Skip to main content
Celal Sahir EROZAN (1883-1935) started his literary adventure by publishing his poems in the journal Servet-i Fünun at a very young age (1899). Celal Sahir, who published his poems in this journal until 1901, joined the Fecr-i Ati... more
Celal Sahir EROZAN (1883-1935) started his literary adventure by publishing his poems in the journal Servet-i Fünun at a very young age (1899). Celal Sahir, who published his poems in this journal until 1901, joined the Fecr-i Ati movement in 1909 and even presided over this movement. His poems published between 1898 and 1909 were gathered in two poetry books he named as Beyaz Gölgeler (1909) and Buhran (1909). He gathered his poems that he mostly wrote between 1910 and 1912 in Siyah Kitap (1912). The poet's work where he proposed and introduced six candidate deputies within an ironic criticism for the Ottoman Parliamentary elections in 1919 is İstanbul İçin Mebus Namzetlerim (1919). The aim of this study was to bring these three poetry books and two pamphlets of Celal Sahir Erozan, which have not yet been transferred from Ottoman Turkish to Latin-script Turkish alphabet, to the field of Turkish Language and Literature. His poems that were published in magazines or newspapers were not included in the study during the transfer of his work to the Latin-script alphabet. In terms of their historical period, the poems written by the poet between 1898 and 1912 formed the basis of the study. An exception to this was the inclusion of the pamphlet entitled İstanbul için Mebus Namzetlerim, published in 1919, in the study In his first work Kardeş Sesi (1908), the poet enthusiastically described the environment of liberty brought by the Second Constitutional Period. In this study, these three books and two epistles were transferred into Latin letters. During this transcription, while writing the words of Arabic and Persian origin, attention was paid to placing circumflexes, and the original spelling of the words were kept. In these five basic texts, the topics addressed by the poet were analyzed under separate titles in thirteen themes, and the changes in the poetic life of the poet were put forward together with their examples. The poems written by the poet in the context of the Turkish-nationalist line he adopted especially after 1912 were not included in the thematic analysis.
Edebiyat tarihi çalışmak zordur; Türk edebiyatının tarihini çalışmaksa belâ!... Bu müşkil işe tâlip olanların sayısı o kadar az ki, onları tebcilden ve tebrikten başka söylenecek söz yok; lâkin, ortaya çıkan ve edebiyat tarihi olmak... more
Edebiyat tarihi çalışmak zordur; Türk edebiyatının tarihini çalışmaksa belâ!... Bu müşkil işe tâlip olanların sayısı o kadar az ki, onları tebcilden ve tebrikten başka söylenecek söz yok; lâkin, ortaya çıkan ve edebiyat tarihi olmak iddiasını taşıyan eserler için söylenecek çok şey var. Son cümlede telâffuz edilmesi gerekeni başta söyleyeyim: Şimdiki hâlde, Türk edebiyatının henuz tarihi yazılmamıştır. Utana sıkıla, ezile büzüle de olsa, bu gerçeği kabûl etmek gerek. Mevcut çalışmaların bir kısmı tarihe veya edebiyata, bir kısmı işin teknik taraflarına, bir kısmı da teorik veya metodolojik özelliklerine dair hatâ ve eksiklerle mâlûl... Bir "olmazsa olmazlar listesi" çıkarıp, farkedebildiklerimden önemli başlıkları sıralayacağım: 1. Edebiyat tarihi yazabilmek bir kültür işidir. O kültür sizde bin yıldır mevcut değilse, ortaya bir edebiyat tarihi koyabilmeniz imkân hâricidir. Bu kültürün içinde neler olmalı: a. Ya sözlü edebiyat dönemini