Operatif Masonluğun Tarihinden Bir Kesit:
KOMO USTALARI
Murat Özgen Ayfer
1990
Bu çalışma, Mason Dergisi’nin 76. sayısında metin olarak yayınlanmıştır.
Görseller sonradan eklenmiştir.
GİRİŞ
Masonluğun 18. yüzyıl öncesindeki genel tarihine bir “kesin bilgi” gözüyle bakılamaz çünkü
birçok boşluk ve belirsizlikleri vardır.
Bunun iki nedeni olduğu söylenebilir.
Operatif yani inşaatçı masonlar (mimarlar, ustalar, kalfalar ve çırakları) gerek meslek ve
sanatlarının özelliklerine, gerek örgütleri ile örgütsel kurallarına gerekse yaptıkları çalışmalara ilişkin
hemen hiçbir şeyi yazmamış, arkalarında somut yapıtlarından başka bir şey bırakmamışlardır.
1.
Tarih yazarları, öncelikle bu yapıtlara ilişkin bilgiler üzerinde durmuştur. Hatta çağlar boyunca
inşa edilmiş olan ulu ve görkemli binaları, birçok mimari ayrıntısına girerek uzun uzadıya anlatmış
fakat bunları gerçekleştirenlerin kimliklerine, topluluklarına, nasıl çalıştıklarına pek önem
vermemişlerdir.
2.
Çağdaş Masonluk açısından ise, yüzyıllar önce gerçekleştirilmiş olan somut yapılardan çok,
bunları yapanlar, nasıl yaptıkları, aralarındaki ilişkilerin nasıl düzenlendiği, esinlenme kaynakları ve
etkileri öncelikli bir önem taşır. Çünkü eğer Çağdaş Masonluk Operatif Masonluğun bir devamı olma
niteliğini taşıyorsa ve hele gerek düşünsel gerekse ülküsel kaynaklarını kısmen de olsa Operatif
Masonluktan almışsa, o masonların bireysel ve örgütsel geçmişlerini de bilmek gereklidir. Bunları
bulabilmek ise hemen hemen olanaksızdır. Çünkü elde yeterli belge yoktur.
1
Bu çalışmanın konusu olan Komo Ustaları’nın tarihçesi 5. yüzyılda başlar. Fakat anlaşıldığına
göre, bu operatif mason topluluğunun asıl örgütlenmesi 7. yüzyılda gerçekleşmiştir. Bundan sonra
Komo Ustaları, en yetkin mimarlar olarak birkaç yüzyıl boyunca Avrupa’ya ün salmıştır. Kimine
göre 10. yüzyıl ortalarına, kimine göre ise 12. yüzyıla kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Latincede MAGISTRI COMACINI olarak anılan bu topluluk, adını, ilk kez örgütlendiği yerden,
bugün İtalya’nın kuzeyinde İsviçre’ye sınır kapısı olan Como’dan almıştır.
Bazı yazında adları Latincedeki ARTIFEX COMACINI (Komo Sanatçıları) teriminden türetilmiş
isimlerle de anılır. Bu topluluğa kısaca COMACINES (Komolular) denildiği de görülür.
Komo Ustaları, Orta Çağ öncesinde Roma İmparatorluğu’nda inşaatçılık işleriyle uğraşan ve
COLLEGIA ARTIFICUM adıyla anılan Roma kolejlerinin âdeta mirasçılarıdır. Hatta bu
topluluğun, Roma İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra geride kalan tüm inşaatçı kolejlerinin
bir araya toplanmasıyla oluşturulduğu da söylenir.
Komo Ustaları’nın nasıl oluştuğuna ilişkin daha akla yatkın bir görüş ise şöyledir:
Roma İmparatorluğu parçalandığı sırada, zaten Komo’da bir Collegium Artificum (Mimarlık
Koleji) merkezi vardı. Diğer kolejlerin tümü kaldırıldı ve çalışmalarını yapmakta oldukları yerlere el
konuldu fakat bir tek Komo’daki bu kolej çalışmalarını sürdürdü. Sonradan, diğer yörelerdeki
mimarlık kolejlerinin ileri gelen üyeleri de Komo’da toplandı ve hep bir arada yeni baştan
örgütlenmeleri sağlandı.
Bu toplulukta deneyimsiz çıraklıktan mimarlığa doğru uzanan çok sayıda aşama oluşturulmuştu.
Eğer bu son varsayımın doğruluğu benimsenecek olursa, Komo Ustaları’nın yetiştirdiği çırakların bu
topluluğa sonradan alınmış olması gerekir. Nitekim bunu destekleyici nitelikteki bir konuya, bu
çalışmada daha sonra değinilecektir.
Roma kolejlerinde olduğu gibi Komo Ustaları topluluğu da iki tür çalışma yapardı. Bunlardan
biri inşaat, diğeri ise eğitim çalışmasıydı.
Çağdaş Masonluk açısından özellikle eğitim çalışması önemlidir. Ancak bu topluluğun üyelerine
nasıl bir eğitim verdiğinin ayrıntılarına ilişkin herhangi bir bilgi de yoktur. Bununla birlikte, gene bu
çalışmanın daha sonraki paragraflarında, Komo Ustaları’nın üyelerine verdiği eğitimin temel
niteliğine özetle değinilecektir.
2
Bu aşamada, Komo Ustaları topluluğunun yalnızca mimarlık sanatı ve inşaatçılıkla ilgilenmekle
yetinmiş olmadıklarına, üyelerine bilimsel ve töresel eğitim de vererek yarı-ezoterik bir spekülatif
nitelik de taşımış bulunduklarına değinmek gerekir. Nitekim Çağdaş Masonluk bakımından Komo
Ustaları’nın önemi belki de bu yüzdendir.
