandaş geldi. Halk sevdiklerini cennete gönderiyordu.


Makale ve Analizler - 2019

85

O zaman T. Jivkov şöyle demişti: “Gençlerimiz ve halkımız için partinin gösterdiği önderlerden başka hiçbir kimseye anıt dikilmesine izin vermeyeceğiz.” Şimdi BSP ve yakın çevreleri ajan-katil Jivkov’a 4 metre yüksek anıtlar dikiyor, müzeler açmaya hazırlanıyor. Başbakan B. Borisov anıtına çiçekler taşıyor. Biz bütün hayatları yalan olan “taş kafa”, ajan ve sahte “önderler” arasında ve baskısı altında esir kalmışız. Bunu an açık ve parlak biçimde 10 Kasım 1989 günü TV seyrederken yaşadık. Moskova’da gelen emir üzerine, BKP MK Genel Sekreteri ve BHC Devlet Konseyi Başkanı görevinden indirilen Todor Jivkov tımarhanelik bir hasta gibi bakınıyordu. 35 yıl ne olduğunu fark etmeden Bulgaristan’ı yönetirken, Türk ve Pomak milli azınlıkları başta olmak üzere , halka kan kusturan, vatandaşları deliye çeviren ve çok büyük bir kısmını da “gözleri açık komaya yatıran”, hastaneye düşenlerin kendileri pencereden attı bir ülke haline getiren ve ilk fırsatta nüfusun yarısının ülkeden kaçtığı bir sapıklar diyarı haline getirmiş olması dikkat çekicidir. Onarım süreci olan ve Boyko Borisov döneminde ise (2009-2019) bu yok olma süreci daha da şiddetlendi. AB’nin en fakır, en yoksul, en cahil ve çaresizler ülkesi olduk. Bu ülkede yalan söylemek moda değil, yaşam tarzının en değerli ilkesi haline gelmiştir. “Toplumsal ve zihinsel narım” dönemi devam ediyor ve ne zaman sona erecek bilinmiyor. Yeni değerlerin yaratılması gerekiyor. Bu yeni değerleri Todor Jivkov’un mirasçıları, onun akademilerinde okuyan “mankafalar”, profesyonel ajanlar ve ihbarcılar asla yaratamayacaktır. Taş kafaların başında gelenlerden biri olan Ahmet Doğan’dır. Tarım Bakanlığı fonlarından 10 milyon leva aşıran ve 5 evlik, 10 kişilik bir köye 10 konaklama merkezi açan Mustafa Karadayı’nın kafasının da su almış, beyninin alçı gibi serleşmeye başladığına hepimiz şahit oluyoruz. İş Allah ikisinden de kurtuluruz… Hepimizin kafamızı körelten 9 Eylül 1944 ampulü olmuştur. “BULGARİSTAN ONARIMDA” pankartının sahte olmadığına inanmak istiyorum. Bulgaristan Onarımda. Kusura Bakmayınız! Okuyanlara ve paylaşanlara teşekkürler.Bizi izleyiniz.


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BALKANLARDAN ESİNTİLER Tarih: 08 Eylül 2019

Gözlerimde Balkanların tarihi Saçlarımda Istıranca’nın rüzgârı Tuna boylarında dolaşan Aliş’i Anlatır gönlümün şarkıları Bereket kokan Dobruca’nın Saçlarımda altın başakları Bakışlarımda Silistire’nin Engin, billur pınarları Bir Rumeli türküsünde Osman Paşayı haykırıyor “Yüz bin asker gelmeyince Plevne’den çıkmam!” diyor İki gözü iki çeşme 1989 dikiliyor karşıma 20’ci yüzyılın vahşetine Ses çıkarmıyor Avrupa Analar evlatlarının hasretiyle ezilmiş Kardeş kardeşi bulamıyor Mal mülk ev bark terk edilmiş Can pazarına kurban veriliyor Kaynar kazan olmuştu O yıl Bulgaristan’ın içi Avrupa, NATO susmuştu Nerede kaldı medeniyetin adresi Parça, parça kopan bizleri Topladı güneyden açılan kapı Vatan verdi can bahşetti Türkiye’m Avrupa’dan da Avrupalı. Firdevs BÜYÜKATEŞ KIRKLARELİ BEN AĞLARKEN GÜLÜMSERİM–kitabımdan


Makale ve Analizler - 2019

87

Halka İnelim Tarih: 08 Eylül 2019 Yazan: Nazım ÇAVUŞ Konu: Mahalli Seçimlerde İnsanlarımız Bekleyiş İçinde 27 Ekim 2019’da yerel (mahalli) seçimleri var. Bulgaristan’da Muhtarlarımızı, Belediye Başkanlarımızı ve belediye meclis üyelerimizi yeniden seçeceğiz. Bu seçimler 2015’tekilerden daha da önemlidir. 1990’da dünyaya gelenler, artık olgunluk çağına girdiler. Bulgaristan’da demokrasiye dönüşüm başladığında 1955 doğumlu av. Filip Dimitrov’un (8.XI. 1991- 30. XII. 1992) arasında ilk Başbakan olacağını düşünen yoktu. O, 35’inde Bulgaristan Başbakanı oldu. Bu seçimlerle nesil değişikliği yaşayacağımızı düşünüyorum. Bir insanın beynini ameliyatla alıp yerine istenen dünya görüşü yüklü yenisini aşılama henüz olası olmadığından, değişikliklerin nesillerin değişmesiyle gerçekleşmesini kutlamalıyız. Yenilenme sürecinde muhtarların önemi çok büyük. Halka en yakın olan idareci muhtardır. Başımıza gelen veya gelecek olan en küçük sorun için milletvekillinden, belediye başkanından önce muhtarı ararız. Belediye Başkanımızın kapısını ancak sorun çok büyükse çalarız. En önemli yerel problemler Belediye meclisinde tartışılır. Milli önem taşıyanlar Hükumete rapor edilir. Muhtarların gençleşmesi nüfusun gençleşmesi anlamına da gelir. Bulgaristan karma bölgelerinde 800 muhtarımız var. Onları partiler gösterse de, seçen biziz. Köyü ve komşularıyla nefes alan ve aday olanları seçmemiz içinse kimsenin gayret göstermesine gerek yok. “Halk işini bilir.” Bu dünyada en zor olan, artık karar almış insanların fikrini değiştirmektir. Kararlı olmak, güvenin, güvense huzurun ve hoşgörü-gönül ortamında yaşamanın temelidir. Yönetim sistemimizin ikinci basamağı belediyelerimizdir. Bizim karma bölgelerimizde 40 belediyemiz, yani 40 belediye başkanımız ve 1000’den fazla belediye meclis üyemiz var. Bu seçimlerde biz onları da seçeceğiz. Bu ikinci basamak, halkla ilişkilerinde muhtarlıklarla başlar. Bu seçimler majoriter yani en fazla oy alanın seçileceği, adına bir direk oylamayla seçilenlerin kazandığı dediğimiz seçimlerdir.


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hepimizin ödevi, şimdiye, kadar taşları tırnaklarımızla yonta yonta elimizde tuttuğumuz bu 40 belediyeyi koruyup etki alanımızı daha da genişletmektir. Bulgar toplumunda en güvenilir etnik unsur Müslüman Türklerdir. Doğruluğumuz, çalışkanlığımız, âlicenap, halka yakın, yardımsever, hayırsever ve yönlendirici olmamız komşularımızı ve bütün nüfusu etkiliyor. Yürünen aslında görülmeyen bir yoldur. İnsan vücudundaki damarlar gibi cildi zorlayıp kendini gösterip görülmese de, içinden akan bilgidir. Muhtarlıktan Başbakanlığa ve geri bilgi (enformasyon) akışı önemlidir. Başarı, bir de muhtarların insanlarımızın nabzını tutup tutmadığına, mahalle, köy, köy grubu, yöre sorunlarıyla yaşayıp yaşamadığına bağlıdır. Muhtar köy problemlerine seyirci kaldığında, köy ölür, yok olmayı kabul eder. Son yıllarda Bulgaristan’da toplam 3 000 köy tarih olmuştur. Her yıl 49 bin kişi Bulgaristan’ı terk ediyor ki, bu orta büyüklükte bir kenttir. Küçülmek önü alınmaz bir süreç oldu. Ayrıca şu da var. Son 2 yılda gurbetçiliği seçenler çok kültürlü, çok dilli, yerel idarelerin geniş haklara sahip olduğu, demokrasi kalesi İsviçre’yi seçiyorlar. Sözün kısası, muhtarlık canlı bir organizmadır. Onlar sağlıklı çalıştığında Belediye de diri ve güçlüdür. Bunu özellikle okul, sağlık merkezi, yol-su, yaşlılara sosyal yardım, emekli maaşlarının dağıtılması, camilerin onarımı, su şebekesi ve göletlerin bakımı, kışlık toplama gibi ödevlerde görüyoruz. 2015’te yapılan son yerel seçimlerinde seçilen muhtarlardan bazıları gurbetçi olmayı seçti. Bu köylerde yeni muhtar seçimi yapıldı. Muhtarı seçen seçmenin oyudur. Bu oy dürüst insana verildiğinde meyve toplama şansı büyük olacaktır. Seçimler siyasi partilerin çalışma alanlarından biridir. Bir partinin kazandığı muhtarlık ve belediye sayısı, partinin gücünün ve halkla bağlarının en kesin ifadesidir. Yerel seçimler politik güçlerin yarış alanıdır. Bulgaristan’da bu seçimlerde şöyle bir özellik de dikkati çekiyor. Adayları halkın göstermediği yerde, BAĞIMSIZ ADAYLAR boy gösteriyor. Bizde Müslüman’ın bağımsızı olmaz sözü vardır. Hepimiz kardeşiz. Kader kardeşleriyiz. Davamızda hepimiz aynı tarafta ve aynı yolda olduk ve parçalanmayacağız. Seçimler bu davanın çok önemli bir halkasıdır.


Makale ve Analizler - 2019

89

Daha önce adını işitmediğimiz derme çatma İNİSYATİF KOMİTELERİ bilmediğimiz kişileri kürsüye çıkarıp oy istiyorlar. Değişik dönemlerden geçtik. Muhtar seçilmemiş, belediye meclis üyesi olmadan milletvekili, bakan yardımcısı, bakan olanları gördük. Siyasi partilerin politik yönetim organlarında adını işitme-diklerimizi karşıladık. Hatta parti başkanı olanları bile görebiliyoruz. Biz Müslüman azınlık olarak Bulgaristan’da 2 milyon kişiyiz. Yarımızdan fazlası dış ülkelerde bulunuyor ve dış ülkelerdeki soydaşlarımızın yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı 2016’da elimizden alındı. O zaman BSP partisi Meclis grubu başkanı olan Moskovanın adamı Maya Manolova, ırkçı nitelikli hazırladığı bir Seçim Kanunu değişikliği ile seçme ve seçilebilmek için 6 ay ülkede kalma şartını getirdi. Böylece biz 2 200 temsilcimizi 1 milyon civarında oyla seçmek zorundayız. Bu bakıma bu defa daha önceki seçimlerden daha kararlı, birlik ve beraberlik halinde olmak zorundayız. Kırca Ali’de 8, Sofya’da ise daha kampanya başlamadan (27 Eylülde yerel seçim kampanyası resmen açılacak) Büyük Şehir Belediye Başkanlığına 167 kişi artık aday oldu. Aynı gelişmeleri Plovdiv’te (Filibe), Varna, Ruse (Rusçuk) ve daha pek çok şehirde hissediyoruz. GERB partisinin KIRCA ALİ Belediye başkanlığı için saldırıları sert olacak. İnsanlarımızın gönlünü kazanmak için birçok köye su, yol götürdüler amma eksikler de hala var. Cami inşaatlarına engel olmadılar. Temel ödevimiz dayanmaktır. Multigrub- Dale-Multak’ı GERB borazanı Vejdi Raşidov’un tek sözüne hiç birimiz inanmamalıyız. 30 yıldan beri Türk ve Pomak Belediye Başkanlarımız tarafından yönetilen şehirlerimizde Belediye Başkanı yarışı parlamaya başladı. Ödün vermeden ilerlemek zorundayız. Burada GERB daha Türk Belediye Başkanı çıkar(a)madı. Ben bu yazımda, kampanyanın başlamasından tam 2 hafta önce şöyle bir öneride bulunmak istiyorum: Bulgaristan’da demokrasinin kök salamadığını, halka tutunamadığını, ülkenin “bataklığı” andırdığını biliyoruz. Bu sözler Cumhurbaşkanı Radev’e aittir. Bu seçimlerde, Hak ve Özgürlükler Partisi’nden (DPS-HÖH) başka 7-8 Türk partisi daha var. Bunlara 10 Pomak ve 15 de Romen (Çingene) partisini eklersek 30’dan fazla siyasi parti aynı oyların etrafında dolaştığını görüyor- izliyoruz. Hepsinin her muhtarlık ve belediye meclis üyeliği için aday gösteremeyeceği görülüyor.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Seçimler bir politik yarıştır. Bu politik yarışın önderleri ve yöneticileri vardır. Biz şimdi milliyetçilerle, ırkçılarla, faşistlerle mücadeleyi bir yana bıraktık, aramızda boğuşuyoruz. Parçalanmayı “zafer” sayanlar var. Halkın gözünde küçük ve büyük adam yoktur. Dürüst, samimi ve yanlış insan vardır. Parti başkanlığına yükselmiş kişileri en ahlaklı, en namuslu, haktan yana, özgürlükçü, bilgili ve halkçı kabul ettiğimizde, parlamentoya giremeyen, önümüzdeki seçimlerde de milletvekili çıkarabilme imkânı olmayan bazı siyasi partilerin liderlerinin halka dönme zamanının geldiğine düşünüyor ve buna inanıyoruz. Bir siyasi parti liderinin halka dönmesi, doğup büyüdükleri yerlere, umutlarını kendisine bağlayan insanların arasına, şehirlerine, belediyelere dönmeleri 27 Ekim 2019 seçimlerinde bunu kendilerinden bekliyoruz. Belediye Başkanı adayı olmalarına umut bağlayanlar çoğalıyor. Onların bunu yapmaları için bağımsız aday olmaları yeterli olacaktır. Örneklememiz gerektiğinde başarı ışıkları da görebiliyoruz. Demokrasi için Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük (DOST) partisi başkanı Lütfi Mestan, onun başarısız bir parti başkanı olduğunu artık herkes görebildiğine göre, soy köklerine dönüp Kırca Ali ili Kirkovo belediye başkanı adayı olması zamanı gelmiştir. Hayat, gelişmesi sıçramalı olmuş insanın başa dönmesini zorunlu kılan pek çok misal vermiştir. L. Mestan politikaya torpilli girmiştir. Herkes bilir ki, o Sofya halk meclisine Kırca Ali DPS Başkanı, daha sonra Cebel Belediye Başkanı olan Bahri Ömer’in yerine, Ahmet Doğan’ın elini öperek gelmişti. Eski BKP Mestanlı (Momçigrad) Tarım Kooperatifleri Birliği (APK) parti sekreteri, DPS milletvekili Hasan Adem’in damadı olarak o zaman kendisine politik yükselme yolu açılmıştı. 19 Ocak 2013 tarihinde, partinin VIII. Kongresinde, delegelerden Oktay Yeni Mehmet tarafından Başkan Ahmet Doğan’ın güç kullanılarak kürsüden indirilmesinden sonra, L. Mestan DPS Başkanlığına getirilmişti. Olay, bir mühendislik projesi olarak değerlendirildi. Mestan’ın 2015’te partiden ihraç edilmesi ve DOST partisini kurması, aksiyonu doğruladı. Bugün L. Mestan “sürüsüz çoban” gibi ortada kalmıştır. Kurduğu partinin politik beyni ve omurgası 2019 ‘da DOST’ partisinden ayrıldı. Parti yönetiminden 30’dan fazla partili yönetici kadro çıktı. Bu halk davasından gelen ve mücadelemize bağlı kalan kadroların yerel seçimlerde aday gösterilmesi bekleniyor.


Makale ve Analizler - 2019

91

Bulgaristan Türklerinin hak, özgürlük, adalet ve demokrasi davasına bağlı kaldığını kanıtlamak üzere L. Mestan’ın bu yerel seçimlerde Kirkovo Belediye Başkan adayı olarak halka dönmesini ve kendini yeniden kanıtlamasını öneriyoruz. 18 yıl milletvekili, 2 yıl DPS Başkanı ve 2 yıl DOST Başkanı olarak halkımıza yararlı elle tutulabilen bir iş yapmadığı için, yeni fırsattan yararlanabilir. Demokrasi mücadelesi yollarından biri ve en yararlısı budur. Kırca Ali ilinden olan, demokrasi yolunun başında DPS milletvekili seçilen, partinin Bulgaristan Müslümanlarının temel hak ve özgürlüklerinin, adalet ve demokrasi ilkelerine, adalet ve geleneklerine bağlılığını savunan, bu uğurda parti içinde ve kamuoyunda mücadele veren Mehmet Hocov’un da, deneyimli bir siyasetçi olarak Kırca Ali Belediye Başkanlığı yarışına katılmasını öneriyoruz. Sözlerimiz DPS kurucusu ve 2016’da DOST partisi kurucularından biri olan, deneyimli halk öncüsü Cebel Belediye Başkanı Bahri Ömer için de geçerli olduğuna işaret etmek isterim. Bu sıralamaya, DPS partisinden 2012’de ayrılan, partinin örgütsel yönetiminde deneyimi olan, yerel kadroları tanıyan, halkla teması olan bir öncü olan, Halkın Şeref ve Özgürlük Partisi başkanı Kasim Dal da bu sıralamada yer alabilir. Varna ya da, Tırgoviçte karma Belediyelerinden birinde Belediye Başkanı seçilmesi yeni bir başlangıç, halkın güvenine dayanarak yeniden yükselme yolu onun için de Başlangıç olabilir. Burada geçerli olan atasözü “eşekten düşen, okumuştan” değerlidir. Aynı partiden milletvekili ve kurucu başkanı görevinde bulunan Korman İsmailov ve ayrıca 2016’de BŞÖP Başkanlığına yükselen ve DOST-HŞÖP arasında 26 Mart 2017 erken parlamento seçimleri öncesi DOST- BİRLİĞİ cephesinin kurulmasında önemli rol oynayan Doç. Dr. Orhan İsmailov da “sürüsünü kaybeden koç” gibi Volya-Mareşki partisi etrafında dolaşmaktan vazgeçip belediyelerimizden birinde bağımsız başkan adayı olabilir. Burada tercihler tabi ki kendi doğudu bölgeler olması gerektiğini de belirtmek isteriz. Bu arada Doç. Dr. O. İsmailov’un Savunma Bakan Yardımcısı ve daha önce ajan dosyaları komitesi Başkan Yardımcısı görevlerinde bulunmuş olması da, Belediye işlerinde faydalı olabilir. Halkımızın okumuş, bilgili, davamızın tarihini yakından bilen gençlere ihtiyacı olduğunu hepimiz biliyoruz. Aslında bizim Bulgaristan Müslümanlarının sosyal yaşamın orta direği olacak 3 000 genç ve eğitimli kadroya ihtiyacımız var. Bunların yaratılmasına engel olanların şimdi halka dönmeleri


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve önder olmaları için önemli bir şans belirmiştir. İşte bu şansını kullannalar ve kullanmayan korkaklar aslında belli olacaktır. Soydaşlarımızla görüşmelerimden sonra kaleme aldığım yazıma 2 bilinen kişiyi daha ilave etmek istiyorum. Bunlardan biri Ulusal Hak ve Özgürlük Partisi (UHÖP) Başkanı Güner Tahir’dir. O belediyecilikten ve DPS’de örgüt işlerinden gelen bir siyaset adamı olarak Razgrat siyaset sahnesinde kollarını yeniden sıvasa iyi olur. Samuil Belediye Başkanlığı da onu bekliyor. Deliormanlıların yeni bir umuda, yeni bir öndere ihtiyaç duyduğu 2014’ten beri gün gibi ortadadır. Bu yörede DPS örgütleri köy ve belediye merkezlerinde bölündü. DPS’den ayrılanlar yeni merkez aradılar. Birkaç köyün yoluna asfalt döşeyen GERB partisi Deliorman seçmenimizin 120 bin oyunu çaldı. Hareketlenmenin bilinçli olması herkese ağır geldi. Bu işleri toparlamak isteyen parti başkanlarının Sofya’da ofis beklemesi sonuç vermedi ve vermeyecektir. Halkın arasına inme, değişiklik bekleyen vatandaşın önüne geçme zamanı gelmiştir. Güner Tahir Valiko Tırnovo şehrinde ve köylerinde elde ettiği yerel seçim başarılarını Deliorman’a taşıyabilir. Bu açıdan yaklaşınca, Bulgaristan Hanefi Müslümanları Başmüftüsü ve aynı zamanda Adalet Partisi Başkanı Nedim Gençev’in de nüfus sahibi olduğu köy ve kasabalarda muhtarlık ve belediyelerde aktif ve etkin olma zamanı gelmiştir. Bu bakıma yerel seçimler, Bulgaristan’da Müslümanların yaşadığı yerleşim yerlerinde güvenli ve huzur tesis edilmesi, Müslümanlar arasında daha sıkı komşuluk, yardımlaşma ve dayanışma sağlanması için olağanüstü önemlidir. Muhtar köyün, belediye başkanı şehrin orta direğidir. O kişinin bizden birisi olması, daha önce kendisine güvendiklerimizin arasından gelmesi Müslüman Türk toplumunu daha güçlü kılacaktır. 27 Ekimde yapılması hazırlıklarına katılmak istediğimiz yerel seçimlerde hepimizi çok önemli ödevler bekliyor. Bilmem biliyor musunuz? Yerel idare organları – muhtarlıklar, belediyeler, belediye başkanları ulusal konseyi memleketimizde düzen, huzur ve güven sağlayabilecek olan en güçlü organlardır. Devletin askeri, jandarması olabilir, fakat halkın devlete güveni yoksa hiçbir güç güven ve huzur sağlayamaz. Diktatörlükle halkın gönlü kazanılamaz. Todor Jivkov yıllarında bunu yaşamıştık. Yerel yönetim fonksiyonlarını BKP komiteleri ve savcılık üstlenmiş ve belediyeler felç olmuştu.


Makale ve Analizler - 2019

93

Komünist adayların her seçimde % 99,8 kazandıkları bir ortamda, özellikle etnik azınlıkların yok edilmeye çalışıldığı yıllarda, birçok yerde muhtar ve belediye başkanlarının işlerinden olmamak için ırkçı devletin siyasetine yamanmaları derin yaralar açmıştı. Yerel idare organları halktan kopmuş, insanlar dertleriyle ortadan kalkmış, merkez idare gibi yerel makamlar da insanlardan kopmuştu. Şu an Bulgaristan Müslüman seçmenini temsil ediyoruz havasında, politik parti başkanlığı şemsiyesi altına sığınmış genç ve perspektifli kadroların halkımızın arasına dönerek belediye başkanlıklarına yerleşmelerine sağlık veriyoruz. Emin adımlarla tırmanarak yükselmenin yolu seçmenin güvenini kazanmaktan, halkın omuzlarına basmaktan geçer. 40 belediye başkanlığı, 800 muhtarlık ve 1000 belediye meclis üyeliği deneyimli kadrolarımızla birlikte öğrenimli ve nitelikli genç kadrolarımızı da bekliyor. Seçimler yaklaşıyor. Bizi izleyiniz. Teşekkür ederim.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan 75 Yıl Önce İşgal Edilmişti… Tarih: 09 Eylül 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Manevi Bölünmüşlüğün Derinliğinden Gelen Kokular Kafalar durulmadan kargaşa bitmez. Bugün 9 Eylül 2019. 1947 yılında 9 Eylül Halk Ordusu Günü, 1949’da Dokuz Eylül Ayaklanması Günü, 1952’de Hürriyet ve Halk Ordusu Günü, 1963’te Bulgaristan’da Sosyalist Devrim günü olarak kutlanırken, 1990’da 9 Eylül’ün milli bayram olarak kutlanması yasaklandı. 9 Eylül 2019’da Bulgaristan toplumu ikiye bölünmüş, toplam 1.150 000 (bir milyon yüz elli bin) komünistten ötede beride kalanlar, bazı partizanların akrabaları, Sofya sosyalistler örgütü ve BSP lider ekibinden bazıları eski anıtlara taze çiçeklerden derlenmiş demet ve çelenkler taşımaya devam ediyorlar. BKP-BSP partisi 1923 yılından bugüne kadar aynı politik çizgiyi devam ediyor. Bu siyasi çizgi hiç değişmemiştir. Bulgaristan’da devam eden tartışmalarda 75 yıl sonra 9 Eylül 1944’te bir askeri darbe mi oldu, bir halk ayaklanması zaferle mi sonuçlandı, yoksa Bulgaristan Çarlığı Kızıl Ordusu tarafından işgal mi, edildi türünden sorunlara hala cevap bulunamıyor. Bilinen bir gerçek varsa 2 Eylül 1944’te Başbakan olan Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi Başkanı Konstantin Muraviev hükumetinin 7 gün sonra 9 Eylül 1944 gecesi, Sovyet istihbaratçısı, KGB ajanı, Albay Kimen Georgiev ve 2 arkadaşı tarafından devrilmesidir. 5 Eylül 1944’te Sovyetler Birliği Bulgaristan’a savaş ilan etmiş ve Kızıl Ordu 3 gün sonra Bulgaristan’a girmişti. Bu nedenle 9 Eylül 2019 komünistler ve sosyalistler tarafından HÜRRİYET günü olarak kullanırken, halkın öteki yarısı tarafından “işgal edildiğimiz gün” olarak anılıyor. O gün Bulgaristan Sovyet esaretine düştü ve kurtuluş mücadelesi ancak yeni yeni başlamıştır.


Makale ve Analizler - 2019

95

1944-1989 yılları arasında memleketimizin hemen hemen bütün şehirlerinde partizan, komünist ve Kızıl Ordulu anıtları dikildi ve okullarda çocuk yaşta gençlerin beynine bu anıtların Bulgar onurunu yaşattığı kazındı. Bu anıtlar arasında hemen yıkılması gereken Todor Jivkov’un “Pravets” şehrindeki anıtı; Kubadin Belediyesi’ndeki “Penço Kubadinski” büstü; Haskovo’da ki “3 RMS-ci” anıtı, Lübimets şehrindeki “Todor Terbeşev” anıtı, Burgas ve Varna’da ki “Kızıl Ordulu” anıtları, Plovdiv şehrindeki “Alyoşa Anıtı”, Sofya’daki “Sovyet Eri” anıtları yıkılmalıdır. Bu halkın isteğidir. Bununla birlikte Sofya’daki “II. Aleksandır” anıtı da yıkılmalıdır. “Kurtarıcı Çar Bulvarı”, “Graf İgnatiev Sokağı” ile “Aksakov Sokağı” isimleri daha fazla geciktirilmeden değiştirilmelidir, yerine Aleksandır STAMBOLİYSKİ, Kapitan PETKO gibi gerçek anıtlar konulmalıdır. . Yeri gelmişken şunu vurgulayarak belirtmek isterim. Ahmet Doğan hakkında çok yazıldı, bilenler anlattı, hainliği ve diğer gerçekler biliniyor fakat şu da unutulmalıdır. O, Bulgaristan Komünist Partisi’nin (BKP) devamcısı olan, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP’nin) kanunla yasaklanmasını isteyen siyasetçidir. Daha sonra tutum ve fikri değişmişmiş olsa da, söylenmiş söz atılmış taştır. Onun sözleri siyasetten anlayanları düşündürmüş ve hatta zaman gelecek dönekliğin yüzleri adlı bir kitapta örnek olarak işlenecektir, bu da unutulmamalıdır. Bulgaristan’da demokrasiyi donduran, boğazlayan ve nefes almasına olanak vermeyen gelişme ise, ilki 1992 yılında Filip DİMİTROV’un parlamentoya sunduğu genelge sonrası hükumet düşürülmüştü. Ardından 2 000 yılında mecliste onaylanan ve “isim değiştirerek, din, dil ve gelenek yasaklayarak Bulgarlaştırma sürecini” suç olarak tanımlayıp lanetlemesine rağmen, bu felaketin, fikir babalarından (ideologlarından), yöneten ve icra edenlerden, katillerden kimsenin tutuklanmamış, sorgulanmamış ve yargılanmamış olmasıdır. Bulgar toplumu kendinde bu gücü ve iradeyi bulamazsa ülkede demokratik toplum kurulamaz. “Multi Grup” tarihi yazılsa, komünizmin matem töreni sofrasında kadeh kaldıran, hiç bir zaman komünist partisine üye olamayan, ama komünistler adına ve onların namına kötülükler, hainlikler işlemeye hazırlanan kişileri görebiliriz. Bu konu 9 Eylül 2019 günü şöyle anlaşılmalıdır: Bulgaristan tarihi katilleri tarafından yazılmış, dört bir yanda suçluların anıtları yükselen memleketimizde gerçekleri görmek isteyenlere pencere açan 1989 Mayıs Türk isyanı oldu. Bu isyanın ateşinde parlayan HÜRRİYET’ti. Hürriyet yıldızının doğduğu toprağımıza şehitlerimizin kanı aktı. Anıtları dikildi. Dikilmeye de devam edecektir.


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1878’den sonra devamlı hor görülen Bulgaristan Müslümanlarının yok edilmesi veya vatanlarından kovulmaları için terörist Bulgar devleti ile tüm etnik azınlıkları temsil eden HALKIMIZ arasında açılan ve her geçen gün, ay, yıl derinleşen ve tarafları farklılaştırarak uzaklaşma aşılamaz boyutlar aldı. Parçalanmamız 1877 Rus saldırısıyla başladı. Bulgarlar işgal edilen topraklarının “kurtarıldığına” zorla inandırdılar. Daha 1889’da Büyük Millet Meclisinde Müslümanların adı geçse de, iyi komşuluk ve kardeşçe beraberlik bağlarımız koparıldı. Azınlık haklarının tanınmaması ve Romanlara-Millet (Çingene nüfusa) oy kullanma ve seçilme hakkı tanınmamasıyla başladı. Üçüncü Anayasa, 1971 Sosyalist Anayasa’da birinci cümle “Komünist Partisinin yönetici rolü” oldu. Ardından gizlenen gerçek, hele azınlıklar için çok acıdır. Komünist partisine üye olmayanlara bu toplumda yaşam hakkı yoktur, anlamına gelir. İtiraf ediyorum. Biz o zaman partiye girmeleri uygun görülmeyen Ahmet Doğan ve Vecdi Raşidov’un vs başka işler için hazırlandığını, “Multi Grup” kazanında kaynatılıp, halkı aldatma işlerinde kullanılacaklarını düşünememiştik. Faşist olarak nitelenen 1934-1944 dönemi Çar diktatörlüğü uygulamalarından kopya edilmiş olan ve ardındaki gerçekte (gizlense de) şunları hiç unutmadık. Nazilerle bir olan Çar III. Boris 1942’de Makedonya ve Ege boylarını işgal edip 1944’e kadar idare ettiler. 64 köyü ateşe vermiş ve “Drava” ırmağı boyunda 3 000 (üç bin) yerli kurşuna dizilmişti. Bunların hiç biri kitaplara girmedi. Her şeye rağmen unutulmamıştır. Kuşkusuz bu trajediye 20 000 (yirmi bine yakın) Yahudi ve Roman-Çingene’nin Naziler’in Polonya’daki ölüm kamplarına yakılmaya gönderilmesi devamlı yürek yaktı. Yıl dönümü ile ilgili çıkan yorumlarda 2 renkli bir tablo çizilmek istense de, halkın vicdanında durulmayan bir tarihsel geçmiş var. Sayıları bilinmeyen siyah başörtülü kadınlar toplu kabirlerin başında toplanıyor. 9 Eylül 1944’ten başlayarak Halk Mahkemelerinin kuruluşuna kadarki aylarda Bulgaristan’da 20 ile 40 bin arasında (tam rakam bilinmiyor) siyasetçi, general, milletvekili, bakan, bakan yardımcısı, subay, öğretmen, aydın, yazar, şair vb yargısız infaz edilmiş ve toplu mezarlara atılmıştır.Halk Mahkemeleri 2 730 (iki bin yedi yüz otuz) ölüm cezası vermiş ve bunların hepsi yerine getirilmiştir. Peki bunları Bulgaristan’da yaşayan çocuklarımızın gerçekleri bilmeye hakkı yok mu?