çabucak atlatıp yazılı edebiyata geçmiş ya da sözlü edebiyat mahsûllerinin tamamını yazıya aktarabilmiş bir kültür olmak gerek. Tarih, vesîka ile yazılır ve şifahî malzemeden tarih değil, tevatür çıkar. Bizde ise, can çekişerek de olsa, sözlü kültür hâlâ yaşıyor. Folkloristlerimiz-sözlü edebiyat devresini asırlar önce kapamış olan batılı meslekdaşlarına imrendiklerinden midir yoksa onları körükörüne taklit ettiklerinden midir, bilinmez-sahaya çıkıp derlenecek malzeme kovalamaktansa, halkbilimini halkı tanımadan, masabaşında ahkâm keserek kurmaya çalışıyorlar. Diğer tarafta ise, ölen her Türk kocası ile, sözlü kültürün bir çınarı daha devriliyor; birkaç türkü, masal, efsane, atalarsözü daha kaybediyoruz. Hâl böyle iken, daha sözlü kültürle başedememiş bir edebiyattan yazılı ürünlerinin tarihini yazmasını beklemek hayâl olur. Üstelik, dünyanın belki de ençok alfabe değiştirmiş kavminden bahsediyoruz. Her alfabe reddinde edebî kültürünün bir kısmını göme göme ilerlemiş bir milletin edebiyat tarihini yazabilmek için, önce bu alfabelerle neler yazdıklarını tamamen ortaya koymak gerek. Biz ise, daha son alfabe değişikliğinin yaralarını bile saramadık. Bir kütüphâne köşesinde, yeni harflere aktarılmayı bekleyen ve bu gerçekleştiğinde bütün edebiyat tarihimizi yenibaştan yazmak zorunda kalacağımız bir eser olmadığından hakîkaten bu kadar emin miyiz? b. Edibler hakkında birşeyler yazma kültürü olmalı. Ediblerin otobiyografi, hâtırat, mektup yazma, günlük tutma alışkanlığı bulunmalıdır. Bunlar yoksa bile, edibin çağdaşlarından biyograflar tarafından kaleme alınmış hâl tercümeleri olmalıdır. Batı'da, mahalle bakkalından başbakana kadar her kesimden insanın kayıt tutma disiplinini edindiği; özel hayatı ve gündelik olanı kaleme alarak sonraki nesillere şahsî belgeler bıraktığı görülür. Cilt cilt günlükler, kurdelâ ile bağlanmış mektuplar, özel notlar, albümler dolusu fotograf... Bizde ise, edibler "mahviyetkârâne" bir tavırla, kendilerinden bahsetmekten kaçınırlar. Bildiklerini satırda değil, sâdırda taşır; öte tarafa da beraberlerinde götürürler. Ardından birşeyler yazabilecek olanlara gelince, onlar da meşhur hadîse uyarak, edibi hayırla yâd eden kalıp cümleleri tekrarlar; olumsuz hiçbir şey yazmazlar. "Merhûmu nasıl bilirdiniz?" sorusunun cevabı hep aynı kalır. c. Eserleri basarak çoğaltma kültürü olmalı. Matbaanın olmadığı devirlerden bahsediyorsak, hiç değilse, istinsahı yaratıcısının kontrolünden geçmiş yazmalar bulunmalıdır. * Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu tespit edilmiştir.
Research Interests:
Eleştiri yazılı kültürün imkanlarıyla var olabilecek bir türdür. "İn verbo" bir edebiyat geleneğinin içinde sistemli, argümanlara dayalı eleştiri anlayışı vücut bulamaz. Sözlü edebiyat geleneği içinde dinleyiciler, kendilerine sunulandan... more
Eleştiri yazılı kültürün imkanlarıyla var olabilecek bir türdür. "İn verbo" bir edebiyat geleneğinin içinde sistemli, argümanlara dayalı eleştiri anlayışı vücut bulamaz. Sözlü edebiyat geleneği içinde dinleyiciler, kendilerine sunulandan memnun kalırlarsa bunu alkış ile gösterirler; memnun kalmazlarsa rağbet etmeyerek bu gösterinin niteliksiz olduğu konusunda ortak bir kanaate varırlar. (Özgül, 2003: 199) Bizim geleneğimizde yazılı eleştirinin ilk şekli "muâheze"dir. Bu sözcük azarlama, çıkışma anlamlarına gelir. Bu eleştiri biçiminin metnin içeriği ve yapısından çok yazarını hedef aldığına, nihayetinde hicviyeye veyahut hezliyeye dönüştüğüne sıkça tesadüf edilir. "Münâkaşa" kelimesi ise "nakş"tan gelir. İlk bakışta, buradan türemiş