ROMA KOLEJLERİ
Birçok masonik yazında Roma kolejleri (COLLEGIA), Çağdaş Masonluğun operatif nitelikli
tarihsel kökenlerinden biri olarak kabul edilir. Gerçekten de bu kurumların Operatif Masonluk
tarihinde önemli bir yeri vardır.
Ancak kimi masonik yazarlar, Operatif Masonluğu, Çağdaş Masonluğun bir gerçek kökeni olarak
değil, yalnızca 18. yüzyıl başındaki örgütlenmesini kolaylaştırarak sağlamış bir kalıp olarak kabul
ettiklerinden, Orta Çağ ve öncesinin inşaatçı birliklerine pek değer vermezler.
Bu yaklaşımın doğru olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur. Bununla birlikte, eğer Roma
kolejlerinin ve sonra Komo Ustaları’nın bazı özelliklerine biraz dikkatlice bakılacak olursa, Çağdaş
Masonluğu, İlk ve Orta Çağların bu meslek ve sanat kurumlarından soyutlamanın pek de mümkün
olmadığı görülür.
Antik Roma’da önceleri birçok sanat dalı, bugün Toscana olarak bilinen Entruria’da yerleşik
Etrüsklerce yürütülürdü. Romalılar, el sanatlarının çoğunu, bu arada inşaatçılığı Etrükslerden
öğrenmişti. Nitekim M.Ö. 1. yüzyıl öncesindeki Roma İmparatorluğu’ndaki mimarlık sanatı,
ETRÜSK STİLİ olarak da anılır.
Collegia’nın tarihi, Roma İmparatorluğu’nun tarihi ile paralel gider; hemen hemen onunla başlar
ve onunla son bulur. Söylendiğine göre bu kurumlar, ilk kez M.Ö. 700 yılı dolaylarında, Roma’nın
ikinci kralı NUMA POMPILIUS tarafından oluşturulmuştur. Bu organizasyonu yaparken Numa’nın
asıl amacının, meslek ve sanat sahiplerini düzenli ve disiplinli bir şekilde örgütlemekten çok, politik
amaçlı bir ağırlık taşıdığı da söylenir. Bu politik amaç ise şöyle özetlenebilir:
Etrüsklerin çöküntüye uğramaya başlamasıyla birlikte İtalya Yarımadası’nda, her biri kendi
başına buyruk olan kent krallıkları arasında bir birlik ve beraberlik duygusu oluşturmak
gerekmekteydi. Bunun için Numa, önce ayrı kentlerden olmakla birlikte aynı mesleği veya sanatı
uygulamakta olan kişileri bilinçli bir dayanışma altında toplamanın çok yararlı sonuçlar
doğurabileceğini düşündü. Bu amaçla, Tiber Nehri kıyılarında dokuz kolej kurdu: Müzisyenler,
Kuyumcular, Marangozlar, Boyacılar, Ayakkabıcılar, Tabakçılar (Dericiler), Demirciler,
Çömlekçiler ve Sanatçılar...
3
Numa’nın düşündüğü doğru çıktı. Aynı meslek ya da sanatı uygulamakta olan kişiler, birbirlerine
düşman krallıklarda yaşamakta ve çalışmakta olsalar bile, kendi aralarında sıkı dostluk ilişkileri
oluşturdu. Zamanla bu örnekler, başka meslek ve sanat dallarını etkiledi. M.Ö. 5: yüzyıla
gelindiğinde, Roma İmparatorluğu’nda kolejlerin hayli yaygınlaşmış olduğu görülür.
Collegia sözcüğü “collegium”un çoğuludur. Sözlük anlamı bakımından collegium, “ortak ilgi
alanları ya da birleşik uygulamaları olan kişilerin topluluğu” demektir. Aynı terim, “daha yüksek bir
öğrenim ve belirli bir alanda ayrıntılı eğitim edinme amacını taşıyan kişilerin oluşturduğu bir kurum”
anlamına gelmek üzere de kullanılmıştır. Kolej, collegiumun özellikle bu ikinci anlamıyla Batı
dillerindeki türevinden (College veya Colledge) alınarak Türkçeye dönüştürülmüşüdür.
İnşaatçılık mesleğini uygulayanlar için, bilindiğince, zamanla ve sırayla şu kolejler kuruldu:
COLLEGIA LATOMORUM (Taş Yontucuların Kolejleri); COLLEGIA CAEMENTARIUM (Bina
Yapıcıların Kolejleri); COLLEGIA PONTIFICUM {Yol ve Köprü Yapıcıların Kolejleri) ve son
olarak COLLEGIA ARTIFICUM (Mimarların Kolejleri)… Masonluk bakımından en önemlisi de bu
sonuncusuydu.
Antik Çağ’da inşaatçı Roma kolejlerinin uyguladığı sanat tarzı, mimarî stili bakımından Antik
Yunan uygarlıklannda uygulanmakta olan sanat ile hemen hemen aynı karakterleri içermekteydi.
Antik Çağ’da mimarî, binalarda kullanılan sütunların türleriyle belirlenirdi. Roma kolejleri de, Yunan
meslektaşları gibi, sırasıyla DORİK, İYONİK ve KORİNTİYEN stilleri uygulamıştı. Sonradan
bunlara KOMPOZİT ve TUSKAN stillerini eklemişlerdi.
Antik Roma’nın Antik Yunan’dan önemli bir farkı vardı: İmparatorluğun gücü, dinden daha
önemli ve daha üstün sayılırdı. Özellikle M.Ö. 5. yüzyıl sonrasında Roma İmparatorluğu’nun bu
özelliği, mimarlık sanatına da yansımıştı. Antik Yunan’da en önemli yapıların mabetler olmasına
karşılık, Antik Roma’da en önemli yapılar, İmparatorluğun görkemini ve kudretini yansıtan kamu
binalarıydı.