Makale ve Analizler - 2019

97

İkinci Dünya Savaşı öncesi dönemde, Bulgaristan’ın son Başbakanı olan ve savaşta Bulgaristan’ın tarafsızlığını ilan eden Başbakan Konstantin Muraviev Halk Mahkemesinde yargılandı. Müebbet hapis cezası aldı. 1955 yılında serbest bırakılsa da, yeniden tutuklandı ve “Belene” ölüm kampına atıldı. 1961 yılında serbest bırakılsa da 1965 yılında fakirlik ve yoksulluğa dayanamadı ve hayata gözlerini yumsa da, Kızıl Ordu’nun Bulgaristan’ı işgal etmesine karşı son anına kadar mücadele eden bir Başbakan olarak anılıyor. Sofya Meclisinin komünist geçmişle ilgili aldığı ve 5 Mayıs 2000 günü “Dırjaven Vestnik” sayı 37’de (Resmi Gazete) yayınladığı karardan okuyoruz: “9 Eylül 1944 tarihinde Bulgar İşçi Partisi (komünistler) tarafından gerçekleştirilen askeri darbe bir cinayettir.” “9 Eylül 1944’ten başlayarak 9 Kasım 1989’a tarihine kadar iktidarda olan Bulgaristan Komünist Partisi iktidarı suçlu bir rejimdir. Rejimi yöneten BKP bir suç örgüttür.” Yasada, “cinayetlerin bir dış gücün etkisi ve kontrolü altında işlendiğine işaret edilirken, bu gücün SSCB-Rusya totaliter rejimi olduğu belirtiliyor ve o zaman Bulgaristan’da başka bir “dış” güç olmadığının” altı çiziliyor. 2004 yılında, 9 Eylül 1944 darbesinin 60. Yılı dolayısıyla, İkinci Simeon Milli Hareketi (NDSV) partisinin girişimi ve sağ güçlerin desteğiyle 9 Eylül 1944 yılıyla ilgili meclis bir bildiri onayladı. Şöyle deniyor: “Avrupa yolumuz kesildi. Bulgaristan’ın gelişmesini onlarca yıl geciktiren hayalî bir deneme yaşandı. Bulgaristan’ın modernleşmesi gecikti. Adalet sağlanamadı mutlu ve huzurlu yaşam hayal oldu.” Sosyalist maskeli komünistler, 9 Eylül 1944 tarihi, bir “ayaklanma”, bir “devrim” ve “faşizmden kurtuluş” günü olarak törenlerle kutluyor. BSP, Bulgaristan’ın işgal edilmesini, 1944 darbesinden ayırmak istemiyor. Bulgar halkına, onun kültürel, politik, ekonomik, askeri yeteneklerine ve etnik nüfusuna karşı tarihte eşi görülmemiş, rastlanmamış zulüm, baskı ve terör uygulamıştır. Bu şiddet, 1989’da 3 ayda 360 bin Türk vatandaşın ülkeden kovulması trajedisine neden olmuştur. Suçlular ise hala cezalandırılmamıştır. 35 yıl tırmandırılan terörü şahsen Todor Jivkov, BKP MK yönetimi, ülkemizdeki Sovyet yetkililerle birlikte, gelişmeleri saat başı Moskova ile koordine ederek uygulamıştır. Bu şiddette soykırım denmiştir. Günümüzde katillere anıt dikilmesi hepimizin yüz karasıdır.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Avrupa Halk Partisi (AHP) milletvekili Bulgaristanlı Aleksandır Yordanov’un önerine uyularak Avrupa Parlamentosu’na sunulan bir bildiride, “Meydanlara, parklara, kavşaklara ve halkın toplandığı mekânlara dikilen, totaliter politik sistemi öven, işgalci Sovyet ordusu anıtları ve anıtkompleksleri İkinci Dünya Savaşı tarihini ve sonuçlarını çarpıtıyor” yazıyor ve Bulgaristan örneğine işaret ediliyor. Tanınmış Bulgar gazeteci Georgi Kuritarov,” 9 Eylül iki yüzlülüğün ve korkaklığın milli günü” ilan edilsin dedi. Bulgaristan Halk Çiftçi Birliği (BZNS) Başkanı Nikolay Nençev, 9 Eylül 2019 tarihinde, RF Bulgaristan Büyükelçiliği girişimiyle Sofya’daki Rusya Kültür Sarayı’nda “Bulgaristan’ın Kurtuluşu” konulu bir tarihsel belge sergisinin açılmasını protesto etmek amacıyla yayınladığı bildiride şöyle dedi: “İşgal etmenin anlamı kurtarmak olamaz. İnsanlık tarihinde, savaş açtığı bir devlete, ‘ben seni kurtardım’ dediğine başka bir yerde rastlanmamıştır. Sovyetler Birliği’nin Bulgaristan’a açtığı savaşın Alman Nazilere karşı yürütülen savaşla ilintisi yoktur. Kızıl Ordu’nun Bulgaristan’a saldırısı Bulgaristan Komünist Partisi’nin (BKP) şiddetle saldırılara geçip hesaplaşmaya başlamasına olanak tanırken, anayasal düzenin oluşumu engellenip baltalanmıştır. Sovyet işgali sonucu Bulgar milletinin öncü (elit) kesimi yok edilmiştir. Doğu Avrupa ülkelerinde demokrasinin ezilmesine karşı mücadeleye on binlerce vatandaş katılmıştır.” 9 Eylül 2019 sabahı Bulgaristan’ın değişik şehirlerinden gelen gençler, Milli Kültür Evi parkındaki Bulgaristan’da Komünizm Kurbanları Anıtına çiçek ve çelenkler koydu. Sofya Üniversitelerinden 6 tarihçi profesör, doçent ve doktor gençlere Başkentin merkezinde bulunan ve totaliter komünizm yıllarında halka baskı ve terör uygulanmasında merkez rol gören 9 binanın tarihçesini anlattılar. Bu yapılar şunlardı: eski Devlet Konseyi; eski Vatan Cephesi; eski Komsomol; eski Georgi Dimitrov Mozolesi; “Moskovska 5” sok. tutuklu ve sorgu hücreleri; Halk Milisinin “Slavyanska Beseda” Otelinde bulunan Kurmayı ve “Sv. Nedelya” Kilisesi. Yine 9 Eylül 2019 sabahı, Sofya’daki Rus Kültür ve Enformasyon Sarayı karşısında yükselen ve 1877-78 Rus İmparatorluğunun Osmanlıya saldırı savaşında cephede kalan Rus doktor ve hemşireler anısına dikilen “Doktorlar Heykeli” ismini alan bahçedeki havuz suları kanlı uyanmıştır. Karşı Sarayında açılan sergiyi protesto etmek için havuz suyuna kırmızı boya attığını basına açıklayan heykelci Andrey Rançev “Ruslar bizi kurtarmadı, tam tersi işgal ettiler” dedi.


Makale ve Analizler - 2019

99

Bu arada 9 Eylül 1944 yılından beri ilk defa olmak üzere , 9 Eylül 2019 tarihinde Bulgaristan’da Rusya Federasyonu lehinde casusluk yapmaktan bir grup tutuklandı. Tutuklananlar arasında BSP yayın organı, eski DC VI. Şube Başkanı, halen “Kütüphaneciler Enstitüsü” Direktör-Profesörü Dimitır İvanov tarafından finanse edilen “Duma” (Söz) gazetesinin eski baş redaktörü Yuriy Borisov ile Ulusal “Rusofil” Hareketi yöneticilerinde aşağıdaki şahıslar Özel Savcılık Şubesinde sorguya alındı: Kristina İgnatona – Ulusal “Rusofil” Hareketi Başkan Yardımcısı. Milen Çakırov – Ulusal “Rusofil” Hareketi Başkan Yardımcısı. Enço Moskov – Ulusal “Rusofil” Hareketi Fahri Başkan Prof. Vanya Dobreva – Bulgaristan Sosyalist Partisi Milli Konseyi üyesi ve Milli “Rusofil Örgütü yönetim üyelerinden daha birkaç kişi. Okuduğunuz için teşekkürler. Yeni konumuz: 9 Eylül 1944 tarihinde gerçekten ne olmuştu? Lütfen dostlarınızla paylaşınız.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BEN DEGİL BİZ OLMALIYIZ 9 Eylül 2019 Bulgaristan’a yılda bir defa gidebildiğim için gereken her yere yetişebilmek ne kadar zor olsa da zorlarla savaşmayı sevdiğim için zaman yelpazeme birçok şeyi sığdırmak zorundayım. Bu defa ki gidişimi de Varna, Şumnu, Dobriç il ve ilçelerine ayırdım. Dobriç kenti görenin gözünde kalacak, gidenin kalbini alacak kadar güzel ve temiz bir kenttir. Her metrekaresi ıhlamur ağaçları ile bezenmiş bu şehrin merkezinde pastaneler, lokantalar, kafeteryalar en sarı sıcaklarda bile asırlık çınar ve ıhlamur ağaçlarının daimi gölgesinde türlü, türlü, ikramlar sunar ziyaretçilerine. Çok hoşuma giden, mekânlardan biri de HİT oldu. Burada içtiğim kahvenin tadını başka yere alamadım, ayrıca bu mekân daha çok HAK VE ÖZGÜRLÜKLER partisinin devamlı durağıdır. Oradaki politik nabzı soluyabilmek için ziyareti sıklaştırdım. Her sabah sütlü kahvemi orada içtim ıhlamur ve zambak kokuları eşliğinde. Her zaman Dobriç’e gittiğimde onlarla derin, derin, sohbetler etsek bile bu defa dikkatimi çeken bir şey oldu geçen yıldan daha farklı, herkes sanki biri birilerinden biraz daha soğumuş ve çekimser olmuştu. Bu duygularımı da okuyucularımla paylaşmadan edemeyeceğim başkalarının yanlışlıklarından da ders almak vardır diye hayatta. Bu kentte bir avuç Türk olmasına rağmen, burada da eskiler ve yeniler arasında duvar örüldüğü seziliyor. Eskiden partinin yüksek mevkilerini paylaşanlar şimdikilerinden şikâyetçi ve şimdikileri de eskilerden. Hepimiz biliriz ki politikacılar geçicidir ama toplumlar kalıcıdırlar. Bunlara kendi çıkarları için göz yumanlar, halkın onlara olan güvenini nasıl sarsıldığını da görmemezlikten geliyorlar. Bu parti sözde Türklerin adına kurulmuş ve Türklerin davalarını korumak için var, ne yazık ki dünyanın her yanında olduğu gibi burada da herkes kendi çorabını örme derdindedir. Parti içindeki çatışmalar çatlaklara yol açıyor ve Türk partisine gidecek oyların parçalanmalarına, başka yönlere eğilimlerine yol açmaktadır. Oysa amaçlar “ben” değil “biz “ olmalıydı daha sağlıklı ve uzun soluklu yolları göğüsleyebilmek için. FİRDEVS BÜYÜKATEŞ


Makale ve Analizler - 2019

101

ŞAİRE FİRDEVS BÜYÜKATEŞ VE ESERLERİ Bulgaristan’ın Deliorman bölgesinde öteden beri birçok Türk asıllı şair ve yazarlar yetişmiş ve ben de buranın havasını solumuş, suyunu içmiş, lokmasını yemiş bir edebiyat sevdalısı olarak onlarla hep gurur duymuşumdur. Çocukluğumun o güçlü kalemleri şimdi maalesef bu dünyadan göçtüler, mekanları Cennet olsun. Gün geldi, biz iri iri adımlarla çocukluk yıllarından uzaklaşıverdik. Ama yine de anılarda yazın alemine beraber girdiğimiz arkadaşların ilk adımları kaldı ve o yıllardan bu güne başarılarına şahit olmak bana mutluluk veriyor. Bunlardan bir Şumnu sancağı, Yenipazar kazası Kaykıköy’de benimle aynı yılda doğmuş olan çocukluk arkadaşım şaire Firdevs Büyükateş’tir. Daha çocukluğunda şiir dalında yeteneğini ilan etmiş ve o yılların Bulgaristan’da neşredilen gazete ve dergilerde şiirleri okuyucuların gönlünde yer bulmuştu. Türklerin zorla isim değiştirme mezaliminden sonra bir ara temaslarımız da kesilmişti. Nitekim 1989 zorunlu göç sonrası Türkiye Cumhuriyetinde yüreğinin aslına yakışan soy adıyla birden ortaya çıkıverdi. Ardı ardına bir değil, iki değil, tam altı kitaba imza attı, bunlardan beşi duygu dolu şiir bohçası, bir de düz yazı incisi. Hemen kitaplarını basılış tarihlerine göre takdim edeyim: BEN AĞLARKEN GÜLÜMSERİM – şiirler -2005 YÜREĞİME EKTİM SENİ – şiirler – 2009 AĞLATAN ŞARKI – şiirler – 2012 DAMLA DAMLA BALKANLAR – şiirler – 2014 KALEMİN DİLİ – düz yazı – 2014 Veeeeeee bunların ardından bir bomba daha – ATEŞİ ÖPÜNCE – şiirler. Hem de Firdevs Büyükateş’in dudaklarından değil, yüreğindeki ateşin kalemiyle okuyuculara verilen bir buse bu ! Sağ olsunlar, geçenlerde eşi (ki o da eski dostumdur) Hasan Büyükateş ile misafirim idiler. Uzun uzun anılarımızı canlandırdık, bu güne kadar neşrettiğimiz kitaplardan bahsettik, birbirimize kitaplarımızı hediye ettik. Firdevs hanım son kitabı hakkında en büyük emeline de ulaştığını söyledi görülür bir mutlulukla. Bu mutluluğun sebebi nihayet kitabında tüm şi-


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

irlerin hece vezni ile yazılması idi. Konuklarımı uğurladıktan sonra özellikle şairenin bu son kitabı üzerinde yoğunlaştım. Birçok arkadaşlar hece sayısı ve uyak’la şiir oluveriyor sanıyor. Orada mantık, baştan sona fikir bağı ve mesaj bağlamında final infilakı olmazsa bırakın hece veznini, o yazılan şiir bile değildir. Gel gelelim şaire arkadaşımın şiirlerinde tam anlamında hece veznini gördüm. Konular öylesine mükemmel işlenmiş ki, bu tür şiirlerin kurallarına öylesine riayet edilmiş ki, inanın kendisini ayakta alkışlamayı borç bildim ve burada onu yapıyorum ! Yüreğine eline, kalemine sağlık şairem, yürekten kutluyor, çocukluk arkadaşın olarak seninle gurur duyuyorum. İlhamın bol olsun, kalemin tükenmesin, başarılarının yolu açık olsun !!!!!! Naim BAKOĞLU


Makale ve Analizler - 2019

Dolaşır Dururmuş Hep Daha Tarih: 10 Eylül 2019 – İsa Cebeci’yeDolaşır dururmuş hep daha bağı bahçeyi Küçükmustafa’da dilinde dilaver dülgerlerin ağaca ustaların taşa yonttuğu aşk türküleri ve o yaşlı muhacirin uzaktan yakından sancılı söylencelerinde hak söz, sarih ses bir göç anısı anlatıp durur Silistre’yi… Yelkenler iner demir atarmış Kalealtı’na İnce Donanma İslamın koruyucu duvarıymış bu liman demirden,taştan,imandan beyaz beyazmış kale duvarları yosun bağlamış üşüyorlarmış şimdi terk edilmişliğin sığ yalnızlığından. Bahtı kara garip zamanlarmış kızı kızanı ağlar olmuş bir zemheri vakti ikindiüstü küs düşmüş Tuna’nın sularına Mecidiye Tabya’nın top sesi zaman hasım sulara meyletmiş sular ahir vakte gelmiş denk Urumeli’nin kaderine kılağılı bir bıçak gibi bilene bilene vurulmuş bin bir asi mihenk. “Bir gün, diyor bir gün Uşumnu alçağında

103


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) bir manda kotası üç yaşında bir kan gölünde yüzse gerek!” ve sahice olsaymış “Sahi olsaydı,diyor,o muskaların efsunlu bedduaları boğardı küffarı bizim Tuna’nın boz bulanık dalgaları!” Ve zaman hasım sulara meyletmiş sular olmuş gözyaşların seli viran kapılarda dilenip durmuş tufan gibi amansız göçlerin amaz yeli… Duçar olmuşlar uçsuz yollara yolları sarıp sarmalamış bir katı kasvet “Oradan,diyor,oradan!” Tuna yalısından kalkar gelirmiş bu delice hasret dilinde dilaver dülgerlerin ağaca ustaların taşlara yonttuğu aşk türküleri vebalinde kan kardeşlerinin bahtsız kaderi deli gönlünde gene bir deli umut masmavi beyaz beyazımsı,bembeyaz ak pak bir demokrasi… “Demokrasi!Demokrasi! Deyip deyip, haykırıp durdular.”, diyor ille velakin ne balık çıkabilmiş kavağa ne beklenen huzur inmiş sokağa ölenler hep ölmüş gidenler hep gitmiş tek tek basarak yalanlarmış,dolanlarmış köşe bucak sinsi sinsi kıskıvrak rüyalarının nehri Tuna sakinmiş hep öyle…


Makale ve Analizler - 2019 “Bıraktığım gibi,diyor,çocukça mavi..” Bülbül gül dalindeymiş yine her seher vakti yerli yerindeymiş Silistre bir baş kuru soğanın,bir bayat ekmeğin derdinde… “Bir dertleri daha var” diyor bir dert ki dünden bugüne günden güne aza aza düşmezmiş dillerden ne handa, ne pazarda oy anam,oy babam! “Dil yarasıdır,diyor bir mahşer günü,diyor soru suali edilir de kalem kalem ahı tutar seni de,beni de anamın babamın dili Türkçem okutulmuyor bir türlü bir türlü okutulmuyor o güzelim mekteplerinde..” Ve dolaşır dururmuş hep daha bağı bahçeyi Küçükmustafa’da… Galip Sertel

105


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

9 Eylül 1944’Te Gerçekten Ne Olmuştu? Tarih: 10 Eylül 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Manevi Bölünmüşlüğün Derinliğinden Gelen Kokular– 2 Yazımızın birinci bölümünde bundan 75 Yıl Önce Bulgaristan işgal edilmişti dedik. Bu görüşe katılanlar 9 Eylül 2019’da Sofya’daki Rus Kültür ve Enformasyon Sarayı içinde ve dışında olmak üzere 2 büyük gruba bölündüler. İçerdekiler Rusya Federasyonu Büyükelçisi Anatoliy Makarov tarafından düzenlenen, ilk adı “Bulgaristan’ın Kurtarıcıları” olan, Bulgaristan Dış İşleri Bakanlığının tepkisinden sonra “Hürriyet Yolu” – Tarih Belgeleri Anlatıyor şeklinde değiştirilen sergiyi gezip gördüler. Bulgar basını, bu sergide daha önce kimsenin görmediği, tarihin akışını değiştirecek herhangi bir eski fotoğraf, arşivden çıkmış vesikaya veya bir gizli belgeye işaret etmedi. Bulgaristan Başbakan Yardımcısı ve Dış İşleri Bakanı Bayan Zaharieva’nın 1944’te Kızıl Ordu’nun Bulgaristan’a girmesiyle zulüm yaşandığına ve ülkemizin Batıya açılan yolunun kesildiğine işaret etmesine yanıt olarak, Rusya Dış İşleri Bakanlığı sözcüsünden gelen yanıtta “Bulgarlar tarihi yeniden yazmak istiyor” dense de, Bulgar kamuoyunca kabul edilmeyen sergiyle ilgili medya demecinde Rusya Büyükelçisi Makarov şöyle dedi: “Oluşan durumda, 2011 yılından beri çalışmalarına ara veren RusBulgar Özel Tarih Komisyonu’nu toplanıp çalışmalarını sürdürmeye davet ediyorum. Bu komisyon, tartışmalara neden olan tarihsel sorunları, sakin ve uygar bir ortamda müzakere ediyordu. İkili ilişkilerimize zarar verilmesi böyle önlenebilir.” Bulgar Diplomatlar Derneği özel bir bildiri yayınlayarak Rus-Bulgar ilişkilerinde yapıcı tonun sürdürülmesi davetinde bulunurken, Rus Kültür ve Enformasyon Sarayı etrafına toplanan kalabalık protestocu grup “bir işgalci, kurtarıcı olamaz” pankartlarıyla, iki ülke arasındaki ilişkilere ilk kez bu kadar sert tepkide bulundu. Gösteri alayında DOST partisi Başkanı L. Mestan da vardı. Fakat tek başına gelmişti. Belki de Parti Lideri olduğunu unuttu. Bir değil, beraber, biz ve birlik olalım çağrısına ise eskiden beri uyma konusunu düşünmemişti.


Makale ve Analizler - 2019

107

1944’te Bulgaristan’a giren Kızıl Ordu, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 3 yıl işgal gücü olarak ülkede kalmıştı. Bu işgal gücünün tüm masraflarını karşılayan Bulgaristan halkı, Paris Antlaşmasına göre her yıl 147 milyon Altın Frank savaş tazminatı da ödedi. Ardından totaliter rejimin ve üzerindeki Moskof kontrolünün koyulaşmasıyla toplama kampları açıldı, “Belene” adasındaki kampta 157 kişi, Loveç kampında 141 kişi öldürüldü, yüz binlerce kişi sürgün edildi. Bulgaristan’dan Türkiye’ye gerçekleşen birinci dalga 1950 göçü, ikinci dalga 1968-1977 göçü ve üçüncü büyük dalga da 1989 göçü olmak üzere üç facia yaşanmıştır ve gitmek zorunda kalan 640 bin kardeşimizin yaraları akıyor, derinleşiyor. Bu yazımda, 9 Eylül 2019 tarihinde Bulgaristan Milli “Rusofiller” Hareketi Başkanı, eski BSP milletvekili Nikolay Malinov, 3 defa BSP milletvekili olan ve sosyalist parti yayın organı “Duma” gazetesi eski baş redaktörü Yuriy Borisov, “Rusofiller” Hareketi Başkan Yardımcısı Milen Çakırov, fahri başkan Enço Moskov ve daha birçok aşırı Rusçu eylemcinin, 5 ile 15 yıl arasında hapis cezası öngören, Bulgaristan Ceza Kanunu 105. Maddesine göre tutuklanıp sorguya alınması GELİŞMELERDEKİ DERİNLİK VE BOYUTUN en kesin kanıtıdır. Rusya lehinde casusluk yapma suçundan tutuklamalar belki de bundan böyle BULGAR MİLLİ MENFAATLERİ TANIMINA yeni bir değerlendirme getirecektir. Getirmelidir. Bekleyelim görelim… Benzer olaylar Başbakan İvan Kostov (1997-2001) döneminde yaşanmıştı. 2001’de 3 Rus diplomatın Sofya’dan geri çağrılması istenmişti. Bu gelişme, biz Bulgaristan Türkleri için olağanüstü önemlidir. Çünkü sözde Türkiye’ye hizmetten içeride çürütülenlerin sayısı büyüktür. İnsanlarımızın “gözü Türkiye’ye bakıyor, aklın Ankara’da” gibi gerekçelerle sınır dışı edildiği bilinir. Ne var ki biz ters olaylar da yaşadık. Hatırlanacağı üzere, Bulgaristan Müslümanları üzerindeki şiddet uygulama araçlarından biri Hak ve Özgürlük Partisi (DPS-HÖH) partisidir. 1990’ın ilk günlerinde DPS-HÖH partisi “kurdum” iddiasında bulunanlar halkımızın ruhunu çalmak istemişlerdi. Bugün “fahri” başkan Ahmet Doğan, 2015 Aralığında Sofya’daki partinin politik tamirhanesinde Genel Başkan Lütfü Mestan’ı paketleyip siyasetin çöp tenekesine atarken şu gerekçeyle ortaya çıkmıştı: “Herkes Doğuya bakarken, insanımızın kafası Batıya takılmış” gibi nedenle aforoz edilen Mestan soluğu siyaset dışında alabilmişti. Rusya lehinde olmakta gecikmekle


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

suçlanarak “sen bu işleri bilmiyorsun ve beş para etmezsin” tavrıyla partiden atmış ve devletin siyasetçi kıyma mekanizması üzerine yürümüştü. Bulgaristanlı Müslümanları Moskova siyasetine takmaktan suçlanmayan Ahmet Doğan, ardından Kremlindeki Stratejik Araştırma Merkezinden ipleri çeken General Raşetnikov’la Devin kasabasındaki “ DPS Otelinde” defalarca gizli gece görüşmesi yaptı, içini döktü, yardım aldı, ama devletten soran soruşturan olmadı, devletin sırlarını Rusya’ya taşıyorsun denmedi, casusluktan içeri alınmadı, koğuşu boylamadı. Müslüman Türkleri kasaplık koyun gibi Rusya hizmetine sunmak besbelli bizim ülkede suçtan sayılmıyordu… TASS ajansı, 9 Eylül 2019 günü Bulgaristan’da tutuklananlarla ilgili, Rusya parlamentosunun üst katından senatör Konstantin Kosaçov’un , “onlar Rusya ile dostane ilişkilerin aktif savunucularıdır. Toplumsal-politik çizgi üzerinden de olmak üzere hepsini savunmaya hazırız.” Dediğini duyurdu. BTA ajansı, Rusya senatosu dış ilişkiler komisyonu başkanının şu sözlerine yer verdi: “Bulgaristan’dan endişeli haberler geliyor. Birçok kişi tutuklandı. Sorgulanıyorlar. Rusya lehinde ‘casuslukla’ suçlanıyorlar.” 9 Eylül günü yaşanan bu olay sanki 9 Eylülün politik özüne ışık tuttu. Dış İlişkiler komisyonu başkanı Rus senatör, Bulgaristan’ın müttefiki olan NATO ve Avrupa Birliği devletlerinden, uluslararası insan hakları örgütlerinden, “vicdan mahkûmlarını savunma” örgütlerinden diplomatik, sosyal-politik, hukuksal olmak üzere her yönden yardım talebi edeceklerini duyurdu. Bu gelişmeler ansızın gelmeseydi ben yazımda, 9 Eylül 1944 gününün Bulgar tarihinde ÇATLAK doğduğunu ve Bulgaristan Müslümanlarına da pek çok acılar yarattığını şu örneklerle anlatmaya çalışacaktım. Osmanlı bağrında mayalanan ve uyanan Bulgar Milli Şuuru, bir bağımsız Cumhuriyet için diriliyordu. 1870’te Osmanlı Padişahı Abdülaziz Bulgarlara Doğu Ortodoks Kilise bağımsızlığı tanımakla, aslında Bulgar etniğine ilk selam veren cihan devlet başı olmuştu. Yalnız bu kaynaktan içseydiler Bulgarlar kısa bir süre sonra bağımsız ve egemen devletleriyle Atatürk inkılâplarıyla doğan Türkiye Cumhuriyetine iyi bir komşu olurdu. Türk ve Bulgar halkları ayni rüzgâra kanat açmıştı. Ne var ki, Bulgar halkının çiçeği budandı ve arzu edilen şekilde, gönül okşayan biçimde açmadı. Gerçekleri görebilmek için her defasında olduğu gibi taa 1879’alara inmek zorundayız. Bugün, 10 Eylül 2019’da Bul-


Makale ve Analizler - 2019

109

gar Meclis Başkanı, hukuk komisyonu üyeleri, avukat baroları, yargıç ve savcı kurumlarının temsilcileri ve kamuoyunun en ileri gelenleri BİRİNCİ BULGAR ANAYASASININ kabul edilmesinin 140. Yıl dönümünde Veliko Tırnovo şehrindeki Osmanlı Kaymakamı Konağında yeniden toplandılar. Konuşmalarda, tebriklerde bu defa da en sık kullanılan söz “demokrasi”, ardından gelen “hürriyet” ve bir sonraki “adalet”tir. Bugün “bağımsızlıktan” pek söz eden yok, çünkü bağımsızlık günü 22 Eylülde anılıyor. Anayasa günü vesilesiyle tarihi olay ve süreçlerin özünü analiz etmeyi ve sonuç çıkarmayı Paris Şarbonne Üniversitesinde öğrenen Prof. Dr. Sfoyan Dinkov konuya şöyle açıklık getiriyor: “ Bulgaristan hukuk dışı bir devlettir. Bulgaristan Cumhuriyeti de yasa dışıdır. Dolayısıyla 1946’dan başlayarak bu devlet tamamen hukuk dışıdır.” Şimdi bunun neden böyle olduğunu birlikte görelim. Bulgaristan’ın Cumhuriyet ilan edilmesi 8 Eylül 1946’da yasa dışı yapılan bir halk oylaması (referandum) sonucudur. Bu halk oylaması 29 Temmuz 1946’da meclisin kabul ettiği bir “yasaya” göre yapılmıştır. O zaman geçerli olan, Tırnovo Anayasası gereğince, meclisin devlet yönetim biçimini değiştirecek yasalar (kanunlar) onaylamaya hakkı yoktur. Dolayısıyla kabul edilen yasa anayasaya aykırıdır. Bununla birlikte mecliste bu yasanın onaylanması Sovyet işgali koşullarında baskı altında ve devletin bağımsızlığını yitirdiği koşullarda olmuştur. Üstelik bu oylama, yasa dışı yollardan yok etmeye çalıştığı, monarşi düzeni görünümde koruyan komünist diktatörlük koşullarında olmuştur. Şunu da hatırlatmamız iyi olur kanaatindeyim, o zamanlar yürürlükte olan Tırnova Anayasası’na göre, Bulgar Çarlığı, başka hiçbir seçeneği olmayan, devri varise yapılan Anayasal bir Monarşidir. Monarşiden Cumhuriyete geçiş de bu cümleden olmak üzere, devlet yönetim biçiminin değiştirilmesine ilişkin herhangi bir yasal yol olduğuna ilişkin anayasada hiçbir açık kapı yoktur. 9 Eylül 1944 komünist darbesinden sonra, yasal naipler de değiştirilmiş ve geçerli olan Tırnova Anayasası’na göre, anayasaya aykırı bir eylem olarak komünistlere uşaklık etmeye hazır yeni naipler göreve atanmıştır. Benzer değişiklik ve atamalar yapılması Büyük Halk Meclisi dışında hiçbir organ tarafından yapılamaz. Anayasa’da yazılmış olduğuna göre, Bulgaristan Büyük Halk Meclisi çağırma hakkı sadece ve bir tek, o zaman reşit yaşta olmayan Çar II.Semeyon’a tanınmıştır. – Büyük Halk Meclisi seçimi yapma kararını ancak ve bir tek Çar alabilir cümlesi o zaman geçerli olan


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Anayasa’da yer almıştır. Ne var ki, bunu yapabilmesi için onun reşit yaşta olması şartı konmuş, II.Simeon ise bu yaşı 1955’te dolduracaktır. Dolayısıyla, o yıllarda Bulgar meclisinde onaylanan yasaların hepsi geçerli olan Anayasaya aykırı ve geçersizdir ve 8 Eylül 1946’da yapılan halk oylaması (referandum) yasa dışı ve geçersizdir, dolayısıyla ilan edilen Bulgaristan Cumhuriyeti yasa dışıdır. Kanıtların gösterdiği üzere, Bulgaristan bugüne kadar (son 75 yılda) baştan başa yasa dışı bir devlet olarak var olmuştur. 1946 yılının 8 Eylül tarihinden sonra çıkarılan bütün devlet ve hükumet kararları, genelge ve yürütmeler, meclisin tüm çalışmaları, ekonomik ve politik etkinlikler geçersiz ve yasa dışıdır. Bulgaristan vatandaşları bugün “yasal olmayan yasaları” uygulamaya ve onlara uymaya çalışıyorlar, bu yasalara göre yasa dışı toplanan vergilerini ödüyor, yalan yasalara göre kurulan yasa dışı partilere oy veriyorlar, kısacası yasa dışı bir devlette yaşamaya devam ediyorlar. Soru şudur, yasa dışı bir devletin vatandaşları olan Bulgaristan vatandaşları acaba “yasal vatandaşlar mıdır?” İşlerin doğrusu buyken, gerçekleri daha fazla anlatmaya gerek yokken artık hepimizin. 1950’den sonra birkaç yıl bize kültürel haklarımızı tanıyan Bulgar komünistlerinin aslında ayaklanmamızdan korktuğunu, aslında Türkiye devletinin “ey komşu nedir şu yaptıkların?” demesinden korktuğundan dolayı bazı haklarımızı tanıdığı gün gibi ortadadır. Son amaçlarında bizi haksız hukuksuz ve zaten yasasız bir keyfi terör ortamında eritip Bulgarlaştırmak ve bizleri tarihten silmek olduğu yeniden ortaya çıkmıştır. Şimdi, 10 Eylül münasebetiyle Veliko Tırnovo’ya toplananlar, 1879 Anayasasını “gümüş” ve “altın” kaplı olarak Avrupa Birliği parlamentosuna hediye olarak sunmaya hazırlanıyorlar. Sanki küflenmiş kap kaçağı kalaylatıyoruz…. Devam edecek. Konu: Bulgaristan’ı 9 Eylül 1944’e getiren olaylar. Dostlarınızla paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

111

Bulgaristan’ı 9 Eylül 1944’E Getiren Olaylar Tarih: 10 Eylül 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Manevi Bölünmüşlüğün Derinliğinden Gelen Kokular– 3

Bu yol BULGAR PROJESİ olabilir. 1878’de Berlin Konferansında “Bulgar Projesi” “Bulgar Prensliği” şeklinde hayat hakkı buldu. Son 141 yılda birkaç defa (yani dört defa) değişti. 9 Eylül 2019 günü Sofya’daki “Rusofil” tutuklama ve sorgulama olayından sonra Başsavcı Tsatsarov BULGAR PROJESİ’nin son şeklini açıkladı:“Demokratik devleti devirip yerine Moskofcu yenisini kurmak…” 9 Eylül 1944 darbesinde bir silah patlamıştı. Emre uymayan bir er intihar etmişti. O zamandan beri Bulgaristan’da çok silah patladı, çok şehit düştü ama silahlı darbe olmadı. “Rusofilerin” hazırladığı yeni darbenin (2019) silahlı olacağına inanmıyorum. Devrimler, darbeler ve çöküşler artık ancak parayla yapılıyor. Paralı darbelerin en güçlü silahı ise sosyolojik araştırma anketleridir. Bulgaristan’da Kremlin’e bağlı stratejik araştırma ve analiz merkezinden verilen emirle ödenen paralarla, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) yayın organı “Duma” gazetesi böyle bir derin analiz anketi yapmış ve oy vererek siyasete katılmak isteyenlerden %75’inin Moskova sevdalısı olduğu ortaya çıkarılınca, “Rusofil” hareketin Başkanı olan Nikolay Malinov BSP lideri Kornelya Ninova’ya Bulgar siyasetinin iplerini Kremli’nden çeken eski KGB Generali Leonid Reşetnikov’un direk telefonunu vermiş. Sonuçta, 2016’nın Kasım seçimlerinde General Rumen Radev Bulgaristan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçildi. Fakat Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı’nın sözü bir yere kadar geçiyor. Parlamenter demokrasi’de ilk ve son söze meclis sahiptir desek, yanlış olur. Ülke Başbakan, Başbakan yardımcıları ve bakanlar ve kurumlar tarafından yönetiliyor. Olay şöyle ki, Başbakan Boyko Borisov, hazırlanan silahsız darbeden ancak savcılık açıklamalarından haberdar olduğunu bildirdi. Tabii kimse kimseye inanmak zorunda değildir. Ne var ki, Bulgar “Rusofiller”in her yıl 19 Eylülde Stara Zagora (Eski Zara) ili, Kazanlık Belediyesi “Koprinka” barajında toplandıkları Bulgaristan’da siyasetin yönünü Batıdan Doğuya çevireceklerine sarhoşluktan yere düşene kadar “yemin ettiklerini” bilmeyen yoktur.


