EVLİYA ÇELEBİ DİYARBAKIR’DA

Asırlar öncesinde bölgemizi, Diyarbakır’ı  (tarihteki adıyla AMİD’i) gezen yerli ve yabancı gezginlerin hemen tümü, anılarında Diyarbakır’ın tarihi anıtları yanında ticari zenginliğini de anlatırken dokumacılıkta, kuyumculukta, bakırcılıkta, dericilikte, ipekçilikte Avrupa’ya, Ortadoğu’ya ürün ihraç edebilen gelişmiş bir  merkezi olduğundan söz ederler..

Nasır-i Hüsrev’den, Polonyalı SİMEON’a, İnciciyan’dan Carsten Niabuhr’a. Helmut Von Moltke’den, William Heud’e, Henrıch Petermann’dan J.S. Buuckıngam’a, Fransız Poulet’e, Prof. Dr. Albert Gabriell’e kadar pek çok yabancı gezgin ve tarihçi anılarında tarihi Diyarbakır’ın geçmişindeki zenginliği dile getirir.

Bu ünlü gezginler arasında kuşkusuz Evliya Çelebi’nin ayrı ve önemli bir yeri vardır…

Bildiğiniz gibi Evliya Çelebi, 17. yüzyılda yaşamış, Anadolu’dan başka dünyanın pek çok ülkesini gezmiş, gezdiği, gördüğü yerleri, tanık olduğu olayları, yaşadığı dönemin sosyal, siyasal ve kültürel yapısını, ticaretini, gelenek ve göreneklerini  “Seyahatname” adlı dünyaca ünlü eserinde toplamış bir İslam  gezginidir.

Evliya Çelebi, Diyarbakır’a 1654 yılında gelmiştir.

Malatya’dan Diyarbakır’a gelirken, yolda karşılaştığı hanları, köprüleri, Fırat nehrini, Dicle nehrini, Deve Geçidi Çayını, Ergani’yi ve buralarda yaşayan insanları ayrıntılı bir biçimde gözlemiş olan Evliya Çelebi, Diyarbakır kalesini, hanlarını, hamamlarını, şifalı sularını, camilerini, medreselerini, insanlarını, insanların yaşamlarını, sanatkarlarını övgülü bir dille anlatır.

Hatta, günümüzde Elazığ’ın ünlü Çayda Çıra oyununun, gerçekte Diyarbakır’ın Dicle kıyılarında düzenlenen bir eğlence türü olduğunu ve Diyarbakır’a ait olduğunu da yine Evliya Çelebi’nin anılarından öğreniyoruz…

Günümüzde, ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmeyen Diyarbakır Kalesi’nin ve surlarının Yunus Peygamber’in emriyle, o dönemde kentte hüküm süren bir kadın hükümdar tarafından yaptırıldığını da Evliya Çelebi’nin notlarında görüyoruz…

Seyahatname’sinde özellikle çarşıları, bedestenleri, hanları, hamamları, camileri, ve İçkale’deki saray konusunda ayrıntılı bilgiler veren Evliya Çelebi’nin gözü ile 1650’li yıllardaki Diyarbakır şöyledir.

“Diyarbekir kalesi, Dicle kenarında  asumana ser çekmiş Kız Kayası denilen bir yalçın kaya üzerindedir. Kara taştan yapılmış olduğu için buraya  KARA AMİD derler. Bu kaleyi bir kız melike yaptırdığı için Diyari Bikr demişler....

Kalenin bulunduğu kayanın üstü geniş bir lalezardır. Kayanın içinde ve kalenin altında mağaralar vardır. Bu mağaralardan biri olan Fis Kayası Mağarası Yunus Peygamberin makamıdır. Musul halkının isyanına kızarak kentin harap olması için dua ettikten sonra Dicle kıyılarına gelen Yunus Peygamber burada 7 yıl oturmuştur.

Bu sırada “Amalak kızlarından, yıldız kadar güzel ve temiz bir kadın” bu yörenin hükümdarı imiş. Kadın hükümdar ve kentin ahalisi, peygamberin mucize göstermesine gerek görmeden, itirazsız imana gelmelerinden hoşnut olan Yunus Nebi, --İliniz, eviniz mamur olsun. Sizler daima mutlu olun ve refah içinde yaşayın. Cümle evladınız necib ve reşid olsunlar... diye dua etmiş...

Sonra da hükümdara kentin etrafını siyah taşlarla çevirmesini söylemiş..”

……………

Diyarbakır’ın çarşılarını, pazarlarını, insanlarını da şöyle anlatır Evliya Çelebi;.

“Diyarbekir çarşılarında, evvela Hasan Paşa Pazarı, Sipahi Pazarı, Attarlar Pazarı, Kuyumcular Pazarı, Demirciler Pazarı, Çilingirler Pazarı, Kavaflar, palancılar, kazazlar, bezzazlar, elhasıl 66 sanat erbabının dükkanları mevcuttur.  Amma bezzazlar Pazarı ile Sipahi pazarı gayetle mamurdur.

Sanayiinden, kılıcı, gaddaresi, baltası, taberi, hançeri, bıçağı, mızrağı, külüngü, kırmızı bezi, sahtiyanı, papuçları, meshleri, çizmeleri meşhurdur.

Kazancılar ile demirciler çekicini ve hallaçlar dahi tokmağını fenni müzik üzere segah ve hüseyni makamlarında vururlar. Kendileri de hem işler, hem nağmeler okurlar. Bunu işiden ehli maarif hayran olur.

Kuyumcuları da gümüş işçiliğinde emsalsizdir…

Bu Diyarbekir’de nice yüz fasih ve beliğ şairler vardır ki, her biri Fuzuli ve Ruhi misalidir.

Halkının kibarı samur, zerdova kürk giyerler. Kadınların cümlesi beyaz çarşaf, ayaklarına çizme giyerler. Pak ve pakize, eshabi namus kadınlardır...

Diyarbekir ahalisinin Müslümanları Türkmen, Kürd, Arap ve Acem’dir. Hıristiyanları Ermenidir. Cümlesi gayet garibdost, şuh, şakrak nedimi can insanlardır..

Havası latif olduğundan ve hamravat suyu içdiklerinden ehalisinin yüzlerinin rengi hamret üzeredir. Ekseriya orta boylu fakat kuvvetli, müşekkel adamlardır. 70-80 yaşına gelirler, hala işleri ile meşguldürler…”

………..

Diyarbakır’ın gelenek ve göreneklerini, folklorunu, musikisini de inceleyen Evliya Çelebi, kendisinin de tanık olduğu Dicle kıyılarındaki, “Çayda Çıra” eğlencelerini de şöyle anlatır;

“Rum ve Acem’de nazırı olmayan AMİD’in bağ ve bostanları ŞAT (Dicle) kenarındadır. Halkının hemen hepsinin bir bağ ve bostanı vardır. Bostanlara kavun, karpuz, çeşitli sebzeler, çiçekler ekerler.

Halk gecelerini türlü eğlencelerle geçirir. Her gece Dicle kıyılarını fanuslarla, kandillerle, meşalelerle donatırlar. Maharetle süsledikleri yağ kandillerini ve balmumu ile hazırlanmış meşaleleri suya bırakır bir taraftan bir tarafa akışını seyrederler. Bu arada meddahlar, komedyenler, oyuncular türlü komiklikler yaparken sazendeler, hanendeler, kanun, tambur, ney ve darbuka eşliğinde Fasl-i Baykara’dan müzik icra ederler. Bu eğlenceler sabah ezanına kadar sürer...”

Bu yazı toplam 9482 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.