Bir kolejin kurulabilmesi için, aynı meslek ve sanattan olan en az üç kişinin bir araya gelmiş
bulunması gerekirdi. Hiç kimse aynı anda birden çok kolejin üyesi olamazdı. Her kolejin
MAGISTER (üstat) adını taşıyan bir başkanı bulunurdu. Collegia Artificum’da magister, salt bir
yönetici olmayıp, başmimar ve başeğitmen niteliğini de taşırdı.
4
Magister’in, her biri DECURIO olarak anılan iki yardımcısı vardı. Bunlardan biri kolejin eğitim
işlerini, diğeri uygulamaya dönük çalışmalarını yönetirdi. Kolejde etkin bir görevi olmamakla birlikte
meslekte ve sanatta epeyce deneyim edinmiş yaşlı üyelere SENIORES denilir, bu üyeler birer
danışman olarak değerlendirilir, kendilerine üstün düzeyde saygı gösterilirdi.
Kolejlerde, yetiştirilmek üzere mesleğe alınan kişilere COOPTATUS (seçilmiş) denilirdi. Bunun
nedeni de herhangi bir kişinin bir koleje katılmak istemesinin pek bir önemi olmamasıydı. Çünkü her
koleje girmek isteyen çok sayıda genç bulunabilirdi. Kolej üyeleri, kendi aralarında yaptıkları
toplantılarda, adaylardan hangisinin aralarına katılmak üzere yeterli ve uyumlu olduğunu
kararlaştırırdı; bir diğer deyişle, yeni üyelerini kendileri seçerdi.
Daha yakın ve daha iyi bilinen dönemlerde, bir Roma kolejinin yalnızca ilgili meslek veya sanatı
uygulayan kişilerden oluşmadığı dikkati çeker. Bilginler, düşünürler, ozanlar ve din adamları da bazı
kolejlere amatör üye olarak alınmıştır. Bunların başında da Collegium Artificum gelir.
Bir diğer deyişle, Orta Çağ sonrasındaki operatif mason localarında olduğu gibi fakat inşaatçıların
“mason” sıfatını taşımaya başlamalarından en az bin yıl önce, bu meslek ve sanat kuruluşlarında da
“kabul edilmişler” vardı. Bu kişiler, mesleğin ya da sanatın profesyonel üyelerinin bilimsel, töresel
ve toplumsal eğitimlerinde pek yararlı olurdu.
Roma kolejlerinde, mesleğin ya da sanatın uygulanmasında kullanılan araç ve gereçlerin birer
simgesel anlamı ve değeri de vardı. Öte yandan bu kurumlarda, bireylerin dinsel eğilim ve inançlarına
üstün düzeyde saygı ve tolerans gösterilirdi.
Bu bakımlardan Roma kolejlerinin Çağdaş Masonluk için önemli esinlenme kaynaklarından
birini oluşturduğu rahatlıkla söylenebilir. Üstelik inşaatta kullanılan bazı araç ve gereçlere simgesel
anlam ve değerler vermenin, farklı görüş ve inançları toleransla karşılayarak insanları salt “insan”
oldukları için birlik ve beraberlik içinde toplamanın, Spekülatif Masonluğa özgü bir yaklaşım
olmadığı, bu yaklaşımın çok daha eski tarihlerde de var olduğu ortaya çıkar.
Düzenli ve sistematik bir şekilde örgütlenerek gelişen Roma kolejleri zamanla çok güçlendi.
Öylesine ki, M.Ö. 2. yüzyılda devlet yönetimini bile etkileyebiliyor hatta zaman zaman yönetime
karışma girişimlerinde bile bulunuyor, politika alanında etkin bir baskı grubu oluşturuyorlardı.
Bu yüzden M.Ö. 80 yılında Roma senatosu, bu kurumların ortadan kaldırılmasını kararlaştırdı.
Bu karar uygulamaya konulunca, imparatorlukta büyük sorunlar başgösterdi. İşçiler ve sanatçılar
çalışma ve üretimi bıraktı. Roma İmparatorluğu, baştan sona bunalıma girdi.
5
Dolayısıyla senatonun bu kararı ancak 20 yıl kadar yürürlükte kalabildi. Esnafın ve sanatçıların
kendi birlikleri içinde örgütlenip kendilerini kendi yasa ve kurallarına göre yönetmelerine izin verildi.
Kolejlerin asıl gelişimi de zaten bundan sonra gerçekleşti. M.Ö. 27 yılında İmparator Augustus’un
çıkarttırdığı yasalarla, inşaatçılık mesleği ve sanatını uygulayan kolejlere olağanüstü yetkiler ve
olanaklar sağlandı.
Roma’da kolejlere verilen yasal yetkiler öylesine güçlü ve etkin bir hale gelmişti ki, bir kolej,
üyesi olan bir kişinin her türlü tutum ve davranışını kontrol altında tutabilir, gereğinde onu
yargılayarak cezalandırabilirdi.
Hıristiyanlık Roma İmparatorluğunda gizliden gizliye
yaygınlaşırken, bu yeni dine bağlanarak benimseyenlerin başında
sanatçılar yer aldı. Bu bakımdan, özellikle 2. yüzyılda Roma’da
inşaatçılık mesleğinin uygulamalarında bir ağırlaşma oluştu.
Hıristiyanlığın bu etkisi, Masonluktaki ünlü DÖRT TAÇLILAR
EFSANESİ’nde uzun uzadıya anlatılır.
Hıristiyanlığı benimsemiş olan taş işleme ustalarının, 215
yılında, mermerden iri bir pagan tanrısının heykelini yaptırmak
isteyen imparator Diocletian’ın buyrultusuna karşı, yaşamları
pahasına nasıl direndiklerinden övgüyle söz edilir.
Roma İmparatorluğu, Hıristiyanlık ile iki yüz yıl kadar boğuştuktan sonra pes etti. 313 yılında
imparator Konstantin, Hıristiyanlara pagan inançları benimseyenlerle aynı hakları vermeyi kabul etti.