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yeminli ve RUS-MİLLİ Votkaların en bol aktığı yaz aylarında Varna ve Burgaz kumsallarında Rus şarkıları dinleniyor. Meyhanelerdeki gürültüye alışıyor. Kapalı Rus semtleri olan Moskovalıların “Kamçiya” kamplarında, “Primorsko” şehrinin Rus cadde ve sokaklarında ve Vladimir Putin’in motorlu “Gece Kurtları” ziyaretleri esnasında şehir merkezlerinde “iç içebildiğin kadar” millet alışıyor. Geçen asır Rus savaş gemilerinden 2 defa bombalanan Varna ve Burgaz liman illeri ve şehirlerinde yaşayan Rusların toplam sayısı 500 bine ulaşıyor. Bu gelişmeler son Bulgaristan Projesinden detaylardır. Sofya’da 8 ”Rusofil” liderin bileklerine kelepçe vurulmasaydı, çok yakında bir Rusofiller siyasi partisi kurulacak, Rusofil propaganda yapan bir TV yayına başlayacak, telecom satın alınacak ve diğer değişikliklerle NATO ve Avrupa Birliğine bakan Bulgar kafaları Doğu’ya çevrilmeye çalışılacaktı… Ahmet Doğan’ın yakın dostu olan General Leonid Reşetnikov ile para aklama işlerine karışan, AB ve ABD’ye girme yasağı olan oligarh Konstantin Malofeev’e 10 yıl Bulgaristan’a girme yasağı getirildi. 141 yıldan beri aynı kalıptan çıkan Bulgar Projeler birbirinden farklıdır. BİRİNCİ BULGAR PROJESİ 1879’da Veliko Tırnovo şehrinde toplanan Birinci Bulgar Büyük Meclisini açan genel vali Prens Aleksandır Dondukov tarafından çizilmişti. Bulgar Prensliği’nin Birinci Anayasası Rus işgali koşullarında hazırlanmış ve onaylanmıştı. Toplumsal yaşamın felsefe, norm, nitelikleri, kurumları ve sınırları Çar II.Aleksandır’ın iradesine göre belirlenmişti. Anayasa’nın hazırlanmasına aktif katılmayan Bulgaristan Müslümanlarını temsil eden 6 İl Müftüsünü yakasından tutup Veliko Tırnovo’ya getiren ve esas yasayı imzalatan da, işgal güçleri başkomutanı, genel vali Rus Generali Prens Aleksandır Dondukov olmuştu. Şunu hemen belirtmem gerekir: Birinci Anayasa’da ilan edilen parlamenter monarşi rejimi, Osmanlı imparatorluğundan ayırıp, bağımsız ve egemen bir devleti kurmak isteyen Bulgar Milli Kurtuluş Hareketi hedeflerine ters düştüğü kadar, ayrıca yetkiler açısından Prens’e dar gelmişti. Vasil Levski kaleme aldığı Bulgar Milli Kurtuluş Hareketi Programında son hedef olarak özgür “Cumhuriyet”e işaret etmişti. Rus İmparatoru II.Alekandır’ın Kuzey Bulgaristan topraklarında bir “Tuna Boyu Guberniyası” kurma, “Bulgar dilini yasaklayıp Rusçayı resmi dil yapma niyeti”, “Bulgar halkını alabildiğine soyma”, “savaş tazminatı talep edilişi” vb stratejik amaçlara hatta Prens I.Aleksandır Batenberg bile karşı çıkmıştı. Bulgaristan’ı Rusya Çarlığından koparma çabaları Batenberg’i ve bir-


Makale ve Analizler - 2019

113

çok öncü Bulgar siyaset adamını hayatından etmiştir. Şu unutulmamalıdır. O yılların politik suç ve ihanetle ilgili kriter-ölçüt (ölçü), ancak “kurtarıcı” Rus Çarına sadakatti. Bu ölçü, 1885’te “Doğu Rumeli”nin ilhakıyla değişti. Bulgar halkı Rusya Çarlarının bağımsız ve egemen bir Bulgar devleti kurulmasını istemediğini gördüler. Bulgaristan’ın birleşmesine Osmanlı devletinin savaş açmaması, Rus İmparatorunun subaylarını geri çekip Sırbistan’ı saldırıya kışkırtması, 1908’de bağımsız Bulgar Çarlığı ilan edilmesi gibi önemli olaylar, Rusya’dan kopma ve Batıya yönelme süreçlerini etkilemiş ve hızlandırmıştır. Birinci ve İkinci Balkan Savaşları (1912-13), Birinci Dünya Savaşı, Cumhuriyet istekleriyle patlayan 1918 Vladaya Asker Ayaklanması ile 1923 Eylül Ayaklanması; 1923 Dokuz Haziran Askeri Darbesi ve 1934 on dokuz Mayıs askeri darbesi ve üstelik 1925 yılının 16 Nisan günü Sofya’da “Sv. Nedelya” kilisesindeki suikast ipleri büyük ölçüde Sovyetler Birliği (Komintern) tarafından çekildiği ortaya çıkmıştı. Bulgar Çarlığında 1944’ün 9 Eylül darbesine kadar bir silahlı iç hesaplaşma sürüp giderken, doğrudan bir iç savaş faciası yaşanmıştır. Özellikle 1939’dan başlayarak ve 1942’de Makedonya ve Ege boylarının Alman Nazi ve Bulgar ordularının birlikte işgaliyle kükreyen azınlık ve ırk düşmanlığı, Yahudi ve Çingenelere karşı uygulanan soykırım, Müslümanların ardı arası kesilmeyen dalgalı göçe zorlanışı, Müslüman azınlıklardan gençlerin toplanıp Stalingrad Cephesine sürüleceği haberleri, halka büyük korku yaşatmıştır. Bu gelişmelerin Bulgaristan Müslümanlarıyla ilgili doruk noktalarında, Deliorman ve Dobruca’dan toplanan Türk askerlerin 1912’te Edirne ve Saldırısına sürülmüştür. 1913’te 250 bin Pomak Müslüman’ın isim ve din değiştirmeye zorlanmıştır. Ayrıca bir o kadarının da yurttan kovulmuştur. 6.956 Müslüman Genç Balkan Savaşının 2. Aşamasından ve Birinci Dünya Savaşından dönmemiştir. 1934’ten başlayarak Orta ve Batı Rodoplar’da isim değiştirme ve İslam dininden vazgeçirme baskılarının 10 yıl hiç arasız şiddetlenmesi ve ailelere eziyetin artması gibi sonuçlara birbirini izlemiştir. Sözün kısası hem Prenslik (1879-1909) hem de Çarlık (1909-1946) dönemlerinde uygulanan Birinci Bulgar projesi Müslümanlar tarafından tutulmamış ve desteklenmemiştir. Türk okullarının sayısı 2.700’den 500’e inmiş, sürekli artan vergiler halka kıtlık yaşatmış, tek dilli ve tek milletli devlet yaratma çabaları tosladıkça, azınlıkların çekileri gün güne hep artmıştır. 9 Eylül 1944’te parlamenter monarşi diktatörlüğünün ağaca taş atılmadan, tek tüfek patlamadan düşmesini, zamanı dolmuştu diyerek en açık anlatabiliriz.


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İKİNCİ BULGAR PROJESİ II. Dünya Savaşı sırasında 4 Şubat 1945 – 11 Şubat 1945 tarihleri arasında SSCB‘nde tatil merkezi Yalta‘nın 3 kilometre güneyinde bulunan Livadia Sarayı‘nda düzenlenen ve Churchill (Birleşik Krallık Başbakanı), Roosevelt (Amerika Birleşik Devletleri Devlet Başkanı) ve Stalin (Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri ve SSCBHalk Komiserleri Kurulu Başkanı) olmak üzere “Üç Büyük”ün katıldığı konferansta çizilmiştir. Konferans esnasında Stalin ile Churchil arasındaki ikili görüşmelerin birinde, Doğu Avrupa’nın savaş sonrası sınırları konuşulurken, İngiliz Başbakan’ı elindeki kalemle önündeki peçete üzerinde Atina’dan Sofya üzerinden Bükreş’e uzattığı çizgiyle Büyük Britanya etki alanını işaretlerken, Mareşal Stalin “yalnız Yunanistan” demiştir. İkinci proje Moskova’da hazırlanmış ve Bulgaristan’da uygulanmıştır. Uygulama aracı olarak Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) kullanılmıştır. Bu uygulama 1948 Anayasasıyla Sosyalist Bulgaristan projesi ve 1971’den sonra totaliter komünizm projesi şeklinde gerçekleşmiştir. 1878 Berlin Konferansından gelen ve Bulgar Prensliği ve Çarlığı tarafından defalarca ihlal edilen ilkeleri hiçe sayarak, faşistlerden temizlenmiş ve her bakıma ve her yönüyle Moskova’ya “ebediyen” bağlı, komünistler tarafından yönetilen bir Bulgaristan hayalidir. Yürütme biçimi olarak sözde “halk demokrasisi” seçilirken, aslında Ruslar tarafından ikinci defa işgal edilen Bulgaristan’da devlet biçimi olarak Alman faşizminin bir adım gelişmişi olan, devlete üreten kooperatifleştirilmiş toprak ve endüstride millileştirilmiş üretim araçlarına dayanan, tek partili siyasi rejim uygulanmıştır. İkinci Projenin ilk yıllarında, 1956 yılında BKP Merkez Komitesi Birinci Sekreteri görevine Todor Jivkov getirilene kadar, etnik azınlıkların kültürel ve eğitim haklarına saygı gösterilmiştir. İsim değiştirmeyle etnik kimliklere saldırı 1962’de Roman-Çingenelerle başladı, 1964’te Müslüman Pomaklar hedef alındı. 1971’de Bulgaristan Halk Cumhuriyeti “Todor Jivkov Anayasını” kabul etti ve “komünist partisinin yönetiminde, sosyalist kimlik oluşturma” süreci başladı. Sivil ve üniformalı milis ve polis güçleriyle birlikte ordunun da işe koşulduğu “isim değiştirme, din ve gelenekleri yasaklama” süreciyle Müslüman Pomak kimliği zor kullanılarak Bulgarlaştırılmaya ve Hıristiyanlaştırılmaya çalışıldı. Pomak kardeşlerimiz çok ağır saldırılara göğüs gerdiler. Şiddetlenen saldırıların ikinci aşaması 1984’ten sonra bir iç savaş şeklinde gelişti ve ana dil ve edebiyat dili olarak Türkçenin kullanılması da yasaklanıp Türkçe konuşana ceza kesilmeye başlandı. Bu 10 yıl boyunca


Makale ve Analizler - 2019

115

Türklerin yazdığı tüm mektupların hepsi okundu, 12.500 kişi tutuklandı, sürgün edildi, yargısız infazlar oldu, toplama kampları doldu, 24 yıl zindanda kalan Türk aydınlar oldu. İşte burada cesur, sağlam, dürüst Türk Liderlerinin çoğu öldürüldü veya etkisiz hale getirildiler. Aileler ve Türk etnik topluluğu parçalanmaya çalışıldı. III. Bulgar devleti tarihinde en büyük ayaklanma gerçekleşti. Türk ruhu 72 bin kişi halinde totaliter Bulgar devletine karşı tek vücut oldular. 360 bin kişinin 3 ay gibi çok kısa bir sürede ata yurdunu terk etme çilesi yaşansa da, Bulgaristan ekonomisi, maddi ve mali kimliği çöktü ve ardından diktatör T. Jivkov devrildi. Onunla birlikte İkinci Bulgar Projesi de suya düştü. Henüz resmen tanımak istemeseler de, bu çöküş Bulgarların millet oluşturamadığını, 1878’den sonra çok ezildiklerini, birbirleriyle amansız boğuşma halinde olduklarını ve SSCB‘ne ve Rusya Federasyonuna bağlı kaldıkça ufuksuz kalıp millet olarak da yok olacaklarını ortaya koydu. Üçüncü Bulgar Projesi 1991 Anayasası ila geldi. Bu proje de Moskova’da hazırlandı. Barışçı geçişle gerçekleştirilmesinde ve Moskova tarafından eğitilen kadroların cezalandırılmadan ayakta kalmasında, komünist partisinin maske takıp sosyalist partisi olarak politik iktidar mücadelesine devam etmesinde ve Bulgar devletinin omurgası olan Moskova’ya bağlı istihbarat güçlerinin çalışmaya devam etmesinde mutabık kalındı. Bulgaristan’ın Batı uygarlığına yönelmesine bu defa da Türkiye Cumhuriyeti yol açtı. 2004’te Bulgaristan’ın NATO üyeliğine TBMM garantör olarak ve ardından da 2007’de Avrupa Birliği’ne engel çıkarmayarak yardımlarını esirgemedi. Oysa Bulgaristan Müslümanlarının eşit vatandaşlık ve eğitim hakları başta olmak üzere, kültürel haklarından mahrum edilmiş, kör cahil bırakılmış oluşlarını gerekçe göstererek bu üyeliklerin ikisinin de yolunu kesebilirdi. Parlamenter demokrasi ve serbest piyasa koşullarında uygulanmaya koyan Dördüncü Proje ile etnik azınlıkların hiç birinin eşit vatandaş ve kolektif hakları, ana dil, din, etnik kültür, geleneklerle yaşama ve bu kaynaktan gelen tüm hakları askıda kaldı. Etnik haklarla ilgili uluslararası antlaşmalar uygulanmıyor. Soykırım işlendi, suçlular serbest dolaşıyor. Ahlak ve adaleti olmayan Bulgar yaşam tarzının tüm etniklere zorla dayatılma çabaları ciddi gerginlik yaşatmaya devam etti. Ardı arkası kesilmeyen şiddet ve değişik saldırılar etniklerin genç, sağlıklı ve kalifiye kısmının dış ülkelere çıkmasına neden olurken, dışarıdan gelen sermayenin yarattığı yüksek üc-


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

retli iş yerlerinde Bulgarlar çalışırken, kalifiye olmayan yaşlı kesim sefalet içinde bocalayan bir tabaka oluşturmuştur. Memleket suni zenginler, beceriksiz oligarşi temsilcileri, hırsız ve dalaverecilerden, rüşvet almadan iş yapmayan bir küçük zümre tarafından yönetiliyor. Bu zümreye Bulgaristan Türkleri adına hain-Ahmet Doğan ve Delyan Peevski gibi hiçbir işe yaramayan, avantadan geçinen birkaç suni zengin katılıyor. Geçerli Bulgar Projesi Batı uygarlığına yönelmiştir. NATO ve AB üyeliğimiz, F-16 savaş uçakları alımı, karada ve denizde militarizmleşme, ülkeye çöreklenen birkaç ABD üssü vs bunlara kanıttır. Şu iyi bilinmelidir, özellikle son 4 yılda sığınmacı selinin Balkanlar üzerinden Batı Avrupa’ya yönelmesiyle Türkiye Cumhuriyeti ve özellikle Büyük Başkan Recep Tayip ERDOĞAN göç selini durdurup tüm yükü Türk halkı yüklenerek, Bulgar halkını vatanını tamamen terk etmekten ve Bulgar devletini de göçmen yükü altında çöküp ezilmekten kurtarmıştır. 9 Eylül 2019 tarihinde açıklanan komplo, Moskova’da çizilen ve 4. Bulgar Projesi adıyla açıklanan siber saldırı ve Batıya yönelen Bulgar devletini devirip, Rusya’ya sevdalı yeni bir açılıma kanat açılması hazırlıkları zamanında açıklanarak durdurulmuştur. Birleşik Amerika, İngiltere ve diğer yakın ve uzak devletler bu 4.Bulgar Projesi’nin zamanında durdurulmasından ve memleketimizin kara günlere, halkımızın daha büyük kötülüklere itilmesinden, Cumhurbaşkanı Radev’in değimiyle “bataklığın” daha da derinleşmesine düşmemizden kurtarmıştır. Bu kavga eskidir ve devam edecektir. Son bulması bize birlik ve beraberliğimize, amansız mücadelemize bağlıdır. Biz hiçbir zaman “Rusofil” değildik ve olmayacağız. Kuşkusuz, zaman gelecek bizim hakkımızda da yazılan yalan yanlış raporlarda farklı şeyler okuyacağız. Bu raporları yazanların ve kendilerini aldatanların “saraylarda” Rus parasıyla yaşadıklarını biliyoruz ve her şeye şahidiz. Biz olmasak hepsi şimdiye kadar acından gevreyip nalları atacaklardı. Kısmetse o günleri de göreceğiz. Alayan her zaman alamaz-Gülen de her zaman gülmez. Bu 4.projenin gerçekleştirilmesini önlemek için hep mücadele ettik. Birincisini dedelerimize zorla imzalattılar. İkincisi baştan sona sahte referandumla kabul edildi. Üçüncüsünü çizen 1991 Anayasasını imzalamadık. Şimdi de DÖRDÜNCÜ PROJE mimarlarını tutuklayan, bazılarının da vatanımıza girmelerini yasaklayan Bulgar Savcılığını tebrik ediyoruz.


Makale ve Analizler - 2019

117

3 bölümlü yazımda derinden gelen kokuların boğucu olduğuna işaret etmek istedim. Ruslar Bulgaristan’ı 2 defa işgal etmiştir. Bulgar milleti, bu arada azınlıklar soyulmuş, zülüm görmüş, hak ve özgürlükleri koklayamamıştır. Okuduğunuz için teşekkürler. Paylaşmayı da unutmayınız. Gerçekleri öğrenmek isterseniz Bizi izlemeye devam ediniz.


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Taşın Altına… 12 Eylül 2019

Günümüzde bir bilgisayar alemi var ya, illet midir,zillet midir, velinimet midir nedir bilemem amma, şu baş döndürücü bağımlılığıyla bir gün hepimizi çıldırtacak.Gelen vuruyor,giden vuruyor.Herkesler bir şeyler yazıyor o sanal köşesine gelip geçen okusun diye ve herkesler gibi ben de bir şeyler yazıp çiziyorum.Yazıyorum da, hariçten gazel söyleyenler kümesine düşmemek gayretiyle, ey benim meçhul muhatabım,çivi çiviyi söker diyerek,sana cevap vermeye çalışıyorum.Bir yorumun dökülmüş bilgisayar köşene, bir yorum”Aman Allah illallah/Dertlere derman Allah”dercesine… Deşilen çıbandaki cerahatı temizleme gayretlerini hisseder gibi oldum da, bir şeyler hatırladım: “İçimizden biri köprü olmaya razı olmazsa, kıyamete kadar bu suyun kıyılarını bekleriz.” diyor şair Arif Nihat Asya ve bugün bizler… Bizler,etnik azınlıklar konumundaki Bulgaristan Müslümanları (Arnavut, Çingene/ Roman, Pomak, Tatar, Türk ) şunun şurasında 93 Harbi’nden beri çeşitli dönemlerde,hemen hemen yüz elli yıldır maruz kaldığımız asimilasyonlar,kültürel soy kırımlı uygulamalar sonucu gönüllü veya zoraki göçlerle parçalanan ailelerin dramı”döngüsel bir travmatik etkinin, belirsizlik kaynaklı kaosun köken ve kimlik arayışı” gibi sorunlar batağındayız.Öyle ki türkülerimize bile “Aman ölüm ,zalim ölüm, üç gün ara ver”şeklinde yansımış olması, olsa olsa şu yalan dünyada bir azınlıklar trajedisidir ki,Maksim Gorki’yi bile “Vatan haricinde saadet yoktur.” demekten alıkoyamıyor… Vatan,vatan,hangi vatan ve o senin sözünü ettiğin, HÖH (Hak ve Özgürlükler Hareketi) kurucuları,yöneticileri ve daha yüzlercesi,binlercesi adlı ve adsızlar ki,köprü oldular “kıyamete kadar bu suyun kıyılarını beklememek “için,bugünlere sağ salim gelebilmemiz için,yurdumuz genelinde bir iç barışın sağlanması için…Şuralarda yüzyıl boyunca,koskoca bir Hristiyan aleminin emperyalist güçlerinden alınan destekle palazlanan bir milliyetçilik almış yürümüştü yurt genelinde.Devlet resmi propaganda makinesi de, yazarı çizeri de her yerlerde,devlet dairelerinde,sokaklarda,meydanlarda ,pazarlarda aşağılanıyor,hor görülüyorduk,”Bulgaristan Bulgarlara,Türkler Türkiye’ye”çığlıkları çınlatıyordu şehir meydanlarını….


Makale ve Analizler - 2019

119

Sonrası, sonrası dünyada eşine rastlanmadık bir medeni vahşetle,iki yüzlüce,sahi köklerini buldular deyip,gönüllüler deyip alay ederce cebren bir dilekçe imzalattırarak “soya dönüş” safsatasıyla,Bulgaristan’da o kültürel soykırıma maruz kalan Müslüman azınlıkların yeni baştan şahlanışıydı bu hareket.Uygar yirminci asrın geniş vatandaşlık haklarına kavuşma,bir azınlıklar statüsüne kavuşma mücadelesiydi…Melnik’ten Kardam’a ,Tuna’dan Rodoplar’a kadar, memleketin bir uçtan öbür ucuna uzanan topraklarda “kıyamete kadar bu suyun kıyılarını ” beklememek içindi o hareket.Bir doğuştu…Ve halihazırda hallerimiz,gelen gideni aratır misali, o totaliter dönemini bile aratır derecede kötü ise,neticeler sancılı ise, bir şeylerin yapılması gerek ise,öyle de görünüyor,herkesler,ama herkesler gücünün yettiği kadar,cesaret ve sağduyu ile,taşın altına ellerini koyması gerek… Ve senin,ey benim meçhul muhatabım,şurada çeyrek asırdır Bulgaristan’da bir demokrasi ortamında,ikide bir seçimden seçime koşarken, eğriyi doğruyu seçememe,ak ile karayı ayıramama sınavında hiç mi günahın yok?. Bir şey daha,taşın altına el koyma meselesi… 1957’de Silistre şehri Türk Cemaati Başkanı Ahmet Varnalı’nın: – Nazım Yoldaş,şayet bir gün Türkiye’de sosyalizm olursa,Atatürk’ü nasıl değerlendireceğiz? sorusuna, koca şair Nazım Hikmet’in harikulâde cevabı : – Varnalı,Varnalı…Seninle eski bir dostluğumuz var 1951’lerden beri… Dost acı söyler,doğru söyler…Biz kim oluyoruz da,Ata’yı değerlendireceğiz? Ondaki o cevher,ondaki o yürek,ondaki o ciğer(cesurluk anlamında),o ciğerin çeyreği,çeyreğinin çeyreği yok bizde… Yok,yok Varnalı,yok…Sen sağda solda konuşulanlara bakma…Mustafa Kemal Atatürk herkeslerden çok,hepimizden çok yaptı yapacağını bu Vatan için…Buradan ötesini biz devam edeceğiz.Biz devam ettireceğiz,dinliyor musun Varnalı? İşte,ey benim meçhul muhatabım,dön dolaş ,yine halk şairi Dadaloğlunca: “Düşmanına karşı koyan mert olur Şahin kocasa da vermez avını Aslı kurt yavrusu yine kurt olur.” Ve yine o meşhur atasözü “taşın altına el koyma” zamanı,omuz omuza vermenin zamanı gelip geçiyor…Tencere dibin kara,seninki benden kara dedikodu muhabbetlerinin kıskançlık burgacında gün be gün birbirlerimizi karalayıp karalayıp yiyeceğimize, bir daha taşın altına el koyup, büyük Türk düşünürü, gazeteci, eğitimci, yayıncı, fikir ve mücadele adamı İsmail Bey


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gaspıralı’nın yüz yıl ötelerden gelen “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” çağrısıyla hemhal olma zamanları gelip geçiyor.Oysa: “Birlikte rahmet,ayrılıkta azap var.” Galip Sertel


Makale ve Analizler - 2019

121

Jivkov Rejimin Büyük Kötülüğü

Tarih: 13 Eylül 2019 Çeviri: BGSAM Konu: 1989’da Türkler kovulurken Bulgar devleti çökmüştür.. Bu yazı “Almanya’nın Sesi” Radyosunda yayınlanmıştır. İsimlerinin zor kullanılarak değiştirilmesi ve ardından yüzbinlerce Bulgaristan Türkü’nün Türkiye Cumhuriyetine kovulması, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nin (BHC) zaten çökmüş olan ekonomisini kuyunun dibine iyice çekti. İktisatçı Rumen Arnavudov ve tarihçi Mihail Gruev, Bulgar tarihinin bu yüzkarası tablosuna yeni renkler kattı. 1989’un 7 Eylül günü Todor Jivkov’un 78. Doğum günüydü. O günün kötü haberi şuydu. 400 000 (dört yüz bin) işe gitmemişti. Makinelerin durmasından, mahsulün toplanmasından meydana gelen kayıplar hesaplanamaz olmuştu. 1989’da Ağustos ayının sonunda Bulgar-Türk sınırının kapanmasından önce Türklerin yarısı ülkeden çıkmıştı. Rejim teröründen kurtulmak isteyenler de sınır kapısının bir kez daha açılmasını bekliyorlardı. Bazı belediyelerde insan kalmamıştı. Köy evleri soyulmuştu. Boşa salınmış küçük ve iri baş hayvanlar etrafta dolaşıyordu. Karma bölgelerde hasat yerde yatıyordu. Birçok sanayi işletmesi kapıları kapıyı çalmaya hazırlanıyordu. 30 000 (otuz bin) doktor, öğretmen, mühendis ve yüksek öğrenimli kadro o günden sonra dış ülkede çalışmak üzere ülkeyi terk ediyordu. 1989’un yaz aylarında Bulgaristan’ın dörtte biri ıssızlaşmıştı. “Büyük Göç” Bulgaristan’ın kol lapsını (ani ölümünü) hızlandırdı. Todor Jivkov’ın devrilmesinden 2 hafta önce, – 26 Ekim 1989 tarihinde Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi (BKP MK) geniş oturum yapmıştı. Bu toplantıda, T. Jivkov yarım ağızla, kendisinin ve yakın çevresinin daha 1980’li yıllarda düşündüğü etnik temizliğin suya düştüğünü bildirdi. Bilindiği o aylarda Sovyet yöneticisi M. Gorbaçov Bulgar diktatör Jivkov’u artık desteklemediğinden, Türklere ve Müslümanlara karşı uyguladığı zulme SSCB’den gerekli olan destek almadığını ve “sosyalist devletler topluluğunun dağılmak üzere olduğunu” belirtti. T. Jivkov, Bulgaristan’da azınlıkların “üfürülmesi” dediği olayın bitirilmesi için çok az çok az zamana ihtiyaç olduğunu paylaştı.


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İktisatçı Rumen Avramov, Türk isimlerinin zorla değiştirilmesi ve Türk dilini yasaklama ve Türk kimliğini yok etme ve o zamana kadar görülmemiş olan, insanların ülkeden kitle halinde kovulmasından doğan maddi ve manevi zararın, alınan maddi darbelerin yaklaşık olarak hesaplanmasının bile olasılık dışı olduğunu açıkladı. 1989’un yalnız 3 ayında Bulgaristan’ın dörtte biri insansız kaldı, bir yıl öncesine kıyasla gayrı safi milli hasıla % 10 oranında düştü. 1950-1951 yıllarında, daha küçük boyutlarda olmak üzere, Vılko Çervenkov rejimi, (Stalinin sözlerine göre) “tehlikeli unsurlar” olan 250 000 (iki yüz elli bin) Bulgaristan Türkünü almasını istemişti. Bu nüfus, ülkenin güney sınırları boyunda yaşayan Bulgaristan vatandaşlarıydı. Ülkeden kovulanlar Bulgar dış satımının ana kalemlerinden biri olan, Türkler ve Pomaklar tarafından Rodoplarda üretilen tütünleri sağlıyordu: Ne var ki, Todor Jivkov ve çevresindekiler o yılların göçünden ülkenin kayıplarını dikkate almak, ibret dersi çıkarmak istemiyordu. Bulgaristan Halk Cumhuriyeti ekonomisinin yok oluşu konusunu analiz eden Avramov, Türk isimlerini zor kullanarak değiştirmezden önce, dünya piyasasında en fazla kazanç sağlayan ve her yerde rekabet eden Türklerin ürettiği tütünlerin BHC için en kazançlı ürün olduğunu ve devletin tütüne bel bağladığını dikkate almamıştır, yazıyor. 1989 yılında, Bulgar komünizmi için en tehlikeli yılda, Bulgar devleti en kazançlı kalemi gözden çıkarma kararı almıştır. Tarihçi Mihayıl Gruev ise, Bulgar makamlarının Türkçe konuşan nüfusa karşı bir sürü iflasa sürükleyen önlemler aldığını, komplolar kurduğunu yazıyor ve şöyle devam ediyor: “İsimleri zorla değiştirilen 1 milyona yakın vatandaşın kimlik belgelerini değiştirirken devlet memurları Türkleri adeta soydular. O aylarda, BHC ekonomisi ve maliyesi artık zor nefes alıyor, yönetim işine bakmıyor, devletin olanakları tükenmiş, hiçbir konuda rekabet edemeyen ve ağır yükler altında eziliyordu.” Şeklinde açıklamada bulunuyor. Avramov ise, zorla işim değiştirip 1989’da Türkleri ata-vatanlarından kovarken, BKP MK “61 parti ve sivil polis görevlisinin suç işlediğine ve dolandırıcılık yaptığına ilişkin bir gizli haber almıştır” dedikten sonra ekliyor: (O yıllarda Bulgaristan’da otomobil alabilmek için 10-12 sıra bekleniyordu) Bu 61 devlet ve parti üst düzey yetkilisi araçları arka kapıdan alıp ülkeden kovulan Türklere çok yüksek fiyat üzerinden satmışlardır. Kovulan Türkler ellerindeki parayı verip araç alarak ev eşyalarının bir kısmını Türkiye sınıra taşımak için kullanmıştır.