kelimenin nasıl olup da tartışma, çekişme anlamlarına geldiği sorgulanabilir. "Nakş"ın renkli bir tarafı vardır ama "reng"in anlamlarından birinin de "hile" olduğunu bilmek, ilk bakışta ayrı olduğu görülen söz konusu iki kelimeyi birbirine yaklaştırır. Münâkaşa, kazanmak için her hilenin geçerli olduğu bir savaşa benzer. Edebiyat terminolojimize "kalem münakaşası" olarak tercüme ettiğimiz "polemik"in Grekçe "polemos" (savaş), "polemikos" (düşman) kelimelerinden geldiğini görmekteyiz, bu durum da söz konusu münasebeti güçlendiriyor. İki Osmanlı gazetesi Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis ile Tasvir-i Efkâr arasında yaşanan edebiyatımızın ilk kalem münakaşası Mes'ele-i Mebhûsetün Anhâ'da da aynı savaşçı ruhun etkileri görülür. (Özgül, 2003: 199) Münakaşaya Doğru Şinasi Batılı anlamda ilk gazeteyi çıkarmış (Tercüman-ı Ahvâl / 1860-1866), ilk edebi basın tartışmasını da 1862 yılından itibaren yayımlamaya başladığı Tasvir-i Efkâr gazetesinde başlatmıştır. Bu tartışma her ne kadar sert üslupların, savaşçı iki ruhun çarpışmasını gözler önüne serse de belli bir edep ve terbiye dairesi etrafında gerçekleşmiştir. Aynı zamanda Şinasi, bu tartışmayla ilmini ve kıymetini münevver kitleye kanıtlamıştır. Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis ile Tasvir-i Efkâr arasında husumet aslında basit bir gazete haberi ile başlamıştır. İstanbul'dan sonra-o devir özelinde-en önemli basın merkezimiz olan İzmir'de Tasvir-i Efkâr'ın özel muhabiri vardır ve gazetenin hemen her sayısının sütunlarında İzmir ile ilgili haberler yer bulmaktadır. O tarihlerde hükümet, çoğu vilayetin mahsulünden ve gümrüklerinden elde edeceği vergileri, kendi imkanları ile toplayamadığı
Research Interests:
Özet Cumhuriyet dönemi aydınlarımızdan biri olan Nurettin Topçu (1909-1975) daha çok düşünür ve eğitimci kimliği ile tanınmaktadır. Yazdığı hikâyeler ve bir romanı ile edebiyatçı yönü de bulunan Topçu'nun bu yönü üzerinde yeteri kadar... more
Özet Cumhuriyet dönemi aydınlarımızdan biri olan Nurettin Topçu (1909-1975) daha çok düşünür ve eğitimci kimliği ile tanınmaktadır. Yazdığı hikâyeler ve bir romanı ile edebiyatçı yönü de bulunan Topçu'nun bu yönü üzerinde yeteri kadar durulmamıştır. Onun Taşralı adlı kitabındaki hapishane temasını işlediği hikâyelerini incelediğimiz bu makale ile Topçu'nun hikâyeci yönü üzerine yapılan çalışmalara katkı sağlamayı amaçlamaktayız. Nurettin Topçu, incelediğimiz bu hikâyelerinde hapishane kavramını alışılmışın dışında bir bakış açısı ile ele almıştır. Türkiye'nin geçirdiği çalkantılı dönemleri bizzat yaşamış bir düşünür olarak yaşadıklarının neticesinde oluşan karamsar bakış açısı bu hikâyelerini de şekillendirmiştir. Makalemizde Topçu'nun hapishaneyi nasıl ele aldığını ve bakış açısını ortaya koymaya çalışacağız. Abstract Nurettin Topçu who was one of the enlighteners of Republican period, is more known as an educator and philosopher. Studies that focus on his literary heritage of stories and a novel, are few. The present paper aims at analyzing prison concept in the stories from his book Taşralı thus contributing to the studies of Topçu's literary heritage. In the stories under study, Nurettin Topçu created an alternative view on prison concept. He experienced living during the troublesome period of Turkish history, and this traumatizing experience shaped the author's pessimistic world view reflected in the poetics of his short stories. In the present paper we are trying to investigate prison concept created in Topçu's writing and analyze his literary point of view.