Bundan on yıl sonra da kendisi Hıristiyanlığı benimsedi. İmparatorun buyruğuyla Hıristiyanlık
Roma’nın resmî dini olarak ilan edildi.
Bu değişim, Roma’nın mimarlık sanatını olağanüstü bir şekilde etkiledi. Çünkü bundan önce
mabetler, tanrılardan herhangi biri için ve o tanrının gelip içinde oturacağı düşünülerek yapılırdı.
Oysa şimdi inanılan ve bağlanılan Tanrı, insanların göremediği, varlığını ancak inançlarından
kaynaklanan sezgileriyle kavrayabilecekleri, yere ve göğe egemen, yaratıcı Tek Tanrı’ydı. Yapılacak
mabetler de Tanrı’ya tapınma yükümlülüklerini yerine getirecek olan insanlar için olacaktı.
Roma İmparatorluğu 395 yılında ikiye bölündü. Fakat bu bölünmenin kolejler üzerinde olumsuz
bir etkisi olmadı. Yalnızca Doğu ve Batı imparatorluklarındaki kolejlerin yöntem ve uygulamalarında
yerel etkilenmelerden kaynaklanan bazı farklılıklar başgösterdi.
Doğal olarak bu farklar, inşaatçılık mesleğini uygulayan kolejlerde daha belirgin bir şekilde
izlendi. Bunun sonucunda, Roma’da ve Bizans’ta, birbirinden farklı sanat karakterlerini sergileyen
mimarlık stilleri oluştu.
Batı Roma İmparatorluğu’nun parçalanmasıyla birlikte ise, kolejler hayli zayıfladı. Ancak
Avrupa’da bu kurumları ortadan kaldıran asıl etken, Orta Çağ ile birlikte doğan ve hızla gelişen
FEODALİTE oldu.
6
BAZI TARİHSEL NOTLAR
İtalya’nın hemen hemen en kuzeyinde, günümüzde Gotthard Geçidi ile İsviçre’ye kapısı olan
vadide, şirin Komo kentinin bitişiğinde, çevrenin güzelliğine bir kat daha güzellik katan Komo Gölü,
buradan geçenleri kendine hayranlıkla bağlar. Gölün ortasında küçük bir ada vardır. Orta Çağın
koşul, olanak ve gereksinmeleri göz önüne getirilirse, bu adaya ulaşmanın zorluğu kolayca anlaşılır.
Nitekim bu ada, bir zamanlar doğal bir sığınma yeri olarak kullanılmıştır. Günümüzde bu adada
yalnızca 7. yüzyıldan önce yapılmış birkaç eski kilisenin temel ve duvar yıkıntıları kalmıştır.
Ostrogotların tahtına sahip çıkarak 480 yılında imparatorluğunu ilan eden Zeno, hemen tüm
İtalya’yı eline geçirdiğinde, Komo Gölü’nün ortasındaki bu adayı pek ilginç bulmuş, burasını
üzerinde yaşanılır bir duruma getirtmişti. 6. yüzyılda bu ada, imparator herhangi bir nedenle kaçıp
saklanmak zorunda kalırsa, onun için güvenilir bir sığınak olacak şekilde hazırlanmıştı.
6 yüzyılın ikinci yarısında Lombardlar İtalya’yı işgal ettiğinde, bu krallığın asıl kurucusu sayılan
Agigulf, Komo Gölü ortasındaki adaya çıktığı zaman burada Ostrogotlardan kalma bir hazine
bulmuştu. Lombardlar bu adaya, İsa’nın adından esinlenerek ve sadeliğinin yanı sıra gerçekten de iyi
bir sığınma yeri olduğunu göz önünde tutarak “Christopolis” (İsa’nın kenti) adını vermişti.
Daha sonra Lombard Kralı Guiniperto, 686 yılında ülkesinde çıkan bir ayaklanma sırasında
Christopolis’e sığınmıştı. Böylelikle bu ada Lombardlar için hayli popülerlik kazanmış, 718 yılında
Kral Luitprando adayı yeni baştan düzenleyerek kıyıdaki Komo kentini de inşa ettirmişti. 774 yılında
Lombard Krallığı’nı yıkan Şarlman da, bu adayı restore ettirmekten geri kalmamıştı.
Tüm bu tarihsel olayların olup bittiği sıralarda, Gotların ve Vandalların parçaladığı Batı
İmparatorluğu’ndaki Roma kolejlerinden tek arta kalanı olan COLLEGIA ARTIFICUM üyeleri de
daha 460 yılı dolaylarında Komo’da toplanmıştı.
Ostrogot Kralı Totila, Roma’yı yakıp yıktıktan sonra, 547 yılında ünlü Bizans Generali
Belisarius’tan korkarak kenti boşaltıp kaçtığında, Belisarius Roma’yı yeniden imar ettirmek istemiş,
bunun için birçok gönüllü çıkmış, ancak aralarında onlara önderlik edebilecek hiç kimse
görülememişti.
7
KOMO USTALARI’NIN GELİŞİMİ
Komo’yu kendilerine merkez edinen inşaatçı ustaları, daha önceki Roma kolejinden oldukça
farklı bir şekilde örgütlendi. Ancak yalnızca Komo ve çevresine çakılıp kalmadılar. Başlangıçta
İtalya’da pek bir etkinlik göstermediler ama Fransa’ya İspanya’ya, Almanya’ya, hatta Britanya’ya
kadar uzandılar. Kendilerine özgü bir mimarlık stili oluşturdular. 7. yüzyıl ortalarından başlayarak
bu operatif mason örgütüne KOMO USTALARI denilir oldu.
Komo Ustaları’nın ilk oluştuğu sıralarda uyguladıkları mimarî stiline Lombard Stili adı verildi.