Makale ve Analizler - 2019

123

Bulgaristan Türklerine karşı baskı ve zulüm uygulayanlar 1989 Ağustosunda toplandı ve (birçokları yüksek görevlerinde çalışan) 43’ü itfaiyeci, 39’u ise gizli polis (DS) makamında görev alan toplam 178 Bulgar milyonerin durumunu görüştü. Bu sorumlu kişiler 240 adet yasa dışı işlerde, dolandırıcılık ve rüşvet olayına karışmıştır. Apoletli dolandırıcıların işi de araç alım satımı türündendir. Birçok yerde işten çıkarılan ve ülkeden kovulan Türklerin maaşları ve tassa rufları ve emeklilik primleri çekilmiştir. Yalancı ve sahte evrak ve vekâlet hazırlayıp hareket eden “DS” subayları Türklerin evlerini ve hayvanlarını satmıştır. Bankadan parasını çekmek isteyen Türklerden yalnız bir günde 20 000 leva rüşvet alınmıştır. Türklere satılan US Dolarla 1 leva yerine 25 leva alınmıştır. Bu sahtekârlığa o yıllarda Bulgaristan’da çalışan Vietnam vatandaşları bile katılmıştır. “Tutuklanan ve cezalandırılan yoktur.” Cezalandırılmaları için BKP MK’ne rapor edilen bu 178 kişi belediye polis amiri, milis albayı ve sivil görevlerde bulunan kişilerdir. Hiç biri sorgulanmamış, tutuklanmamış ve içeri atılmamıştır. Ancak bazıları işinden uzaklaştırılmıştır. (2019 yılında “Amerikanın Sesi” radyosunun açıklamalarından sonra GERB Partisi Başkan Yardımcısı Tsvetan Tsvetanov ve bazı bakanların ucuz fiyattan daire, arsa, yazlık ve kışlık ev sahibi oldukları gibi, ancak Tsvetanov, Adalet Bakanı Tsaçeva ve diğerlerinin emekliye gönderilmesi ve uzak ülkelere konsolos atanmaları gibi benzer olay yaşanmıştır. Başbakan Yardımcısı Kr. Karakaçanov (VMRO partisi lideri) 28 milyon Avro Bulgar vatandaşlığı, kimliği ve pasaportu satmış fakat yargıya çıkarılmadan yalnız görevden uzaklaştırılmakla yetinilmiştir. Olayların gösterdiği üzere bugünkü Bulgar oligarşisi 1989’da Türklerin soyulması esnasında mayalanmıştır.) 1989’da Türkleri dolandıran “DS” subaylarından cezalandırılan merkez yönetim görevlisi ve subay olmamıştır. Türklere karşı işlenen suçların, dolandırıcılığın, sahtekârlığın ve rüşvetçiliğin cezasız kalması pratiği o yıllara dayanıyor. İktisatçı Avramov, boş kalan evlerin soyulması bağ ve bahçelerin talan edilmesi suçlarının da 1989’dan beri alabildiğine arttığını ve şiddetlendiğini yazıyor. Avramov’un yazdığı araştırma kitabında, “Kapitan Andreevo” sınır kapısında Türklerin soyulduğuna geçiş ver verilmiş ve her evrak için, her imza ve mühür için avuç dolusu para ödendiğine yer verilmiştir. Tarihçi Gruev, “isimleri değiştiren, paraları çalınan, evleri ve mülkleri talan edilen Bulgaristan Türklerinin çok ağır günler yaşadığını, çok çektiğini, küçümsendiğini ve hor görüldüğünü” yazıyor.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ve isimlerin zorlan değiştirilmesi, ailelerin parçalanması, gerekçesiz ve mahkeme kararı olmadan tutuklamalar, anadilde konuşma yasağı, Türklere kesilen cezalar, memleketin en ahlaklı ve namuslu insanlarına terör uygulanması, toplama kamplarında ve hapishanelerdeki zulüm, sürgün çilesi Bulgar devletinin kimliğinden asla silinmeyecek yüzkarasıdır” diye yazmıştır. Deutsche Welle” radyosunun yukarıdaki yazısına, sevilen şairlerimizden Habil Kurt’un bir şiirini ekliyoruz. BÖYLE BİR YER VAR Her battığında bile galip çıkan Dağı, suyu, taşı hep destan olan Yedi düvele çoktan kafa tutan Bir yer var asıl adı, Anavatan Ne tarihi vardır utanılacak Ne de geleceği yok olunacak Çünkü evlâtları güçlü imanla Sallıyorlar al bayrağı hilâlla Sultanı, başkanı hep geçicidir Tek kalıcısı Kemalin izidir Şanlı kahraman halkı –güvenidir Askeri dünyamızda en enderdir Daima bölmek isteyenler çoktur Ama başaracak güçleri yoktur Lafla hep değirmenler döndürürler Sanıyorlar bundan korkacak Türkler Ama çok uzun tarihten bilirler Ve defalarca da denemiştirler Mertçe ölürler ama pes etmezler Sonunda hep kılınırlar muzaffer H.K.


Makale ve Analizler - 2019

125

2019 – 2020 Ders Yılı Açıldı

Tarih: 16 Eylül 2019 Yazan: Habil Kurt Konumuz: 2019 – 2020 ders yılı açıldı. Çocuklarımıza, öğrencilerimize başarılar dileriz. BGSAM Biz çocuklarımızı okula bir kıvılcım olarak gönderir, okul bitirip alev olarak dönecekler umuduyla bekleriz. Çocuklarımızın Türk ateşinde yanmaları ise en büyük arzumuzdur. 2 700 köy okulumuz ve medresemiz olduğu devirde dedelerimiz, her sabah koltuğuna 2 odun sıkıştırdığı talebeyi derse göndermekten gurur duyuyordu. Şumnu’da Nüvvab’ın açılmasıyla bu umutlar büyümüştü. Öğretmen okullarının açılmasıyla ise coşmuştuk. Öğretmenlerimizin ders kitaplarını Latince harflerle kendi elleriyle yazması hepimize kıvanç vermişti. Sonra divitlerin ucundan şiirler akmaya başladı. Dilberler her gün yeni bir şarkı türkü öğreniyor, zevzekler fıkra anlatmak ve tekerleme gevelemekten geçiniyordu. Bizim kovan Türkçe vızıldıyordu. O gün bu gün geçmişi özlemekle hayal kurmak arasındaki farkı düşünüyorum. Hayallerin mi nostaljinin mi hamalıyız bilemiyorum. Fakat kırılmış camları bu ders yılı için de onarılmayan okul pencereleri ve hurdaya verilmiş okul zilleri gördükçe üzülüyorum. Üzülen anlaşılan yalnız ben değilim. Eminim, sevilen şairlerimizden Habil Kurt 2019-2020 ders yılına 60 bin birinci sınıfa zil sesi işitmeden ve yarısı öğretmenin söylediklerinden tek kelime anlamadan başlayacağından üzgün. Ana babalar da çocuklarını ateşi sönmüş bir ırkın isli lambasından nur almaya gönderdiklerinden hüzünlü ve huzursuz. Ve işte şairimizle yüzleşmemiz: YENİ DERS YILI KUTLU OLSUN!!!!! Bugün tüm öğrenciler, ana-babalar ve öğretmenler için bayramdır! Bulgaristan’da 2019/ 2020 ders yılı başladı! Kaç okulda okul zili çalmayacak bunu hiç düşündünüz mü!? KÖPEKSİZ KÖYDE OKULA DA HAYAT YOKTUR


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Geçen yüzyılın altmışlı yıllarında Sitevo köyünden genç öğretmen Petko Abuşev muhtarlığın köpekleri öldürme komisyonu üyesiymiş. O devir rejiminin köylerde köpeklerin öldürülmesi emrini uygulamaya başlamazdan önce, köpeklerden kurtulmak isteyen komünist idarenin aldığı kararın doğru olduğunu anlatmak için muhtarlığa bağlı köy ve mahalleleri dolaşmaya koyulmuşlar. Sıradaki Pabuççular (Çehlari) köyü. Gençler tarla işinde olduğundan dolayı, köy içinde daha fazla yaşlılarla karşılaşmışlar. Duvar yerine boylu boyunca uzanmış bir ağıcın önünde hal hatır eden birkaç kişiye rastlamışlar. Selam verip aldıktan sonra ziyaret maksadını anlatmışlar. Köylülerden biri muhtarlıktan gelenlere dönerek: – Niyetiniz hayra değil…. Köpeksiz köy olmaz! Homurdanan hemşerileri ona arka olmuşlar… fakat dediklerini anlayan olmamış?! İki yıl sonra köpekleri öldürme komisyonu üyesi aynı kişi, artık belediye eğitim işleri komisyonu müfettişi olarak Pabuççular köyü okulunu kapatma komisyonu üyesi olmuş. Köyü dolaşırken aynı yaşlıya yeniden rastlamışlar. Ve ihtiyar onlara şöyle demiş: – İş bu bizim güzel köyümüzün yok olmasının başlangıcı olacaktır. Köpeksiz ve okulsuz köy olmaz…. Gözlerinden yaş boşanan yaşlı kekelemeye başlamış. Hemen gelecek sene köylüler birer ikişer hane komşu köy İskra (Kıvılcımlı) köyüne taşınmaya başlamışlar. 1965 yılında o devrin Halk Meclisi Divanı (Prezidyumu) kararıyla Silistre’ye bağlı Çehlari (Pabuççular) köyü, köy ve kasaba türü yerleşim mekânları cetvelinden silinmiştir. Üzerinden bu kadar yıl geçtikten sonra Petko Abuşev Feraim ustanın doğru söylediğini fark etti. Ama bir de iş işten geçti! Habil Kurt. Bulgaristan.


Makale ve Analizler - 2019

127


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Memleket Gerçekler Tarih: 18 Eylül 2019 Anı: Habil Kurt Sunuş: BGSAM Konu: Memleket Gerçekleri

Yıllar ne çabuk geçiyor. Nazım Hikmet’in Bulgaristan’ı ilk ziyaretinden bu yana 68 yıl geçti. Silinmeyen anılar bugün de yaşıyor. Türk kimliğimizi şiirde yaşatan en derin kaynaklardan biri Nazım Ruhudur… Şairimiz Habil Kurt’un kaleme aldığı Anı’ya, birçok okurun kendi hatırasıyla hemen katılması ne güzel oldu bir bilseniz. Nazım Hikmet, Türk edebiyatında 2 klasikten biridir. Klasik yaratmak kolay iş değil. Klasikler derin kültürden yücelir. Hem de bir klasiğin klasik olmasına Nobel Ödülü falan almasına da gerek yok. Halk sevgisi yeter de artar. Deha kalemin çizdiği ince Türk kimlik dokusuna ve renklerine bugüne kadar başkası o gibi dokunamamıştır. O bizim kimliğimizi “bir ağaç gibi tek ve bir orman gibi birlikte” görmüştür. O, Bulgaristan Türk kimliğini Tür Dünyası Kimliği bütünselliğine katan dehadır. Eğer Türklük bir düşünce ve ruhsa, Nazım bu 2 niteliğin en yüksek sentezidir. N. Hikmet Bulgaristan Türklerine bilmeleri gereken gerçekleri söyleyen ”Büyük Adam”dır. O halkımıza “cennetiniz burasıdır” derken, kesin inandığı bir şeyi söylemiştir ve ondan sonra “bizi temsil” etmeyi kendilerine hak sayanlar, bu gerçeği ifade edecek dil bulamamışlardır. Nazım Hikmet, şair Habil Kurt’un değindiği konuşmalarını,1951’de yaparken, memleketimizdeki durum çok karışıktı. İkinci Dünya Savaşında faşizmin beli kırılmış ama ruhu kalmıştı. Bulgaristan’da yaşıyordu. Faşizm bir ejderhaydı ve “sevmediği” ırkları ve etnikleri yiyip yutmaktan zevk alıyordu. O zaman artık Hitlerin telefonları kesilmiş, Yahudiler Bulgaristan’dan tasını tarağını toplayıp gitmiş, Türkler kalmıştı. Kader belirleyen telefonlar ve emirler Moskova’dan geliyordu. Diktatör Stalin’in aklından geçenleri kestirmek zordu. 250 bin Bulgaristan Türkü’nün göçe zorlanmasını, “sınır bölgelerinde Müslüman kalmamasını, sürgün edilmelerini” isteyen oydu. Nazım’ın halk önüne çıkıp göç selini durdurması, halkın ona inanıp cebindeki pasaportu çıkarıp yırtıp atması, vatan sevgisinin üstün geldiğine kesin kanıttı.


Makale ve Analizler - 2019

129

Nazım, Bulgaristan’daki o ağır dönemde Türklük ateşini yaktı. 1958’e kadar Türk aydın ordusu oluştu, gençler anadilinde yazdı okudu, lehçelerimizden edebiyat dilimiz oluştu, halk sanatımız kına gecelerinden sahnelere taşındı, özenci topluluklarımız yaşama renk kattı. Halkın eli kitap gazete, dergi tuttu. Kulakların pası güzel Türkçeyle alındı. Değinmek istediğim çok acı bir gerçektir, fakat Nazım Hikmet ve onun arkadaşları komünist ülkünün Bulgaristan gibi bazı sosyalist ülkelerde öz değiştireceğini, barbarlaşacağını, vahşileşeceğini, Türklerin, Tatarların, Pomakların, Romenlerin, Makedonların, Ulahların ve Gagavuzların vb etnik kimliklerin öz ve biçimini değiştirip, dil, din ve tarihlerini öğrenmelerini yasaklayıp Bulgarlaştırma yolunu seçeceğini, nereden ve nasıl bilebilirlerdi?! Arşivler artık açılıyor. 1972’de Pomaklara şiddet başladığında ve soy kırım sınırına varan baskı ve terör yaşanırken, Nazım hayatta yoktu. Fakat onun en yakın arkadaşları Sofya’ya gelip BKP MK Politik Büro katına çıkıp “Pomaklar Türk’tür, yaptıklarınız Marksist-Leninist öğretinin özüne aykırıdır”, halkların enternasyonalizmine terstir, “zulmü durdurun!” demişlerdir. Bu gerçeklerin yaşayan tanıkları ve arşivlerde belgeleri vardır. Çıplak gerçekleri en yalın biçimde yazmamız gerekirse, yazılacak olan, 1984’in “bocuk” (Noel) gecesinden bir gün öncesinin anısıdır. Nazım’ın insan mutluluğu davası arkadaşlarından S. Üstüngel (Marat) Sofya’da hükümet hastanesinde tedavi görmektedir. Günlük haberleri aldığında, Güney


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Doğu Rodoplar’ın Türk köylerinin kuşatıldığını, isimleri zorla değiştirme saldırılarının başlayacağını öğrenir. Bu işlerden en yetkili kişi olarak bilinen “DS” devlet güvenliği Birinci Şube Başkan Yardımcısından görüşme ister. Görüşme hükümet hastanesinde olur. Üstüngel yetkiliden, “Türklerin isimlerinin değiştirilmemesini ve politik tutukluların salıverilmesini” talep eder. Taburca olması beklenirken, S. Üstüngel aynı gece hayata veda eder. Böylece Bulgaristan Türklerinin zorla isim değiştirme davasında ilk şehit 22-23 Aralık 1984 gecesi düşmüş olur. Yattığı yer nur olsun!. Anıtı henüz dikilmedi. Bulgaristan Türklerinin Kimlik Davası, Türk olarak devlet tarafından tanınması, durumlarının yasallaşması, isimlerini, geleneklerini, dil ve okullarını, dinlerini koruma mücadelesi aynı dönemde SBKP MK Politik Bürosu’nu da ikiye bölmüştü. SBKP MK Politik Büro üyesi, Azerbaycanlı Haydar Aliev ve Türkî Cumhuriyetlerden arkadaşları, SBKP MK Politik bürosunu defalarca toplantıya çağırdılar. Genel Sekreter Mihail Gorbaçov’tan karar alıp totaliter diktatör Todor Jivkov’tan Bulgaristan’daki Müslüman Türklere baskı ve terörü durmasını, isimlerinin, insan ve din, anadil ve azınlık haklarının geri verilmesini, otonomi haklarının resmen tanınmasını, zulüm hemen durdurularak huzur sağlanmasında ısrar ettiler. Gorbaçov SBKP MK Politik Bürosu’nun Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlüklerini, Türk kimliğini destekleyen bir karar alınmasını engelleyerek, Bulgar şoven zihniyetinin Türk düşmanlığını desteklemiş oldu. Üstelik 360 bin kişinin 2 ayda vatanımızdan kovulmasını, ailelerin parçalanmasını, derin acılar ve facia yaşanmasını kınamadı, lanetlemedi. Bütün bu gerçekler Bulgaristan Müslüman Türklerinin 20. Yüzyıl boyunca yürüttüğü hak ve özgürlük, anadil, Türkçe eğitim, din, özgün kültür hakları mücadelesinin yalnız Bulgaristan toplumunu ikiye bölmekle, etnik azınlıklarla devleti ve komünist partisini yüz yüze getirmekle, tarihsel bir mücadele başlatmakla kalmadı. BKP’nin her örgütünü, il komitelerini, Merkez Komitesini ve hatta SBKP MK Polit Bürosunu ikiye bölmüş, ağır kararlar almaya zorlamıştır. 19 Kasım 1989’da Todor Jivkov’un yıkılmasında ve 25 Aralık 1991’de SSCB’nin dağılmasında Bulgaristan Türklerinin mücadelesi, 1989 Mayıs Ayaklanması ve “Büyük Göç” etkili olmuştur. Bugün de devam eden bu hak arama, özgür olma, birlik ve beraberlik kurma davamızın saflarında düşünce ve ruh olarak yer alan sevilen şair Nazım Hikmet’in 1951 Bulgaristan Türkleriyle köy ve kasabalarda görüşmeleri, toplantılar, sıradan insanlarla yemek yemesi, şarkı türkü söylemesi, fıkralar paylaşması unutulmaz anılar bırakmıştır.


Makale ve Analizler - 2019

131

BU GÜNÜN ANISI Nazım’ın köyümü ziyareti Geçen asrın tam ortası! Bulgaristan Türk’ünün göç ve kalım arasında tereddüt ettiği günler. Sene 1951 aylardan Ağustos-Eylül Deliorman ve Dobruca Türklük ve dünya şairi, misafirimiz Nazım Hikmet”i karşılamaya hazırlanıyor. Okullarda çocuklara onun şiirlerini ezberletiliyor. Dobruca’da hava değişti, Nazım rüzgarı esiyordu. Yazın hükmettiği ettiği bir eylül günü, uzun boyu, dalgalı saçlı, mavi denizi andıran gözleriyle asrın dev adamı ilçe merkezi olan Dulovo’ya ermişti. Büyük bir kalabalık! Yerel yönetmenler coşku içinde! Nazım Hikmet’in yerli Türklere konuşması derin sükûnet içinde sesleniyordu. Gönüller açılmış, doyum olmuyordu. Heyecan büyüktü, şairi başka ilçe ve köylerde de sabırsızlıkla bekliyorlardı. Tam vedalaşırken Nazım’ın bir sorusu devrisi günün programını alt-üst edivermişti. Neydi o soru? – Hey soydaşlarım, bize bura edasıyla “Çakıcı dağdan iner” türküsünü söyleyecek birisi yok mu? Dedi. Cevabını hemen orta yaşlı bir yerliden aldı. – Var öyle ses öyle nara ki, doyamayacaksın başka türkülerine de. Ama onu seslemek ve tanışmak için aşağı-yukarı on beş kilometre bir mesafeyi geçmemiz gerekiyor. Kendisi Doğrulan (Pravda) köyünden, ismi Elman ama Kayış Elman diye anılır… İşitir işitmez dev şair hiç tereddütsüz hemen keser sözünü: – Haberimi hem ona, hem oralara iletin, yarın oradayım! Haber yayılır etraf köylerine. Devrisi gün güneş doğar doğmaz Doğrular (Pravda) köy merkezi tıklım tıklım insanla dolar. Ağaçlar da salkım saçak insan yüklenir. Tarih tam 17 eylül 1951. Halk şairi merasim için özelden yapılan sahneye çıktığında gök ve yer alkışlarla çınlar. O koca elleriyle kitleyi selamlarken halk daha da coşar. O gür sesiyle “Soydaşlarım “ diye konuşmasına başladığında etrafı acayip bir sessizlik alıverir. – Soydaşlarım, arkadaşlarım, göç etmek istiyor muşunuz. Ama biliyor musunuz ki göç harple bire bir. Ölüm kalım mücadelesidir. Yüzyıllarca dedelerimizin dedelerinin dedeleri yaşamış bu topraklarda. Sayısı bilinmeyen nesiller sıralanmış. Onun için buraları terk etmeyi, hele de unutmayı kolay sanmayın. Ben bunun canlı misaliyim, bu durumu yaşamaktayım…


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Derken o devin maviş gözleri doluverir, dudakları titremeye başlar. Sonraları kendini toparlayıp konuşmasına devam eder. Bitirdiğinde ağır adımlarla sahneden inerken gür sesler ve coşkulu alkışlar insan denizini dalgalandırır. Uzun kollarını uzatır, iri elleriyle ekseriyetle ihtiyarlarla tokalaşır, kimilerini ellerinden öper. Çocukları kucağına alır ve okşar. Saygıdeğer dost ağabeyim, Mümün Kara, hâlân unutamıyor,babasının kucağındayken, şairin onun yanağına makas atıp eğilerek öptüğünü. Sonraları kafile henüz yeni kurulmakta olan kooperatif avlusuna yönelir. Orada onu başkan Kütüp Mehmet ve halk ozanı Mehmet Con”la büyük bir grup sevgiyle karşılar. Ardından halk düğünlerinde ün salmış kır koşu atı, yürük ve yavrusuyla tanıştırılır. Bu anı tarihleştirme misali yavru ata Nazım Hikmet’in Türkiye’de babasından ayrı kalan oğlu Mehmet’in adı verilir. Büyünce de çok seneler Deliorman’da başarılarıyla ünlenmiştir. Öğlen biraz geçe orman kenarında sofralar kurulur. Bol yemekten sonra içkiler içilir ve onlarla beraber şairin eşliğinde meşhur Rumeli türkülerimiz tüm Deliorman ve Dobruca’yı çınlatır.Tabi ki,bura ziyaretin sebebi olan Kayış Elman da “Çakıcı Dağdan İner” türküsünü zevkle Nazımın mavi gözlerine bakarak söyler.Nakaratlarda Bosna köyünden Duduş Mahmut eşlik eder. Köydeşlerim o tarihsel günden sonra, evlerinde, sokakta, düğün-dernek ve bayramlarda hep Nazım’ı hasret ve sonsuz sevgiyle anmıştır. Hele de Rafet Berbere sarılmasını, göğsündeki sahte de olsa takılı madalyaları görünce. Ya da Eyüp Pehlivan’ın aksakalını saygıyla sıvazlanmasını… Herkesler etraftan olanlar dair O’na tutkun kalmışlar. Ne mutlu bizlere ki, o koca çınar, barış elçisi, dev şair köyümüzün havasını solumuş, suyunu içmiş, ekmeğini yemiş, hitap etmiş, türküler söylemiş. Biz de ölümsüzlüğün adı o zaman koyduk ve toprağımıza bir o kadar daha sarıldık. O, şimdi de bizimle yaşıyor! Şiirlerini okuyor, fotoğraflarına bakıyoruz, anıyoruz. Gelen nesillerle de yaşayacaktır! Not:Pravda Okumaevi yıllarca yüce şairin adını taşımıştı. Şimdi 70 yıl jübilesinde inşallah yine eski ismine lâyıkla kavuşur! Habil ( Mümün) Kurt


Makale ve Analizler - 2019

133

Derin İzler O, zamanlar ilkokula giden yedi sekiz yaşlarında bir kız çocuğu idim. Annemin her sabah arkama ördüğü saçlarım bile bir demek kadar ağır geliyordu ufak narin bedenime. İlkokul öğretmenim rahmetli İbrahim Mıtışef sabrı ve sevecenliği ile hepimizin saçlarını okşaya, okşaya okuma yazmayı daha ilk yılda benimsetti bizlere. Başkalarını bilmem ama benim gözümde örnek bir insan kaldı ve kalacak her zaman. Şiir sevgisini ilk o oldu bana aşılayan. O sevdirdi bizlere Türkçeyi. Okul törenlerinde sahnelerin küçük yıldızı olmuştum. Ezberin güçlü olduğu kadar mısralara ruh vermeyi de öğrenmelisin diyordu her şiir okuyuşumda. O yaşta mısralara can vermenin ne olduğunu bilmesem de hep yarınlara sakladım dediklerini. Bir gün öğretmenim: Çocuklar, yarın öğleden sonra okul yok ama okulda törenimiz olacak, çok ama çook kıymetli bir misafirimiz gelecek onu layıkıyla karşılamamız gerekecek dedi. Herkesin becerisine göre şarkılar, türküler ve şiirlerden ibaret bir karşılama olacaktı. Görev dağılımı yapıldı ve bana da bir şiir uzattı. Bu şiir yarın öğleden sonrasına hazır olacak dedi. Şiiri hala ezbere bilirim artık nasıl ezberlediysem? Kapıları çalan benim Kapıları birer birer Gözünüze görünemem Göze görünmez ölüler. …Diye başlıyordu. Yazan NAZIM HİKMET. O yaşta Nazım Hikmet’i bilmek kimin haddine? Lakin öğretmenimizin heyecanı yüzünden okunuyor ve bize de yansıyordu, gece sabaha kadar gözümü kırpmadım sadece öğretmenimin verdiği şiiri tekrar tekrar okuyor ve yarını heyecanlı beklentisinde geceyi sabaha bağlamak imkânsız gelmişti bana. Ondan sonra Hazım Hikmet adını kalbime yazdım. Nihayet sabah oldu ve okula vardık. O, kıymetli misafiri karşılamaya hepimiz hazırdık birinci sınıftan ta sekizinci sınıf öğrencilerine kadar. Her sınıf öğretmeni, öğrencilerini en güzel bir şekilde hazırlamaya gayret göstermiş ve okulun salonu dopdoluydu. Beklenen an gelince minik kalbim yaralı bir serçe gibi titrediğini hala unutamam. Şiirimi okudum, tam öğretmenim beni sahneden alacak iken, o çok değerli misafir eşsiz endamıyla


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sahneye geldi. Karşıma geçti ve yüzümü görebilmek için adeta diz çöktü. Elleri ile yanaklarımı okşayarak gözlerime derin derin denizlerle bakarak ismimi sordu. O kadar sıcak gülümsedi ki gözlerime, o gülüş her zaman peşimden geldi. Sonra da öğretmenime dönerek “bu kızda bir cevher var öğretmen Bey, ondan bu cevheri çıkarmayı unutmayın” dedi deniz gözleriyle gülümseyerek. Hafızamda kalan bu konuşma, gökyüzü ve deniz karışımı gözler derin izler bıraktı bende. Artık onun eserlerini arayıp buluyor ve zevkle okuduğum eserleri devamlı Işık oldular yoluma. Akabinde sadece şiir okumakla, şiiri sevmekle kalmadım ve daha ilkokul bitmeden kendimce şiirler karalamaya başladım. Kimi ulaşamadığım maviş güzel kelebekler, kimi sonsuz mavi gökyüzü içimdeki o gizli kahramanımı anımsatan renklerdi bana. O günden bu yana, o yoldan dönemedim, daha lise yıllarımda şiirlerim YENİ IŞIK, HALK GENÇLİĞİ, gazetelerinde ve YENİ HAYAT dergisinde yer almaya başlamıştı. Sonralarında birçok gazetenin muhabirliğini üstlendim, Ta ki yolumuz ATA vatanımız Türkiye’ye gelene kadar. Geçmiş günlerin acısını ve yaralarını Avrupa’dan daha Avrupalı olan canım Türkiye’m sardı. Vatan verdi can bahşetti bizlere. Yeniden sarıldım kalemime Nazım Hikmet’in memleket sevdasıyla. Orada yasaklar nedeniyle yapamadıklarımı buralarda başarabilmenin mutluluğu içindeyim. Firdevs BÜYÜKATEŞ KIRKLARELİ


Makale ve Analizler - 2019

135

Bulgarlar Ve Bulgar Olmayanlar-1 Tarih: 20 Eylül 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Azınlığın çoğunluk olduğu günler geldi.

16 Eylül 2019, Pazartesi zil çaldı. Bulgaristan’da 2019-20 ders yılı başladı. Birinci sınıfa gidecek 20 000 (yirmi bin) çocuk, birinci gün okula gelmedi. Köy ve mahallelerde ev ev arandı. Sanki yerin dibine batmışlar. Çanta sırtlamış okul avlusunda toplanan 60 000 (altmış bin) afacandan 28 000 (yirmi sekiz bini) Bulgar ailelerin evlatlarıyken, 32 000 (otuz iki bini) Bulgaristan’ın yerlisi ve vatandaşı olan ama etnik olarak Bulgar olmayan, yetkililerin ifadesiyle “anadili Bulgarca olmayan”, dini Hıristiyan olmayan (Türk, Roman /Çingene/, Çerkez) ailelerin çocuklarıydı. Öğretmen ve eğitmenlerin ulusal ortalama maaşın % 120 (yüzde yüz yirmisini) alabilmesi ve “anadili Bulgarca olmayan” öğrenciler için ödenen primleri ve “ağır koşullarda çalışma” ek ücretini de alabilmek için ana deftere bir sınıfta 25 öğrencinin ismini alt alta yazması ve onları ders odasına toplaması gerekiyor. Bunu yıl boyunca yapamasa bile, ilk gün (göz boyamak amacıyla) Okul Müdürü, Belediye Başkanı, Muhtarın ve okul müfettişlerinden birine göstermesi gerekiyor. Yukarıdaki rakamlar Bulgaristan Eğitim ve Bilim Bakanı Krasimir Vılçev tarafından TV programında değerlendirildi. Bakana göre, Bulgaristan’da yeni bir demografik durum (nüfus dağılımı ortamı) oluşmuştur. 7 yaşında okula ayak basanlar 2012-13 yıllarında doğmuştur. O yılın kayıtlarında “Bulgar olmayanlar” etnik Bulgar olan akranlarından fazlaydı. 7 yıl önce Bulgaristan’da ilk kez doğum oranı “Bulgar olmayanlar” lehinde değişmiştir. “Bulgar olmayan” ama Roman grubundan olanlardan 12 000 (on iki bin) çocuk kendi aralarında Türkçe konuşuyor. Türk Kimlikli millet ailelerinden gelmiştir. 2012’de “azınlıktan” olanlar, 2019’da “çoğunluk” olmuştur. Bulgaristan okullarında Bulgarca konuşmayanlar (anadilleri Bulgar dili olmayanlar – Türkçe ve Romence konuşanlar) ezici çoğunluk (egemen durum) oluşturdu. Fakat bu egemenlik henüz okuması yazması olmayan cahiller çoğunluğudur. Bu kitle, okuyup meslek sahibi olup uzmanlaşarak devlet kurumlarına yerleşmedikçe, fabrika kapıları önünde işsizler kuyruğunda bekledikçe, niteliksel değişiklikten söz edilemez.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Konuyu TV ekranında yorumlayan Bulgar ırkçı milliyetçiliğinin ileri gelen temsilcilerinden sözde “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NFSB) başkanı Valeri Simeonov ile VMRO Başkan Yardımcısı Angel Cambaski “çoğunluk olsalar da mecliste, hükümette, makamlarda yönetimi ele geçirmelerine imkan tanımayacağız” görüşünde birleşiyorlar. Onlar için bu, “Avrupa Birliği fonlarından azınlıklar için para çekip, paralara el atmak ve azınlıkları yoksul ve kör cahil bırakmak” uğruna hayat vermeye hazır oldukları kutsal bir plandır. Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) Türk Okulları konusunda sustukça, anayasa değişikliyle başlayan bir Eğitim Reformu’nda direnmedikçe, milliyetçiırkçıların değirmenine su taşımaktadır.(Sanki gizli amaç ve çalışma buna yönelikti) Bu 29 yıldan beri devam eden bir iğrençliktir. Bulgar dilini ve kültürünü, ayrıca yaşam tarzını kabul etmeyen bu büyük halk topluluğuna yaklaşımının yeniden değerlendirilmesi ve sorunlara çözüm bulunması zorunlu olmuştur. Yoksulların evlerini yıkmak, yakmak ve yaşadıkları getto-mahalleleri yerle bir etmenin çözüm olmadığı neden anlaşılamıyor anlamıyorum. Neden bunu anlamak istemiyorlar?! Hedeflenen nedir? Bu yıl Bulgaristan’ın Plovdiv (Filibe) ili Maritsa (Meriç) Belediyesinin Voyvodino köyünde, Gabrovo kentinde, Varna ve Ruse (Rusçuk) mahallerinde, Sofya’da ve Gırmen’de az mı ev yıkılıp yakıldı. Hiçbir Roman mahallesinde okul yok. 1990’dan beri Türk köylerinde tek okul kurulmadı. Türkçe öğretmeni yetiştiren enstitüler kapandı. Üstelik Roman çocukların il merkezlerindeki bakımlı modern okullara alınmıyor. Onlar ancak suyu yolu olmayan kenar mahalle okullarına kayıt yaptırabiliyorlar. Bakan’ın açıkladığına göre, 2019-20 ders yılında eksik öğretmen sayısı 2 000 (iki bin) kişidir ve bunlar o kenar semt okullarındadır ve eğitimi anlamsız yapan unsurlardan biridir. Hiç okula gitmeden okul bitirenleri ise konu etmek istemiyorum. Bulgaristan’da eğitim öğretim ve gelecek probleminin çözülmesi için nüfus olarak kazanılan egemenliğe giderek kesin politik anlam kazandırmak gerekecektir. 2019’da ders yılı açılırken öğrenciler, ana babalar, kamuoyu temsilcileri önünde yapılan konuşmalarda, basında ve TV tartışmalarında “Eğitim Reformundan” söz edilmedi. Hükumet asimilasyon politikası uygulayan eğitim öğretim sistemini değiştirmek istemiyor. Anadil eğitimini küçümsüyor. Din derslerine yol açılmıyor. Oysa Bulgar toplumunda dinden başka ahlak öğreten ders de yoktur.