Research Interests:
(Mehmet Doruk Kandemir) " Mekân, peteklerinin binlerce gözünde, zamanı sıkıştırılmış olarak tutar. " 1 Romanlarıyla tanıdığımız Hasan Ali Toptaş, Gecenin Gecesi adlı hikaye kitabıyla ses getirecek eserler vermekte kararlı olduğunu bize... more
(Mehmet Doruk Kandemir) " Mekân, peteklerinin binlerce gözünde, zamanı sıkıştırılmış olarak tutar. " 1 Romanlarıyla tanıdığımız Hasan Ali Toptaş, Gecenin Gecesi adlı hikaye kitabıyla ses getirecek eserler vermekte kararlı olduğunu bize gösterdi. Edebiyat araştırmacıları tarafından postmodern tarzda eser verdiği söylenen Toptaş'ı belli bir akıma sıkıştırıp, orada dondurmak edebi metne bakış anlamında pek de doğru değil. Tabii ki eser vermeye başladığı devir itibariyle postmodern estetiğin bazı özelliklerini içinde barındıran metinleri vardır lakin onu bu anlayıştan ayıran en büyük özelliği mekan tasvirlerinde yakaladığı canlılıktır. Zikrettiğimiz eserinde de bu özelliğini sürdürmüş, postmodernlerin mekan tasvirini ciddiye almayan, edebiyatı bir oyundan ibaret gören anlayışlarından ayrı olarak mekanı ve onun çekmecelerinde saklı duran zamanı tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir. İlk hikaye olan Yatak'ta insan ruhunun derinliklerini soruşturan bir anlatıcıyla karşı karşıya geliriz. Hikayedeki isimsiz karakter, bütün verili gerçeklerden uzak, kendisine yepyeni bir dünya yaratmıştır. Bu yarattığı dünyaya geçişi, genelde, hikayenin felsefi ve sosyolojik çatısını oluşturan yer yatağında duyduğu ıslak tahta kokusuyla olur. Bu yatak, onun düşlerinin, özlemlerinin, ideallerinin yuvalandığı yerdir. Yani bu yuva, onun ontolojik olarak da kendini var ettiği bir mekan olmuştur adeta. Modern dünya, insanın tabiata, şehre, met'aya tahakküm etmesi üzerine kurulmuştur; postmodern düşüncede ise artık insanın Tanrı'sı olmaya yeltendiği bütün bu unsurlar insanı belirlemeye, şekillendirmeye başlamıştır. Hülasa köle, efendisinden rol çalmıştır. Bu hikayede de materyalizmin başından aşağı met'a boca ettiği insanın trajedisi şu şekilde anlatılır: " Beton, halıdan süzülüp yer yatağına, yer yatağından fışkırıp sırtıma yapışıyor bu yüzden ve gece boyunca beni kıtlıktan çıkmış bir sülük gibi horul horul emiyor. Böyle anlarda yaşıyorsa sadece dişlerim yaşıyor sanki; onlar da odanın alacakaranlığını öğütürcesine, irademin dışında bir yerde takırdayıp duruyorlar. " Burada maddenin soğuk ellerine esir düşmüş insanın hezeyanını görürüz, bu sahneler bize biraz da Necip Fazıl'ın şiirlerinde madde-mana çatışmasının sonucunda oluşan gerilimli atmosferi hatırlatır. Hikayenin sonlarına doğru karakter, sürreel bir yolculuğa çıkar. Hayallerinin kapısında onu çocuklar beklemektedir. Çocuk imgesi burada karakterin bilinçaltındaki geçmişe özlem düşüncesini temsil eder. Zihninde her şeyini var ederken bulunduğu mekan parçası olan yer yatağını da sırtına alır bu yolculukta. Şehirleri gezer, oradaki insanlara, yaşam biçimlerine yabancıdır, sürekli sorgulama halindedir. En sonunda bu sorgulama öyle bir raddeye ulaşır ki anlatıcı olarak bu metni neden kurguladığına dair şüphelerle biter hikaye, var olduğu yer yok olduğu yere dönüşür: " Doğrusu, neden yazdığımı ben de bilmiyorum. Demek yorganı omuzlarıma doğru çekip, bu yatak beni öldürecek dedikten sonra yazının içinde uyuyakalmışım. " Nihat adlı hikaye ise ilk bakışta Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Erzurumlu Tahsin hikayesini andırır. Aslında bir " an " ı beklemenin hikayesidir. Kahramanın olduğu yerden Nihat adlı birisi geçecektir ama kimdir bu, ne yaşamıştır, niçin herkes onu konuşmaktadır ? Bütün hikaye bu sorunun cevabıdır aslında. Nihat, babası tarafından küçük yaşta terk edilmiş, annesiyle hayat denilen hengamede yapayalnız kalmıştır. Düşünülenin aksine bunun acısını yaşamaz.