Bu dönemde doğmuş olarak Mimarlık tarihinde sözü edilen Milano Stili ile Ravenna Stili de genel
karakterleri bakımından Lombard Stili’nden pek farklı değildi. Bütün bu stilleri belirgin çizgilerle
birbirinden ayırmak pek zordur; yetkin bir uzmanlık ister. Genel olarak bu tür mimarîye Roma Sanatı
ya da ROMANESK denilir. Bizans Sanatı da, bunun kendine özgü bazı farklılıkları bulunan bir kolu
olarak benimsenir.
Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden en az iki yüz yıl sonra geliştirilen bu mimarî stiline
neden “Roma sanatı” denilmiş olduğu sorulabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, 9. yüzyıl başlarında
Avrupa’nın hemen yarısına egemen olan Şarlman, kendisini Kutsal Roma İmparatoru olarak ilan
etmişti.
***
Komo Ustaları, 7. yüzyıl ortalarında örgütsel düzenlerini tamamladı. Bir Roma kolejinin
mirasçıları sayılırlardı ama örgütlenmeleri farklıydı. Roma İmparatorluğu döneminde olduğu gibi,
birtakım ayrıcalıklardan yararlanmaları, hele kendilerini kendi yasalarına uyarak yönetmeleri söz
konusu değildi.
Dolayısıyla Komo Ustaları, düzenli bir eğitim ve meslek disiplinine sahip olmakla birlikte, özerk
bir şekilde kurumsallaşamadı. Bulundukları ülkelerin yasa ve egemen güçlerinin buyruklarına bağlı
olarak çalıştılar. Ancak krallar ve diğer feodal güçler, Koma Ustaları’nın meslek ve sanatlarının
değerinin karşılığını vermekten geri kalmadılar. Bu nedenle de insan haklarının olasıya kısıtlandığı
hatta yok edildiği Orta Çağ’da Komo Ustaları’na birtakım ayrıcalıklar tanıdılar.
Lombard krallarından Rotharis, 643 yılında yayımladığı buyruğu ile Komo Ustaları’nı dönemin
diğer inşaatçılarından üstün ve öncelikli tuttuğunu açıkladı. Buna göre, İtalya’da büyük ve önemli
binalar yalnızca Komo Ustaları’nın yönetim ve gözetimi altında yapılabilecekti. Kral Rotharis’in
sağladığı bu öncelik, 652 yılında yürürlüğe soktuğu ünlü yasalarında da yer alarak perçinlendi.
Bundan yetmiş yıl kadar sonra ise Kral Liutprando tarafından Komo Ustaları’na meslek ve
sanatlarında özgür çalışma yapmalarını sağlayan bir yetki verildi.
yüzyıl ortalarından başlayarak Batı ve Orta Avrupa’da önemli bir yapı, özellikle kilise inşa
ettirmek isteyenler, Komo Ustaları’nın peşinden koşar oldu. 674 yılında Britanya’nın ileri gelen din
adamlarından Benedict Abbot’un Fransa’da, S. Wilfred’in ise İtalya’da bulabildiği Komo Ustaları’nı
toplayarak İngiltere’ye götürüşlerine, genel mimarlık tarihinde de değinilir.
6.
8
ROMANESK
Roma Mimarî Stili ya da Romanesk (Romanesque) Stil, Avrupa’da yaklaşık 5. yüzyıl ile 12.
yüzyıl arasında uygulanmış geleneksel Orta Çağ Mimarlık sanatını tanıtlar.
Komo Ustaları’nın uygulamış olduğu Roma sanatının özellikleri, başka amaçlı yapılardan önce
kilise ve katedrallerde belirgindir. Temelde yapılarını, bir orta sahanlık ve yan koridorları olan, Antik
Çağ’da inşa edilmiş bazilikalara benzer bir temel planı üzerine oturtmuşlardır. Bu sahanlık ve
koridorları birer sırasütunla ayırmış, bu sütunların üzerine boydan boya başlıksız yarım kemerler
yerleştirmişlerdir.
Sütunların işlenmesi, Komo Ustaları’na özgüdür. Bu kemerlerin üzerinde, içeriyi aydınlatma
amacını taşıyan pencerecikler vardır. Orta sahanlığın dışında bağımsız ve çapraz tonozlar yer alır.
Yan pencereler ufaktır ve üstleri yuvarlak bir kemer şeklindedir; bunlar, yapının dışından hemen hiç
görülmeyecek şekilde gizlenmiştir. Pek büyük olmayan kapıların da üstlerinde yuvarlak kemerler
bulunur.
Bu mimarî stilinin, birçok bakımdan Doğu’nun etkisinde kalınarak benimsenmiş olduğu
söylenebilir. Bu etki, özellikle orta kubbe ve kilisenin sunak bölümünde kendini gösterir. Komo
Ustaları’nın inşa ettiği bu kubbeler, Bizans sanatında görülebilen kubbelerin hemen tıpkısıdır. Ana
giriş kapısının tam karşısına gelecek şekilde yerleştirilen sunak ise, yarım çember şeklinde bir dış
duvar ile çerçevelenir.
Roma Mimarî Stili’nde inşa edilmiş olan bir kilise ya da katedralin Komo Ustaları’nın elinden
çıkmış olup olmadığını anlamak için, çan kulesine şöyle bir göz atmak yeter. Komo Ustaları’nın
yaptığı çan kuleleri pek sade ve işlemesizdir. Önceki dönemlerde (5.-8. yüzyılda) yapılan kulelerde
tepede tek bir açıklık varken, sonradan üstleri yuvarlak kemerle çevrili ikili, üçlü ve dörtlü açıklıklar
yapmışlardır. Ayrıca, Komo Ustaları’nın inşa ettiği kilise ve katedrallerde vaftizhane, ana yapının
dışında ve planda bir sekizgen olacak şekilde yapılmıştır.