Makale ve Analizler - 2019

137

Ancak 1944-1989 “suçlu dönem ilan edilen” – totalitarizmi kapsayan tarihin “zulüm dönemi” olarak anlatılması ve isim ve kimlik değiştirme, anadil, din, yaşam tarzı, gelenek yasaklayan 1972-1989 “kültürel soykırım” dönemini de ders kitaplarına alma sorunları tartışıldı. Yeni olan bir başka gelişme de DPS Başkanı Mustafa Karadayı’nin “Türkçe Ders Kitapları” hazırlatıp bastırma vaadinde bulunması oldu. Fakat DPS bu defa da, okullar açılmazdan önce 2019-20 ders yılında devlet ve belediye okullarında birinci sınıftan yedinci sınıfa kadar Türkçe okuması için ana babaların Okul Müdürüne sunduğu dilekçelerin yürürlüğe konmasına baskı yapmadı ve işi denetlemedi. Bulgarca tek söz bilmeyen 12 000 Milletten öğrencinin Türkçe derslere katılması için de bir şey yap(a)madı. DPS, Bulgar okullarında Reform Yapılması ve Avrupa istem ve değerlerine uygun eğitim-öğretim yapılmasına önayak olmadı. DPS, azınlıkların kör cahil kaldığını görmek istemediği gibi, şu da var: Bulgar eğitiminde çatlaklar belirdiğini, eğitimde ayar düzenini bozulduğunu halka açmıyor. Son yıllarda Bulgar ailelerin okul çağındaki çocuklarını ya dış ülkelere, ya Sofya, Plovdiv, Varna gibi şehirlerdeki Fransız, İngiliz, Alman ve İtalyan dil okullarına, bir kısmı da umumiyetle okula göndermeyip nitelikli öğretmenleri kiralayıp eve çağırıp (ev okullarında) öğretim yapıldığını izliyoruz. Bazı semtlerde Yeni Özel Okullar açıldığı da dikkati çekiyor. Sofya’daki FETO Okulu da eğitim etkinliklerine devam ediyor. İmam Hatip Okulları ve Yüksek İslam Enstitüsü de var, fakat bunların müfredatında ciddi Türk dili ve Türk tarihi eğitimi yok… Ülkemizdeki yabancı (dil) okullarında öğrenciler sanki dış ülkelerde gurbetçi olarak çalışmaya hazırlanıyor. İstatistiklere daha dikkatli bakıldığında, 2019-20 ders yılına 20 000 (yirmi bin) öğrenci daha fazla gelmesi bekleniyordu. Bu çocuklar dış ülkelere çıkarılmış, fakat henüz gerçekler açıklanmıyor. Genç aileleri Bulgaristan’da tutabilmek ve çocuklarını okullarda milli ruhta eğitebilmenin artık mümkün olmadığı gün gibi ortadadır. Bu problemin tek çözümü var. Azınlıkların kabul etmediği Bulgarca eğitim ve öğretimden vazgeçip, azınlık dillerinde, özellikle Türk dilinde, Avrupa istem ve değerlerine uygun okul programlarına göre, eğitim ve meslek eğitimi başlaması zamanı geldi. Ülkemizdeki yeni dev sanayi tesisleri Türk sermayesi tarafından kurulmuştur, Türk üretim tarzı istemlerine uygun çalışmaktadır ve işçilerin Türk dilini bilmesi, Türk adabına, yardımlaşma ve hoşgörü ruhuna göre eğitilerek uzmanlaşmaları zorunlu olmuştur. Bulgaristan’da eğitim modelinin hayatın el attığı istemlere uygun değişmesi gerektiğini görmeyen kalmadı. BGSAM ve BULTÜRK bu gereğe defalarca işaret etti. Bir gün önce Türk okulları açılması gerektiğine defalarca vurgu yaptı.


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şu iyi bilinmelidir. Bulgaristan’da yaşayan azınlıkların içinde büyük bir korku var. Bu korkunun özünde 20. Yüzyıl dehşeti, asimilasyon vahşeti ve 21. Yüzyılın ilk 19 yılının aynı ruhtaki yaklaşımlarıdır. Hatta faşist ırkçılığın yeşermesi ve hükümet ortaklığına tırmanmasıyla durum sertleşmiştir. “Bulgar Etnik Modeli”, “Romanları Asimilasyon On Yılı” gibi saçmalık ve boş işler denendi ama netice alınamadı. Olmayan bir işin olmamasının nedenidir? Gerçek neden nedir? Şöyle açabiliriz: İnsan toplulukları 2 şekilde gelişir (büyürler). Birinci yöntem) Öteki toplulukları eritip yutarak (asimile ederek). Bulgar ırkı bugüne kadar bu tür bir topluluk oluştura gelmiştir. Örneğin, Bulgarlar daha Balkanlara gelmezden önce İslavlarla karşılaşmışlar. Onları yenmişler, kadınlarını kullanarak üremişler ve çoğalarak yayılmışlar. 5 oğlu olan Han Kubrat’ın eşi de bir Rus kadını olup 5 çocuk anasıdır. Onlardan biri de Bulgar ırkını Tuna nehri boylarına indiren Han Asparuh’tur. Osmanlı devrinin son döneminde asker alınmayan Bulgar gençler iş güç sahibi olmuş ve Bulgar ırkı ilk kez 2 milyon olabilmiştir. 20. Yüzyılda bütün savaşlarda kırılan Bulgar ırkı toprak olarak genişlese de, nüfus olarak içine büzülme devrine girmiştir. Nüfus olarak büyümek için başka etnik ve milletleri eritip içine akıtma yöntemini devlet siyaseti haline getirip uygulayan Bulgarlar 140 yıldan beri bu ilkeden asla vazgeçmediler: Önce 1913’te ve 1934-1944 yılları arasında Müslüman Pomaklar asimile edilmek istenmiştir. Aynı dönemde Ulahlara, 1944’ten sonra, önce Makedonlara, 1962’de Romanlara, 1964’te ve 1972-73’te yine Müslüman Pomaklara, 1982’de yine Romanlara, 1984-1989 yılları arasında Türklere amansız saldırıp hepsini (istisnasız) eriterek (tarihte iz bırakmamak şartıyla) Bulgar Irkı içine akıtmak ve geçmiş ve gelecekten silmek istemiştir. Bunu kabul etmeyenler göçe zorlanmış ve 1 milyondan fazla Türk Anadolu’ya geçmek zorunda kalmıştır. 1958’de tüm azınlık okullarının devletleştirilmesi ve Bulgar okul müfredatına geçilmesi de bu sinsi niyetin bir ürünüdür. 1989 sonunda sözde bu süreçlerden “dönüldüğü” ilan edilse de, Bulgar makamlar devletler arası hukukun bazı ilke ve maddelerini sinsi niyetleri lehinde ustaca kullanmışlardır. Bu ilkelerin başında gelen “suçlu bir devletin, kendini cezalandırmasının mümkün olmadığı” ve ikincisi de “kolektif alınan kararlardan kişilerin suçlu tutulamayacağı” ilkesidir. Böylece “soy kırım” diyebileceğimiz olaylardan tutuklanan ve ceza gören olmamıştır. Bu siyasi çarpıklık Rusya ve Batı devleti tarafından desteklenmiştir. Azınlıklara zulümden yargılanmış Bulgar yoktur. İlk kez ev yakma, doğduğun yerde yaşama, ana dilimizi konuşma, dernekleşme gibi konularda da-


Makale ve Analizler - 2019

139

valarımızı Strazburg Uluslar arası İnsan Hakları Mahkemesine (UİHM) taşıyabildik. Devlet ve Belediye okullarında ana-okulunda zorunlu eğitim ve öğretim davamızı da UİHM’ne taşıma zamanı gelmiş bulunuyor. Bulgar Eğitim Bakanı Krasimir Vılçev yeni ders yılının açılması vesilesiyle verdiği demeçte, “öğretmen, eğitmen, okul bekçisi, polis, jandarma ve okul müdür ve müfettişlerin 2019-2020 ders yılına Bulgarca eğitmek için öğrenci toplamak amacıyla mahalle ve gettoları toplam 200 000 (iki yüz bin) defa ziyaret ettiğini, evlere girdiğini, çocuk aradığını, ana babalara değişik önerilerde bulunduğunu” açıkladı. Bu da zorla asimilasyon siyasetinin bir devamıdır. Ailelere bakı uygulandığı ortadadır. Bu gelişmeler yeni olayların günümüz Bulgaristan’ında eğitim sorunun kader belirleyici duruma geldiğini kanıtlıyor. Azınlıklar 21. Yüzyılda 20. Yüzyıl kâbuslarını yaşamak istemiyorlar. Bulgaristan’daki etnik topluluk kimlikleri koruma direnişleri iç savaşa neden olabilir… İkinci yöntem) Bulgar olmayan etnik toplulukların kendilerini koruyabilme, hayatta kalma ve öz gelişme mücadelesidir. Bulgarlar kendilerinden olan ve olmayanları eritip yutarak gelişirken, Bulgarca konuşmayan Bulgaristan etnikleri – Müslümanların hepsi, Makedonlar ve Ulahlar – doğal yoldan çiftleşip üreyerek büyüme yolunca gelişiyorlar. Asırlar boyu bu Türklerde, Romanlarda hep böyle gelmiş ve gelişmiştir. Bu açıdan bakıldığında Bulgar okullarına gitmek istemeyen azınlık çocuklarının anaları ve babaları, topluluğun kendisi koruma refleksiyle tepki veriyor, elini kolunu kaptırmaktan, evlatlarının beyninin değersiz şeylerle doldurulmasını istemiyor, ayrıca da doğal zekâlarını korumak istiyorlar. Bütün savaşları kaybetmiş ve devamlı çökmüş, esaret altında olmaktan sanki zevk alan Bulgar toplumuna, bu nedenle de karışmayı istemiyorlar. 3 milyon vatandaşın ülkeden kaçmasını başka türlü anlatabilmek imkânsızdır. Hiçbir ana baba çocuğunu batan bir gemiye bindirmek istemez. Devam edecek. İkinci yazı: Çözüm yollarını birlikte arayalım. Okuyanlar lütfen dostları ile paylaşsınlar. Teşekkür ederim.


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgarlar Ve Bulgar Olmayanlar – 2 Tarih: 20 Eylül 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Bulgar toplumunu sarsan yalın gerçek: Birinci sınıfa yazılan 20 000 çocuk Bulgarca tek söz bilmiyor. Bulgaristan’da 2019-20 ders yılı başladı. 60 000 afacandan 28 000’i evde Bulgarca konuşan ailelerin evladı. 32 000’i evde Bulgar dili kullanmayan ailelerden geliyor. Bulgaristan Eğitim ve Bilim Bakanı Vılçev ders yılını açarken yaptığı konuşmalarında “Anadili Bulgarca olan” ve “Anadili Bulgarca olmayan” çocuklar derken toplumu ikiye bölündü. Türk çocuklara, Türk, Romen çocuklara Çingene-Roman-Millet, Makedonlara Makedon diyemeyen bakanın, bu konuşmayı çok zor hazırladığına inanıyorum. Çünkü 1944 yılından Bulgar toplumuna böyle bir niteleme getirilmemişti. Türkler “fes”, “ibrikçi” veya “Gacallar”, Romanlar “mangal” dı onların dilinde. Diğerlerinin de lakapları vardı. Ne var ki ortada bir vesile olmayınca, dilleri dönmüyordu. Aileden gelen, dil-altında yaşayan bu sivri taşlar, çocukların sokak kavgalarında bakla gibi dökülüyordu ortalığa. Benzer durumlarda Bulgar toplumu yağmurdan sonra zehirli mantarlık gibi açıyordu. Bakan Vılçev’ın duyurduğu ve 16 Eylül 2019’dan beri Bulgaristan’da Bulgar medyasında en çok (her haberden önce) yinelenen “Yirmi bin birinci sınıf öğrenci Bulgarca tek söz bilmiyor – GELE GELE BURAYA GELDİK!? Sözleri uyuyanları uyandırdı mı? Toplumu nodulladı mı? Azınlıkları Bulgarlaştırma işlerini “saraydan” yöneten hain Ahmet Doğan göbeğini kaşıdı mı? Bulgar toplumu kör cahil kaldığından sonra Avrupa Birliği’nden çıkarılır mı? Bu sorular sormakla bitmez! Bulgaristan’da çok yakında WhatsApp, bilgisayar, çamaşır ve bulaşık makinesi vs kullanamayan, Bankomattan para çekemeyen, elektrik, su faturasında, trafik ceza fişinde yazanları sökemeyen, vergi ödemeyi beceremeyen bir genç kitle oluşacak. Bu gençlere sokak süpürme işi ancak yaprak dökümünde verilecek, çünkü şehirlerde oluşan ırkçı orta tabaka onları evlerinin etrafında ve yaşadığı sokakta, köpeğini gezdirdiği bahçede görmek istemeyecektir.


Makale ve Analizler - 2019

141

Bildiğiniz gibi 1934 yılından başlayarak Almanya’da Yahudileri toplumdan ırkçı silkme böyle başlamıştır. Yahudi çocuklar Alman okullarına alınmamıştı, fakat Yahudi öğrencilerin Alman çocuklarla aynı sıraya oturması yasaklanmıştır. Biz Bulgaristan’da bugün “ırk üstünlüğü” gibi bir ruh hastalığına yakalanmış olanlar şehirlerinde, değil Çingene-Millet okulu, Çingene-Millet çocukları için top sahası olmasına, Çingene-Millet mahallesinde kütüphane ve benzerlerinin açılmasına tahammül gösteremedikleri gibi, “çalga müziği”ne karşı yasa çıkarmaya çalışıyorlar. Azınlık geleneklerine göre düğün yapılması ırkçıları rahatsız ediyor. Millet-Romanlarla aynı düğün salonunda evlenmek istemeyenler çoğalıyor. Gettoların yıkılması, Azınlıkların Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ırkçılık devrinde olduğu gibi “(bandüstanlarda)-siyah derili mahalleleri Geto” – dikenli telle çevrili, teneke kulübelerde yaşanan kapalı alan – toplanması Bulgar eğitim sistemi için bir mezar olarak belirleniyor. Tek dilli, tek kültürlü Bulgar devletinin çok yakında çözüleceği merkezler işte bu getto mahalleler olacaktır. Son 140 yılda ilk defa olmak üzere 1990’dan sonra Bulgar Müslüman azınlıkları Avrupa ve dünya görme imkânı buldu. En kötü işlerde çalışmaya hazır genç bir etnik kitle Batı Avrupa Ülkelerinden Birleşik Amerika ve Kanada’ya kadar yayıldı ve bambaşka insanlar olarak Bulgaristan’a geri döndüler. Bulgaristan’da ikinci sınıf bir insan olarak ezildiklerinin bilincine yeni yeni vardılar. En kutsal hakları olan anadil, öz kültür, müzik ve sanat, edebiyat haklarının ellerinden alındığını gördüler. İşte bu sene Bulgar Eğitim bakanlığı köy kütüphaneleri için bir milyon leva ayırmış, ama hiçbir Türk, Çingene-Roman-Millet veya Pomak mahallesinde kütüphane açılmasına, bu kütüphanelerin raflarında azınlık dillerinde 10 kitap, bir gazete, bir dergi olmasına bir leva ayrılmamıştır. Büyük ayrımın, ötekileştirmenin, azınlıkların kültürel kimliğinin her gün, her ay, her yıl yok edilmesinin küçük adımları bunlardır. Gırnatacının elinden zurnanın, davulcunun elinden tokmağın alınmasının başka bir anlamı olamaz. Bulgaristan’da yaşayan 8 Roman-Millet azınlık lehçelerinden hiç birinin alfabesinin 140 yılda hazırlanmaması anlamını siz yorumlayınız. Romanlaran-Millet’in Bulgarca sayması sorunları çözmüyor.


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar zenginleri ayrı okullara gidiyor. 2019-20 ders yılında büyük şehirlerdeki 51 okula Bulgar sanayicileri damga vurmak, okullarda sanayi tesislerinde ihtiyaç olan dillerin, teknik derslerin, bazı derslere ağırlık verilmesini istiyor. Bu iş adamları ve sanayi tesisleri listesinde Türk şirketi olmaması dikkat çekiyor. Şumen, Tırgövişte, Plovdiv ve Kırca Ali okullarında haftada 3 defa Türk dili öğretimine geçilmesi zamanı gelmiştir. Türk diplomasisinden de daha kararlı adamlar bekliyoruz. Şu tespitler çok önemlidir. Yedi yıl önce Bulgaristan’da ilk kez doğum oranı “Bulgar olmayanlar” lehinde değişmiştir. Bu tespit anadil olarak belirlenmiştir. Bakan, “Anadili Bulgar olmayan” gruptan söz ediyor. Demek oluyor ki, Bulgar dili Bulgar kimliği için belirleyici olduğu gibi, Türk dili de Türk kimliği, Bulgaristanlı Müslüman Türk kimliği için de belirleyicidir. Roman-Millet grubundan 12 000 (on iki bin) 7 yaşında çocuk kendi aralarında Türkçe konuşuyorsa ve ailesi ona evde başka bir dil öğretmemişse, Türk’tür. Bunlardan 20 000’i 7 yaşında çocuk (Bakanın belirttiğine göre) Türkçeden başka dil bilmiyorsa, öğrenmemiş ise (konuşmuyorsa) Türk Kimlikli milletin ailelerinden gelmiştir. 1879’da Tırnova Kaymakam Konağında Bulgar Prensliği’nin Birinci Büyük Millet Meclisi’ne delege olarak gelen, seçilmiş 9 Türk milletvekili Bulgarca bilmediğinden dolayı, tercüman çağrılmış ve meclis tercümeli çalışmıştır. Anayasa’yı imzalamaya çağrılan 6 il Müftüsü ise, Bulgarca yazıp okumaları olmadığından, Bulgar Meclisinin de sağdan sola ve Arap harfleriyle atılan imzayı kabul etmediğinden dolayı, imza yerine parmak basmışlardır. Nereden çekildik nereye geldik? 2019’da Bulgar Meclis kürsüsünden yapılan konuşmalar, Bulgaristan’da okul bitirenlerin % 42’sinin Bulgarca okuduğunu anlayamadığını, nüfusun % 80’nin “debil” olduğunu belirtiyorlar. 1879’dan bu yana, ortalama 25 yılda kuşak değiştiğini kabul ettiğimizde, şimdi biz Bulgar devletinde ve toplumunda yaşayan altıncı nesiliz ve bizim çocuklarımızın 7 yaşına kadar tek Bulgarca kelime öğrenmeden tamamen kapalı sosyal ortamda yaşadığına tanık oluyoruz. Toplumun bu göz çıkaran gerçeği normal karşılaması beni kahrediyor. Bulgarlar gerçekten de olmayanı karanlıkta arıyor ve azınlıkları da zifiri karanlığa itiyorlar. Aydınlığı şişede bulsalar önce kendileri içecekler ve arttığında azınlıklara “alın azdan az siz de tattın” diyecekler.


Makale ve Analizler - 2019

143

Yakın geçmişte Türkçenin Bulgaristan’daki rolü büyüktü. Bulgar ekonomisinde en büyük döviz kaynağı olan tütüncülükte üretim dili Türkçeydi. Tütüncülerin tamamı Türklerdendi. Çocuklar evde ve işte üretim dili ve ustalığı öğreniyorlardı. Bakan Mehmet Dikme, ardından Rus oligaşi balonu D. Peevski, hainler başı aç kurt Ahmet Doğan ekmek teknemizi kırdılar. Yerine ise hiçbir şey koyamadılar ve gençler kurtuluşu AB’ye gitmekte gördüler. Tütünle beraber hayvancılığa indirilen öldürücü darbe de Türkçemiz üzerinde çok olumsuz etki yaptı. Türkçe 300-500 sözle kapsülleşmiş bir “ölü dil” haline getirilmeye çalışıldı. Kör cahillerle birlikte Bulgarca konuşan, fakat konuşulanı anlamayanların sayısı arttı. DSP’nin mecliste 38 milletvekili bulundurduğu günlerde yapılan bir anketten öğrendik. Yalnız yedisinin cebinde tükenmez varmış. Bulgarca konuşmayan ve Bulgar dilinde eğitim ve öğretim almak istemeyen yeni bir kuşak meclise dolacak kadar kalabalaştı, gene de tedbir alınmadı. Hep dinlediler, ama ne diyecekleri akıllarına gelmedi. Daha da ilginç olan ise şudur: Bize “ekmekle” yaşasınlar, diyorlar. Toplum sağ kayarken faşistleşirken manevi olan “onlara ait olmayabilir” diye düşünenler çoğalıyor. “Geri zekâlılık” toplumun bir niteliği ya da vasfı ise, biz örgütlü ve toplumu bütünüyle saran bir “geri zekâlılığın” kök salıp yayıldığına tanık oluyoruz. Kör cahillikte, fakirlikte, yoksullukta, çaresizlikte, gurbetçilikte ilk sıralarda olmamız bunu her gün kanıtlıyor. Belirtiyorum “karanlık” bizim için çıkış noktası olamaz… Toplumda bu konunun yıllarca konuşulması yüzde yüz yasaktı. 1980’li yıllarda Türk Okulu isteyen, çocuklarımıza anadillerinde ders vermek isteyen, anadilimizde şiir, öykü yazan aydınlarımızın hepsi toplandı ve zindanların en karanlığına atıldılar. Değişen hiç bir şey olmadı. Ama ne yazık ki, ders çıkaran da olmadı. Köklü değişim yapılmadı ve daha da kötüsü planlanmıyor da… Türkiye’deki yakınları ile Türkçe yazışan kardeşlerimizin tümünün yargılanmadan sürüldüğü ya da toplama kamplarına atıldığı dikkate alındığında, Bulgaristan’da rejim değişikliğinden “demokrasiden” söz edenlerin ne demek istediklerini gerçekten öğrenmek istiyorum. Çünkü birbirimizi anlayamaz olduk. Anlamak istemiyoruz. İçinde bulunduğumuz Eylül ayında Haskovo şehri merkezindeki Tarih Müzesinde sergilenen ve ayın sonuna kadar açık olacak “Belene Anıları” sergisini hiçbir Müslüman mahkûm veya yakını ziyaret etmemiştir. “Belene” kampında 517 Türk hak ve özgürlük mücahidi kahramanımız kapandı, işkence gördü, isimleri orada zorla değiştirildi.


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yasalar yol vermediği için haklarını arayamadılar. Bu gün “Belene” Anıt Levhasına Bulgar isimleri yazıldı, isimlerinin değiştirilmesini, Türk adlarının yazılmasında direnen karşı gelen bile olmadı. Bu gidiş pek iyi yere gittiğimizi söylemek mümkün değil. Denizleri-Okyanusları geçtik derken şimdi Arda’nın-Meriç’in sularında boğulacağız mı? Bu sergiye gidip, isteklerini hatıra defterine düşüncelerini yazmayı bile tenezzül etmiyorlar. Biz Türk öğrencilerin bu sergiye götürülmesini tavsiye ediyoruz. Okullar bunu yapmasa bile anne-babalarını bunu yapmaları gerektiğini düşünüyorum. Ruhsuz insan insan değil, RUHLAR DA BURALARDAN BESLENİRLER. Afacanlarımız tarihe girdi. Yanağına makas atmak istediklerim, 2012’de “azınlık” olanlar, 2019’da “çoğunluk” oldular. Bulgaristan okullarında Bulgarca konuşmayanlar (anadilleri Bulgar dili olmayanlar) ezici çoğunluk (egemen durum) oluşturdu. 1910’daki rüzgâr döndü ve 130 yıl azalan nüfusumuz geri döndü. Bu büyük bir zaferdir. Kırılmayı kapattık. Bu nazik egemenlik henüz okumaya yazması olmayan cahiller çoğunluğudur. Bunu asla unutmayalım. Kollarımızı sıvayalım. Toplum kuraklıktan yarılan toprak gibi parçalanmıştır. Toplunun yalnız okulda değil, her alanda, her mahallede yüzde yüz parçalandığını görenler, 140 yıl derinleşen sonra bu bölünmenin kapanma sürecinin başlamadığını belirtiyorlar ve haklıdırlar. Bu yönde bizim için olumlu adımlar ancak Türkler ve Türkiye tarafından atılıyor. Türkiye okullarında Bulgaristanlı soydaş öğrencilere vatan dilimiz olan Bulgarca öğretilmesi ne güzel… Bulgaristan’da yatırımı olan Türk iş adamlarının Türk fabrikalarında çalışmak isteyenlere Türk dili öğretilmesini istemelerini alkışlıyoruz. Bulgaristan Türkleri Öğretmenler Birliği’nin, Kültürel Etkileşim Derneği ve Hoşgörü Kulüplerinin, ebe beyin çalışmalarını vb destekliyor ve kutluyoruz. “Balon” “Filiz” gibi bir öğrenci gazetesi çıkarılması yine aktüel oldu. Bulgar Eğitim ve Bilim Bakanı’nın gerçek durum karşısında dilini yuttuğunu, çaresizliğini görüyoruz. Ne ki o, hala “biz ülkemizdeki azınlıklarla okul çalışmalarında 1879’dan daha durgun ve geriyiz, o zaman hiç olmazsa meclise tercüman çağırmışlar, biz 2019’da sınıf odalarına toplanan ve tek Bulgarca kelime bilmeyen çocuklarımızın kendilerine Bulgarca konuşulanları anlayabilmeleri için tercüman mı tutalım? Çok acı bir gerçek…


Makale ve Analizler - 2019

145

Unutmayalım, Türkçe öğrenmek yalnız TV seyretmekle olamaz. Çocuklar Türklüğün hayat sıcaklığını bekliyor. El uzatmışlar tarihimizi, töre ve geleneklerimizi, Peygamberimizin hayatını öğrenmek, şiir ve masal kitaplarımızı ve tablet istiyorlar… Çıkış yolu Türk çocukları için özel kreşler, Türkçe anaokulları, okula hazırlık dersleri, Türk okulları açılmasıdır. Okullarda Türkçe zorunlu dil olmalıdır. Türkün dili Türkçedir. Eğitim sorunları en önemli konularımızdan biridir. Devam edecek. Sadece kendimiz değil çevremizi de bilinçlendirelim, Paylaşınız lütfen. Teşekkür ederim


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgarlar Ve Bulgar Olmayanlar – 3 –

Tarih: 21.09.2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Anadilde okul eğitimi ve azınlık haklarımız için sert bir mücadelenin eşiğindeyiz.

Bulgaristan’da 2019/20 ders yılı açılışında birinci sınıfa gelen 20 bin çocuğun tek kelime Bulgarca bilmediği ortaya çıkınca, Bulgar devletinin afacanların eline sıkıştırdığı Bulgarca kitapların işe yaramayacağı anlaşıldı ve ulusal çapta tartışma açtı. Paket halinde kitapları alan çocuklar annelerine mahzun gözlerle, “Bunlar ne?” diye sordular. “Ne desem acaba!” telaşı içinde, anneler boynu bükük, gönlü kırık, üzgün ve endişeliydiler. Ders yılının aşılış törenlerinde, besbelli Bakanlık emriyle olacak, okul duvarına boydan boya NEFRET SÖYLEMİ YASAK pankartı uzatıldı. Bulgar faşizminin damarında dolaşan kan nefret söylemindedir. Bulgaristan’da bunun ustaları ve hocaları VMRO başkanı Krasimir Karakaçanor, VMRO Başkan Yardımcısı Angel Cambazki, “Ataka” partisi lideri Volen Siderov ve “NFSB” partisi lideri Valeri Simyonov’tur. Bu partilerin sağ ve sol uçtan olmaları “faşist” ve “ırkçı” olmalarına engel değildir. Türk düşmanı olmaları “faşist ve ırkçı” olmalarına en büyük kanıttır. Bizim memlekette, etnik azınlık okullarının (Türk okullarının, medreselerin, dershanelerin) devletleştirildiği ve özel okullarımızın yasaklandığı 1958 tarihinden beri yani 61 yıldır nefret uygulanmasına özgür alan açılabilmesi için “nefret söylemi yasak” pankartı duvar kâğıdı yerine kullanılmaktadır. Kıdemli öğretmenlerimizden Galip Sertel Hocam bu trajediyi derin hüznünü gemleyip şöyle dile getirdi: Çarmıha gerilmiş ağlamakta zaman Mezar taşları kırılmış gömütlükte Feryat ediyor sükût içinde yatan Kıyamet günleri gelmiş değil Çocuğun isyanı bitmiş değil.