Research Interests:
Celal Sahir EROZAN (1883-1935) started his literary adventure by publishing his poems in the journal Servet-i Fünun at a very young age (1899). Celal Sahir, who published his poems in this journal until 1901, joined the Fecr-i Ati... more
Celal Sahir EROZAN (1883-1935) started his literary adventure by publishing his poems in the journal Servet-i Fünun at a very young age (1899). Celal Sahir, who published his poems in this journal until 1901, joined the Fecr-i Ati movement in 1909 and even presided over this movement. His poems published between 1898 and 1909 were gathered in two poetry books he named as Beyaz Gölgeler (1909) and Buhran (1909). He gathered his poems that he mostly wrote between 1910 and 1912 in Siyah Kitap (1912). The poet's work where he proposed and introduced six candidate deputies within an ironic criticism for the Ottoman Parliamentary elections in 1919 is İstanbul İçin Mebus Namzetlerim (1919). The aim of this study was to bring these three poetry books and two pamphlets of Celal Sahir Erozan, which have not yet been transferred from Ottoman Turkish to Latin-script Turkish alphabet, to the field of Turkish Language and Literature. His poems that were published in magazines or newspapers were not included in the study during the transfer of his work to the Latin-script alphabet. In terms of their historical period, the poems written by the poet between 1898 and 1912 formed the basis of the study. An exception to this was the inclusion of the pamphlet entitled İstanbul için Mebus Namzetlerim, published in 1919, in the study In his first work Kardeş Sesi (1908), the poet enthusiastically described the environment of liberty brought by the Second Constitutional Period. In this study, these three books and two epistles were transferred into Latin letters. During this transcription, while writing the words of Arabic and Persian origin, attention was paid to placing circumflexes, and the original spelling of the words were kept. In these five basic texts, the topics addressed by the poet were analyzed under separate titles in thirteen themes, and the changes in the poetic life of the poet were put forward together with their examples. The poems written by the poet in the context of the Turkish-nationalist line he adopted especially after 1912 were not included in the thematic analysis.
Celal Sahir EROZAN (1883-1935) started his literary adventure by publishing his poems in the journal Servet-i Fünun at a very young age (1899). Celal Sahir, who published his poems in this journal until 1901, joined the Fecr-i Ati... more
Celal Sahir EROZAN (1883-1935) started his literary adventure by publishing his poems in the journal Servet-i Fünun at a very young age (1899). Celal Sahir, who published his poems in this journal until 1901, joined the Fecr-i Ati movement in 1909 and even presided over this movement. His poems published between 1898 and 1909 were gathered in two poetry books he named as Beyaz Gölgeler (1909) and Buhran (1909). He gathered his poems that he mostly wrote between 1910 and 1912 in Siyah Kitap (1912). The poet's work where he proposed and introduced six candidate deputies within an ironic criticism for the Ottoman Parliamentary elections in 1919 is İstanbul İçin Mebus Namzetlerim (1919). The aim of this study was to bring these three poetry books and two pamphlets of Celal Sahir Erozan, which have not yet been transferred from Ottoman Turkish to Latin-script Turkish alphabet, to the field of Turkish Language and Literature. His poems that were published in magazines or newspapers were not included in the study during the transfer of his work to the Latin-script alphabet. In terms of their historical period, the poems written by the poet between 1898 and 1912 formed the basis of the study. An exception to this was the inclusion of the pamphlet entitled İstanbul için Mebus Namzetlerim, published in 1919, in the study In his first work Kardeş Sesi (1908), the poet enthusiastically described the environment of liberty brought by the Second Constitutional Period. In this study, these three books and two epistles were transferred into Latin letters. During this transcription, while writing the words of Arabic and Persian origin, attention was paid to placing circumflexes, and the original spelling of the words were kept. In these five basic texts, the topics addressed by the poet were analyzed under separate titles in thirteen themes, and the changes in the poetic life of the poet were put forward together with their examples. The poems written by the poet in the context of the Turkish-nationalist line he adopted especially after 1912 were not included in the thematic analysis.