TOPLULUĞUN ÖZELLİKLERİ
Komo Ustaları topluluğunda ne Roma kolejlerine benzer ayrı ayrı ve bağımsız birimler ne de Orta
Çağ sonrasının Operatif Masonluğunda olduğu gibi localar vardı. Herhangi bir inşaatta en az bir,
gereğine göre daha çok sayıda magister bulunurdu. Komo’daki merkezde de eğitim çalışmaları gene
birkaç magisterin yönetiminde yürütülürdü.
9
Topluluğun üyelerine, genel olarak COLLIGANTI (katılanlar) denirdi. Bu, Komo Ustaları’nın
Roma kolejlerinde olduğu gibi üyelerini seçerek almadığını, bu topluluğa katılıp sanatı ve mesleği
öğrenerek içtenlikle ve özveriyle çalışmaya istekli kişilere açık olduklarını gösterir.
Bu açıklık nedeniyle Komo Ustaları topluluğuna sık sık katılanlar olurdu. Ancak topluluğun
eğitim çalışmaları çok sıkı bir disiplin altında ve aşırı sayılabilecek ölçüde yorucu bir şekilde
yürütülürdü. Üstelik mesleği ve sanatı öğrenecek çıraklar, yeterli bir düzeye gelinceye kadar boğaz
tokluğuna çalışmak zorundaydı.
Bu eğitimin belli bir süresi yoktu yani süresini bağlılıkla tamamlayan ve kendisine verilen
bilgileri hem öğrenip hem de uygulayan kişi ille de bir üst dereceye çıkmayabilirdi. Zaten topluluğun
aşamaları da birbirini izleyen bir dereceler silsilesi şeklinde değildi; ilerleyebilmek için, birçoğu aynı
düzeyde olan çeşitli eğitim aşamalarından geçmek gerekirdi.
Kimileri, yıllarca toplulukta çalışmasına karşılık, ücret alabilecek düzeye gelemeyebilir yani
çıraklığı aşamayarak yaşam boyu sıradan bir düz işçi gibi çalışmak zorunda kalırdı. Çünkü Komo
Ustaları’nın vermekte olduğu eğitimin amacı bilgili ve yetenekli mimarlar yetiştirmek, çeşitli
ülkelerde yapıtların gerçekleşmesine önder olup inşaatı baştan sona yönetmelerini sağlamaktı.
Bu nedenle de eğitimin ağırlığına dayanamayanlar, topluluğu terk ederdi. Bu arada, öğrenmiş
olduklarıyla yetinerek ayrılan da olurdu.
Ancak bunlar, hiç bir zaman “magister” sıfatını kazanamazdı. Disipline uymayan, ahlâksızlık
eden ve kavga çıkaranlar ise çok ağır cezalara çarptırılır hatta topluluktan çıkarılırlardı. Bunun
dışında Komo Ustaları, hiç kimseye “gel, bize katıl” demedikleri için, hiç kimseye “Sen bu işi
beceremeyeceksin, aramızda yerin yok” da demezlerdi.
Çıraklığın ilk gününden başlanarak, her bir aşamada topluluğun üyelerine, mesleğin ve sanatın
gerek kuramsal (teorik) gerekse uygulamaya dönük deneyimsel (pratik) bilgileri öğretilirdi. Üyeler
arasında sıkı kardeşlik bağları kurulması topluluğun kaçınılmaz bir zorunluluğu sayılmaktaydı.
Yalnızca iş ve meslek bakımından değil, sosyal bakımdan da özenilir bir dayanışma sağlanmıştı.
Bunun ötesinde Komo Ustaları’nın, salt operatif masonlar olmakla kalmayıp, spekülatif nitelikli
çalışmalarda da bulunmuş oldukları, düşünü ve eğilimlerini sanatlarına da yansıttıkları yapıtlarının
bazı özelliklerinden anlaşılmaktadır. Bu bakımdan Komo Ustaları’nın, Orta Çağ’ın karanlık
dönemlerinde özgürlüğünü koruyabilmiş ender topluluklardan biri olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Nitekim toplulukta üyelere bir tek meslek ve sanata ilişkin bilgiler değil, bilimsel, sosyal ve
toplumsal bilgiler de verilirdi. Bu nedenle de Komo Ustaları topluluğu, yalnızca meslek ve sanatı
öğrenerek uygulamak isteminde olan gençler için değil, din adamları, askerler ve soylular için de
çekiciydi.
Katolik Kilisesi’nin papaları, Komo Ustaları’nın yaptıkları çalışmaları kutsal saymış ve bu
nedenle topluluğu kutsamışlardı. Bununla da kalmayarak, bu topluluğun çalışmalarını izlemenin,
kendileri için bile bir onur sayılacağını çok kere söylemişlerdi.
10
Komo Ustaları’nın spekülatif nitelikli eğitim çalışmaları, belirli bir düzeyden sonra dinsel
etkilerin ağırlıkta olduğu bir filozofik nitelik de taşırdı. Bu eğitim çalışmalarında nelerin ve nasıl
öğretildiği, ne gibi görüşme ve tartışmaların yapıldığı tam olarak bilinmemektedir. Ancak bilinen bir
şey vardır: Komo Ustaları’nın simgeciliğe de çok önem verdikleri ve içrek anlamları bulunan
simgeler kullanarak bunları özenle değerlendirdikleri...
Bu simgelerin başında, aynı zamanda topluluklarının amblemi olarak da kullandıkları, “birbiri
içine geçmiş gönye ve pergel” bulunur. Çağdaş Masonluğun da amblemi olan bu simge, bilindiği
kadarıyla tarihte ilk kez Komo Ustaları tarafından kullanılmış, ancak ne yalnızca Komo Ustaları’na
ne de sonra Operatif Masonluğa özgü olarak kalmıştır. Orta Çağ sonrasında, mimarlık ve inşaatçılıkla
ilgisi olmayan birçok meslek ve sanat kurumunun da gönye-pergel düzenlemesini, birbirlerinden
biraz farklı bir şekilde fakat temelde “gönye ve pergel” olarak kendilerine amblem edinmiş oldukları
görülür.