Makale ve Analizler - 2019

147

Bu Bulgaristan Müslümanlarının toplumsal gerçeğidir. Okullarımız bu facianın yalnızca bir halkasıdır, ne var ki, geleceğimizi belirleyen olduğundan dolayı çok önemli, olmazsa olmazımızdır. Okul mücadelemizi hiçbir şey durduramaz, engelleyemez… Biz bugün Bulgaristan’da yaşayan Müslüman Türkler yani Bulgar Eğitim ve Bilim Bakanı Vılçev’in “anadili Bulgar olmayanlar” kategorisine girenler, aslında durumları cidden acınası olan insanlarız. Fakirler, zavallılardır, iki ucunu bağlayamayanlarız, yaklaşan kışa odun alamamış ailelerdendir. Her sayfasındaki ırkçılık kokusu buran direği kıran 1991 Bulgar Anayasasında (Türk milletvekilleri tarafından imzalanmamıştır) “Anadili Bulgarca Olmayan” vatandaşlar tanımı (tarifi) yoktur. Bakan, Türkler, Romenler, Millet, (Çingeneler) diyemiyor bu vatandaşlarımıza. Resmi Bulgar makamlarının ağzında onlar “ataları İslamlaştırılmış vatandaşlar”. Bulgarlar da devlet ve millet olarak sözde bizim Müslümanların “kurtarıcısı” olduklarını iddia ediyorlar. Şöyle yani bir defa Ruslar bizi Osmanlıdan (dedelerimizden) “kurtarmış”. İkincisi de Bulgarlar sayesinde “İslamlaştırılmış Bulgar olmaktan kurtarılmışız.” Biz Türkler güya “iki defa kurtarılmışız da”, anlaşılan 2 defa da kölelik zincirine bağlanmışız… Okulları, medreseleri, okul bahçeleri, oyun alanları, alfabeler, kitaplar, kaz tüyler, divitler, okkalar, tükenmezleri ellerinden alınmış, ateşe atılmış külü savrulmuş zavallı insanlarız. Tarihte ancak kölelere karşı olan bu yaklaşım XV. ve XIX. Yüzyıllar arasında Afrika kıtasında yaşanmıştır. Bütün kıta kör cahil, ayak ve kol bilekleri kelepçelenmiş, boyunlarında ise başka kelepçe ve zincirler… Kelepçeler bizim dilimize ve zihnimize vuruldu. Zincirleri 140 yıldan beri soruyoruz. Bir yere varamadık. Tarihte gelişip biçimlenmiş öz kimliği olmayan bir millet olan Bulgarları azınlıklardan oluşan “köle sahibi eden” Rus Çarına ve Sovyet devlet ve komünist partisine (SBKP) sonsuz minnettarlık ifadesi olarak 2020 yılında Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin Bulgaristan’a davet edildi. Bulgarları esir alıp sıcak denizlere çıkmak için 1877’de Osmanlıya saldırı savaşı yapan, Tuna’yı geçtikleri yer olan Sviştov (Ziştovi) şehrinde sözde “kurtarıcı” Çar II. Aleksandır’ın 6 metre yüksek bir at üstünde anıtı dikilmesi hazırlıkları sürüyor. Anma törenlerinin yapılacağı tarih, köleleştirildiğimiz gündür. Şu da var. Biz Müslümanlar ve Bulgaristan’daki azınlıklar, kendilerini “köle sahibi” zanneden aslında kendileri de “köle” olan, Bulgar kölelerin, ve onların derip çattığı devletin de hepimiz topluca köleleriyiz. Bizim için bu katmerli köleliktir ve 140 yıldan beri çökmektedir ve çöktükçe hepimizi daha da ezmektedir. Vatandaşlardan yarısının yurtlarını terk etmesine başka


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bir anlam verilemez… “Türk” sözü ve “Türk dili” kavramı gibi “köle” ve “katmerli köle” kategorileri de Bulgar anayasasında olmasa da, hayatta var ve zincirleri sürüye sürüye yaşamak zorundayız. 1878’den beri durumumuzun tarifinde şu da var. Devletten süresiz “savaş tutsağı” muamelesi görüyoruz. Başımıza gelenler ancak büyük bir savaşta esir düşenlerin başına gelebilir. 1500 köyümüzü, 2700 okulumuzu kaybettik. 40 binden fazla öğretmen, eğitmen, okul müdürümüz, aydınımız göçe zorlandı, yok oldu. Afrika’daki kölelerin aralarında anadillerinde konuşmaları yasaktı. Başka dil bilmediklerinden bir tek susma hakları vardı. O da hiçbir belgeye işlenmemişti. Seçme ve seçilme hakları yoktu. Ancak ıslık çalıyor ve burunlarından çıkardıkları sesle müzik yapıyorlardı. Günümüz “çalgacıları” gibi… Kölelere para cezası kesilmiyordu. Çünkü onların parası yoktu. Bizde durum farklıdır. 1989’da 5 (leş) leva olan Türkçe konuşma cezası 2019’da 2 400 (iki bir dört yüz) levaya çıktı. Bulgar makamları, kurumları, adalet ve yargı bu konuda itiraz kabul etmiyor. Soruyorum: Tek söz Bulgarca bilmeyen birinci sınıf öğrencileri ne yapacaklar? Okulda aralarında Türkçe konuştukları için onlara kesilecek cezaları kim ödeyecek? Yoksa Bulgar okullarının birinci sınıfında 2019-20 ders yılında öğrencilerle öğretmenler kafa sallayarak ve el işaretiyle mi “konuşacaklar”?! Cahil kalmamızdan, budalalaşmamızdan, serserileşmemizden, divaneleşmemizden ve dolayısıyla aptallaşmamızdan memnun ve hatta mutlu olduğunu gizleyemeyenlerin başında hiç kuşkusuz 126 yıldan beri İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ismi ardına gizlenenlerin gorgor-başlarından Angel Cambazki geldi. Devlet ve belediye okullarında Türkçe okunmasına en sert tepki verdi ve ateş püskürdü. 2019 Mayısında ikinci kez seçilen ve Avrupa Parlamentosu (AP) milletvekili olan Cambazki’nin Balkanlı olduğunu soyadı ele verirken, soyunun yarımadamızın neresinden geldiğine de, dini yortularda giydiği beyaz kısa etekli, ayakları çarıklı Ege Yunan giysileri ve belini saran kırmızı kuşağı sıkan siyah kemere taktığı kılıflı kama işaret ediyor. 21 Eylül günü VMRO ırkçı yönetimi Cambazki’nin 27 Ekim günü yapılacak yerel seçimlerde Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanı adayı gösterildiğini açıkladı. İyilikbilmez ve nefret söylemi dolu kimliğini açarken, bu defa Sofya kenar semtlerinde yaşayan ve sayıları artık 400 bin olan RomanlarMillet ve 25 bin Arap, Pomak ve Türklerle ilgili tek söz söylemedi. Geçen


Makale ve Analizler - 2019

149

hafta, VMRO-lu Makedonlardan en az 500 yıl önce Sofya’ya yerleşen Romenleri başkentten kovma niyetini gizlememişti. O, 2019-2010 der yılı açılırken Eğitim ve Bilim bakanı Vılçev’in birinci sınıfa gelen 20 bin çocuğa “anadili Bulgarca olmayanlar” demesinden sonra patladı. Bulgar okullarında Türkçe okunmasına “Anayasa’nın izin vermediğini ve bu hususta Türkiye ve Bulgar devletleri arasında mutabakat olduğunu” belirtti. Aday gösterilmesi aşırı milliyetçiliği ve ırkçılığıyla otorite yapan Cambazki’nin belirli güçler tarafından kullanıldığını ortaya koydu. Aday yalan söylemeye başladı. Bir defa Bulgar anayasasında “yasaklayıcı” madde yoktur. Anayasa Bulgar dilini resmi dil ilan ederken, azınlıkların anadillerini yasaklamamıştır. Bulgaristan’da azınlık nüfus çoğunluk olma eğiliminde olduğundan, konuşulan azınlık lehçelerinin önemi artmıştır. Türk dili bir büyük kültür ve uygarlık dili olduğundan dolayı çekicidir. Türkçenin azınlıkları birleştirdiği ortadadır. Türk kimliği oluşturan bir anadil ve ulusal dil olma nitelikleri de taşıdığı için yayıldıkça yasaların ve anayasanın değiştirilmesi gerekecektir. Makedonya’da Arnavutça ikinci dil olmuştur. Düne kadar yasaklı dil olan Boşnakça devlet dili olmuştur. Şimdilik Bulgaristan’da önemi arttıkça Türk dili ikinci resmi dil olabilir. Bunu gören Halkın Şeref ve Özgürlük Partisi (HŞOP) bu isteği programına almıştır. Bu istek, Türkiye’deki 1 milyon soydaşımızın ve Batı ülkelerindeki 150 bin gurbetçimizin önemli isteklerinin başında gelendir. Avrupa Birliği ülkelerinde çalışan ve sayıları 600binden fazla olan Roman – Millet kardeşlerimiz ailelerinde ve iş esnasında kendi aralarında Türkçe konuştukları, Müslüman istemlerine uygun yaşadıkları gibi, büyük bir dayanışma içinde yaşam kavgası veriyor ve çocuklarını vakıflara ve camilere bağlı Türk okullarına gönderiyorlar. Kısaca, modern kültüre katılıp Uygurlaşmamızın Bulgaristan kaynaklı yolları ırkçılar tarafından kapanmış bulunuyor. Güven kaynağımız yine anavatanımız. Türkiye ise bu hizmetleri Müslümanlık ve Türklük adına sunuyor. 2018’de ve 2019’da Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanımız Çavuşoğlu ve Büyükelçi Sayın Dr. Hasan Ulusoy’un Bulgar okullarında Türk dili okutulmasını ısrarla önerince, alınan tepkileri ve diplomatik gerginliği unutmadık. Mücadelemiz devam etmektedir. Cambazki, AP seçimlerinde “Prestoe” ve “Ruen” , Plovdiv ve Kırca Ali şehir ve köy okullarının hepsinde Türkçe okutulması isteklerine gösterdiği tepkide “Bulgaristan’da Türk okulu yok. Bulgar okullarında Türkçe asla okutulmayacak” dedi. Fakat Bulgar devleti 2 700 Türk Okulu yıktı, 2 535 cami, mescit ve medreseye el koydu, devlet


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve belediye mülkümüzü gasp etti, yarısını kilise, diğerlerinden büyük bir kısmını da “müze” yaparak kullanımdan aldı, demedi. Bütün yasaklar, el koymalar, dönüştürmeler, bombalamalar ve yasalara ve mahkeme kararlarına rağmen herhangi birini iade etmeye karşı kararlı direniş sanki bir planın halkaları. Nefret yüklü böylesi bir dil, kültür ve din düşmanlığının dünyanın hiçbir yerinde görülmediğini yazmak zorundayım. Irkçı ve kültür düşmanı bir milliyetçiliği temsil eden siyasetçilere 21. Yüzyılda yer almamalıdır. Hele Sofya meclisinde, hele hele Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanlığında ya da AP’unda. Bulgar devleti azınlık düşmanı öz siyasetini Cambazki gibi aşırı ırkçılar söyleviyle sürdürüyor. AP milletvekili Bulgaristan okullarının Eğitim ve Bilim Bakanlığı şapkası altında olduğuna vurgu yaparken, “okulların hepsi Bulgarlarındır, Bulgar devletinin ve Bulgar belediyelerinindir,” azınlıkların “okul hakkı yoktur” demekten çekinmiyor. Dili dönse “siz kölesiniz,biz ne dersek o olacak, kör cahil kalmak kaderiniz,” demek istiyor da, henüz dili dönmüyor. Kendisini Bulgaristan çıkarlarının savunucusu sayan ve bunu resmen beyan eden bu haydut voyvoda kalıntıları, İkinci Balkan Savaşında (1913) ve Birinci Dünya Savaşı’nda (1914-18) Bulgar Ordularının yenilgili Makedonya çarpışmalarından sonra Ege ve Vardan Boyundan kovulunca 39 000 kişi olarak Bulgar Krallığına sığındılar. İlk boy gösterişleri, 1913’te Çar Ferdinand’ın Batı Rodoplar’da Pomakların isim, baba adı, soyadı ve din, dolayısıyla kimliklerini değiştirerek Müslüman’dan Hıristiyan ve Türk’ten Bulgar yapma saldırılarının taşa çarpmasından sonra dal budak saldı. Onlar Rodop Dağlarında Çar çıkarlarını savunan çapulculardı. Giderek kiralık katilliği üstlendiler. Büyük sayıda yerlinin köylerinden kovulmasından sonra “adalet dağıtıcı” rolünden hırsızlar olarak kol gezdiler. Savaş cephelerinden kaçırdıkları silahlarla boy gösterip Haydut Çeteleri kurdular. 1923’te Bulgar Halk Çiftçi Birliği’nin başkanı, Başbakan Aleksandır Stamboliyski öldürdüler. Daha önce Başbakan Stanbolov ile Maliye Balkanı Belçev’ı de Makedon mülteci haydutlar tarafından öldürüldüler. Moskova (Komintern) uluslar arası terör örgütüne para ve silah karşılığı kulluk ettiler. 1925 askeri darbesine katıldılar. 1934’te VMRO yasaklandı. Silahları toplandı. 1944’te yöneticilerin bazıları imha edildi ve 1990’a kadar yasaklı kaldılar. 1991’den sonra VMROsempatizanlılarını derneklerde örgütlediler, Bulgar Ulusal Hareketi (BUH) oluşturdular. “Yurtseverler” olarak ünlenmeye çalışırken, 2017 seçimlerinden önce, aşırı soldan gelen ve Moskovçu olduğunu gizlemeyen “Ataka” Partisi ve 1913’te Türkiye Trakya’sından Bulgar Krallığına geçen ve Bur-


Makale ve Analizler - 2019

151

gaz, Yambol ve Haskovo illerine yerleşen Bulgarları derneklerde örgütleyerek “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NFSB) partisi ile birlik olup sözüm ona “Milli Cephe” kurdular 26 Mart 2017 seçimlerinde üçüncü siyasi güç oldular ve GERB partisiyle hükümet ortaklığı oluşturdular. Bu ortaklıkta VMRO Başbakanı Krasimir Karakaçanov Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı görevleriyle birlikte birçok kurumu elinde topladı. Bulgaristan Müslümanlarının boynuna 1878’de takılan kölelik zincirini çıkarmamak şartını kabul ettiği için kurulmasına onay verilen Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS – HÖH) partisinin 1990’lı yıllarda gizli devletle ilişkilerini VMRO-subayları üzerinden yürüttü. Ayrıca Başkan Ahmet Doğan’ın daha 1992’de VMRO’nun en yüksek ödülü olan “Altın Yıldız” ile ödüllendirildiğini düşündükçe, 57 yıl yasaklı olan bu partinin Moskofçu olduğunu düşünen de olmuştur. Fakat VMRO ve HÖH partisinin meclisteki oylarını birleştirip son 75 yılda ilk kez ABD F-16 savaş uçaklarından 8 adet almak için 2.2 milyar leva ödeme yapması ve aynı zamanda “Türk Akım” gaz boru hatlarının Bulgaristan üzerinden geçmesi için 2.4 milyar yatırımda buluşmuş olması – üstüne üstelik Angel Cambazki’nin Bulgaristan Türklerinin en ilke insan haklarının verilmesine karşı direnişleri – normal insanları gerçekten şaşırtabilir. Bu gelişmeler, 2019’un Eylül ayında memleketimizdeki hangi siyasi yapılanmaların ipi Kremlin’e bağlı sorusunu sormamıza neden oluyor. Toplumsal yapı içinde çürük diş kökü olarak gördüğümüz, Bulgaristan’ı SSCB’ne 16. Cumhuriyet olarak bağlamak isteyen Bulgaristan Komünist Partisi’nin (BKP) kuaföre uğramış şekli olan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile ABV partisine değinmeden, bazı başkalarına de değinmek istiyorum. Örneğin çok yakına kadar, Kremli’nin Bulgar Romanlardan (Çingeneleri) savcı Toma Tomov’u “Avrupa Güvenliği ve Bütünleşme” (Roma) adlı bir siyasi parti kurmaya sıkıştırdığını bilmiyordum. Bulgaristan’da sözüm ona “demokrasi” döneminde, DPS “fahri” lideri, Rusya’nın 1990’lı yıllarda Bulgaristan’daki ekonomik kalın enseliler modülü olan “Multi Grup” yönetim kurulu üyesi olan Ahmet Doğan’ın emriyle ve “sarayda” öldürülen Ahmet Emin’in imzasıyla, gazeteci Volen Siderov’a verilen 1 600 000 leva ile kurulan “Ataka” Partisi 3 yıl önce “Çingenelerden sabun yapmak istediğini” gizlemezken, şimdi sustu. Kremlin’e bağlı olup Bulgaristan’da cirit atan güçler, “Trakya Derneklerinden” Moskovçu bir parti kurmaya yıllarını vermişler, ama bir şey çıkmamış. Bu derneklerin yönetimine BSP’li aktör Prof. Stefan Danailov ile birlikte, halen Momçilgrad (Mestanlı) Belediye Başkanı görevi için seçim


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yarışmasına katılan Sali Şaban’ın da Moskova’ya bağlı “Trakya Dernekleri” yönetimine katıldığı ilgi çekicidir. Çünkü bu dernekler de Bulgaristan Türkleri hak ve özgürlüklerinin verilmesine karşı baş kaldıran ve her hamlemize karşı çıkan güçlerin başında gelir. Özgür yaşamamızın özünü köreltmek isteyen ve Avrupa Konseyi’nin “faşist” dediği güçlerin arasında yer alan “Trakya Dernekleri”nden bir adayı DOST partisi Başkanı Lütfi Mestan’ın Mestanlı Belediye Başkanı göstermesi de, anlaşılır gibi değildir. Moskova’daki “Stratejik Araştırma Enstitüsü” emirlerine uyarak mecliste ayar olup denge kuracak yeni bir siyasi partiyi tam kurmaya hazırlanırken 20 bin üyesi olan Bulgar “Rusofil” hareketinin 8 kişilik yönetimi şafak sökerken yapılan baskınlarla tutuklandı. Moskova’dan gelen yoğun telefonlardan sonra teminat karşı tutuklananların stratejik önem taşıyan Bulgaristan’da yapılacak sosyolojik araştırmalar için 31 bin Euro ve kamuoyunu yeni partiye çekmek için de 2.2 milyon Ruble karşılıksız destek aldığı açıklandı. Memlekette çok enteresan bir durum oluştu. Sosyolojik anket sonuçları, vatandaşların % 75’inin Rusofil olduğunu, % 51’inin “Çalga” müziği dinlediğini, % 62’sinin Batı ülkelerindeki gurbetçilerimizden gelen1. 250 000 000 Euro’dan aldıkları payla geçindiklerini, 430 bin kişinin çalışmadan maaş aldığını gösterirken, bu vatandaşların “anadili Bulgarca olmayan” 20 bin evladımızın devlet okullarında birinci sınıfta anadilini öğrenmesine neden susarak karşı olduğunu ve yalnız Angel Cambazki’nin bir çakal gibi havladığını anlamak kolay değil. Hakikatten ipler kimin elinde? Yoksa kölelik zincirleri çoktan küflenmiş ve kesip atılacak zaman gelip geçmiş de bunu yapacak birileri mi yok!? Paylaşmaya önem verelim. Okuyanlara paylaşanlara teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

153

Irkçılıktan Hapiste Olmaları Gerekirken…

Tarih: 22 Eylül 2019 Yazan: Nedim AKIN Konu: Bulgaristan’da kaşarlı ajan olmayan biri hükümette yer alamaz.

Faşizm kışkırtıcılığında polis ajanları öncü. Emin adımlarla faşizme doğru yürüyen Bulgar etnik ırkçı milliyetçileri 2017’de iktidara tırmanınca siyasi durum değişti. Ülkenin dört bir yanında azınlık mahallelerine şiddetli saldırılar artarken, İkinci Dünya Savaşından önceki baskı ve terör havası yeniden esmeye başladı. 1942’de Yahudi ve Romen çocuklarının okula gitmesi yasaklanmıştı. Memleketimizdeki Müslüman okullarının 5 defa azaltılmış, köy ve kasabalarda toplam 2 150 Müslüman okulu kapatılmış ve ancak 550 okul sınıf odasında soba yakıp derse başlayabilmişti. O zaman derslerimizin hepsi Türkçe görülüyor, Bulgar dili Çarlığın resmi dili olarak ikinci dil olarak okutuluyordu. Türkçe öğrenmek, Türkçe konuşmak, iş yerinde Türk dili kullanmak en doğal hakkımızdır. Türk dili Avrupa değerlerinden biridir. Avrupa Birliği dillerinden biridir. Dünya tarihindeki en büyük ordulardan biri olan Çenkiz Han Orduları Türkçe konuşuyordu. Dünya’nın en büyük İmparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu Türkçe yönetilmiştir. Dünya dilleri arasında en kolay öğrenilen, en zengin ve ahenkli dil anadilimiz Türkçedir. Bu yazımda Türk kimliğimiz ve anadilimizin azgın düşmanlarından biri olan saldırganlığıyla ünlenen Başbakan Yardımcısı, Bulgaristan Savunma Bakanı ve VMRO-kısa adıyla bilinen İç Makedon Devrim Örgütü Başkanı Krasimir Karakaçanov hakkında herkesin bilmesi gereken bilgiler sunacağız. Eski gizli polis örgütü “DS” ajanlarının devlet makamlarında hele hükümette görev alması kanunen yasak olsa da, Ajan Dosyaları arasında, 11 Mayıs 1989 tarihinde gizli Bulgar polisine çalışmayı kabul eden ve 16 Mayıs 1989’da ajan İVAN kod adıyla kaydı yapılan ve o dönem Milli İsyan’a hazırlanan Bulgaristan Türkleri ile amansız mücadeleye hazır olduğunu ilan etmiştir. Kr. Karakaçanov gizli polis ajanlığına 1990’da kurulan VMRO örgütü üyesi olarak devam etmiştir. Görüldüğü üzere, Bulgar gizli polisi “DS” 1989 yılında Kr. Karakaçanov’u saflarına kabul ederken, 1934’te terör örgütü olarak yasaklanan, 1944’te faşist inançlı bölücü güçler hareketi oldu-


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğundan dolayı yeniden yasaklanan VMRO- örgütünden ajan toplamakla aslında bu “faşist” – terör – ötekileştirme ve nefret kışkırtma örgütüne hayat hakkı tanımıştır. Kr. Karakaçanov ile An. Cambazki gibi faşist ruhlu, aşırı milliyetçi – ırkçı Bulgar güya “yurtseverleri” Türk düşmanlığının ana kaynağına bağlı ajan kadrolardır. Soldaki foto: 1989 /Krasimir Karakaşanov – ajan İvan – gizli polis ajanı dosyası. Sağdaki foto: 2019/ Krasimir Karakaşanov. Dikkat ediniz: Politikacılar yurtseverler maskesi ardına gizleniyor. Bulgaristan Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı Kr. Karakaçanov’un Makedon milleti ve Makedon dili konusundaki yeni saçmalıklarından ve Kuzey Makedonya Başbakanı Zoran Zaev’in Sofya’ya gönderdiği kesin cevaptan sonra Bulgaristan Türkleri şu 2 cümleyi gururla söyleyebilirler: “Türk olarak yaşamak ve Türkçe konuşmak hakkımızdır. Türk olarak yaşamak ve Türkçe konuşmak bir Avrupa değeridir.” Bulgar Savunma Bakanı Kr. Karakaçanov’un son dönemde verdiği demeçler, Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği (AB) ve NATO üyesi olmasıyla, Karakaçanov’un Bulgar pasaportu satışından kazandığı paralardan olacağı tehlikesi belirmiştir, diyen Makedon Profesör Georgi Spasov da, Bulgar Başbakan yardımcısının sebepsiz saldırılarının her gün biraz daha şiddetlenmesini yorumladı.


Makale ve Analizler - 2019

155

Birkaç ay önce Karakaçanov’un VMRO’sunun, “geçen yüzyılın ortasından ikili antlaşmalar gereğince, Bulgar pasaportlarından vazgeçmiş olan, Türk vatandaşlarına ve onların çocuklarına, Bulgar vatandaşı olma hakkını yeniden tanıma yönünde yeni bir deneme olan” Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) partisinin meclise sunduğu yasa önerisine karşı çıktı. VMRO Başkan Yardımcısı Angel Cambazki Bulgaristan Cumhuriyeti 44. Halk Meclisi milletvekillerine hitaben konuşmasında, “Bulgarlığın ve Bulgar çıkarlarının korunması gerektiğini” söyledi. Cambazki’ye göre, Bulgarlık ve Bulgar çıkarları ciddi tehlike altına girmiş bulunmaktadır. VMRO-örgütü, Bulgaristan Türklerinin torunlarına Bulgar vatandaşlığı verilmesinden çok rahatsız olduğunu itiraf etti!!! ŞUNA DİKKAT EDELİM: Bu tepki VMRO pasaport makinesinin gece gündüz durmadan çalıştığı bir zamanda, Makedonya ve Kosova’dan yüzlerce Müslüman Arnavut’un Bulgar vatandaşlığı aldığı günlerde olmuştur. Anlaşılan, Türklerden farklı olarak, Makedonya ve Kosovalı Arnavutlar Bulgar vatandaşlığı için para ödemişlerdir! Bundan 2 yıl önce sözün ona Bulgar “yurtseveri” Valeri Simyonov, Türkiye’de yaşayan ve seçme hakkını kullanmak üzere Bulgaristan’a dönme hakkını kullanmasını engelleyerek ve hatta yaşlı bir Bayanı itip kakalayarak Anayasanın çiğnenmesi Bulgar toplumunda ciddi tepki uyandırmadı. Bulgar toplumu, niyetleri hırsızlık yapıp dalavere ardından yeni dolaplar çevirerek zengin olmak olan, etnik milliyetçilerin, ırkçıların hükümete tırmanmalarını görmezlikten geldi. Ancak bu kimliksiz politik unsurlar özürlü çocuk bakıcısı Bulgar annelere saldırdığında, etnik milliyetçilerin vatanseverliğinin baştan sona sahte olduğunu ortaya çıkınca fark edebildi.


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Avrupa rahminde kahverengi veba (faşizm) döllenmiş. Günümüzde her şeyden önce ırkçılığa ve aşırı milliyetçiliğe karşı birleşik cephe kurmalıyız!” Bu çağrı 2010 yılından beri Avrupa’nın birçok merkezinden giderek daha yüksel bir sesle yükseliyor. 2016 yılından beri büyük sayıda Bulgar “yurtsever” Nazi ideolojisinden zehirlenmiştir. Verdikleri demeçler. Türklere ve Müslümanlara karşı çıkışlar, Bulgar okullarında anadil eğitiminin yasaklanması, etniklerin dernek çalışmalarının, Türk dilinde basın yayının engellenmesi ve durdurulması buna kesin deliller ve kanıt sunuyor. 2019 yılında Bulgar savunma Bakanı Makedon halkının etnik özüne saldırıyor ve hatta Makedon soyu ile alay ediyor. Ülkemizin vatandaşları bu yabancı düşmanlığının, ötekine karşı nefret söyleminin resmileşeceğinden ve Bulgar devlet siyasetinden bir unsur olabileceğinden endişelidir. Yıllardan beri belirli aralarla Bulgaristan ve Makedonya Bilim adamları, tarihçiler ve dil uzmanları arasında uzlaşmazlık sorunlarını görüşen ve aşmaya çalışan komisyonlar görüşüyor. Çalışma grupları arası bu görüşmelerin sonuncusu Eylül 2019 başında Sofya’da yapıldı. Bu ayın ikinci yarısında Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev Bulgar heyetiyle makamında uzun bir görüşme yaptı ve Makedon milli kimliği, dili ve tarihiyle ilgili görüşmeler bir aya kadar Bulgaristan lehinde sonuçlanmadığı halde, devletin önlemler alıp Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nin NATO ve Avrupa Birliği üyeliğini durdurup erteleme yolunu seçeceğini açıkladı. Etnik kimlik ve anadil sorunları ve ayrıca ortak tarih uluslar arası siyasette baskı ve yaptırım aracı olarak kullanılmak isteniyor. Bu gelişmeler Bulgaristan içinde olduğu gibi Balkanlar’da da yeniden gergin bir durum yaratabilir. Kuzey Makedonya devleti tanınıp da Makedon dil, kimlik ve tarihinin tanınmaması, diplomasi ve bilim çevrelerinde yeni yorum kaynağı olurken, halkların dil, kimlik, tarih ve yazgı belirleme haklarına politik içerikli baskı yapılması asla kabul edilemez. Uluslar arası hukuk tek taraflı çalışmaz. Bu siyaset çizgisi XX. Yüzyılda Bulgaristan’ı 4 savaşa götürürken, halkına da 4 milli felaket yaşatmıştır. Soru: Bulgaristan yeni bir milli felakete itildiğinde sorumlu olan KİM olacaktır??? Foto: Yıl 1942. Sofya Süvari Alayı Giriş Kapısı. Okuduğunuz için teşekkürler. Paylaşınız lütfen.


Makale ve Analizler - 2019

157

Gagauz Derneği Ba ş k a n ı İr in a İn ci O ğuz Kızı ’ na Ki ta bımız ı t akt imi


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BURUK ACI 22 Eylül

Bulgaristan gezim sona erdi. Gençliğimin şehrine veda ederken hüzün ve mutluluk arasına sıkışmış gibiydim. Oralardan ayrılmanın kekremsi tadı Türkiye’me geleceğimin heyecanı biri birine karışmış. Yer ve gök arasında kalmış gibi hissettirdi bana kendimi. Hadi artık geç arabaya ,diyen oğlumun sesi düşüncelerimden aldı beni. Gazetem, Derneğim, arkadaşlarım sanki el atıyorlardı bana sınır ötesinden. Ne kadar inkar edersek edelim her veda biraz burukluk biraz da acı gizler bünyesinde değil mi? Artık bir yıl sonra gelecektim bu topraklara. Bir yıl bazen kısa, bazen de uzun bir zamandır. Biraz derin düşünecek olursak eğer beş dakika bile yeterlidir dünyanın alt üst olmasına. Vedaları sevmediğim için kimselere veda etmeden sabahın seherinde koyulduk yola. Rüzgarın şiddetinden dalından kopma korkusuna kapılan yapraklar, mendil misali sallanıyordu ardımızdan. Karaca Oğlanın sözleri geldi aklıma. “Yürü be fani dünya, sana konan göçer bir gün, insan bir ekin misali onu eken biçer bir gün”. Yıllar öncesi Bulgaristan’daki azınlığa yapılanların tükenmeyen yaralarını hala derinden derine kanadığını hissettim. . Gezip gördüğüm bu zaman içinde, yaşananları çabuk unutan ve kendilerine bunları yaşatanlara tapanları da gördüm. Çocuklarına Türkçe öğretmekten utananları da sezdim. Türklüğünden kurtulduğuna şükredenleri de, Türkiyeyi küçümseyenleri de, canım yana yana gördüm işte gördüm. Bütün bunların menfaat için yapıldığını biliyorum.. Oradaki kimi Türklerin, “Türklüğü” üstlerinde bir elbise gibi gördüklerini ve diledikleri zaman çıkarıp atabileceklerini çok iyi anladım. Onların anlayamadıkları ise, kendi özünden ödün verenler gurursuz ve onursuz bir yaşamaya mecburdurlar… FİRDEVS BÜYÜKATEŞ. BULGARİSTAN.


Makale ve Analizler - 2019

159

Seçim Rüzgârı Dönüyor

Tarih: 23 Eylül 2019 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Yerel Seçimler Yeni Bir Başlangıca İşaret Ediyor. Seçilen halktandır, seçen de halk, Bir düzen ki kuvvet, alınır halktan Ne baskıya teslim, ne kork tuzaktan En güzel yönetim, demokrasidir. 27 Ekim 2019 yerel seçimleriyle gelecek değişikliklerin renkleri kendini göstermeye başladı. Siyasetçiler usta bahçıvanlar gibidir, baharın geciktiğini, yazın uzadığını ve güzle gelecekleri bilir. 2019 mahalli seçimlerimizin biz Bulgaristan Müslümanlarına getirecekleri de parmak hesabı artık gösterilip sayılmaya başlandı. Memleketimizde 1989 Mayısındaki ayaklanmamızdan ve aynı yılın yaz aylarında 360 binimizin birden sınır dışı kovulmamızdan beri etkimiz dalgalı gücünü sürekli gösteriyor. Sofya’daki politik iktidar gündüz rahatsız, gece gözüne uyku girmiyor. Muhtar, Belediye Başkanı ve belediye meclis üyesi seçimlerinde ele geçirilecek pozisyonlar, ülkemizin yakın geleceği için çok önemlidir. 27 Eylülde başlayacak seçim kampanyasında söylenecek sözlerin yarıdan fazlası şimdiden söylendi. Bazı bağımlı (sözde bağımsız) adaylar, komite ve partiler Program hazırlamışlar. Büyük bir gayretle madde madde açıklıyorlar. Vaatler birbirinden büyük. Halk fakirleştikçe, yoksulluk derinleştikçe, kış kapı çalmaya başlayınca vaatlerin hepsi kabul. Belirleyici olan alış veri ve çözümün yakın olmasıdır… Birkaç hafta öncesine kadar Birleşik Amerika’nın Bulgaristan’daki başseçim-uzmanı olan, iktidar partisi GERB’in ikinci adamı Tsvetan Tsvetanov’un başına geleni hepiniz biliyorsunuz. 4X4 Jeep’i için yaptırdığı özel garajdan, 5-inci apartman kattaki “kral yatak odasına” direk asansör çektirdiğini işiten kem gözlüler kıskançlıktan öfke ateşi yaktı. Tsvetanov 2006’da “kurduğu” GERB partisinden, meclisten ve öteki bilinen ve bilinmeyen görevlerinden “istifa etmek” zorunda kaldı. Belki bunların hepsi bir tuzaktı, çünkü birden bire “Avrupa Atlantik Güvenlik Merkezi” (AAGM) Başkanı atandı.