Komo Ustaları’nın simgeleri arasında ayrıca şunlar dikkate değer:
-
Ortasında bir gül bulunan pergel;
Sonsuz düğüm (başı sonu belli olmayan, bir kordon üzerinde birbiri üzerine atılmış düğümler
bileşkesinden oluşan simge);
-
-
Pentalfa yani beş A harfinin simetrik birleşimiyle oluşan simge ya da beş kollu yıldız;
-
Heksalfa yani altı A harfinin simetrik birleşimiyle oluşan simge, ya da altı kollu yıldız.
11
Bütün bunlar, Komo Ustaları’nın, operatif özelliklerinin yanı sıra bir de spekülatif nitelik taşımış
olduklarını gösterir mi?
Bu soruya kesin bir yanıt vermek biraz zor. Fakat kendi aralarında spekülatif nitelikli çalışmalarda
bulunduklarından kuşku yok.
Kimi masonik yazarlar, Komo Ustaları’nın bu spekülatif çalışmalarının yer yer Çağdaş
Masonluğun öğretisel konularıyla da bağdaştığını ileri sürmüştür.
Bu görüşlerinin bir somut kanıtı olarak da şu örneği gösterirler:
“Almanya’daki Würzburg Katedrali, tümüyle Lombard
Stili’nde olarak Komo Ustaları’nın elinden çıkmış olan Bu
katedralin ana giriş kapısının hemen içinde, karşılıklı iki süsleme
sütunu vardı. Bu sütunlar, Süleyman Mabedi’nin ana tapınak
binasının teras girişine dikilmiş olduğu anlatılagelen “İkiz
Sütunlar”ın simgesel olarak benzeriydi. İki farkla: Süleyman
Mabedi’nde dışarıda olan bu sütunlar Würzburg Katedrali’nîn
içindeydi ve Süleyman Mabedi’nde içleri boş olmak üzere
bronzdan olduğu söylenen bu sütunlar Würzburg Katedrali’nde
taştan yapılmaydı. Dahası, sütunlardan birinin üzerine BOAZ,
diğerine JACHIN sözcükleri kazınarak işlenmişti. 19. yüzyıl
sonlarında, bu iki sözcüğün sonradan sütunlara kazınmış olup
olmadığı incelenmiş ve sütunların ilk yapımından kalma, özgün
(orijinal) oldukları anlaşılmıştır.”
(Bu iki sütun, sonradan katedralin müzesine kaldırılıp yan yana konulmuştur.)
Demek oluyor ki, yalnızca simgesel dereceleri ile değil, bazı ileri ve yüksek dereceleri ile Çağdaş
Masonluk, simgelerinin seçilip öğretilerinin oluşturulmasında, salt Orta Çağ sonrasının Operatif
Masonluğundan bir kalıp alarak yararlanmakla kalmamış, daha gerilere uzanmış, bu arada Komo
Ustaları’ndan da esinlenmiştir.
12
GOTİK VE KOMO USTALARININ SONU
Orta Çağ boyunca Komo Ustaları, inşaatçılık mesleği ve sanatını tekellerinde tutan bir topluluk
değildi. Daha 6. yüzyılda kurulmasına başlanan manastırlar, özelikle 9. yüzyılda Şarlman’ın da
desteğini kazanınca, Kutsal Roma İmparatorluğu’nun hemen her yanında çeşitli tarikatlar şeklinde
örgütlenmişlerdi.
10. ve 11. yüzyıllarda giderek daha çok güç kazanan manastırların karşısında Komo Ustaları zayıf
düştü. Bunda, manastırlarda oluşturulmasına başlanan Gotik Mimari Stili’nin yaklaşık altı yüzyıldan
beri uygulanması sürdürülen Romanesk’in yerini alışının da etkisi oldu.
Gotik Mimari Stili, Roma Mimari Stili ile taban tabana çelişkilidir. Bu çelişki, her şeyden önce
yuvarlak kemerlerin yerine olabildiğince yüksek sivri kemerlerin kullanılmasıyla belirgindir. Bunun
için de Gotik Mimarî’de, Roma Stili’ndeki sağlamlık öğesinin yerine, geometriye dayanan denge
öğesi (kullanılan yapı elemanlarının karşılıklı güç etkileşimiyle bir dengede duruşları), sanatın
temelini oluşturur.
Roma Mimarî Stili’nde iri ve özenle yontulmuş taşların, bir tür ilkel beton olarak
nitelendirilebilecek kireçli bir karışımın binaların iki temel yapı elemanı olarak değerlendirilmiş
olmasına karşılık; Gotik Mimarî’nin uygulamalarında olanaklar ölçüsünde ince kesilmiş küçük taşlar
kullanılmıştır. Bu taşlar, killi ve kireçli harçla birbirlerine özenle yapıştırılmış, gene “denge”
ilkesinden yararlanılarak, çok narin duvarlar ve kulecikler oluşturulmuştur. Basit ve çapraz tonozların
yerini nervürlü tonozlar almıştır. Çatılarda, ahşabın kullanımına önem verilmiştir. Büyük ve yarım
küresel kubbeler terk edilerek, süslü saçakları ve parapetleri olan eğimli düz çatılar benimsenmiştir.
Dış görünümde ise, görkemli bir kütle şeklinde olan Romanesk yapılara karşı Gotik yapılar, sanki
pek dar bir alana yerleştirilmek zorunda kalınmış ve bu yüzden göğe doğru yükseltilmiş gibidir.
Tüm bunların ötesinde Gotik Mimarî’de, yapıtın her köşesinde ince ince oymalar, kakmalar ve
işlemelerle süslemeler yapılmıştır. Böylelikle Gotik Mimarî’de, denge ve güç öğelerine estetik de
katılmıştır. Dolayısıyla, çok pahalıya mal olmasına ve yapımı da çok uzun sürmesine karşın, Gotik
Mimarî Stili’nde yapılmış bir bina, Roma Stili’nde yapılmış bir binaya oranla çok daha değerli
bulunmuş ve beğeni kazanmıştır.
***
13
Manastır tarikatlarından ilki ve en ünlüsü Benediktinlerdir.
Bu tarikat, 529 yılında İtalya’nın güneyinde St. Benedict ya da St. Benoit adlı bir keşiş tarafından
kurulmuştu. Üyeleri birer siyah cübbe giyerdi; bu nedenle tarikat “Kara Keşişler” adıyla da anılırdı.
Ancak bu lâkap, Benediktinlerden sonra ayrı bir manastır tarikatı olarak ortaya çıkan Dominikenler
için de kullanılmıştır.
Benediktinlerin manastırlarında çalışan inşaatçı ustaları, Barbati Fratres (Sakallı Kardeşler)
olarak anılırdı. Bunun nedeni de bu inşaat ustalarının hepsinin uzun sakal bırakmasıydı.
Orta Çağ’da Komo Ustaları topluluğuna âdeta rakip olan bu manastır tarikatları arasında ayrıca
şunlar sayılabilir:
Cluniyenler, Sistersiyenler, Augustiniyenler, Premontriyenler, Kartacalılar, Fransiskenler (Gri
Keşişler), Karmelitler (Beyaz Keşişler) ve Hermitler.
Başlangıçta klasik Roma Stili’ni kullanan Benediktinler, Collegia Artificum’un Komo
Ustaları’na katılmamış üyelerinden arta kalan bazılarını toplayarak aralarına aldı. Bu nedenle de
başlangıçta (6. ve 7. yüzyıllarda) doğrudan Roma Stili’ni uyguladılar. Fakat o tarihlerde İtalya’da bir
varlık gösteremediler. Bunun üzerine Orta Avrupa ülkelerine yöneldiler. Sonradan Gotik stili
geliştirmeye giriştiler. Ancak, bu stilin yerleşmesi ve tüm Avrupa’yı sarması 11. yüzyılı buldu.
Gene Orta Çağ’da (12. yüzyıldan başlayarak) kurulan bazı şövalyelik tarikatları da inşaatçılığa
özel bir önem ve değer vererek, aralarına aldıkları mimar ve ustaları çeşitli yerlerdeki kiliselerin
yapımında görevlendirdiler. Bu kurumların arasında özellikle Tampliye Şövalyeleri (Tapınakçılar),
Hospitaliye Şövalyeleri (Hastaneciler) ve Aziz Yahya (Sen Jan) Şövalyeleri sayılabilir.
Bunca çok sayıda ve güçlü örgütün karşısında, Komo Ustaları’nın dayanabilmesi olanaksızdı.
Üstelik Komo Ustaları’nın uyguladığı geleneksel Roma Stili artık istenmez olmuştu. Komo Ustaları,
Gotik Mimarî Stili’ne dönemezdi; bu sanatı bilmiyor ve uygulamak da istemiyorlardı. Bu nedenle de
kendi varlıklarına kendilerinin son vermiş olduğu da söylenebilir.
Gotik Mimarî Stili, yaklaşık yedi yüzyıl boyunca Avrupa’ya egemen oldu. Bununla birlikte bu
sanat manastırların elinde ve denetiminde kalmadı, kalamazdı da... Çünkü manastırlarda “özgürlük”
kavramına yer yoktu. Mimar ve ustalar, doğrudan keşişlerin güdümü altında çalışmak zorundaydı.
Bu ise, bir sanatçı için dayanılır bir hayat değildi.
***
14
Önce İtalya’da patlak veren Rönesans akımının da etkisiyle, mimar ve inşaat ustaları, -artık onlara
operatif masonlar diyebiliriz- her şeyden önce sanatlarındaki özgürlük ve bağımsızlıklarını aramaya
başladı. Bunun için manastırları terk ederek, kendi aralarında birlikler kurma olanağını aradılar.
Bunda başarılı da oldular çünkü sürekli gereksinme duyulan yapıtları asıl gerçekleştirenler
manastırlardaki bağnaz keşişler değil, özgürlüğü arayan sanatçı ve işçilerdi.
Orta Çağ sonunun operatif masonları, Komo Ustaları’ndan da örnek alarak, onların düşmüş
olduğu yanılgıdan sakınmaya özen gösterdiler. Birliklerini oluştururken, yalnızca sanatlarında özgür
olmayı değil, aynı anda kendi iç işlerinde özerkliği de gözettiler. Bunun için de örgütlenmelerinde,
Roma kolejlerine benzer bir şekilde kurumlaşmayı benimsediler. Böylelikle localar doğdu ve gerçek
Operatif Masonluk dönemi başladı.
Acaba Komo Ustaları da, Orta Çağ’ın tüm özgürlükleri kaldıran baskı rejimine karşın, kendilerine
gösterilmiş olan saygı, sevgi, beğeni ve sınırlı ayrıcalıklardan yararlanarak, disiplinli çalışmalarının
yanı sıra, dağınık organizasyonlarının yerine çok daha düzenli bir şekilde örgütlenemezler miydi?
Feodal rejim ve yönetimin ezici baskılarına karşılık, bireysel meslekî özgürlüğün yanı sıra bir
örgütlenme özgürlüğünü de elde edemezler miydi?
Kim bilir!... Eğer öyle olsaydı, her halde Masonluk açısından tarihin akışı da değişirdi.
KAYNAKLAR
Henry Wilson Coil, COIL’S MASONIC ENCYCLOPEDIA New York, 1961
Sir Banister Fletcher, A HISTORY OF ARCHITECTURE ON THE COMPARATIVE METHOD
London, 1959
W. Ravenscroft, THE COMACINES Little Masontc Library, Book II Kingsport, 1977
15