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Merkezin açılışında ciddi dış destek kendini gösterdi. Onun 2006’dan beri tanıştığı, ABD Başkanları katında danışman olarak çalışmış kişiler, Dünya Yahudi Kongresi temsilcileri, Bavyera’dan bilinen Alman siyasetçiler Sofya’ya geldiler. Bu heyeti görenler “asansör ve daire” işlerine karışınca ipi çekildiğini düşünenler, dudak ısırdılar. Tsvetanov bir basın toplantısı da düzenledi ve Başbakan Borisov hakkında “etrafına yağcılık yapan insanlar topladı” dedi. GERB partisinin bu seçimlerde 130 muhtar çıkaramayacağını, illerin bazılarını da kaybedeceğini söyleyen Tsvetanov, politikanın göbeğinde olduğuna işaret ederek, GERP partisinin Türk ve Pomaklar’dan oy toplama politikası konusunda şunu belirtti: “GERB partisi Yürütme Komisyonu “Ne pahasına olursa olsun her yerde temsilci bulundurma gereği olmadığına ilişkin bir karar almıştır”. Dedi ve ” her yerde temsilcimiz olması hamlesi, GERB partisini tek seçenek gören, onurlu Türk ve Pomakların siyasetten geri çekilmesine neden oluyor.” Şeklinde konuştu. Son seçimlerde (Mart 2017), HÖH saflarındaki parçalanmadan yararlanan GERB Bulgaristan Türk ve Pomaklarından 120 binden fazla oy almıştı. Bu durum, politik dengeleri bozdu ve faşist güçlerin iktidara tırmanmasına kapı araladı. HÖH partisinin Müslüman seçmen üzerindeki tekeli de ilk kez tuzla buz olmuştu. Bundan 3 ay önce, Ts. Tsvetanov GERB partisinden ayrılırken, tam o zaman Başbakan Yardımcılığından düşen “aşırı milliyetçi” Valeri Simyonov şöyle demişti: “HÖH seçmeninin büyük bir kısmını partiden koparan ve karma bölgelerde oylarını almayı başaran Tsvetanov, görevinden çekilmeye zorlandı, bu da Borisov ile HÖH partisi arasında bir bağlantı olduğuna işarettir.” Daha derin düşünüldüğünde şu “asansör”, “ucuza kapatılmış daire”, “konuk evleri” konularının Birleşik Amerika Senatosu parasıyla Bulgaristan’da yayın yapan “Amerika’nın Sesi” radyosu tarafından kamuoyu sofrasına sunulduğu unutulmadı. Bulgar yüksek yetkili “dalavereciliğinin” birkaç defa ABD senatosuna rapor edildiği de hatırımızdadır. Bu konularda bu sene Başkan Trump’a “kilise bahçesi kahvaltı sofrasında” hesap veren kişilerin Tsvetan Tsvetanov ve Mustafa Karadayı (GERB ve DPS adına) olduğunu düşündüğümüzde, olayları başka biçim denetleme yöntemi geliştirildiği de akla gelebilir. Öyle de olsa, böyle de olsa, ilgililerin her şeyi bildiği ve frensiz gevezelerin iktidar dalından düşeceği artık gün gibi ortadadır. Oyunun kuralları değişiyor.


Makale ve Analizler - 2019

161

“Yaklaşan seçimlerle ilgili somut görüşler” de paylaşan, yeni yetkili birinci ağız olan ( emin konuşan) Tsvetanov’a göre, mecliste sandalyesi olan partilerin hepsi daha fazla oy “kazanacak” (“Volya” partisinin adı geçmedi) ama oyları en fazla artacak olan parti – Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPSHÖH) olacaktır. HÖH partisi havuzuna oylar nereden mi gelecek? Birkaç yazımızda bu konuyu işlemeye çalışacağız. Ana kaynak T.C.’deki soydaşlarımız olabilirdi fakat 6 ay süreyle seçim yasası değişiklerinde köyünde kasabasında kalma şartı var ve bu isteğimiz halen engellenmiş durumdadır ve arkada kalan sürede engel aşılamamıştır. Şu demokratikleşme işleri aslında bir insan hakları kavgasıdır. Bu kavganın ana kaynağı ve bugün de arkasında duran Birleşik Amerika’dır. Rodoplu Karadayı şu İngilizceyi biraz sökse ve Türk okulu, anadil, zorunlu Türkçe dersleri, anadilde basın yayın özgürlüğü, geleneklerimize göre yaşama, daha geniş özgürlük ve kolektif haklar gibi isteklerimizi Başkan Trump’a kısaca ama özlü anlatabilse, bir umut, belki her şey birden çözülür. Sonunda Amerikalının bizim haksız hukuksuz yaşamamızdan ne çıkarı olabilir ki? Biz kırık dökük, yassı yumuk işlerin yoluna girmesinden yanayız ve Bulgaristan’daki durumu şöyle görüyoruz. Beklenen oylar, 2014’ten beri GERB partisi tarafından aldatılan Türklerden, Pomaklardan ve Romenlerden (Millet’ten) gelecek. Artık insanlarımız Başbakan Borisov’un 1985’te isim değiştirme işlerinde yakından uzaktan parmağı olduğunu anladı. Bir başbakanın Türk’e Türk, Pomak’a Pomak, Millet’e Millet demeye dili dönmezse bu işten hayır bekleme. 9 sene geçti bu adam değişmedi. Kırca Ali belediyesi köylerinde insanlarımıza göz kızartıp oya avuç açan Meclis Başkanı Tsveta Karayançeva’nın kusur görmesin ama, sahte biri olduğu, sözünde durmadığı ortadadır. Eski Kültür Bakanı ve şimdiki meclis kültür komisyonu başkanı Vejdi Raşidov’un ise, baba tarafından Dale (Hakra) köklü olduğu ve tüm tavırlarının Türk kimliğine yabancı olduğu, kendini Türk gösterip Daleler gibi davrandığı artık yüzde yüz ortaya çıktı. Olayın gizlenecek tarafı kalmadı. Bu arada GERB de rezil oldu. Kırca Ali sakinleri tarafından meclise gönderilen ve Sofya’da GERB milletvekili olarak yıllardan beri böbürlenen ve ayrıca Kültür Bakanı görevinde bulunduğu yıllarda yalnızca dalavereleri birbirine bağlamakla uğraşan Vejdi Raşidov’un gerçekten kim olduğu artık biliniyor. Olayı Bulgarlar kendileri de yakından izlemişler. O, önce Sofya kenarında Vitoş Dağı eteğinde yaptırdığı evde çalıştırdığı Kırca Ali köylerinden inşaat ustalarının yevmi yelerini ödemeyişiyle ünlendi. Olay devletin dosyasına işlendi.


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şu günlerde düzenlenen Plovdiv (Filibe) şehrinin “Yılın Avrupa Kültür Şehri” ilan edilmesi vesilesiyle düzenlenen resim sergide Vejdi Raşidov’un müzeye hediye ettiği 4 tablonun, başkent “Bit Pazarı”ndan yeni çerçeveli eserler olduğu tespit edilince iş patladı. Bilinen gazeteci Saşo Dikov bu defa bildiklerini dökmeden edemedi. Bu arada V. Raşidov’un sözde “Profesör” olduğu ve kesenin ağzını açmış “Akademisyen” olmaya soyunduğu ortaya çıktı. Şöyle ki, “büyük heykeltıraş” V. Raşidov’un 15 dış şehrinde kendi başına açtığı sergilerde teşrif ettiği eserlerden daha fazlasının, o Sofya uluslar arası tekstil pazarı “İliyensi” – çarşısı ardında bulunan ünlü bir Bulgar heykeltıraşın atölyesinde çıraklık ederken, ustanın anı ölümünden sonra atölyede kalan eserler olduğu” dilden dile dolaştı. 1984 yılında Paris’te, Avrupa Güzel Sanatlar Akademisi’nin “Altın Madalyası” ile ödüllendirilmesinin ise Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi ve BHC Kültür Bakanlığı tarafından örgütlendiği belgelerle kanıtlandı. 1985 yılında Bulgar isimlerinin değiştirilmesini destekleyenler Deklarasyonunu imzalayanlar listesinde birinci sırada olan da Vejdi Raşidov’tur. Bulgaristan Türklerinin Türklük kalesi Kırca Ali belediyesini içerden dinamitleme ödevini üstlenen Vejdi Raşidov’a başarılarından dolayı mükâfat olarak Kültür Bakanlığı ve “Stara Planina” ödülü sunuldu. Totalitarizm uzantısı ve artık tamamen faşistleşen Sofya hükümetine minnettarlığını ifade ederken de, şahsi girişimiyle Doğu Rodoplar’daki kültürel etkinliklere ayrılan devlet bütçesini % 50 kısan o oldu. Faşistlere faşist demeye dili dönmedi. Çocuklarımıza okul istemeye dili dönmedi. Genç yeteneklerimizi ödüllerle özendirmek aklına gelmedi. Ömür boyu vergi ödememiş Bulgar Bay ve Bayan sanatçılara 700-er leva emekli maaşı verirken bir iki Türk sanatçıyı düşünemedi. Yetenekli Türk evlatlarından hiç birini dış ülkeye okumaya göndermedi. Yetimlere asla el uzatmadı. Şu da çok ilginçtir. Kültür Bakanı olduğu yıllarda o, Ermenistan Başkenti Erevan’ı ziyareti esnasında ödüllendirirken “Ermeni yetimlere” 50 bin US Dolar para bağışında bulundu ve güya “1915 Osmanlının Soykırım belgesi” imzaladı. Bakan Vejdi Raşidov’un İngilizce kaleme alınmış olan ve muhtevasını öğrenmeden imzaladığı evrak, kendi adına değil, Bulgaristan Türkleri adına imzaladığı tahminleri çok güçlüdür, çünkü evrak bugün de gizli tutuluyor.


Makale ve Analizler - 2019

163

New York ve Tokyo’da uzun zaman kalmasını “Multi Grup” bağış finansmanıyla gerçekleştiren V. Raşidov, Bulgaristan’da kalın enseliler grubundan “Multak n.o. 1” ilan edildi. Devlet himayesine alındı. Aynı Ahmet Doğan gibi o da “Bulgaristan Türklerini koyun, kendisini de çoban” sandı. Son olarak ise, Parlamento Kültür Komisyonu Başkanı sıfatıyla “…… Stroy” isimli büyük bir Sofya İnşaat Şirketine dev ihale kazandırırken “iş bitirmiş” ve aynı şirketle başkentin en gözde semti olan “İstok” (Doğu) belediyesinde elini cebine sokmadan 2.5 katlı bir ev kuruculuğu üzerinde mutabık kalmıştır. Olay basına ve medyaya düşmüş ve Vajdi Raşidov’un sakalında ve bıyığında beyazlanmamış tellerin hepsi bir gecede ak pak olmuştur. Olaylar böyle gelişince, Kırca Ali yerli kök Türkleri “Dale’ye” verecek oyumuz yok, tuzağa düşürüldük, deyip bira şişesine uzanmışlardır. “Ben bir akademisyenim” havalarına giren V. Raşidov’un parlamento kulisindeki kavgalarını TV ekranında izleyenler, “eskiden kuru tahtaydı artık su çekmiş, dibe çöküyor” dediler. Bu gerçeklerin hepsini bilen ve Vejdi Raşidov’un GERB içinde, mecliste ve kamuoyunda tutunacak tek dalı kalmadığını görünce, GERP partisi yaklaşan seçimlerde karma bölgelerde daha fazla rezil olmamak için de geri çekilmek zorunda kalacaktır. Yani HÖH partisi havuzuna ilk damla GERB’in Türkleri ve Pomakları “yol, köprü, iş, yüksek ücret” yalanlarıyla aldatıp çaldığı 120 bin oyun büyük bir kısmının geri dönmesinden sağlanmış olacaktır. GERB içinde “korunan”, “şemsiye altında olan” çok geniş bir tabaka oluşmuş ve bu tabakadır GERP partisini çözülmeye iten ve dibe çeken ağırlık. Birbirine bağlı zincir halkaları memleketi yönetemeyen ve yalnız rüşvet ve dalavereye oynayan bir zümreye tepkinin sert olması bekleniyor. Rüzgâr değişiyor. Ortaya çıkan boya seçim sonuçlarını değiştirecek gibi… Eğitim ve dil hakkı Mülkiyet ve din hakkı Dokunulmazdır mesken Özgürce yaşam hakkı

Aynı vaatleri devamlı işitenler uyanmaya başladı. GERP partisi dış ülkelerdeki soydaşlarımızın yerel seçimlerde oy vermelerine engel olmaya devam ediyor. Bu defa da adayları seçmen değil partiler gösterdi.


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yapılacak işleri birer birer sıralayamayan muhtar ve belediye başkanına oy yok. Tanımadığımız ve bizden olmayan hiçbir adaya oy yok. Her gün birer birer, hane hane, köy köy eriyip bitme zamanına dur deme zamanı geldi. Bir yabancı Macare köyüne gelmiş 15 eşek bakıyor ve eşekleri yarıştırmaktan geçiniyor, biz daha ne bekliyoruz. Okuduğunuz için teşekkürler. Konumuz devam edecek: İkinci bölüm Bulgaristan Türk, Pomak ve Millet oylarının geri dönmesini zorunlu kılan nedenlerin bazıları. Lütfen paylaşınız


Makale ve Analizler - 2019

165

Rüzgârı Dönüyor –2-

Tarih: 24 Eylül 2019 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Kuru kaplar ve çürük yapraklar arasından tohum çıkmadı. Özgürlük yoluna girmezsen, Bu yolda koşmazsan var gücünle, Yıkamazsan yüzünü yüreğinin kanında, Yarın avucunu yalarsın.

Ömer Hayyam bu dörtlükle hak ve özgürlük davasına devam çağrısı yapıyor bize, Bulgaristan’da olup biten sanki avucunun içinde gibi… Birinci yazımda yeni durumun bazı özelliklerine ve Bulgaristan bunalımı gölgesinde zengin olma yolunu açan Kırca Ali milletvekili Vejdi Raşidov gibi kurnaz geçinenlerin karanlık dünyasına baktık. Bu süreçleri izleyen yalnızca biz değiliz tabi. “İstinara.net” (Gerçek.net) yayını bugün kırca Ali’ye iki haberde değindi. Birisinde, bu dijital yayın 26 Mart 2019 tarihinde yapılan erken milletvekili seçimlerinde oy pusulaları sayılırken her yere kendi adamlarını yerleştirdiğini yazarken, içimde sızı uyandıran ve hatta ciğerimi acıtan bir habere yer vermiş. Şöyle diyor: “Oylar gece sayıldı. Önceden yapılan görüşmelerde GERB partisinin Kırca Ali seçim bölgesinden 2014’ten daha fazla oy çıkarması gerekiyordu. Çünkü Türk, Pomak ve Millet’in yoğun olduğu seçim bölgelerindeki rüzgâr yönünü belirleyen Kırca Ali’den gelen haberlerdi. Bu ön anlaşmaya uyulması için hem Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH-DPS) hem de Demokrasi İçin Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük Partisi (DOST) aldıkları oylardan bir kısmını GERB partisine aktardılar. Kuşkusuz bu çok ciddi bir iddiadır. Yalansa yazanın boynuna, fakat eğer doğruysa? Çünkü aslında birçok kişi DOST partisinin 120 bin oy aldığını zaten yazdı çizdi, söyledi tartışıldı ve sonunda küp kapandı. 2017 genel seçimlerinden sona, Ahmet Doğana 3-5 bin levaya koskocaman “Varna Elektrik Santrali’nin (TETz. Varna) % 50’sinin (yarısının) verilmesi, ardından da “gerekçesi belli açıklanmayan bir durum için” ihaleye falan girmeden,” Maritsa İstok Isı Elektrik Santralinden” Ahmet Doğan’ın banka hesabına 26 milyon leva aktarılması olağanüstü kuşkulu bir gelişme olarak yorumlandı da, Savcılık kılını kıpırdatmadı.


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kuşkusuz bu haberleri okuyup izleyenler “Yerel seçimlerde ne olacak?” sorusuna kafa yoruyorlar. Bizde seçim bürolarında NOTER yok. Suiistimal kapısı ardına kadar açık! GERB partisinin Kırca Ali kale-bekçisi Meclis Başkanı Tseta Karayançeva, (geçmiş olsun) 15 günden beri hastanededir. Trafik kazası haberi geldiğinde, Şumen çıkışında bir kavşakta “oldu” demişlerdi. Son 5 günde Sofya Askeri hastanesinden gelen haberler kesildi. Önceki bildirimlerde sağ omzundaki kıkırdak kemiği “kırılmış” demişlerdi. Sonra “trafik kazasının” düzmece olduğu ortaya çıktı. Şimdi de tedavi için uçakla bir dış ülkeye çıkarıldığına işaret ediliyor. Buna benzer bir olay 16 Kasım 2016’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de yaşanmıştı. O zaman GERB Başkan adayı Bayan Tzetska Tzaçeva ayağını kırdı, “alçıya alındı” demişlerdi, bir ay kayıplara karıştı, ardından Yüksek Tahsil Diplomasının sahte olduğu, daha da derinden çıkan haberlerden ise, herkes onun kaşarlı bir komünist soyun kızı olduğunu öğrendi. Sonra atandığı Adalet Bakanlığında çevirdiği dolaplar su yüzüne çıkınca ise, çantasını kotuk altına alıp, emeklilik koltuğuna doğru kaydığı öğrenildi. İşte bu gelişmeler, kurbanlık koşun post yapılmayacaksa, önceden kırkıldığını hatırlatıyor ki, yazımızın birinci bölümünde yine Kırca Aliye bağlı gelişmelerle size heykeltıraş, sözde “akademisyen” Vejdi Raşidov’un kirli donlarını ipe serme imkânımız oldu. Biz yazımızın 2. Bölümüne de “Seçim Rüzgârı Dönüyor” dedik. Bu başlığın dar anlamında, Amerikan Fonlarından gelen ve GERB partisi Başkan Yardımcısı ve hükümet başkanı yardımcısı Tomislav Donçev’in elinden geçerek dağılan US Dolarların bundan sonra, “Avrupa Atlantik Güvenlik Merkezi” kısa adı (AAGM) Başkanı Tzvetan Tzvetanov’un eline geçtiğinde ne olacak? Sorusunun cevabını arayıp bulmak var. Bu yeni merkez finans kaynaklarını ele geçirmişse, inanın GERB partisini 6 aya varmaz (köküne kezzap dökülmüş gibi) ayakta kurutur. Önümüzdeki 6 ay partilere bütçeden mali yardımlar da kesilmiş durumda… Devletten oy başı 11 (on bir) leva olarak gelen, son dönem 13.20 leva (on üç leva 20 stotinka) ödendiği için 2.20’si (iki leva yirmi stotinka) geri istenen paraların analizinden şöyle bir durum baş gösterdi. Örneğin Başkan Güner Tahir tarafından yönetilen Ulusal Hak ve Özgürlükler Partisi (UHÖH) de bir miktar paya çevirdi. Bu parti hiçbir zaman % 1 oy alamazken nasıl oldu da tomar tomar paralar aldı. Yoksa bunlara susma parası, dalavereleri görmezden gel parası mı ödüyorlar.


Makale ve Analizler - 2019

167

Yeni durumda Mustafa Karadayı’nın köyüne 10 milyon Avro akışını da anlamak kolaylaştı. Yukarıda anlattıklarımızı şöyle de anlayabilirsiniz. Bazı arkadaşlarım, evlerinin avlusunda domates yetiştiriyorlar, fasulye ekenler var. Domateslerin dibine, fasulyenin köküne kazık dikmezsen ilk yağmurda yapraklar, sonrakinde çiçekler, tolu düşünce meyveler çamura yatar. Oysa o “kazık” dediğim bizde (Bulgaristan’da) devlettir, partidir, istihbarat örgütüdür. Aslında onun babalarımızın zenginliği, itibarı ve iradesi olması gerekirdi de, yok işte, olmayınca, bazılarımızın başına “devlet kuşu” kondu. Domates ile fasulye kuru kazığa sarılınca yaprak ve çiçekleriyle kazığı saklamaya çalışırken, sanki “ben kendi gücümle dik durabiliyorum” havası atar. Bizim vazifemiz tezgâhta domates veya fasulyeyi belirdiğinde kazığın boyunu görebilmektir. Şu da bilinmelidir, biz yalan yanlış, saçma sapan yorum yapmayız. Yazdıklarımızın ikinci, beşinci, hafifletilmiş ya da şiddetlendirilmiş anlamı yoktur. Yazılan yazılmıştır… Geçelim konumuzun bir az daha derinliğine. Birinci yazımda size, Bulgar politikasında“Avrupa Atlantik Güvenlik Merkezi” kısa adı (AAGM) olan bir kurum belirdi, başkanı da GERB partisinin geöen aya kadar en önemli adamı, sözde partiden uzaklaştırılan Tzvetan Tzvetanov, dedik. Gazeteciler, kendisine Başbakan B. Borisov ile aranız nasıl? Diye sormuşlar. “Ben kendisine zaten güvenmiyordum.” Artık uzaklaştık ve konuşmuyoruz. Bu haberi yayınlayan “İnfo.bg” “Tzvetanov GERB’ten vazgeçmiyor, aklında yeni parti kurmak var.” Diye haber yaydı. Bazı arkadaşlar, ya “bu adam eski sivil polis, babası bile Bulgar istihbarat şefi Grigor Şopov’un özel aracının şoförüymüş, totaliter diktatör Todor Jivkov’un en yakın adamı… Saçmalama, olamaz böyle bir şey,” diye itiraz ediyorlar. Benim hepsine toplu cevabım şu: “Başbakan Boyko Borisov da aynı diktatör, katil T. Jivkov’un en yakın koruması değil miydi!?” Öyleyse neye şaşıyorsunuz? Bu noktada durup şöyle bir bakındığımızda, Batı dünyasında 21. Yüzyıl siyasetinin, tam da Mevlana Celaleddin Rumi misali “Kim olursal ol, gel!” tavrını kullandığını görebiliyoruz. Bin yıl ozanının “Ya olduğun gibi görün,ya göründüğün gibi ol!” çağrısına ne Batı’da ne de Bulgaristan’da uyuluyor. 1990’da geçmiş yılların katilleri ve suçlularıyla hesap kesilmesine Moskova izin vermedi, dedik defalarca ve bu durumu sanki Avrupa-Atlantikçi kafasınca benimsedi, onlar da ısrar etmediler ve “karşımızda duracaklarına, aramıza gelsinler, daha kolay kontrol ederiz”


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

görüşü üstün geldi şu yeni ortamda… Başbakan Borisov Almanya Başbakanı Angela Merkel ile iyi anlaşıyordu. Şimdi bütün işler Ts. Tsvetanov’un elinde toplanırsa, Amerikaya mı bağlanıyoruz diyeceksiniz? 2004’ten beri izlenen gelişmeler bunu kanıtlamıyor mu? Sonra yargı eski suçlulardan hesap sormuyorsa, yenileriyle neden uğraşsın… Batıyı temsil edenler, Doğu’daki totaliter siyasetin belinden ve dallarından kopmuş kabukları topluyor (ateş tutuşturacaklar gibi), güzle düşen sararmış yaprakları da topluyor, ( herban derleyecekler gibi) ve gelen geçene etraf temiz dedirtmeye çalışıyor. Bizi izleyenlerin aklına gelen değimin “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” olduğuna kesin ben de katılıyorum ama şu da var… Sofya’da Ts. Tsvetanov’un “Avrupa Atlantik Güvenlik Merkezi” başkanı sıfatıyla verdiği basın toplantısında sonra çıkan yorumlarda şöyle bir vurgu yer aldı. Olay 2013’ün Mayıs ayında cereyan etmiştir. Aynı tarihte Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) ortaklığında Plamen Oreşarski kabinesine meclis oy verirken, o zaman İç İşleri Bakanı olan Tz. Tzvetanov Baş Savcı Sotir Tzatzarov’un makamına davet edilmişti. Başsavcı makamında kendisini DPS milletvekili Delyan Peevski’nin de beklediğini gören Bakan Tz. Tzvetanov birden bire durakladı. Bu görüşmede (altı yıl önce) Peevski İç İşleri Bakanına “hesabın yargıda görülecek” demişti. Tabii bunlar unutulacak sözler değil. “Avrupa Atlantik Güvenlik Merkezi” tarafından açıklanan çalışma programında “Yargı Reformu” yer almıyor. Yani adalet arama davasında buzların çözülmesi öngörülmüyor. Cevap bekleyen bir soru kaldı. 2020’de Amerika’da Kilise bahçesinde Donald Trump ile sabah kahvaltısına kim gidecek? Çünkü anlaşılan yalanların kuyruklarının birbirine bağlandığı yer orası… Bu gelişmeler GERB partisi Bulgaristan coğrafyasında dolayısıyla muhtarlık ve belediyelerinde HÖH-DPS partisinin yeri daha 1990’da çizilmiştir. O zaman sanki hiç kimseden habersiz gizli bir görüşme yapılmıştı. Bulgaristan demokratik koşullarında ayar diremeleri birer birer sayılmış ve gizemli odalardan birinde kilit altına alınmıştı. Öyle olsa bile, 1878 Berlin Konferansından sonra birkaç defa imzaya davet edildiği uluslar arası konferansların hiç birinin kararlarına uymayan Bulgaristan değil midir?! Hatta 1885’te Doğu Rumeli’yi bir gecede ilhak ederek ve 1908’in 22 Eylülünde Prensliği paketleyip tarihe gömerek Krallık ilan eden Bulgaristan’da bu defa Türklerin karma bölgelerdeki rolü ve yeri hem Doğu hem de Batı tarafından onaylanarak, tabu haline mi getirildi. Bu olabilir mi?


Makale ve Analizler - 2019

169

Washington’a çağrılan Tz. Tzvetanov’a “Türkleri kandırıp haklarını çiğnemek yok” denmiş olabilir mi? 2014’te 38 milletvekili çıkaran HÖH-DPS partisine, fazla oldu, “DUR!”, 2017’de Deliorman ve Rodoplar’da HÖH-DPS’den 120 bin oy koparan GERB partisine de “DUR!” denmiş olabilir mi? 26 Mart 2017 erken genel seçim günü Türkiye’deki sandıklara “baskıncı komando timi” gönderen, vatana oy kullanmaya gelen yaşlı Türk Bayanları sınırda hırpalayan Valeri Simyonov ve Volen Siderov’a ise “ruh hastalıklarından” sağlık raporu getiriniz lütfen, denmiş olabilir mi? 16 Mart 2017 gecesi Kıca Ali’de HÖH-DPS ve ayrıca DOST oy çuvallarına GERB el atmış olabilir mi? Bu yapıldıysa bizim demokrasimizin adı dolaylı mı dolaysız mı demokrasidir. Yoksa her şey bir oyun mu! O zaman yaşasın Bulgaristan Türklerinin sırtından geçinenler demekten başka bir şey kalmıyor. Demokrasi kurallarını uygulamaya çalışan gizli bir Yüksek Adalet Divanı kurulmuş olabilir Mı?… 27 Ekim artık kapı çalarken karşımıza dikilen 2. Soru daha var? Eğer gizli bir Yüksek Adalet Divanı kurulmuşsa, eski milletvekili Çetin Kazak’ın Şumen (Şumnu) – Kırca Ali Türk kalesinden sonra ikinci bir ilde – Belediye Başkanı adayı gösterilmesini nasıl okuyalım? Bulgar beceriksizliği açıp sarıp yaprak dökümü yaşarken bölgesel maddi ve manevi Türk üstünlüğünün geri dönüşümsüz olduğu kabul mü edildi? Bu olabilir mi? Kırca Ali işindeki 7 belediyeye başkan olma arzusuyla donanmış 56 Türk genç adayın Sofya’ya gelip sıkı polis kontrolünde geçerek, 12 kamara ile görüntülenen ve dinlenen sorgu salonunda Ahmet Doğan’ın karşısına çıkıp “ben belediye başkanı olup halkıma, vatanıma, Bulgaristan Türk gençliğine hizmet götürmek istiyorum” demesi beklenmedik bir tavır ortaya koydu. Keskin bakışlar ve sergilenen kararlı duruş, salondakileri ürküttü. 1990 yılından beri bu yerel seçimlerde ilk kez HÖH-DPS yönetimine 2 liste gitti. Paralel belediyeciliğe adım atıldı. Birisini “biz emekli maaşına kadar görevimizde kalsak, ekmek parası için Batıya gitme zamanımız geçti” kafasında olanlar hazırlayıp gönderdiler. İkinci listeyi de azimli ve kararlı Türk kimliği ile şahlanmış Türk, Pomak Müslüman Milletten gençler sundular. Bu ikincisi partinin gençleşmesini, değişiklik isteyenlerin listesiydi. Bu tutumla aydın gençlerimiz masaya vurdu. Değişiklik, programsal atılım yüklü bir yerel diriliş, halkla iç içe yediden uyanıp dirilme kararlılığı dile geldi.


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Mektupların önce Sofya 1000, “Aleksandır Stanboliyski 45 A” adresine ve ardından da “Boyana” çalılıklarındaki “Saraya” gitmesi telaş uyandırdı. Gençler toplanıp gelirse korkusu sardı saray katlarını. İlhan Küçük Brüksel’den geri çağrıldı. “Gençlerine sahip çık!” emri aldı. Devam edecek. Paylaşınız. Teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

171

Ebediyete Göç Eden Bulgaristan Türk Şairlerin Şiirlerinden Seçmeler

Hazırlayan: Galip SERTEL

– 1.Bölüm – ALİOSMAN AYRANTOK-TOKTAMAZ (D.1878 Sredişte/Beypınar,Silistre – Ö.1952 Onogur/Yurtluk/,Dobriç/ Hacıoğlu Pazarcık) Mi Dersin? Şu mesut vatanın zümrüt dağında Nağmekar bülbüller öter mi dersin? Cennetten numune yeşil bağında Her zevkin neşesi tüter mi dersin? Her yanı akar su, hayat kaynağı Sütünden fışkırır tatlı kaymağı, Sürüyü otlatan çoban yamağı Kavalı neşeli çalar mı dersin? Her türlü varlığın yatağı sende Şerefli ünün var cihan içinde, Dobruca ovası, Meriç nehrinde Taş eksen, aş olur biter mi dersin? Biraz da geçelim günlük hayata Umutlar buzlaşır kışta ve karda, Cesetin yüzerken zehirli sularda Dostların elinden tutar mı dersin?


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Ayrantok, bir dert var gizli, dilinde Açık yaz bu şirin ecdat ilinde, Kardeşin gidiyor hicran selinde Akıbet ölümden beter mi dersin? *** MEHMET MÜZEKKÂ CON (D.1885 Zlatoklas/Balabanlar/,Silistre -Ö. 1974 Zaritsa/Kamberler/,Silistre ) Duymaz mısın Cana kıyar şimdi zaman Göz yaşını silmez misin? Bulunmuyor derde derman Duymaz mısın, görmez misin? İnsan ömrü geçmez para Türk olanın bahtı kara Yüzler gülmez, kalpler yara Duymaz mısın, görmez misin? İşimizde, düşümüzde İtler koşar peşimizde Kurt olurlar dişimizde Görmez misin, bilmez misin? Derde deva yok mu dersin? Her davranış ok mu dersin? Garipleri tok mu dersin? Görmez misin, bilmez misin? Şerleri hep başkan seçtik


Makale ve Analizler - 2019 Kanunları ezip geçtik Şerbet diye zehir içtik Duymaz mısın, görmez misin? Bir dinleyin Mehmet Con’u: Selametmiş sabrın sonu Çok yaşadık bu oyunu Görmez misin, bilmez misin? *** MEHMET BEHÇET PERİM (D.1896 Nevrokop /Gotse Delçev/ -Ö. 1965 İzmir ) GEÇİT VER KAMÇI Kenarında ölgün yatan milletim Uyanmağa muhtaç…Budur zahmetim. Bunun için çarpar göze mihnetim Dertlerim çok,sorma,ah,Deli Kamçı! Ecdadımdan kalmış bahçeler, bağlar Uyuklayan kardeş elinde ağlar… Eldeki varken yokluk kalbimi dağlar Buna yanar gönlüm,ey dertli Kamçı! En büyük köyde bir tek mektep yok Mektepsiz köylerde dinden eser yok, Sarıklı çok,lâkin dindar olan yok Bilgisizlik yakmış milleti,Kamçı… Elleri doğru atarken ayak

173


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Yan gelerek yatmış milletime bak, Hayat kavgasında geri kalacak Bunu düşünür de ağlarım Kamçı… Her köy odasında kaldım bir gece Milletin derdini soruştum; nice, Umutlu devalar sundun gizlice Allah’tan şifalar dilerim,Kamçı… Yola çıktım erken…Sabah olmadan Bin dağ aştım halâ yorulmadan Ulaşsın efkârım,akşam olmadan Koşayım yolumda…Geçit ver,Kamçı! ***


Makale ve Analizler - 2019 LÜTFİ ERÇİN (D. 1902 Tırnova – Ö.1970 İstanbul ) GÜZEL TUNA Güzel Tuna,mavi Tuna Gözleri hep nemli Tuna, Bizden uzak yaşamanın Hicranıyla yaslı Tuna… “Uzun kavak yeşillendi Derdim yine tazelendi” Bu türkünü hem dinledim Hasretinle hem inledim. Mevsimlerin en güzeli Şimdi bahar sardı seni, Bülbüllerin şakıdıkça Ruhum arar sorar seni, Nazlı güzel,şirin Tuna Dört mevsimi renkli Tuna, Ayrılığın acısıyla Talihine küsen Tuna. Tam beş asır biz seninle Kaderinle,gür sesinle, Neşe içtik sularından Güzel Tuna boylarından. Hicran dolu duygularla

175


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Çağıldayan o sularla, Sen ayrıldın bizden Tuna, Attın bizi tundan tuna. *** MEHMET FİKRİ (D.1908 Omurtag/ Osmanpazarı / – Ö.1941 Sofya ) KAVAL Sönerken günün son şuaları Akşamın yası sardı dağları Yetmezmiş gibi kasveti güzün Çöktü kırlara derin bir hüzün. Ağlayan süküt içinde çoban Vecde gelerek ruhunu saran Kara günleri mahzun ve gamlı Alıp üfledi dertli kavalı… İnliyor kaval tıpkı Ben gibi Kim bilir belki onun da kalbi Ne kadar mahzun,ne kadar kırık? Kahkaha değil,bu bir hıçkırık… Ağlıyor kaval,inliyor yayla Nedir Yarab bu vaveylâ? İnliyor kaval dertli mi yoksa Nedir bu keder,neden bu gussa? Elemin nedir ey kaval,söyle…


Makale ve Analizler - 2019 Hicran mı seni inleten öyle? Dalgalanıyor sesinde melâl Anlıyorum:sen benimle hemhâl!.. Hasta şiirimin hazin anğmesi Gibi ağlıyan o yanık sesi. Hicran veren mi ey kaval sana Saklama,söyle derdine bana… Hicranzadeyim anlat,dinlerim Senle beraber ben de inlerim… Söyle ey kaval,ey vatan-ı cûda, sevgilin nerde,vatanın hangi dağ? 20 Kasım 1939 *** ETEM ÜTÜK ( D.1925 Gorotsvet /Ütükler/Razgrad -Ö.1989 İstanbul) İHTİYAR YOLCU Uzaklardan ağır ağır gelirsin Dur,bir haber söyle İhtiyar Yolcu, Bizim eski yurdu belki bilirsin Dur,bir haber söyle İhtiyar Yolcu! Nazlı Tuna coşup akmazmış artık Bülbülleri güle bakmazmış artık Kızları türküler yakmazmış artık Dur,bir haber söyle İhtiyar Yolcu!

177


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) İşittim ki orda çiçekler solmuş İşittim ki orda bir hazar olmuş, İşittim ki orda ıstırap bolmuş Dur, bir haber söyle İhtiyar Yolcu! Dertli anasını buldu mu Aliş? Acep göz yaşını sildi mi Aliş? Bilmem ki öldü mü, kaldı mı Aliş? Dur,bir haber söyle İhtiyar Yolcu! Niçin susuyorsun, söylemiyorsun? Kederli gönlümü eğlemiyorsun? Ah!Tuna boyunu sen biliyorsun Dur,bir haber söyle İhtiyar Yolcu! ***

HÜSEYİN OĞUZ (D.1926 Kestanyovao /Kestane/,Tırgovişte /Esk Cuma -Ö. 2007 Ankara) İÇİMDEKİ SES Öbek öbek çiçek açmış şu yurdun Bahçesinde renksiz bir gül kalmamış, İzi kaybolmuş gür dağdaki kurdun Dağlarda susan tek bülbül kalmamış. Meleyen kuzusu var çayırların, . Her yerde ahengi var bayırların, Zevkine hiç doyum olmaz kırların Bu yurtta .açmadık tek gül kalmamış.


Makale ve Analizler - 2019 Kokuya gömülmüş gördüğün dağlar Dağlarda gümüşten dereler çağlar, Böyle yerlerde hiç gönül mu ağlar? Bu yurtta ağlayan gönül kalmamış. Ağlayan gönül mü dedin kalmamış, Kimin gönlü dertle sor bunalmamış? Hangi gönül acep kana dalmamış? Her gözün içinde görünmez yaş var. Hangi· yeri bunca ıssız kürenin? Ahengi . kalmamış hiçbir derenin Ölümle konuşan her bir zerrenin İçinde. ne derin bir ağlayış var. Ötüyor sandığın bülbül ağlıyor, Her ötüşü binlerce yürek dağlıyor Göster sular hangi yerde çağlıyor, Çağıltı değil. – devamı yarın –

179


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Rüzgâr Dönüyor -3

Tarih: 29 Eylül 2019 Yazan. Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Bulgaristan’da Yeni Toplumsal Enerji Uyanıyor Seçim kapısı açıldı. Kampanya başladı. Muhtar ve belediye başkanı görevlerine kimlerin seçileceği belli oldu. Seçim olmadan nasıl belli oldu? diye soranlara cevabımız kesin. Eski kuşak yerinde kalıyor. Görev ve nesil değişimi yok. Politik havada sanki sihirli bir denge sağlandı. Ansızın huzur bastı. Yani taraflar uzlaşıp anlaştılar gibi. Uzlaştıkları nokta ise, eski hamam eski tas, yola devam. Bir ay önce Bulgaristan’a bir gençlik enerjisi patlaması hissedilmişti. Sözde demokrasi koşullarında doğup yetişen ve artık yetişkin yaşa basan gençlerimiz “verin artık toplumsal işlerin dizginlerini bize” sesi yükselttiler. Son yıllarda güçle yükselen umut yüklü sesti bu. Türk ocaklarından, obalarımız köy ve kasabalardan gelmesi hepimizi sevindirmişti. Yeni kampanya açılmazdan önce, Başbakan uzun bir ziyaret için Güney Kore’ye gitti. O ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakan ve iş adamlarıyla görüşmelerinde “ama gelin bizim ülkemize yatırım yapın” diye ısrarla yalvardı. Sanki memlekette iş yapacak adam kalmış da, Güney Kore sermayesinden medet umuyoruz. Olayın üzerinde düşünüldüğünde, köyleri boş, tarlaları nadas, nüfuslu emekli çağında memleketimizde kendimiz taşı sıkıp su çıkaracağımıza, hep dış ülkelerden yatırım bekliyoruz. Dıştan gelen yatırımla biz değişemeyiz, yenilenemeyiz, baş kaldırıp medeni bir ülke olamayız. Demek oluyor ki 2009’dan beri iktidarda olan bu Borisov hükümeti “statiko” olarak anılan şu var olan ve sürüp giden vahim durumu daha da yaşatma çabasındadır. Yani değişiklikler yolunu bu seçimde de tıkamak, kesmek istiyor. Beklenen değişiklikle ilgili analizimiz şöyledir: 27 Ekimde 6 bin muhtar adayı yarışa çıkacak. 70 partiyi temsil ediyorlar. Açıklanan program yok. Niyetlerinde olan vermek değil, bir şeyler almak. Bizdeki demokrasinin hamlığından kaynaklanan bir olay bu. Bugünkü sözde demokrasimiz ve onu günümüzde temsil edenler, totaliter düzenin bağrında yani baskı ve terör ortamında mayalanmışlardı. Onlar asalaklığı, vahşetleri ve zulmüyle ünlü komünist toplumun bağrında 7-9 ay arası kaldıktan sonra dünyaya geldiler. Anneleri sayılan totaliter toplum bağ-


Makale ve Analizler - 2019

181

rında malak besliyordu. “Yavrucuk” zülüm toplumundan sürekli aldı. Beslendi. Hatırlarsanız ilk milyonerler, hukuk dışı yaşayanlar, asalaklar, korumalılar, malak gibi göle yatıp serinlerken hür yaşamak isteyenler, demokrasinin doğum gününden önce, daha biz 1989 Mayısında ayaklanmazdan önce, anneler “çocuklarının soluyabileceği temiz hava için” Ruse mitinglerine toplanmazdan önce, lükse arabalarla sokaklarda dolaşmaya başlamıştı. 1989’un 10 Kasım günü totaliter rejim sanki çöktü fakat hak etmeden alan, sürekli isteyen, denetimsiz tüketen ama asla doymayan zengin tabaka artık oluşmuş ve ayakta kalmıştı. Sosyalizm yıllarında oluşturulan bütün maddi ve manevi değerleri gasp edip tüketmeye başladı. Malak, erginlik çağında manda oldu. Kör sofra yıllarına “Geçiş Dönemi” dediler. Toplumu yönetmeye göz koyan bizim manda bu dönemde bulduğunu tüketmeye devam etti. Biz ise dibe vurduk. Kendimizi, ailemizi, toplumu geçindiremez olduk. Demokrasiyi yönetme umutlarıyla gelen bizim manda totaliter komünist annesinin bağrında ve doğunca bebe ve ergin olarak her şeyi tükettiğini görenler yetişkin çağını beklemeye başladılar. Nihayet yiyip içip bataklıkta yatan mandanın gölden çıkacağı gün gelir dediler. Bir türlü gelmedi. Neyse insanların bataklığın etrafından kaçışı başladı. En sonunda 30 yaşını dolduran Bulgar mandasının yetişkin çağına ayak bastığı ve bir şeyler üretip halka vereceği gün geldi. Demek istediğim bizdeki demokrasinin de artık bir şeyler üretip halka vereceği gün gelmiştir. İşte böyle bir ortamda, Başbakan Borisov’un 27 Ekim seçimlerinden hiç kimse hiç bir şey beklemesin anlamına gelen, Güney Kore ziyaretleri yaptı. Orada artık kocaman manda olan totalitarizm malağını beslemek için daha büyük mama aradı. Durumundan memnun, hiç bir şey istemediği ortadadır. Halkımız bu gibi durumları defalarca yaşadı. Seçim listelerini gözden geçirdim. Eski hamam eski tas. Genç dinamik iş yapacak tek kişi yok. Adaylar kampanya başlamadan önce yemlendiler. “İtleri susturma” taktiği bizde daha Birinci Ferdinand Saks-Koburg-Gotski zamanından (1887-1918) yıllarından kalma köklü bir adettir. Birinci Ferdinand Bulgaristan’a Prens olarak gönderilirken (1887) Almanya hükümeti kendine süresiz fuzuli maaş bağlamış ve 1948’de hayata gözlerini yumarken de aynı parayı emekli maaşı olarak almıştır. Rus Çarı II. Aleksandır, Prens Ferdinand’ı elinden kaçırmamak için kendisine karşılıksız 2 milyon 200 bin Fransız Frankı vermiştir.


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Alman Başbakanı Oto von Bismark da Ferdınand’a 1 milyon Alman Mark’ı hediye etmiştir. Osmanlıya 1912’de savaş açan Ferdinand aynı zamanda maaşlı bir Osmanlı Mareşalıdır. O dönem Bulgar meclisinde belirlenen ve sürekli zamlanan Prens ve Çar maaşları, gelir ve giderlerine, Bulgar vatandaşlarından da kişi başı 1 leva Çar parası toplanmıştır. Meselenin köküne indiğimizde 1789’da Bulgar Liberal ve Konservatif partilerin dış kaynaklı kurulduğu dikkati çeker. Bulgar Halk Çiftçi Partisi de Alman Fonlarından destek almıştır. Bugünün ırkçı faşistlerin VMRO partisi 1920-30’larda para kaynakları Belgrat’a ve Moskova’ya uzanır. Bulgaristan Komünist Partisi Komünist Enternasyonal’in bir koludur. Dış kaynaksız kurulan Bulgaristan Demokratik Güçler Birliği (CDC) birkaç yılda kurumuştur. Demokratik Güçler Birliği ile iktidar olan İvan Kostov devlet taşınmazlarının % 46’sını özelleştirerek ve 15 bankanın suyunu çekerek ayakta kalmıştır. Moskova borusunun vanası kapanınca baş sosyalist Sergey Stanişev’in bile 2009’da palasını pırtısını toplayıp Batı Avrupa’yı boyladığını herkes gördü. 2009’dan beri iktidar’da bulunan GERB partisi ve Başbakan Boyko Borisov, erk ipinin kopmamasını Bulgaristan Elektrik Enerjisinin % 40’ını üreten, Amerikan mülkünde olan “Maritsa İstok” Kömür Elektrik Santralinin ürettiği elektriği Bulgar devletine yani fakir halkımıza 3 kat pahalıya satmasına borçludur. Fakat bizim mandanın bir şeyler üretip halka vereceği gün geldi. Şimdiki durgunluğun derin nedenleri henüz bilinmiyor ama yakında su yüzüne çıkar İş Allah! GERB partisinde derin bir bunalım yaşanıyor. Amerika’dan gelen “siz ne yapıyorsunuz orada?” sorularının anlamı aslında “bu totalitarizm mandası artık bir şeyler vermeye başlamayacak mı?” anlamındadır. Bulgaristan’da 420 bin hazır yiyici olduğunu herkes biliyor. Milyonerler tabakası oluştuğunu bilmeyen yok. Yoksul halkın kölelik devrindeki gibi ezildiği ortada! Halkın çilesine derman yok. Ve bu durumu değiştirmeden yaşatmak için Başbakan Borisov yatırım yani para aramak için Güney Koreyi boylamıştır.


Makale ve Analizler - 2019

183

Seçim kampanyasıyla birlikte sivrilen GERB eski Başkanı Tzvetan Tzvetanov’un “Avrupa Atlantik Güvenlik Merkezi” partilerle görüşüyor, Avrupa Merkezlerini dolaşıyor, sanki “artık para bende” der gibi hava atıyor. Bulgar sosyolojisine inanılırsa, Boyko Borisov ile birinci yardımcısının arasının açılmasının sebebi “Amerikan fonlarından gelen paralardır.” Anlaşılan Borisov havuzuna akan borunun vanası kapanmış, artık paralar Ts. Tzvetanov’un kuyusuna akacakmış. Dananın kuyruğunun koptuğu yer burasıdır. Borisov’un asalak totaliter mandayı bundan böyle besleme imkânlarımız tükenmiş bulunuyor. Rüzgâr değişmeye başlarken birden bire durgunluk ortamı bastı. Sebebini anlatmaya çalıştım. Kabaran değişim enerjisini daha geniş ve endamlı anlata bilmeye kapı araladık. Böyle bir enerji belirdi. Bizi izlemeye devam ediniz. Okuduğunuz için teşekkür ederim. 4. konumuz: Edebi olmayan Bulgar toplumu değişikler için olgunlaşmayı engellemeye çalışıyor. Paylaşınız.


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ebediyete Göç Eden Bulgaristan Türk Şairlerin Şiirlerinden Seçmeler-2

– 2.Bölüm –

NURİ ТURGUT ADALI (D.1922 Ostrovets/Ada Köy/, Kırcali – Ö.2004 Adaköy,Kırcali) KÖYÜM Güllerin ve gülen yüzün bir yana Kırlarda eşek dikenlerini özledim Evladımın gülüşü, şen türküsü bir yana ağlamasını da özledim Bir kıyısından geçen çayı değişmem Cennet ırmağı ile … Gönlümün sesi mümkün olsa da gelse dile Seni soruyorum güneyden esen her rüzgara ; hasret kaldım tırmandığım yamaçlara… Gümüş sularında yıkandığım dereler hep öyle çağlayarak akar mı ? Suların aynasında sevgilim ağlayarak ay’a, yıldızlara bakar mı ? O mehtaplı geceler gönlümün cennetiydi. Baharın getirdiği çiçekler o cennetin ziynetiydi.. Tatlı tatlı meleyen kuzular, gül yanaklı kızlar neşe saçar mı köyüm ?


Makale ve Analizler - 2019 Senin kucağındaydı gerdeğim, düğünüm! … Doyamadım ne sevgilime, ne sana, ömrüm geçti zindanlarda Köyüme, sevgilime yana yana… Ziyanı yok, ko ben menfalarda çürüyeyim Yeter ki bir gün seni AZAD göreyim… *** HASAN KARAHÜSEYİNOV (D.1925 Sevar /Caferler/ Razgrad – Ö.1992,Sofya ) ON DÖRTLÜĞE DAĞILAN -aGözümde yaş yoktu ya,ağlama dediler Boş yere bağrını dağlama dediler Benim de bir gülüm var dedim dostlara El gülüne gönlünü bağlama dediler. -bBir şeyim yok diyemem şu yeşil dağlar benim Şarabım tükenmiyor şu yeşil bağlar benim Esrimişim derinden gülmek bana verilmiş Ama yalnız kalınca yüreğim ağlar benim. -cEleme acıya kapılma gönül Bir masum gülüşe satılma gönül Gül deyip dikene el uzatma Paslı bir neştere takılma gönül.

185


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) -gLodostan kabarmıştı dalgası bu denizin Kaybolursan gözümden sularda kalır izin bir gün durgun görürsün denizi de beni de Kabarmaz sanma sakın bu dalgalar yeniden. -hYeşil dağlara girdim gözüm dallarda kaldı İmrensem de uçmayı çok görmedim kuşlara Yürüdüm aldırmadan yolumda yokuşlara Ben gittim ortalıktan gözüm yollarda kaldı. *** AHMET ŞERİFOĞLU (ŞEREFLİ) (D. 1926 Hlebarovo /Torlak(Razgrad – Ö.2000 Bursa/ BEŞİNCİ KATTA, OTUZÜÇÜNCÜ ODADAKİ ARKADAŞLARIMA Şu üstü başı kireçli gençler, yıllardır iskelelerde çalışırlar, Yıllardır ekmeği, cigarayı, güçlüğü paylaşır aralarında Ve inip iskelelerden· geceleri sırt sırta uyurlar Aynı insanları hatırladım bu akşam.Neden? Neden yıllardır hepimiz başlı başına yaşadık? Dostlar, zor bu kalabalık içinde yalnızlık! Her gün resmiyet… oturduğumuz oda… tramvay . Tramvay … oturduğumuz oda … resmiyet tekrar . Ve insanı bir küçük görme hali diğer yandan


Makale ve Analizler - 2019 Gülüşlerimiz, deyişlerimiz bile klişeleşti Fakat dostlar hayat tramvay değil ki Apartman da değil Ne de resmiyet … Dar geliyor bana bu verdiğiniz dünyalar dar! Bana bu çoklardan o kadar bir az verin ki İçine sığmış olsun bütün büyük dünyalar … Yıllardır bu yolda başlı başına yaşadık! Zor dostlar, zor bu kalabalık içinde yalnızlık! Şu üstü başı kireçli gençler her gün iskelelerde çalışırlar Ekmeği, cigarayı, güçlüğü, aydınlığı paylaşırlar aralarında Ve iskelelerden inip geceleri tahta yataklarda paylaşamadıklarını paylaşıp da uyurlar Ayın insanları hatırladım gene bu akşam. Neden?., *** MEFKÜRE RİZA MOLLA (D.1927 Dobriç /Hacıoğlu Pazarcık/ – Ö.2007 Paris,Fransa) KAFDAĞI Kafdağı aşınmış insanlar Kafdağı kader dağı Hani o demir kursaklı dağ ! Bugün gibi aklımda Ninemin anlattığı .masal

187


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) O kış geceleri Soba sessizce yanar Dışarda soğuk iğne iğne Etraf su gibi aydın … Hey benim uykularımı delen Ve beni uçurumlara götüren çocukluğum Kaygu çoktu o zaman Kaygu, bir arpa boyu büyümek Kaygu Kafdağı’nı delinmiş görmek E’ cüc-me’cücleriyle … Haber geldi şimdi Hem kurttan hem kuştan Hem havadan hem sudan. Haber geldi uzaktan ve yakından Haber işte Haber geldi vesselam Kafdağı aşınmış, diyorlar! Ama kolay olmuyor bu iş Kolay incelmiyor maden dağı. .. Her gün sabahtan akşama Mazlumlar onu yalar … ***


Makale ve Analizler - 2019 MÜLÂZIM ÇAVUŞEV (D.1927 Metodievo /Küpeler/Şumnu – Ö.Şumnu 1995) EY GÜZEL TUNA HEY Uzun yolunda dağlar, taşlar yoldaşın, Kara denizin sularında başın. Kimseler bilmez acep kaçtır yaşın, Ey güzel Tuna hey! Kuzeyinde yurduma bir gerdansın, Coşunca kimi geniş, kimi darsın , Coşunca kimi geniş, kimi darsın, Ey güzel Tuna hey! Yedi memleket aşarak gelirsin, Nice acı tatlı olaylar bilirsin. Kimi uslu kimi delisin, Ey güzel Tuna hey! Sularında yüzlerce gemi yüzer, Sen barış dostluk içinde en güzel, Senin için söylenir şarkı gazel, Ey güzel Tuna hey! Dileriz suyuna kan karışmasın, Gemilerin top tüfek taşımasın. Etrafın kara günler yaşamasın, Ey güzel Tuna hey! ***

189


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) LÜTFİ DEMİR (D.1929 Rakovski /Kuyucak/ Razgrad – Ö.1990 Sofya ) KENDİ KENDİME Neden gene böyleyim,rahatsızım bu gece, İçimde bir karışık,durgun hisler nedendir? Yorgunluğun saçını sıvazlarken gizlice, Hırçın şefk aynasından çöl akisler nedendir? Vazifem mi bitmedi,yapılacak işim mi var, Herhangi bir yürek mi incittim bilmeden? Yoksa kapısını mı kapattı azizi dostlar Yarın kazancımızı beraberce yemeden? *** SABAHATTİN BAYRAMÖZ (D.1931 Dobriç/Hacıoğlu Pazarcık/ – Ö.2013 Bursa/ KARABASAN Gözlerimi yitirdim Renkler kana boyandı ışık karmaşasında Doruklar düzlüğe dönüştü; Sesim sokaklarda tutsak, Onurum kamburum oldu Gözlerimi yitirdiğim gün. Gizlerimi yitirdim Issız yörüngesinde dondu yürek Sevgilerim kalakaldı karanlık pusularda;


Makale ve Analizler - 2019

191

Silinince geçmişle geleceğin anlamı, Hangi dilde ağlayıp Hangi dilde güleceğimi, Anılarımda dostlarımı nasıl bulacağımı Bilemedim Gizlerimi yitirdiğim gün. İzlerimi yitirdim Gizemli bir boşluğa gömüldüğü zaman Öz saygımın burcundan yıldızlar kaydı. Kimliğim prangalı; Babam bile mezarında yabancı oldu bana İzlerimi yitirdiğim gün. Gözlerimi yitirdim Gizlerimi yitirdim İzlerimi yitirdim Adımı elimden aldıkları gün. *** MЕHMET ÇAVUŞ (D.1933 Tırnovtsi(Turnaovası)Tırgovişte(Eskicuma)- Ö.2017,İstanbul AZINLIKLAR MEZARI Sıcaklığını yitiren kadınlar gibi Kanseri simgeler Rumeli’de günler, Kanımızı emen akrepleri yankılar Kelepçeler, dar ağaçları, sürgünler…


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Kan kusarken hüküm giyen türküler Ölüm taşır karanfil açar her yara, Zulme karşı savaş verir mazlumlar Saçlarını bayrak edip rüzgârlara. Prangalarla gelip geçiyor günler Ruhlar esir, kalpler kırık dökük, Acılar, erkeklerin canına minnet Anaların gözleri yaşlı, boynu bükük. Ölüm sellerinde yaşam sürüyor Rodoplar, Dobruca, Gerlova, Deliorman, Sevda oluşunu yitirirken umutlar Kavgalardan kopan avuntudur zaman. Dil yasak, din yasak, töreler yasak… Bir iniltidir her ağıt, her destan, Derde derman yok, gözler kan çanağı Azınlıklara bir mezardır Bulgaristan. *** RECEP KÜPÇÜ (D.1934 Kuklen / Kuklene/ Plovdiv – Ö.1976,Varna) HASBİHAL Hadi dost bildiklerim, Yürüyelim. Ben durgun sulara istemem yansımak, Akar suları severim, Akar sular gibi


Makale ve Analizler - 2019 Akar giderim yolumda yaya yapıldak. Çıkın siz de, siz de çıkın, Çıkın gizlendiğiniz kuytudan. Esen rüzgarın sessizliği Uyandırır uyandırmaz uykudan, Şöyle, seher vakti düşelim yollara Canınız sıkılmaz benimle yürürseniz; Aç ve susuz kalsanız da ara ara, Mevsimine göre ahududu toplarım size Fındık toplarım. En berrak, En temiz kaynaklardan Su getiririm size avuçlarımın içinde Aç komam, susuz komam sizi, Üzülmeyin, Ben alelade insanlardan öğrendim Değerini, yüceliğini kardeşliğin… Ortalığın karardığına aldırmayın, Gözlerimin feri aydınlatacak yolunuzu. Sarışın kız örneği ay da doğar biraz sonra, Ağaçlar altına çekilen ürkek karanlıklara Terk ederiz uykumuzu… Hadi dost bildiklerim, Yürüyelim. Yollar, yürüyen yolcuları sever, Yollar, yolcuları varsa gülümser. Bir gün sona erince tuttuğumuz yol, Bilirim, ürkeceksiniz birden bire, Zira herşeyin sonudur insanı tedirgin eden: Dostlukların sonu

193


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Aşkların sonu Yolların sonu… Fakat ürkmemek gerek, asıl mesele, Çiğnenmiş yolun bitişinden öte gitmekte, Biz gitmeliyiz, Kalblerimiz pusula olacak oradan öte… *** ÖMER OSMAN ( ERENDORUK) (D.1934 Zvanarka/Yunuzköy/ Krumovgrad/Koşukavak/- Ö.2007İstanbul ) GENÇLİK Bir rüzgar esti… Sararmış yapraklar· döküldü dalından. Bir mevsim geçti… Gene gelecek … Gençliğim! … İncim benim … Elim, kolum, varlığım Sevincim benim … Sen nereye? Ben ne geldiğini duydum senin Ne misafir kaldığını bir kaç zaman Ne de yıllardır coştuğunu kanımda. Ama gidişini görüyorum gözlerimle. – Beni terk eden dostlar örneğiKoptuğunu duyuyorum içimden çatır çatır Sen gidince neyim kalacak tenimde


Makale ve Analizler - 2019 -Zaten neyim kaldı ki kötülüklerden gayrı-. Bir vücudum var kasırgaların yıprattığı Bir de kalbim kaldı kemirilmiş kıtır kıtır İnsanlara ufak-tefek bir yardımın varsa eğer· Onu sana borçluymuşum meğer … Bugün, yarın ak düşecek saçlarıma Gözlerimi saracak bir gök duman … Gitme gençlik gitme gitme dur aman! Sensiz beçeremeyecek işlerim var nice Tutunduğum bir tek dalımsın işte Beni terk etme zamanından önce … *** MUHSİN HALİT KARA (D.28 Ekim 1934,Diçevo/Kemalköy – Ö. 20 Mayıs 2019, Ruse) BU MUYDU? Bu muydu ad uğruna edilen savaş? Bu muydu dil uğruna uykusuz gece? Bu muydu acele davet ecele? Bu muydu içilen ant sayın “Arkadaş”? Belene domuzlarına yem olanları Gömütleri halâ meçhul yatanları Sırtındaki izleri henüz silnmeyen copu Dehşet dolu kâbus çıkar mı bellekten “Soydaş”?

195


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Cesetleri kasten bulunmayanları Yetim,öksüz biçare kalmış masumları Soyu sopu,kanı bozuk zangoçları Ne çabuk unuttun o koğuşu “Arkadaş”? *** LÂTİF ALİ (D.1935,Diçevo /Kemalköy/Silistre – Ö.1999 İstanbul ) RUMELİ TÜRKÜLERİ Şu bizim Rumeli türküleri yok mu? Sırılsıklam bir sevda,buram buram bir özlem. Bir hançer mi saplanır yüreğime,bir ok mu? Can evimde sancısı,gözlerimde puslu nem.

Efkârlanmaya görsün bir kere deli gönül Alır başını gider Urumeli’ne İner yârin bahçesine Gülden geçilmez. Fincan gibi güllerin arasında “Kırmızı gülün alı” seçilmez. Taşa,demirе can veren mahir ustalar “Fincanı taştan oyarlar” Oyarlar da İçine yüreklerinin sevdasını koyarlar. Sevda çiçekleriyle gönül örsünde “Demirciler demir döver tunç olur…”


Makale ve Analizler - 2019 Kara sevdaya benzer türkülerimiz; Düşürmeye görsün yüreklerine harlı ateşi Söndürmesi güç olur. Şahlandı mı “kol başının kır atı” Dostlar bayram eder düşman irkilir “Yol görünür gazilerin garip serine” Sökülür çadırlar,tuğlar dikilir… İpek bir halıya benzer köşkünde Vardar Ovası,Tuna Yalısı Estergon’dan bir ezgide savrulur Kızıl bir bayrak gibi Yüreğimin yarısı: “Akma Tuna, akma bre şahin aman Ben bir dertliyim Yâr peşinde koşan kara bahtlıyım.” Ah şu bizim Rumeli türküleri… Onlarda ağlar,onlarda güleriz Gizem tünelinden geçercesine Düriye’nin kalaylı güğümlerinden Bir tas ayran İçercesine. ***

197


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) MUSTAFA MUTKOV / MUTLU / (D.1935 Gorsko Slivovo,Loveç/Lofça/- Ö.1997 Sofya ) KUSURA BAKMA İSTANBUL İşte kalem İşte kâğıt diyor ağabeyim Şiir yaz Destan yaz Güzelliğe dayanır mı şair yüreği? Bak,İstanbul ışıl ışıl Üstü başı deniz kokuyor İnsanları iç içe girmiş Gözleri kamaştıran Bakışları eriten güzelliği yaz.

İster hayırsız de bana İster yeteneksiz Ne dersen de Suçu yalnız bende bul: Söz bulamıyorum güzelliğini anlatmaya Büüüyülüyüm Sana bir şiir yazamadım Kusura bakma İstanbul!.. 1991- İstanbul ***


Makale ve Analizler - 2019 FAİK İSMAİLOĞLU ( ARDA ) (D.1936 Yabılkovets /Elmalı / Kırcali- Ö.1995 Ardino ) YAŞIYORUM İlk horozlarda bastılar evimi Kelepçe vurdular nasırlı ellerime Alıp götürdüler,götürdüler… Bir daha geri getirmediler. Dondurucu bir kış gecesinde Yağlı kurşun saplandı can evime Bir demet gül gibi,karanfil gibi Saçıldı al kamım karın üstüne… Beni öldü sanmayın,yaşıyorum. Ellerim,masum ellerim Kerpiç diziyor yeni yapılarda Ellerim,garip ellerim Rodop çayırlarında ot biçiyor hışır hışır… Elerim,katranlı ellerim Tütün topluyor Alançayır’ın orda… Gözlerim parıldıyor,Mehriban’ımın gözlerinde Kalbim Ertan’ımın göğsünde çarpıyor Ayaklarım yürüyor Andızlık dağlarında… Beni öldü sanmayın,yaşıyorum İçimde tonlarca hınç, Tonlarca sevgi taşıyorum.

199


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

201


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

203


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

205


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

207



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.